Vatandaş olarak çocukluğumdan beri, bir gazeteci olarak 25 yıldır Necmettin Erbakan’ı izlerim. Hakkında çok haber kaleme aldım, makale, kitap yazdım, yorum yaptım ancak kendisiyle sadece bir kez, 7 Aralık 2010 günü SP Genel Merkezi’nden NTV adına, Mirgün Cabas ile birlikte yaptığımız Yazı İşleri programı sayesinde röportaj yapabildim. Aslında o röportajın hemen ardından yazmam gereken Erbakan portresini vefatı nedeniyle kaleme alıyor olmaktan son derece üzgünüm.
Gerek dünyaya bakış, gerek hayatı yaşayış açısından Erbakan’la çok farklıyız. Fakat ben kendisini oldum olası sevmiş ve takdir etmişimdir. Bunun ele aldığı konu ve kişilerle özdeşleşmek, yani “mesleki deformasyon”la bir ilgisi yok. Yakın çevremi öteden beri şaşırtan Erbakan’a yönelik muhabbetimi uzun uzun anlatmaya çalışacak değilim. Onun 50 yıla yaklaşan siyasi macerası, bu süreçte maruz kaldığı adaletsizlikler ve zulümler, bütün bunlara rağmen, sanki hiçbir şey olmamış gibi, üstünü silkeleyip ayağa kalkması ve kaldığı yerden devam etmesi ve asla boyun eğmemesi için ne söylenebilir ki!
İşte bu yazı dizisinde hem Erbakan’ı, hem de onun Türkiye’nin kaderini nasıl değiştirdiğini ele almaya çalışacağız. Kendisine Allah’tan rahmet, yakınları, sevenleri ve tüm Türkiye’ye başsağlığı diliyorum.
Hep küllerinden yeniden doğdu
Erbakan siyasette mevcut sistemin kuralları içinde hareket etti, onunla başedemeyen sistemin “sahipleri” karşısına yeni kurallar çıkardı. Sistem birçok kez de kendi kurallarını çiğneyerek veya rafa kaldırarak Erbakan’ın ve onun liderliğindeki Milli Görüş hareketinin önünü kesmeye çalıştı. Her seferinde Erbakan, yeni bir partiyle küllerinden yeniden ve daha güçlü doğdu...
Önce yazı dizimizin başlığını açıklamaya çalışalım. Erbakan’ın Türkiye’nin kaderini değiştirdiği tespitinin isabetli olup olmadığını kontrol etmek için şu basit soruyu sorabiliriz: 14 yıl önce bugün, sandıktan başbakan çıkan Erbakan’ı tasfiye etmenin startını verenler ve onları kayıtsız şartsız destekleyenler ne durumda? Göğüslerini gere gere insan içine çıkabiliyor, televizyonlardan “gördüğünüz gibi biz haklı çıktık” diyebiliyorlar mı?
Osmanlı Devleti’nin son yıllarından itibaren İslamcı düşünce bu topraklarda hep olmuştur, ancak bu düşünceyi siyasi hayata başarılı ve kalıcı bir şekilde Erbakan taşıyabildi. Erbakan siyasette hep mevcut sistemin kuralları içinde hareket etti, ama onunla başedemeyen sistemin “sahipleri” karşısına sürekli olarak yeni kurallar çıkarttı ve birçok kez de kendi kurallarını çiğneyerek veya rafa kaldırarak Erbakan’ın ve onun liderliğindeki Milli Görüş hareketinin önünü kesmeye çalıştı. Fakat her seferinde Erbakan, yeni bir partiyle küllerinden yeniden ve daha güçlü bir şekilde doğdu. Tek istisna Saadet Partisi’dir ki burada da Erbakan olmasa bile onun çocukları, öğrencileri, AKP aracılığıyla Milli Görüş hareketini sistemin merkezine taşıdılar.
Erbakan’ın aktif siyasete girişini 1969 olarak kabul edersek 42 yılda Türkiye’nin tepeden tırnağa değişmiş olduğu ortadadır. Buradan hareketle şöyle söyleyebiliriz:
Bu 42 yıl boyunca sistemin geleneksel sahipleri “kendilerini koruma” adına Erbakan ve onun hareketine ne kadar vurdularsa kendi sonlarını o kadar çabuklaştırdılar.
Bir efsane
Bu uzun girişin ardından Erbakan’ın Milli Görüşçüler için ne anlam ifade ettiğine bakalım. Onların gözünde Erbakan efsanevi bir kişiliktir. Hakkında anlatılan efseneler üç türdür. Birinci öbekte, Hoca’nın ne kadar becerikli ve akıllı bir politikacı, aynı zamanda ne kadar başarılı bir devlet adamı olduğuna dair rivayetler yer alır: Kıbrıs çıkarmasının gerçek kahramanlığından Refahyol döneminde “rantiyeciler”e karşı mücadeleye; açtığı imam-hatiplerden attığı fabrika temellerine; İslam dünyasındaki itibarından Körfez Savaşı sırasındaki arabuluculuğuna kadar.
İkinci olarak onun dindarlığı ve İslam ilimlerine vukfu söz konusu edilir. Örneğin Erbakan’ın dünyada “en fazla hadis bilen” kişi olduğu, Mısır’ın ünlü El Ezher Üniversitesi’nden hocaların bile ona danıştığı dilden dile anlatılır.
Taraftarlarının gözünde Erbakan’ın ‘Hoca’lığı esas olarak onun dindarlığından değil profesörlüğünden gelmektedir. Milli Görüş hareketinin safları yıllardır, onun ne derin bir makine mühendisi olduğu, daha genç yaşında Alman profesörleri nasıl kendisine hayran bıraktığı öyküleriyle çalkalanmaktadır.
Hoca’nın, Milli Görüş iktidarında, Almanya’da çalışan Hasan’ın Anadolu’da fabrika açacağı ve işyerindeki ustabaşısı Hans’ı da daha iyi şartlarla burada çalıştıracağı yolundaki sözleri bu yüzden taraftarlarını mesteder.
Mürid-mürşid ilişkisi
Erbakan, efsaneleştirilmesine hiç itiraz etmez, aksine bu tür girişimleri sonuna kadar teşvik ederdi; bu yüzden sanki metafizik bir kişiliğe bürünürdü. Fakat hep taraftarlarının arasındaydı; sağlığı elverdiği zamanlarda diğer liderlere kıyasla daha çok yurt gezisine çıkar, o iri kıyım fiziğiyle içlerine girer, her seferinde bile isteye izdiham yaratırdı.
Çocukları kucağına alıp sever, her isteyene elini öptürür, taraftarlarına “Bak ne anlatıyorum” gibi cümlelerle seslenir, yani “sen” diye hitap eder; gerektiğinde salaş bir öğrenci yurdunu ziyaret ederek saatlerce onlarla sohbet eder, gittiği yerlerde birçok kişiye adlarıyla hitap edip yakınlarının hatırlarını sorardı...
Bu samimi üslup, rakipleri hakkında “sizi gidi taklitçiler, glu glu dansı yapıyorlar” gibi yakıştırmalarla, kendi örgütlerini “pehlivan”a benzetmeyle sürüp giderdi. Her toplantıda önce kadınları, ardından tüm katılanları öven, taraftarlarını asla açıktan eleştirmeyen Erbakan sonuçta onların gözünde daha da efsaneleşirdi.
Erbakancılık...
Erbakan “diğer partilerin seçmenleri var, bizimse inananlarımız var” sözünü sık sık tekrarlarken haklıydı. Onunla taraftarlarının arasındaki bağ, gizliliğin esas olduğu batıni dinsel tarikatlarda şeyhle müridleri arasındaki ilişkiye benzetilebilirdi. Dolayısıyla Erbakan’ın her toplantı sonunda baş parmakları havaya kaldırtıp and içirmesi, bir nevi “biat töreni” veya “inisiyasyon seremonisi” olarak görülebilirdi. Bu törenlerde önemli olan, gündeme, Hoca’nın ruh haline ve toplantı yerine göre sık sık değişen içerik değil, hep birlikte o yeminin edilmesiydi.
Milli Görüş hareketine “Erbakan hareketi”, Milli Görüşçülüğe de “Erbakancılık” demek hiç de yanlış olmaz. Çünkü kimi zaman birbirine zıt beklentilerle bu harekete katılan kültürel, etnik, sınıfsal açıdan birbirlerinden farklı kesimleri biraraya getiren en önemli yapıştırıcı öğelerin başında Erbakan’ın bizzat kendisi geliyor. Örneğin Milli Görüş hareketinin ideologları kimlerdir sorusunun yanıtı Erbakan’dır. O yakın çevresine, hatta parti dışı birtakım mahfillere danışabilirdi, fakat derlediği fikirleri alıp ülke ve dünya konjonktürüne ve daha önemlisi kendi üslubuna göre yeniden biçimlendirirdi.
İslami cemaatlerin, özellikle de onların liderlerinin çoğu esas olarak Erbakan yüzünden bu harekete uzak kalmışlardır. Hatta Türkiye İslamcıları içinde Erbakan’dan hazetmeyenlerin sayısının, onun hayranlarından daha fazla olduğu bile ileri sürülebilir.
RP’ye, kitle partisi olma yoluna girdiği 1990’lı yıllarda sözünü ettiğimiz “Erbakansevmezler”den de katılanlar oldu, fakat bu kişiler altını çizerek “Refahçı” değil “Refahlı” olduklarını söylediler. Onların gözünde “Refahçılık” kayıtsız şartsız bir “Erbakancılık” demekti; halbuki kendilerinin RP’yle ilişkisi “eleştirel”di.
Hareket içinde hiç kimsenin henüz Erbakan’ı açıktan eleştirme güç ve cesaretine sahip olmadığı bilinmekle birlikte, Erbakancı olmayan bu çevrelerin daha dava sürerken, “Kanlı mı olacak, kansız mı...” sözleriyle Erbakan’ın kapatılmaya çanak tuttuğundan yakındıklarına tanık olundu. Nitekim bu Erbakansevmezlerin büyük çoğunluğu yenilikçi saflarda yer alıp, FP’nin kapatılmasından sonra yaşanan saflaşmada AKP’yi tercih etti.
YARIN: ERBAKAN’IN SİYASİ SERÜVENİ