Ahmet Gülüm ile söyleşi: “Sporcu Eskisi”

08.12.2025 medyascope.tv

8 Aralık 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Gülden Özdemir hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. ‘‘Sporcu Eskisi’’ Ahmet Gülüm'ün son kitabı. Ahmet Gülüm kim? Voleybolcu. Her şeyi yaptı. Federasyondan kaptanlığa, oyunculuğa kadar her şeyi yaptı ve şimdi de Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi'nin Başkanı. Onunla spor konuşacağız. ‘‘Sporcu Eskisi’’ni konuşacağız. Ahmet, hoş geldin.
Ahmet Gülüm: Hoş bulduk. Selamlar.

Ruşen Çakır: Evet. Seninle komşuyuz, Medyascope'la senin kanalın.
Ahmet Gülüm: Evet.

Ruşen Çakır: Şimdi, önce kitabı okuyunca çok üzüldüm. Bir arkadaşın öyküsüyle başlıyorsun. Ve onun hayatına son vermesi... Metin Görgün.
Ahmet Gülüm: Evet.

Ruşen Çakır: O da çok büyük bir voleybolcu ama bıraktıktan sonra, yani jübile yaptıktan sonra hayatta tutunmakta zorluk çekmiş, değil mi?
Ahmet Gülüm: Şöyle söyleyeyim. Metin Görgün'ün hikâyesiyle başlıyorum. Çünkü aslında ‘‘sporcu eskisi’’ tanımını onun üzerinden yapıyor olmam çok önemli. Şöyle düşün: 30-35 yaşına kadar o dönemde böyle en üst zirvede oynayan bir sporcu, herkesin ilgi gösterdiği, çok popüler bir sporcu, önemli bir voleybolcu; bir anda voleybol bitiyor. Bittikten sonra yine voleybolla ilgili çok ilginç bir özelliği var; medyada yer alıyor, benim isteğimle, federasyon başkanıydım ve televizyon programları yapmaya başlıyor. İlk önce CNN Türk'te sonra Sports TV'de ve orada da popülaritesi ve yapmış olduğu işe hep hâkim. Ama öyle bir program yapımcılığından herhangi bir geliri olma şansı yok. Voleybol da bitti. Ne yapacak? 35 yaşından sonra, 40 yaşından sonra bir insanın iş hayatını yürütebilmesi mümkün değil neredeyse. Fakat tanınıyor, biliniyor ve çok da iyi laf yapar ağzı, televizyoncu falan; bankalarla ticari ilişkilere giriyor ve ondan sonra beceremediği için böyle bir sonla karşılaşıyoruz. Bu bence bir kişinin özelinde başlamış ama aslında arkasında binlerin olduğu bir tanımı bize gösteriyor.

Ruşen Çakır: Tabii bu çok çarpıcı, hazin bir son. Ama herhâlde belli bir yaş diliminde yapılabiliyor sporlar genel olarak ve eğer hele bir de zirveye çıkmışsa birisi, ondan sonra hayatı sürdürmesi... Bütün dallarda böyle mi?
Ahmet Gülüm: Hemen hemen bütün dallarda böyle. Öyle söyleyebilirim. Çünkü neden? Ondan sonrasıyla ilgili sadece iki alan bırakılıyor sporculara. Bir tanesi teknik direktörlük alanı. Teknik direktörlük alanı büyük savaş istiyor. Orada zaten birkaç kişi tutunabiliyor. Onun dışındakiler özellikle Türkiye'de büyük branşlarda, voleybol, basketbol gibi branşlarda yabancılar var. Türklere şans kalmıyor. Aşağıya doğru indikçe gelirleri mahvoluyor tabii ve zorlanıyorlar. Onun dışında ikinci bir şey var bildiğin gibi çıkıp; yorum yapmak. İşte YouTube kanallarında bilmem nelerde falan oradan birtakım gelirler elde ediyor. Onu da belli kısıtlı bir kitle elde edebiliyor. Onun dışındakiler nerede? Hiç yoklar. Esas olmaları gereken yer neresi? Spor endüstrisi. Sporun içerisinde olmaları lazım. Kulüplerde olmaları lazım, kulüplerin içerisinde yer almaları lazım ama orada yer alamıyorlar.

Ruşen Çakır: Dünyada mı böyle Türkiye'de mi?
Ahmet Gülüm: Dünyada böyle değil. Bizde böyle. Biz Türkiye olarak dünyada spora büyük yatırım yapan ülkelerden bir tanesiyiz aslında. Avrupa'nın en büyük yatırımcılarından bir tanesi ama 3,5 milyar dolar civarında bir para yatırılıyor spora yılda yaklaşık, onun %85'i yabancı transferine gidiyor. O %85'in de %80'i palavra oyunculara gidiyor. Maalesef böyle, arada menajerler falan. Türkiye'de spor ekosisteminin sorunu bu ve bu sadece futbolda değil; basketbolda da böyle, voleybolda da şu anda o noktaya geldi. Yani bizde nispeten daha çok Türk oyuncu var ama.

Ruşen Çakır: Ben mesela şunu hatırlıyorum; şimdi tabii oyuncu sayısı sınırlıydı vesaire ama ya benden kaynaklanıyor ya da genelde böyle, eskiden yabancıları bilirdik. Şimdi o kadar çoklar ki adını öğrenene kadar...
Ahmet Gülüm: Türkleri bilmen lazım o zaman.

Ruşen Çakır: Evet. Evet.
Ahmet Gülüm: Yani işte burada spor ekosisteminin çarpıklığından bahsetmeye çalışıyorum. Zaten bu ‘‘sporcu eskisi’’ kavramı da oradan çıkartmış olduğum bir kavram. Sporcu eskileri sporun içerisinde yer almıyor. Şimdi burada birkaç tane çok önemli başlık var. O da, sporcu eskisi dediğimiz adamın minimum 15-20 yıllık bir geçmişi var. Sahada, salonda yaşıyorlar, deneyimliyorlar. Kaybetmeyi öğreniyorlar, kazanmayı öğreniyorlar. Bir takımın nasıl oluşabileceğini öğreniyorlar. Bu arada sadece ekip sporlarından bahsetmiyorum. Bunlar hepsi atletizminden boksuna varıncaya kadar her yerde geçerli şeyler. Bu adamlar bütün bu deneyimleriyle dışarı bırakılıyor. Neden? Onların yerine gelen başka bir kitle var; o kitle de yöneticiler. Çünkü sporun iletişim gücünü kavradıkça o işin içerisine gelmeye çalışan bir sürü insan geliyor ve onlar da kendilerine rakip olduğu zaman, rekabet olacak bir şekilde, sporcu eskisi diye kenara itiyorlar.

Ruşen Çakır: Peki, şimdi kitapta bir endüstriden bahsediyorsun. Çok büyük bir endüstri. Tabii insanın aklına ilk futbol geliyor ama kitapta okuyunca görüyoruz ki her şey bunun içine bir şekilde dahil. Çok büyük paralar dönüyor ve bunları ayırmışsın. Televizyon geliri şu bu vesaire. Bilet, turizm, spor turizmi.
Ahmet Gülüm: Evet, turizm. 600 milyar dolar şu anda. 2.6 trilyon dolar dünyada spor ekosistemi var. 2.6 trilyon dolar ne demek? Dünyanın 9. büyük endüstrisi. Bizim ülkemizde temel sorun bunun konuşulmuyor olması. Spor sadece sosyal bir olay gibi algılanıyor. Spor çok büyük bir ekosistem, çok büyük bir endüstri ve bunu böyle algılayan ülkelerle biz yarışmaya çalışıyoruz. Bugün İngiltere Premier Ligi demiş olduğumuz lig sadece İngiltere'de satılmıyor, bütün dünyada satılıyor. NBA dünyanın her yerinde para eden bir endüstri ve onun içerisindekiler de o endüstrinin büyüklüğü oranında karşılığını alıyorlar. Bizde her şey Türkiye'de futbol, Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş ve Futbol Federasyonu ekseninde dönüyor. Onun içine basketbol zaman zaman girmeye çalışıyor, o da büyük başarı elde ettiğinde. Voleybol zaman zaman girmeye çalışıyor, büyük başarı elde ettiğinde. Ama bir başarı var, bitiyor. Etraf yine benzer olgularla sarılıyor ve bu spor ekosistemi için iyi bir şey değil.

Ruşen Çakır: Şimdi burada o büyük endüstriden bahsediyorsun ama bizde hâlâ şöyle bir şey var sanki; spora birileri hayır olsun diye yatırım yapıyor. Yani belediyeler, yok şunlar, yok iş insanları cebinden para veriyor falan. Bu paralar nereye gidiyor o zaman? Yani şunu sormaya çalışıyorum; mesela Batı'da örnekler biliyoruz, para yatırıyor, para kazanıyor. Bizde hâlâ işte ne bileyim Fenerbahçe başkanı, Galatasaray başkanı cebinden para verdi; işte para topladılar, verdiler. Üyeler para topluyor falan ama ortada çok büyük de bir para dönüyor. Yani bu nasıl oluyor? Biz hâlâ bu olayı, mesela diyelim ki futbolu bir kenara bırakalım; voleybol, basketbol, şu bu, bunların hepsi sübvanse edilen yerler mi?
Ahmet Gülüm: Hepsi sübvanse ediliyor. Çünkü dünyada o konuşmuş olduğumuz ekosistem, 2.6 trilyon dolar, dört tane büyük başlıktan besleniyor. Bir; tüketici. Tüketici gidiyor maçını izliyor, maç bileti alıyor, formasını alıyor, eşarbını alıyor veya Digiturk gibi platformlara parayı verip karşılığını alıyor. Biz bunlara giden bütün parayı tüketici diye görüyoruz. İki; markalar. Markalar yatırım yapıyorlar, sponsorluk oradan geri dönüşünü kendi satışlarına döndürüyorlar, oradan elde ediyorlar. Üçüncü başlık; devlet. Devletler yatırım yapıyor. Dördüncü başlık ise irrasyonel para. Şimdi Amerika Birleşik Devletleri'nde 260 milyar dolar bir para dönüyor. Bir tüketici, iki markalar, üç devlet. Dördüncü yok. Çünkü orada çok sıkı bir vergi sistemi var. Bizde ise bu tablo tam tersi. Bir numara devlet, iki numara irrasyonel para, üç numara tüketici, dört numara markalar. Şimdi burada bir kere bütün hesap ters dönüyor ve devlet olmasa Türkiye'de spor yok. Öyle söyleyeyim. Yani devlet dediğimde şunu da anlıyor olmak lazım: Ziraat Bankası, devlet; Halk Bankası, devlet vesaire gibi. Bunların yatırımı olmasa, devlet sübvanse etmese Türkiye'de ne futbol ayakta kalabilir ne basketbol ne voleybol. Öyle söyleyeyim.

Ruşen Çakır: Bir şeyi gördüm, o çok çarpıcı. Eczacıbaşı, ki ben çocukluğumdan beri bilirim, voleybolu Türkiye'ye tanıtan markaydı. Sen tam federasyon başkanı olur olmaz Eczacıbaşı voleyboldan çekilme kararı alıyor. Gerekçesi de çok anlaşılır.
Ahmet Gülüm: Evet. Çok anlaşılır. Çok doğal. Bu kadar voleybolu almış buraya getirmiş bir kurum. Yani gerçekten sahipleri Bülent Bey, Faruk Bey çok büyük saygı duyduğum, çok sevdiğim iki dostum. Bu kadar yatırım yapmış. Bana söylediği ilk gün: "Yani biz bu kadar yatırım yapıyoruz, gazetede küçük haber çıkıyor, hiçbir televizyon yayını yok." Televizyon o zaman bütün ülkede her şeyi değiştirmişti. "Televizyon yayını yok. Biz neden devam edelim?" dedi. Ben dedim: "İki yıl müsaade edin bana." İki yıl içinde televizyon yayınlarıyla konuyu toparladık ve şu anda bambaşka yere geldi. Burada Efes Pilsen, Eczacıbaşı kurumları 50-60 yıllık yatırımlarıyla farklı bir tarafı tuttular. Bir dönem Ülker de yapıyordu böyle yatırımlar. Ondan sonra Halkbank, işte Vakıfbank vesaire gibi kurumlar geldiler ve olayı toparlamaya çalıştılar. Ama dünyada ihtisas kulüpleri vardır. İhtisas kulüplerine sponsorlar gelir, orada sponsor çekildiği zaman ihtisas kulübü hâlâ güçlü bir şekilde ayaktadır. Gelip onu sponsorlar destekler. Bizde bu güçte ihtisas kulüpleri Fenerbahçe, Beşiktaş, Galatasaray sponsorları değişse bile ayakta duruyorlar. Ama onun dışında mesela hiç kimse konuşmuyor; Türk basketbolunun büyük hikâyelerini yazan, bugünün içerisinde sporcuların olduğu çok önemli bir kulüp vardı: Banvit. Şu anda yok. Satıldı ve bir anda bambaşka bir dünyaya döndü ve Banvit yok. Yani bunlar çok çarpıcı bu ekosistemin konuşulması gereken konuları ama biz bunları konuşmuyoruz maalesef.

Ruşen Çakır: Şimdi spor, erken yaşta başlaması gereken bir şey. Yani çocuk yaşta ya da belki de daha ergenlikte başlaması gereken bir şey ve orada da eğitim kurumları özellikle dikkat çekiyor. Benim bildiğim, kitapta da anlatıyorsun zaten ama bir müddet yaşadığım için de biliyorum; Amerika Birleşik Devletleri'nde sporcuların en çok üretildiği yer diyeyim, tabir doğru mu bilmiyorum ama üretildiği yer üniversiteler mesela ya da üniversitenin öncesi.
Ahmet Gülüm: Üniversitenin öncesi...

Ruşen Çakır: Tamam, ama üniversitelerde mesela o gelen çocuktaki spor yeteneği ona burs imkânı veriyor vesaire oluyor ve oradan sonra daha geniş alana çıkıyor.
Ahmet Gülüm: Şöyle düşün; ilkokul ve ilkokul öncesi çağı düşünelim ve buna Amerika özelinde bakalım, Türkiye özelinde bakalım, Çin özelinde bakalım. Şimdi 20 milyon diyelim bir genç kitle ilkokula başlama çağına geldi. Amerika Birleşik Devletleri'nde 20 milyonun neredeyse tamamı spor süzgecinden geçer. Spor kültürü aşılanarak başlarlar hayatlarına. Spor kültürü dediğimde neyi anlıyoruz? Sporun aslında bir oyun olduğunu, o oyunu oynayarak vücudunu dinç ve diri tutacağını, hayatı boyunca spor yaptığı takdirde yaşamının diğerlerine göre daha farklı olabileceğini öğrenecek çocuklar. Şimdi o 20 milyondan yukarıya doğru bir piramit düşün. O piramitin üzerine doğru altyapılar, işte onun bir üstü A takımlar bilmem ne; en sonunda madalyaya geliyorsun. 20 milyondan madalyaya geldiğinde bir numara oluyor Amerika tabii, 20 milyonun tamamını elediği için. Çin politikayla bunu dizayn ediyor. Orada da 20 milyon hayal edelim; 20 milyonun içinde 15 milyon, 10 milyonu doğru stratejilerle dizayn ediyor. Doğru stratejilerle üst noktaya getiriyor. O da ikinci olan ülke. Bizde ise 20 milyon düşünelim, 1 milyon sadece girebiliyor sporun içerisine, spor kültürüne. Burada iki tane temel sorun var. Birincisi; biz o 1 milyonun içerisinden sporcuyu seçip oraya gelebiliyoruz. O yüzden 64. sıradayız şu anda. Daha yukarıda olmamız gerekiyor. Fakat Amerika'da esas sorun, o 20 milyon spor kültürüyle geldiği için onun bir oyun olduğunu biliyor ve müsabakaya gidiyor. Rakibin de yaptığı iyi bir hareketten keyif alıp öyle evine gidebiliyor. Amerika'da bugüne kadar herhangi bir olay gördün mü, tribün olayı gördün mü? Çok az, hiç yok gibi neredeyse. Yani orada rekabet değil, orada izlenen sporun keyfini almak. Bizde ise o dışarıda kalanlar, spordan anlamayan, spor kültürünü bilmeyen insanlar tribünlerde birbirini yer duruma geliyor. Yani temel sorun burada; iki tane kurumdan elde edilebiliyor spor kültürü ve sporun içine girmek. Bir tanesi aile, bir tanesi okul. Bizde ikisinde de spor kültürü şu anda yok maalesef.

Ruşen Çakır: Bizde genellikle öyküler nedir? Babası tuttu elinden gitti.
Ahmet Gülüm: Babası da değil. Bütün araştırmalar yapılmış, orada da var; arkadaşı söylüyor. Türkiye'de sporu yapmasını yönlendiren arkadaşı. Türkiye diye baktığımızda sadece İstanbul'u, Ankara'yı diye düşünmeyelim, Türkiye genelinde soruyoruz soruları. %50 oranında spora başlayan çocuklar arkadaşlarından etkileniyorlar. Ailenin etkisi %5'lerde.

Ruşen Çakır: Peki bu son yıllarda arttığına dair — dışarıdan birisi olarak benim gözlemim o kadar şey değil, sen içeriden biliyorsun — altyapılar diye bir tabir var, kulüplerin altyapıları. Yani sadece futbol değil; basketbolda, voleybolda vesaire. Bunlar gerçekten yatırımlar mı yoksa dostlar alışverişte görsün mü?
Ahmet Gülüm: Bence bunların hepsi yatırım. Hepsi doğru girişilmiş çalışmalar ama bunların mevcut Türkiye potansiyeli karşısında spora yönlendirilen çocuk sayısı çok az, altyapılar da çok az. Rakam olarak benim bahsetmiş olduğum rakamları tutamıyor. Yani o ilkokul çağından, ilkokul öncesinden spor kültürü, motor hareketi öğrenmesi gereken çocuklar tesadüfen arkadaşları aracılığıyla kulüplerde, altyapılarda birçok çalışmayla kendilerine spor imkânı buluyor. Bu imkânı buluyor da daha yukarıya gidebilmek için Türkiye'nin bütün illerinde çok büyük sorunlar var. Yani bunları biz spor ekosistemi doğru çalışıyor diye bakmadan, sporu mutlaka kültürel eğitim faaliyetlerinin içerisine entegre etmemiz gerekiyor.

Ruşen Çakır: Bir diğer husus, burada bahsediyorsun, örnek almak, yani böyle idolleştirmek. Şimdi mesela Filenin Sultanları ile beraber herhâlde Türkiye'nin dört bir yanında voleybola ilgi duyan genç kızlar vardır diye tahmin ediyorum. Ama şöyle bir baktığım zaman, mesela son birkaç yıla baktığım zaman Türkiye'de böyle çok öne çıkmış sporcu pek görmüyorum. Ben mi kaçırıyorum? Yani böyle takım olarak işte kadın voleybolcular falan belki ama böyle tek birey olarak... Bir atıcı, adını unuttum.
Ahmet Gülüm: Yusuf Dikeç.

Ruşen Çakır: Evet.
Ahmet Gülüm: Dünya çapında...

Ruşen Çakır: Evet. Ya da o okçu çocuk.
Ahmet Gülüm: Mete Gazoz.

Ruşen Çakır: Mesela onlar kısmen sanki oldu. Tam da olduklarına emin değilim ama bu olay büyük ölçüde böyle öykünme değil mi?
Ahmet Gülüm: Bu iş, yukarıda yaşanan başarının aşağıya yansımasıdır. Kesinlikle Filenin Sultanları bu konuda çok ciddi bir örnektir. Ama böyle baktığımız zaman sporun içerisinde 70 yıllık bir Cengiz Göllü hikâyesi vardır. Cengiz Göllü'nün yaratmış olduğu bir kadın voleybolunun bugünlere gelmesi ve ona sonrasında destek veren kurumların bugüne getirmesiyle olmuştur. Ve bu hikâye şu anda önü alınamaz şekilde büyüyor ve bütün ülkede kız çocukları voleybol oynamak istiyorlar. Şöyle söyleyeyim, sen televizyoncusun, yayıncısın; biz her yıl sonunda ülkede en çok izlenen televizyon programlarının listesini çıkartırız TİAK ve Kantar'la iş birliği içerisinde. Bunları halka açmıyoruz, paylaşımını yasak tutuyoruz, biz kendimizde tutuyoruz. Son üç yıldır Türkiye'nin 100 programının 70'i spor programı, en çok izlenen. O diziler miziler hikâye, 3-4 misli izleniyor ve bir rekor çıktı 2023 yılında ilk defa; kadın voleybolu, Sırbistan-Türkiye milli maçı bir numaraya oturdu. Türkiye'de bütün insanların en çok izlediği televizyon programı oldu 2023 yılında. Bu bambaşka bir boyuta getiriyor konuyu. Ve orada bence bir branşın başarısını incelemek istiyorsak üstteki takıma bakmamak lazım, A milli takıma değil. Onun altına; ümitlere, gençlere, yıldıza. Bizim bütün voleybol takımlarımız dünya şampiyonluğunda, Avrupa şampiyonluğunda birinci sıralarda. O da ne demek? Aşağıdan sürekli besleniyor demek. Bu da ülkenin ekonomik olarak çok volatif bir döneminde yaşanan büyük bir başarı. Türkiye dünya çapında bir sıralamaya geldi. Yani şunu söylemeye çalışıyorum: Spor aslında doğru stratejiler uygulandığı takdirde birçok şeyden bağımsız olarak gelip başarıya oturur. Mete Gazoz'un başarısı da, Yusuf Dikeç'in başarısı da böyle bir şey yani. O yüzden senin demiş olduğun popülarite, onlar kayboluyor. Sen de, çok yakından takip ediyorum futbol maçlarına gidip oradaki o heyecan ve tutkunun parçası olmuşsun zaten oğlunla birlikte. Burada konu, o popülarite artık olumsuzluklar oluşturmaya başladı. Büyük sıkıntı burada. Yani Türkiye'de başarıyı değil başarısızlığı ve sorunları daha çok konuşmayı seviyoruz. Aynı şey belki senin siyasi ortamında da böyle; iyi bir şeyi duymak değil kötü bir şeyi duymak insanları daha fazla heyecanlandırıyor herhâlde, bilmiyorum. Ama baktığım zaman ortada başarılı skorlar var ama başarılı skor değil, orada yaşanmış sorunlar konuşuluyor. Burada da bunun arkasındaki yatan şey inan sporcu eskisi. Sporcu eskilerini bu işin içerisinde kullanıyor olmak lazım. Çünkü onların deneyimleri, onların yaşadıkları hem medya tarafında hem gazetelerde hem spor ekosisteminde... Kitabın en sonunda zaten bir önerim var. Diyorum ki: ‘‘Sporcu eskileri; çıkın ve hakkınızı isteyin.’’ Mesela bir yasa çıkar küçücük bir şeyle, yasa değil, sadece bir talimatla olabilir: ‘‘Türkiye'de yer alan bütün spor kulüpleri kendi branşlarına ait geçmişteki bir sporcuya yönetim kurullarında yer verecek.’’ Bu kadar yani. Bir kişi desen, iki desen büyük olur ama bir kişi desen yani... Yüz binlerce kulüp var.

Ruşen Çakır: Peki şeyi sormak istiyorum. Türkiye'de ve dünyada mesela nesli tükenen spor dalları var mı? İyice unutulan, ilgi azalan, öyle bir şeyler oluyor mu?
Ahmet Gülüm: Şöyle söyleyeyim; bir kere burası çok teknik bir konuya giriyor ama bunu seninle olduğum için rahatlıkla anlatabilirim. Sporla medya arasında simbiyotik bir ilişki vardır. Medyanın hikâyesine dönüp bakalım. İlk radyonun çıkışına, ilk gazetelerin basılmasına. İlk gazetelerin basılmasıyla spor kulüpleri oluşmaya başlar. Radyo ile birlikte ligler oluşmaya başlar, insanlar dinler. Televizyon konuyu bambaşka bir boyuta getirir ve dünya çapında büyük organizasyonlar oluşur. Ve bu ne demek? Medyayı sen çok iyi biliyorsun, nereden nereye geldin; şu anda YouTube kanalları geleneksel kanalları bambaşka bir noktaya getirmiş durumda. Böyle bir ortamda, dijitalleşmenin, OTT'lerin olduğu bir ortamda o ortama ayak uyduramayan branşın ayakta kalma şansı yok. Herkes kendini ona uydurmak zorunda. Orada yazdığım hikâyelerden bir tanesinin de ciddi tanığıyım: Voleybolun sayılarının değişmesi. Yani şurada çok küçücük bir hikâyeyi anlatacağım. Şeyi tanırsın, Vahit Alpata, Star’ın başındaydı. Onunla müthiş bir ilişki nedeniyle, lütfen yalvar yakar para da vererek, ben federasyon olarak para vererek voleybol maçlarını yayınlatmaya karar verdim ve o zaman 15 sayıyla oynanıyordu voleybol, sen hatırlarsın.

Ruşen Çakır: Evet. Tabii.
Ahmet Gülüm: Bir gün Yunanistan'da toplantıdayım, bir telefon, Vahit abi arıyor. "Abi ne oldu?" dedim. "3 saat oldu, Ziraat Bankası ile Halkbank oynuyor, hâlâ bitmiyor. Bitirmiyorlar maçı. Habere geldim, ne yapacağım?" dedi. Dedim ki: "Abi kes, sonra verirsin şeyini." Ve o kadar sorun yaşadım ki, götürdüm uluslararası federasyona, dedim ki: "Bu kuralları değiştiremezsek voleybol bitecek." Bitecekti gerçekten. Ve teknik kurullar falan çalışmalar yapıldı ve en sonunda 25 sayıya geçme kararı verildi ve voleybol tak diye yeniden toparladı. Çok yakında tenisi de göreceğiz. Göreceğiz. Şimdi tenis böyle biraz kendine özel bir seyirci tutuyor ama tenis de kurallarıyla oynamak zorunda. Birtakım organizasyonlar yapılıyor, kısa sürecek organizasyonlar yapılıyor.

Ruşen Çakır: Saatlerce sürmesin diye...
Ahmet Gülüm: Sürmesin, çünkü insanların öyle bir vakti yok, insanlar bir an önce tüketmeye çalışıyorlar. Hayat değişti. Oraya adapte olmayan hiçbir branşın ayakta kalma şansı yok. Medyaya adapte olmayan hiçbir branşın ayakta kalma şansı yok.

Ruşen Çakır: Hele dijital medyaya...
Ahmet Gülüm: Hele dijital medyaya...

Ruşen Çakır: Şimdi bunu söylerken aklıma geldi, yılı sen hatırlarsın; bir dünya güreş şampiyonası galiba Türkiye'de olmuştu ve biz ortaokul lise filan öyle bir zamanda mıydık neydik, bütün şeyleri öğrenmiştik.
Ahmet Gülüm: Kurallarını.

Ruşen Çakır: Tabii. İşte tek daldı, çift daldı.
Ahmet Gülüm: Tabii tabii. Kesinlikle.

Ruşen Çakır: Mesela orada bütün Türkiye odaklandı. Bir de tabii ama başarılı Türkler de vardı, onun için yani, sadece ev sahipliği değil. Tekrar şeye girelim ve toparlayalım istersen; sporcu eskisi, bu öyküler meselesine. Şimdi özellikle profesyonel branş, amatör branş deniyor ama bir şekilde insanlar para kazanıyorlar.
Ahmet Gülüm: Öyle amatör branş diye bir şey kalmadı.

Ruşen Çakır: Değil mi?
Ahmet Gülüm: Kesin kalmadı.

Ruşen Çakır: Şimdi şöyle bir akıl yürütme var: "Bunlar fena olmayan para kazanıyorlar. O parayı akıllıca kullanan hayatı boyunca iyi bir hayat sürüyor ama har vurup harman savuran sonra perişan oluyor" gibi basit bir yaklaşım var.
Ahmet Gülüm: Öyle değil maalesef.

Ruşen Çakır: Nasıl?
Ahmet Gülüm: Şöyle söyleyeyim; bir kere bunu yaş yaş kategorize etmek lazım. Yani bir sporcunun profesyonel anlamda, gerçek anlamda para kazanabileceği yaşlar çok kısıtlı yaşlar; 8-10 yıl ve bugün longevity var, yaşam uzuyor. Eskisi gibi de değil yani. Eskiden belki 65-70 yaşında insanlar farklı noktaya gidebiliyorlardı, şimdi yaşam uzuyor. O yaşamı boyunca yetecek parayı 8-10 yılda kazanması gerekiyor sporcunun. Bu imkânsız neredeyse. Bunun için finansal okuryazarlığı öğrenmesi gerekiyor bu sporcuların. Temel sorunlardan bir tanesi; finansal okuryazarlığı bilmeyen sporcular gidiyorlar, o har vurup harman savurma dediğin şey aslında "Ben şu anda kazanıyorum, daha iyi yaşayayım" diyor ama bittiği zaman bir anda tak diye bitiyor. Temmuz sendromu dediğim odur. Temmuz sendromu gelince herkes bir sonrasında ne alacağının hesabını yapar. Ama nasıl yapar o hesabı? Geçmiş yılda oynadığı performansıyla almaya başlar. Ama onun bittiği günü düşün. Bir gün tık diyor, sıfıra iniyorsun. Sıfır. Yani her yıl düzenli olarak almış olduğun para artık hayatında yok. Bunu planlayıp önündeki, hesaplayalım, 50 yılı planlaması lazım. Böyle bir şansı yok. Burada mutlaka kendini bu yaşam sonrasında nereye götüreceğini planlıyor ve hazırlıyor olması lazım. O yüzden öneri vermek istedim, yazmak istedim ve bunları, içimdeki yaşadıklarımı, kendi yaşadıklarımı, arkadaşlarımın yaşadıklarını, dostlarımın yaşadıklarını, bütün hepsini harmanlayıp önümüzdeki dönemin genç sporcularına, şu günün sporcularına bir yazılı kanıt bırakmak istedim. Çok önemliydi.

Ruşen Çakır: Evet. Eline sağlık diyeceğim. Tabii şeyi de sormadan edemeyeceğim. Şimdi olayın mali yönü var, bir de insani yönü var. Şimdi mesela bir ara tribünlere oynayan vesaire olan, sokakta gelip insanların fotoğraf çektirdiği, imza aldığı insanların belli bir yerden sonra...
Ahmet Gülüm: Telefonu çalmıyor. Evet, telefonu çalmıyor. O başka bir çöküntü. O popülariteden farklı bir yöne gittiğin zaman başka bir yöne gidiyorsun. Ve bu çok ilginç de bir şeydir. Bu yıllık bir şeydir. Yıl boyunca popülersin, sonra başka bir takıma gidersin, popülerliğini yitirebilirsin. Yani bir anda bırakırsın, yitirebilirsin. Ve bunlar o kadar sert oluyor ki ve orada psikolojik sorunlar var, çok ciddi sorunlar var. Yani burada zihinsel olarak, maddi olarak kendilerini hazırlaması gerekiyor sporcuların. Ve ben orada bir itirafta bulundum. Ben oynadığım bütün yaşantım boyunca hep şunu dedim: "Ne demek, ben vücudum da olsa, ben neyim varsa sonuna kadar harcarım." Milli takım da olsa, milli takım deyince, kulübüm deyince her zaman fedakârlık yapmaya çalıştım ve böyle bir hisle doluydum. Orada diyorum ki: "Ben şu gün kafamı değiştirdim. Herkes dikkat etsin. Kendine dikkat etsin. Çünkü bıraktığın zaman ne kulüp için varsın ne herhangi bir camia için varsın ve bir anda yok oluyorsun. O yüzden alabildiğini almaya çalışman lazım, doğru planlama yapıyor olman lazım. Hayatını doğru planlamazsan ondan sonra bütün bir yaşantın boşa gidiyor." Bu ülke neler gördü? Bir ara, sen hatırlarsın, Küçük Dev Adam vardı, İlyas Tüfekçi. Yani bütün gazeteler tam sayfaydı bir ara hatırlıyorsun ve bir anda sonra yok oldu. Yani böyle çok hikâyesi var bu ülkenin.

Ruşen Çakır: Çok teşekkürler Ahmet. Çok sağ ol.
Ahmet Gülüm: Ben teşekkür ederim.

Ruşen Çakır: Evet, Ahmet Gülüm'le "Sporcu Eskisi" kitabını konuştuk. Her yönüyle konuşmaya çalıştık sporu ve sporcuyu. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
21.12.2025 Mehmet Akif Ersoy operasyonu: “İlk taşı aranızda günahsız olan atsın”
21.12.2025 Habertürk’ün faturası kadınlara kesiliyor
20.12.2025 Süleyman Soylu’nun suçu ne?
14.12.2025 “Meşe”den sonra “İlke”den de oldum, gizli tanıksız kaldım!
14.12.2025 19 Mart sonrası seçmen tercihleri nasıl değişti? İzmir örneği: Dr. Serkan Turgut ile söyleşi
13.12.2025 Dile kolay 4600 gün: İBB davası bitmeyeceğe benziyor
12.12.2025 Sağcılığı suçlamak ne zaman suç oldu?
11.12.2025 Habertürk’ün laneti
11.12.2025 Prof. Erol Katırcıoğlu ile söyleşi: Öcalan’ın Marksizm eleştirilerine Türk solundan tepkiler
10.12.2025 Dile kolay 2 bin 962 gün
21.12.2025 Mehmet Akif Ersoy operasyonu: “İlk taşı aranızda günahsız olan atsın”
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı