“Türkiye’nin zorlu barışı”: Beklentiler yüksek, destek çok ama güven pek yok

02.09.2025 medyascope.tv

2 Eylül 2025’te medyascope.tv'de yaptığım değerlendirmeyi yayına Gülden Özdemir hazırladı

Merhaba, iyi günler, iyi sabahlar. Erbil'de son günüm. Birazdan yolda olacağım. Dönüyorum. Dün Erbil'de Rudaw Araştırma Merkezi'nin "Türkiye'nin Zorlu Barışı" başlıklı çalıştayı yapıldı. Dünkü yayında söylemiştim. Çok yoğundu, çok tartışmalı ve doyurucu bir çalışmaydı. Türkiye'den çok sayıda kişi gelmişti: siyasetçi, araştırmacı, az sayıda da olsa gazeteci ve Irak'tan, Irak Kürt bölgesinden ve Suriye'den de gelen Kürt katılımcılar vardı. Bunların kimisi siyasetçi, kimisi bürokrat, kimisi araştırmacı, kimisi gazeteci ve yoğun bir tartışma oldu. Bazı notlar aktarmak istiyorum. Öncelikle, eski Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker, ilk konuşmayı o yaptı ve Kürtçe yaptı. Ben Mehdi Eker'in Kürt olduğunu yıllardır biliyorum ama herhangi bir toplantıda Kürtçe konuştuğunu duymadım şu ana kadar. Yapmıştır belli ki ama bu toplantıda konuşmayı Kürtçe yapması çok önemliydi. Sembolik bir değeri vardı. Konuşmasında şöyle şeyler söyledi: "Bu sınırlar yapay." Aslında Erdoğan'ın söylediklerine benzer şeyler. "Kürtler asla Türklerden ayrılmak istememiştir." Ortak bir coğrafya var: Kürtler, Türkler, Araplar. Ve PKK'nın ilk başta halk desteği olmadığını ama yanlış devlet politikalarıyla güçlendiğini söyledi ve şimdiki sürecin başarılı olmasını beklediğini söyledi. Umutluydu.
Onun ardından Mithat Sancar, DEM Parti'nin, biliyorsunuz İmralı Heyeti’nde Sırrı Süreyya Önder'in ölümünün ardından o katıldı. Eski HDP eş genel başkanı. O çok nüanslı, çok dikkatli bir konuşma yaptı ve burada özellikle Abdullah Öcalan'ın bu sürecin baş aktörlerinden birisi olduğunun altını çizdi. En önemli husus oydu. Yani burada şöyle bir şey söyledi aslında: bir yanda iktidar, Bahçeli ve Erdoğan; bir yanda örgüt, orada Abdullah Öcalan'ı söyledi aktör olarak, diğer yandan Meclis, dedi ve Mecliste de en önemli aktör olarak ana muhalefet partisi ve onun lideri Özgür Özel'i söyledi. Bu anlamıyla herkesi kapsayan bir perspektif sundu ama Öcalan'ın baş aktör olması vurgusu önemliydi. Toplantı için biliyorsunuz kısa süre önce Öcalan'la görüştüler uzun bir aradan sonra. Bu toplantıya katılacağını söylemiş ve Öcalan'ın kısa bir mesajını da okudu. Orada Öcalan özetle diyor ki: "Türkiye değişirse bölge değişir." Bir demokrasi vurgusu var. Zaten demokrasi meselesi sıklıkla tartışıldı. Şöyle bir perspektif var: "Tamam, örgüt silah bırakabilir. Kendini fesheder ve bu da Türkiye'de bir barışı getirir ama bu yetmez." Kürt sorununun çözümü böyle tek başına bununla olabilecek bir şey değil. Yaklaşımı çok egemendi. Özellikle Iraklı ve Suriyeli ama daha çok Iraklı olan Kürtler bunu sık sık vurguladılar. Yani bu olayın sadece barıştan ibaret olamayacağını, Kürt sorununun çözümün perspektifi olması gerektiğini, demokrasi perspektifinin muhakkak olması gerektiğini söylediler ve içlerinden bazıları böyle bir durumda Türkiye'nin tüm bölgede örnek olacağını söylediler.
Neredeyse herkes, toplantıya katılan neredeyse herkes diyeceğim, bu sürecin ana motivasyonunun bölgesel gelişmeler, İsrail'in Hamas saldırılarının ardından bölgede hegemon bir güç olmaya başlaması, Suriye'deki rejim değişikliği, Hizbullah'ın Lübnan'da çok ciddi bir darbe yemesi, aynı zamanda İran'ın da saldırılara maruz kalması ve en önemli husus Suriye, Suriye'deki Kürtlerin geleceği. Herkes neredeyse burada mutabıktı. Ve şu husus özellikle dile getirildi: Türkiye, Ankara; Suriye konusundaki tutumuyla işleri zorlaştırıyor. Hemen hemen herkesin söylediği bir husustur. Burada şunu özellikle vurgulamak istiyorum: Mehdi Eker'in şu anda aktif bir görevi yok partide. Onun dışında AK Parti'den şu anda etkili olan kimse yoktu. Birilerini getirmeye çalışmışlar ama son anda olmamış. Buna karşılık, Cumhuriyet Halk Partisi'nden komisyon üyesi Oğuz Kaan Salıcı vardı. Saadet Partisi'nden komisyon üyesi Bülent Kaya vardı. Cengiz Çandar vardı DEM Parti'den milletvekili olarak. Böyle bir tablo. HÜDA PAR'dan bir milletvekili vardı. Böyle bir tabloda bu tartışıldı.
Barış ve demokrasi, barış ve Kürt sorunu meselesi ama bir diğer sorun da şu: Rawest Direktörü Roj Girasun'un yaptığı sunumda, kamuoyu araştırmalarında Türkiye'de sürece desteğin çok yüksek olduğu ama güvenin çok düşük olduğu… Yani insanlar "olsa iyi olur" diyorlar, fakat "olur mu?" diye sorulunca pek inanmıyorlar. Burada farklı farklı kamuoyları karşı tarafa güvenmiyor. Kürt hareketini destekleyenler devlete güvenmiyor. Devlet çizgisinde olanlar Kürt hareketine güvenmiyor. Muhalif olan kesim ise ne Kürt hareketine ne de iktidara güveniyor. Böyle bir ortamda gidiyor süreç ve onun için iş çok zor. Fakat neredeyse konuştuğum, ayrıca hem konuşmalarda bu vardı hem de sohbetler ettim, bir iki röportaj da yaptım, şöyle bir bakış açısı hâkim: "Çok zor, kolay değil, engellemek isteyen çok kişi var." Bunu özellikle Mehdi Eker konuşmasında söyledi. "Engellemek isteyenler de var. Zor olacak, zaman alacak ama bu iş olacak." "Olmak mecburiyetinde, Türkiye artık buradan geri dönemez." duygusu çok baskın. Onu özellikle vurgulamak istiyorum. Bu özellikle Türkiye'den gelenlerde çok baskındı. Irak'taki Irak Kürtlerinde de çok büyük bir ilgi var bu olaya karşı çünkü bunun doğrudan kendilerini ilgilendirdiğini de biliyorlar. Birçok açıdan ve Suriye meselesinin bir şekilde anlaşmayla çözülmesini istiyorlar.
Sonuçta şöyle toparlayayım; geldiğim iyi oldu. Beklediğimden daha doyurucu bir toplantı, daha dinamik, üretici tartışmalara tanık oldum. Birbirinden farklı kişiler, kimi zaman benzer, kimi zaman farklı kaygılarla ama bu işin çözülmesini isteyerek, ama bunun çok zor olduğunu bilerek böyle bir toplantıda bir gün boyunca tartıştılar. Bakalım, başka toplantılar da olacaktır, Türkiye'de, başka yerlerde. Ama şunu özellikle vurgulamak lazım: bölge, Irak, muhtemelen İran da öyledir, tabii ki Suriye, bu süreci çok yakından takip ediyor, çok önemsiyor ve doğrudan kendilerini etkileyeceğini biliyorlar ve genel yaklaşımda, anladığım kadarıyla, başarıyla sonuçlanırsa bunun olumlu meyvelerinden kendilerinin de istifade edebileceğini düşünüyorlar.
Evet, bu yayını burada bitirmeden kime ithaf edeceğim? Çok konuyla hiç alakası olmayan birisine: Gene Hackman'a. Benim Hollywood'da en sevdiğim isimlerden birisidir. Geçenlerde bir yayında da bahsettim. Dustin Hoffman'dan bahsettiğimde bahsettim. Hiçbir zaman bir Robert De Niro, Dustin Hoffman gibi olmadı ama çok müthiş bir oyuncu olduğunu düşünüyorum. Yıllarca hem sinema hem tiyatroya yıllarca emek vermiş bir isim. Filmlerin isimlerini saymaya kalkmayacağım, hepiniz muhakkak bir şeyler izlemişsinizdir. Ben Gene Hackman'ı düşünürken şöyle hep geliyor aklıma: "Ya ben galiba onun her filmini izledim." diye düşünüyorum ama şimdi bir baktım, o kadar çok filmi var ki bunların hepsini izledim mi emin olamadım ama her izlediğimde çok sevdim. Daha fazla sevdim. Gene Hackman biliyorsunuz, bu yıl şubat ayında hayatını kaybetti. Çok acı bir şekilde kaybetti. Eşiyle birlikte, Betsy Arakawa ile birlikte herkesten kapalı bir yerde yaşıyorlar. Üç tane köpekleri var ama yaşlılar, hastalar ve anlaşıldığı kadarıyla sonra öğreniliyor, cansız bedenleri bulunuyor ölmelerinden sonra. Önce eşi ölmüş, kendisi Alzheimerlı olduğu için eşinin öldüğünü bile fark edememiş, daha sonra o hayatını kaybetmiş ve köpeklerinden birisi de… Böyle bir, nasıl diyeyim, trajik bir ölüm. İlk birlikte öldükleri haberi çıkınca insanın aklına birlikte hani ötenazi gibi hayatlarına son mu verdiler deniyor ama sonra çıkan, yapılan tetkiklere göre ikisinin de ayrı ayrı, bir nevi peş peşe, sağlık nedeniyle, hastalık nedeniyle hayatlarını kaybettikleri anlaşılıyor. Hep sevgiyle ve saygıyla hatırlayacağım. Aslında şöyle bir şey; bir star olmaması belki daha iyiydi. Yani bu diğer starlara benzemeyen bir tipi var ama gerçekten çok büyük oyuncuydu. Kendisini saygıyla anıyorum.
Bitirmeden, sizlerden Medyascope'a destek olmanızı istiyorum. Sizlerin destekleriyle varlığımızı sürdürebiliyoruz. Bunu biliyorsunuz. Lütfen bize destek olun. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
07.09.2025 Erdoğan işbirlikçilere rağmen CHP’nin bileğini bükemiyor
06.09.2025 CHP kayyumlarının videosunun düşündürdükleri
05.09.2025 Kılıçdaroğlu, Gürsel Tekin ve destekçileri ne yapmak istiyor?
04.09.2025 Erdoğan sonrası dönem için muhalefeti etkisizleştirme operasyonları: Burak Bilgehan Özpek ile söyleşi
04.09.2025 Yunus Emre değerlendiriyor: CHP bugüne kadar ne yaptı? Bundan sonra ne yapacak?
04.09.2025 CHP’nin silahları: Ahlak, cesaret ve millet
03.09.2025 Murat Sabuncu değerlendirdi: CHP pes ederse…
03.09.2025 Hilmi Hacaloğlu ile söyleşi: CHP tuzağa düşer mi?
03.09.2025 Şule Özsoy Boyunsuz anlattı: 2 Eylül darbesinin hukuki boyutu
03.09.2025 19 Mart’tan sonra 2 Eylül darbesi: CHP yine teslim olmayacağa benziyor
07.09.2025 Erdoğan işbirlikçilere rağmen CHP’nin bileğini bükemiyor
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı