"Türkiye Kürtleri tercih etseydi bunların hiçbiri yaşanmayabilirdi"

19.06.2014 gelecekgazetesi.org

Söyleşi: Göze Altunöz

Gazeteci Ruşen Çakır, IŞİD üzerine, Türkiye’nin çuvallayan stratejik derinliği ve Ortadoğu’nun geleceği üzerine sorduğumuz soruları yanıtladı. Gelecek gazetesinin sorularını yanıtlayan Çakır, IŞİD’in eylemleriyle ortaya çıkan sonuçlara ilişkin, “Türkiye, Kürtleri tercih etseydi bunların hiçbiri yaşanmazdı” dedi


Musul işgalinin gündeme gelişinden beri, IŞİD’den öte El-Kaide vurgusunu yapmayı daha uygun gördünüz; ancak özgül anlamda IŞİD adlı örgüt bugünlere nasıl geldi ve radikal siyasal İslam çizgisi içerisindeki pozisyonu nedir?
IŞİD’in El Kaide ile bağlantısı olmadığını söyleyenler aslında IŞİD’i makul hale getirmeye çalışıyorlar. El Kaide’nin çok kötü bir adı var, IŞİD ise bilinmeyen bir yapı. El Kaide derslerse insanlar buna korkuyla bakarlar diye, El Kaide’yi söylememeye çalışıyorlar. Tarihe hızlıca bakarsak, IŞİD aslında ABD'nin Irak’ı işgalinden sonra kurulmuş olup, dışarıdan birtakım gönüllüler, artı Irak’taki bazı Sünnilerin oluşturduğu bir Irak El Kaide’siydi. Zamanında başında da Ürdün asıllı Ebu Musab Zerkavi vardı. Bunlar yıllarca orada Amerikan işgal ordusuna kök söktürdüler. Çok darbe indirdiler, kendileri de çok darbe yediler. Zerkavi de 2006 yılında öldürüldü. Yerine başkaları geçti. Zerkavi, Usama bin Ladin’le doğrudan ilişkili birisi değildi, kendisi bu hareketi başlattıktan sonra Usama bin Ladin’le ilişki kurup, onun temsilcisi oldu. Daha sonra değişik aşamalarda örgütün adı değişti. Ama mücadeleyi hiç bırakmadı, yani Sünnilerin olduğu bölgede El Kaide hep vardı. Suriye olayı yaşanınca yeni bir cephe açıldı ve burada çok büyük bir stratejik manevrayla Suriye’ye de uzandılar ve IŞİD, Irak-Şam İslam Devleti’ni –burada kastedilen Şam, kent olarak Şam değil, Doğu Akdeniz bölgesidir- kurdular. Orada, El Kaide’ye bağlı başka unsurlarla sorunlar ortaya çıktı, özellikle El Nusra ve El Kaide ile IŞİD’in araları açıldı. Şimdi, aralarının açılmış olması, onların dağınık, kopmuş olması, Nusra ile savaşıyor olmaları, IŞİD’i El Kaide olmaktan çıkartmıyor. Çünkü El Kaide her şeyden önce bir fikirdir, bir yaklaşımdır. Herhangi bir insan herhangi bir yerde hiç kimse ile iletişime geçmeden El Kaideci olabilir. El Kaide çizgisinde intihar eylemleri düzenler, saldırı yapar -ki Türkiye’de de bunun örnekleri oldu. Dolayısıyla burada yapılmak istenen, insanlara IŞİD’i El Kaide’den farklı bir örgütmüş gibi anlatmak, El Kaide’nin kötü imajından sıyırmaya çalışmaktır. Hâlbuki işin ilginç tarafı da şu, Usama bin Ladin’den sonra Eymen El Zevahiri’nin başına olduğu ekip, IŞİD’i çok katı olmakla suçluyor. Yani şunu deseler anlayacağım: “Bunlar El Kaide’den de beter!” Bunu demiyorlar. Bunu, radikal İslamcıların da içinde olduğu, kullanılabilir, kabullenilebilir bir Sünni isyanı gibi göstermeye çalışıyorlar.

Askeri açıdan düşünüldüğünde Irak’taki Musul ilerleyişinin olanağı var mıydı? Bir yandan eski BAAS’çıların birlikler kurup belirli yerleri tuttuğu iddiaları var.  IŞİD, Irak’a girişini neye borçlu olabilir?
Orada sadece IŞİD yok. IŞİD öne çıkan, domine eden olay. Eski BAAS’çılar, başka İslamcılar, farklı farklı gruplar var. Çünkü Maliki rejimi Irak’ta Sünnilere zulüm uyguluyor. Eskiden nasıl Şii çoğunluk zulüm altındaysa, Amerikan işgali ertesinde Şiiler yönetimi aldıktan sonra, biraz da eskinin intikamını almak amacıyla Sünnilere çok kötü davrandılar, bu yüzden Sünniler rahatsızlar merkezi yönetimden. Dolayısıyla, merkezi yönetimi zor durumda bırakacak her türlü şeye destek verebilecek bir Sünni potansiyel var. Başından itibaren IŞİD, El Kaide işte bunu çok iyi değerlendirdi. Maliki, Sünnilere belli birtakım haklar tanımadı -ki zamanında Amerikan işgali döneminde, işgal ordusu Sünnilerin bazılarını, Sünii aşiretlerin bazılarını yanına çekme siyasete izledi ve kısmen başarılı oldu. Ama Amerikan ordusu çekildikten sonra Maliki, nasıl olsa sayıca çok olduklarını ve ellerinde çok imkân bulundurduklarını düşünerek Sünnileri bastırabileceğini sandı. Şöyle bir realite var: Bir tarafta kendi topraklarının işgal edildiğini düşünen Sünni insanlar, diğer tarafta da sırf para kazanmak için, meslek sahibi olarak askerlik, polislik yapan Şii gençler bulunuyor. Birisi toprağı için mücadele ederken, ötekisi para kazanmak için orada. Sonuçta birinin canı tatlı geliyor; yani, birisi ölümden kaçarken, diğeri ölümü kovalıyor. Bu aradaki dengesizliktir olayı bize anlatan. IŞİD’deki insanlar şehit olmaya gidiyor, ama Irak ordusundaki insanlar için şehit olmak falan, böyle bir konseptleri yok. O korkuyor ve kaçıyor, bu kadar basit. Mesela IŞİD güneye indiği zaman, Şiilerin elindeki topraklarda saldırı yapmaya başladığı zaman, aynı hikâye olmayacak. Bu sefer o Şii Araplar kendi yurtlarını istilacılara karşı savunma güdüsüyle mücadele edecekler. Aynı şekilde Kürtler… IŞİD Kürdistan’a saldırsa, peşmergeler kaçacak mı, hayır. Sonuna kadar savaşacak. Hem tecrübesi var, hem de onun da iyi kötü bir davası var, kendi toprağını savunuyor. Ama Irak ordusunun böyle bir motivasyonu yoktur.  

“KÜRTLERİN TALEPLERİNİ TEHDİT OLARAK ALGILIYORLAR”

Kürtler kuzeyde Hizbullah, batıda El-Nusra ve IŞİD gibi örgütlere karşı aktif mücadele hattı izliyor. Şimdi güneyde IŞİD’e karşı birlikte savaşma gündemde. Tersinden radikal İslam’ın mezhep derdi olmaksızın Kürtlere saldırılarını nasıl yorumluyorsunuz? 

Burada, Şii olsun Sünni olsun, İslamcı olsun olmasın bir Arap milliyetçiliği meselesi vardır. Irak toprağı onların toprağıdır, yani öyle görüyorlar. Dolayısıyla Sünni de olsa Şii de olsa bir bağımsız Kürt devleti, nasıl Türkiye'de Türk milliyetçileri Kürtlerin her türlü statü arayışına karşı çıkıyorsa, Araplar da sonuç olarak Kürtlerin özerklik, federasyon, özellikle bağımsızlık gibi taleplerini kendilerine yönelik bir tehdit olarak algılıyorlar. Onun için Kürtlere karşı düşmanca bakıyorlar. Bir de seküler olması ayrı bir etken olsa da, örneğin Barzani bölgesi muhafazakârdır. Talabani bölgesi daha sekülerdir.
Kürdistan'da çok güçlü İslami bir damar var. Hem Türkiye'de hem Irak'ta hem Suriye'de… Bu İslamcı damarların bazıları El Kaide'ye yakın. Mesela şu anda IŞİD'te savaşanların içinde Suriyeli Kürt daha az olmak üzere çok sayıda Türkiyeli ve Iraklı Kürt var. Sonuçta onların gözünde her yere İslam devletini taşımak gerekiyor. Dolayısıyla Kürdistan, Türkiye, her yer onların hedefinde. Ama buradaki özel olarak yaşanan olayda da Arap milliyetçiliği ile iç içe geçmiş olan İslamcılık, Kürtlerin ayrı bir devlet olmasını bir tehdit olarak kabul ediyor. Mesela, Bağdat rejimi, Şiiler, İran'a yakınlar. Normalde ümmetçi bir perspektifle bakıp Kürtleri, haklarını gözetmeleri gerekir ama Kürtlerle ihtilaf halindeler. Yakın bir zamana, Musul olayı olana kadar, Erbil ile Bağdat arasında çok sert anlaşmazlıklar vardı. Örneğin Musul'un işgalinden önce, Erbil yönetimi Musul işgalinin geldiğini görerek Bağdat'a işbirliği teklif etti; fakat Bağdat yanaşmadı. Eğer baştan bir işbirliği yapılsaydı kuzeyden peşmergelerle, güneyden de Irak ordusuyla belki o olayı bertaraf etme imkânı vardı. Ama hâlâ Kürtlere bir kuşku ile bakıyorlar. Bunun esas nedeni hepsinin içinde olan Arap milliyetçiliğidir.

BAYRAK MESELESİ “ÖRGÜT MERKEZLİ BİR PERSPEKTİF DEĞİL”

Lice’de bayrak indirme olayının ertesinde, IŞİD Musul’daki Türk konsolosluğunu bastı. Bayrak tartışması, ‘iç’ meseleden diplomatik hadiseye dönüştü. Bu konudaki görüşlerinizi paylaşabilir misiniz?

Lice'deki bayrak indirme olayını PKK sahiplenmiş olsa idi bu kadar büyütemezlerdi. Belli ki KCK de, Öcalan da olayı toparlamaya çalıştılar. Yani o bilinçli bir stratejinin ürünü değil. Belki provokasyondur ya da büyük bir ihtimalle birinin kendi başına yaptığı bir iş. Her halükarda örgüt merkezli bir perspektif değil. Bunu bildiği için propaganda malzemesi olarak rahatlıkla kullanabilirler. Ama öteki taraftaki olay -yani IŞİD- bir tehdit. Sizin insanlarınız rehin alınmış ve bu insanların başına bir şey gelmemesini istiyorsunuz. Dolayısıyla sözlerinizde dikkatli olmanız lazım. Kalkıp Başbakan asıp kesse, IŞİD hakkında konuşsa insanların hayatını riske atacak. Aslında isterdi öyle bir şey yapabilmeyi, bu da bir malzeme olurdu Türkiye'nin büyüklüğünü göstermek için; ama kamyoncularla beraber yüze yakın insanın canı söz konusu. Dolayısıyla onun için dikkatli davranmaya çalışıyorlar -ki bu anlaşılır bir şey.

“TÜRKİYE TERCİHİNİ KÜRTLERDEN YANA YAPSAYDI, BÜTÜN BUNLAR YAŞANMAYABİLİRDİ”

Türkiye’nin stratejik derinliği ve gücünün sınanmasına dair birçok tartışma sürüyor. El Kaide’nin Türkiye’yi kayırmadığını yazmıştınız, ama Türkiye’nin açıktan El Kaide bağlantılı örgütleri kayırdığı görüldü. IŞİD –ve bir yandan El Kaide- ile Türkiye geçmişten bugüne nasıl bir hukuk işletiyor, bunun sonuçları ne olabilir?

Mesela 11 Eylül öncesi dönemleri hatırlıyorum. 11 Eylül öncesinde dünyada zaten kimse El Kaide örgütünü çok fazla önemsemiyordu. Ama vardı, El Kaide Amerika birliklerine yönelik, Afrika’da, Yemen’de çok ciddi saldırılar yapmıştı. Hatta Clinton onlara cevap olarak, Yemen saldırısının ardından Afganistan’ı bombalatmıştı. Ama 11 Eylül olmadığı için herkes bunu görmezden geliyordu. Çok iyi hatırlıyorum, El Kaide diye bir şeye kimse inanmıyordu. 11 Eylül oldu, yine inanmadılar. 11 Eylül’ü genellikle komplo teorileriyle açıklamaya çalıştılar.
Ama 2003 sonundaki, 15-20 Kasım İstanbul eylemleri öncesinde, Türkiye’de El Kaide’nin eylem olabileceği çok belliydi. Ama insanlar, nasıl AIDS ilk çıktığı zaman "bize AIDS gelmez, biz Müslümanız" deniyordu ya, aynı mantıkla düşündüler. Ama geldi. Zaten Müslüman ülke olduğun için geliyor. Onun anladığı şekilde bir rejim olmadığını düşündüğü için geliyor -ki Türkiye İslam dünyasının her halükârda en önemli ülkesi. Nüfus olarak en kalabalık olmayabilir ama en önemli ülkesi. Dolayısıyla dünya çapında iddiası olan bir İslami hareketin Türkiye’yi görmemesi, Türkiye’yi gündemine almaması mümkün değil. Ama uzun bir süre El Kaide Türkiye’yi transit olarak kullandı. Özellikle Afganistan olayında, Afganistan’a geliş gidişlerde kullandı. Burayı para, insan, techizat: lojistik için kullandı. Çok fazla bulaşmadı, ama 15-20 Kasım 2003 eylemleri, Usama bin Ladin’in talimatını doğrudan verdiği eylemlerdir, yani kendiliğinden yapılmış eylemler değildir. Usama bin Ladin’le görüşülen eylemler bu değildi: İncirlik üssü ve Antalya’daki İsrail gemisi falandı. Ama onları yapamayınca buna çevirdiler. Ama bunu yapan ekip, o tarihte bizzat Usama bin Ladin ve o zaman askeri komutan olan –öldürüldü daha sonra- Mısırlı Seyful Adil ile bizzat görüşerek yaptılar. Çünkü bazı sanıklar bunları anlattılar, kayıtlarda var. Türkiye o tarihte, Mart tezkeresinde savaşa ortak olmamıştı. Buna rağmen, Kasım’da Irak işgali bahanesiyle Türkiye’de eylemler yapıldı. Ondan sonra da tek tük bir şeyler yapılmak istendi, genellikle engellendi. Ama Türkiye’de hep bir El Kaide var. Türkiye’yi ama çok fazla rahatsız etmedi. 2003 saldırılarından sonra daha aşağı bir düzeyde kaldı. Ama arada birtakım olaylar oldu, bunlar kamuoyuna fazla yansımadı. Çeşitli operasyonlar bunlar. Çünkü transit olduğu için yüz kişiden bir, iki tanesi polis, MİT alabiliyor ve bu da sorun yaratıyor. Böyle olaylar da yaşandı.
Daha sonra Suriye olayıyla işin rengi değişti. Türkiye, Suriye rejiminin yıkılmasına angaje olunca ve de Özgür Suriye Ordusunun bunu beceremeyeceği anlaşılınca, malum Körfez ülkeleri, El-Kaidevâri unsurların önünü açtılar. Türkiye de bu oyunun bir parçası oldu. Bunun esas aktörleri, parayı veren, destek sunan Suudi Arabistan, Katar, Birleşik Arap emirlikleri falandır. Türkiye de buna ve sınıra giriş-çıkışlara göz yumdu. Bunun üzerine bir de Rojava eklendi. Rojava’da PYD’nin Öcalan’ın resimlerini çıkarması, bayraklarını açmasıyla Türkiye neye uğradığını şaşırdı ve PYD’nin önünün kesilmesini de bunlarla baş edebilecek ya da en azından zorlayacak güç olarak radikal İslamcılar, El-Kaide’ye bağlı unsurlar olarak gördü. Normalde Türkiye tercihini Kürtlerden yana yapsaydı, bütün bunlar yaşanmayabilirdi.
El-Kaide’nin önü Suriye’de açılınca, Irak’ta tekrar kendilerini toplama imkânı buldular. Yani bu iki ülkenin arasında muazzam bir geçişkenlik var. Eskiden, Suriye krizi yokken, Türkiye’nin Şam ile arası iyiyken, Irak’ta cihat var iken; Irak’a geçişlerin bir yolu Avrupa ve Afganistan’dan gelen savaşçılar Türkiye’ye gelip, Antep-Urfa üzerinden, nasıl oluyorsa Suriye’ye geçiyorlar, Suriye’den de Irak’a gidiyorlardı. Suriye rejimi de çok fazla uğraşmıyordu onlarla. Şimdi o yol doğrudan Suriye’ye gitmek için kullanılır oldu. Suriye ile Irak arasında mücahit trafiği zaten çok yoğun vardı. Şimdi ne oluyor mesela, Irak ordusundan aldıkları Humvee ciplerinin bir kısmını Suriye’ye transfer ediyorlar. Ama diyelim ki, Suriye’den de bazı savaşçılarını Irak’a transfer ediyorlar. En son şöyle bir şey olmuş, galiba doğru, Irak’a çok yoğunlaşınca, Esad Suriye’de Nusra’yı bazı kasabalardan kovalamaya başlamış.
Çok karışık, çok tehlikeli, çok riskli ve her an değişen, altüst olan bir şeyler yaşanıyor ve Türkiye burada özellikle de şu anda rehineler de olduğu için paralize ve bloke olmuş durumda. Türkiye istese de IŞİD’e karşı pozisyon alamaz. Çünkü herhangi bir pozisyon alma karşılığında rehinelere bir şey olursa, bunun siyasi sorumluluğu çok büyük olur. Dolayısıyla Türkiye şu anda büyük ölçüde seyretmekle meşgul…

ABD ve AB üyeleri güçlerinin Irak’taki son duruma dair tavırları ne oldu, bizi ne gibi gelişmeler bekliyor?
Amerikan başkanı Irak’ta kendileri halletsin açıklamasında bulundu. “Irak ordusunun ahlâk sorunu var” dedi. Şimdi o kadar para akıttılar, o kadar yatırım yaptılar; sıfıra sıfır, elde var sıfır! Artık daha fazla bulaşmak istemiyorlar. Ama buna karşılık ilginç bir şekilde İran’ın ABD ile birlikte, Bağdat rejimine destek vererek, IŞİD’in gelişmesini engellemesine yönelik bir takım şeyler konuşuluyor. Ama büyük bir ihtimalle kara harekâtı olmaz, hava harekâtı olur.  ABD’nün hava harekâtı ile birlikte İran’ın karadan müdahalesi söz konusu olabilir. 
IŞİD sorununun nasıl çözüleceği bilinmediği için şu an her şey ortada. Diyelim ki ABD bu sorunu çözmek istiyor, ancak ortada bir model, çözüm yöntemi yok. Dolayısıyla ne olacağı belli değil. Irak ve Suriye’yi kapsayan bir El Kaide devleti, Le Monde gazetesi buna ‘Cihadistan’ diyor, böyle bir şeye Batı’nın izin vermek istemeyeceği ya da engellemek isteyeceğini tahmin edebiliriz.

“DÜNYA’NIN DÖRT BİR TARAFINDAN KOLAYLIKLA İNSAN BULABİLEN, EYLEM YAPTIRABİLEN BİR YAPI VAR”

Başta bölgesel kuvvetler olarak Şii İran ve Lübnan Hizbullah’ının, sonrasında Suudi Arabistan, Katar gibi ülkelerin, yani bütünlüklü olarak Ortadoğu’daki güçlerin bu süreçte konumlanışları ne olacaktır? Ortadoğu’da bütün bunlar sürerken, sınırlara, çatışmalara, ittifaklara ve güç dengelerine dair öngörü ve beklentileriniz nelerdir?

Lübnan Hizbullah’ı zaten Suriye’yi destekliyor. Yani çok karışık, şu anda kestirmek mümkün değil. Mesela bu olayla beraber El Kaide merkezi ile IŞİD arasındaki sorunlar nasıl olur? Güney Kürdistan’la Rojava arasındaki sorunlar büyük ölçüde hallolabilir –yakınlaşıyorlar şimdi mesela. Düne kadar Erbil Rojava’ya mesafeliyken şimdi daha yakın. Aynı şekilde El Kaide ile IŞİD arasındaki sorunlar azalabilir. Oraya başka takviyeler de gelebilir. Bir de şunu unutmayın; Musul’daki olay çok büyük bir zafer olarak gözüktü. Eminim Dünya’nın dört bir tarafından birçok genç, oraya gelmeye ve savaşa dâhil olmaya çalışıyorlar. Bir yabancı haber ajansında, bu olaylardan yaklaşık bir ay önce bir haber görmüştüm. Dört tane cihatçı Suriye’de dört farklı intihar eylemini birlikte planlamışlar. Birisi Maldiv Adalarından, birisi Azerbaycan’dan, birisi ABD’li Afrika kökenli siyahi, dördüncüsü ise Avrupalı. Karşımızda Dünya’nın dört bir tarafından kolaylıkla insan bulabilen, eylem yaptırabilen bir yapı var. Şu günlerde Bağdat’ta seri halde intihar eylemleri oluyor. Çünkü Bağdat’ın bir kısmı Sünni ve orada El-Kaide var, ama devletin denetiminde olan yerler de var. Bağdat’ta sürekli bombalar patlıyor. Biliyorsunuz, Bağdat’a yönelik saldırılar olacağı, IŞİD’in Bağdat’a yöneleceği söylentileri var. Onun öncesinde bir sürü intihar eylemi oluyor. Şimdi intihar eylemi yapabilmek için çok insana ihtiyaç var. İnsanlar ölmeye, şehit olmaya gidiyor. Dolayısıyla kimse zorla, kolundan tutulup götürülmüş değil. El Kaide onun için El Kaide. İnsanlar El Kaide konseptiyle savaşmaya gidiyorlar ve çok da bilmiyorlar IŞİD nedir El Nusra nedir. Gidiyor orada kim güçlüyse, kime ulaşabiliyorsa ona katılıyor. Oraya şu an gerek para gerek insan yağıyor. Biraz önce söylemeye çalıştığım, buna karşı bir proje yok. Diyelim ki bombardıman vesaire aracılığıyla IŞİD büyük ölçüde etkisiz hale getirildi. Ondan sonra ne olacak? Nasıl bir yapı kuracaksın? Irak bölünecek mi? Büyük bir ihtimalle üç parçaya bölünmeye doğru gidiyor. Üç parçaya bölünürse Sünnilere hangi topraklar verilecek? Sünniler hangi yönetimle yönetilecek? Başlarına kim geçecek, bunun Bağdat’la ilişkisi ne olacak? Bağdat nasıl paylaşılacak? Bağdat tamamen Şiilere mi kalacak? Çok karışık, çok zor işler. Kerkük ve Musul’un ne olacağı konusunda tarafların farklı farklı iddiaları var. Onun için Amerikan işgali ile başlayan kaotik düzen daha da kötüleşerek devam edecek. Öyle görünüyor.

Bizlere zaman ayırdığınız, görüşlerinizi paylaştığınız için çok teşekkür ederiz.




Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
22.12.2024 CHP ne zaman “Türkiye’nin birinci partisi” gibi davranacak?
18.12.2024 Transatlantik: Trump Erdoğan’ı neden övdü? PYD/YPG’nin geleceği Golani’nin zor sınavı
17.12.2024 Mehmet Altan ile Türkiye’nin gidişâtı (4): Suriye’nin geleceği - CHP’li belediyelere haciz
15.12.2024 11 soruda, YPG ya kendini fesheder mi ya da feshedilir mi?
15.12.2024 Murat Yetkin ile söyleşi: Meraklısı İçin Ortadoğu Kitabı
12.12.2024 Bahçeli’nin İmralı hamlesine seçmen nasıl bakıyor? Burak Bilgehan Özpek ile söyleşi
10.12.2024 Transatlantik: Suriye’yi nasıl bir gelecek bekliyor?
08.12.2024 Hamas, Hizbullah ve Esad: İran’ın “Direniş Ekseni” tarihe karışırken
06.12.2024 Behlül Özkan ile söyleşi: 1982’deki Müslüman Kardeşler’in Hama ayaklanmasından bugüne
04.12.2024 Murat Özçelik ile söyleşi: Türkiye Suriye’de ne yapabilir? Ne yapmalı?
22.12.2024 CHP ne zaman “Türkiye’nin birinci partisi” gibi davranacak?
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı