Transatlantik: Trump döneminde Amerika’nın dış politikası

13.11.2024 medyascope.tv

13 Kasım 2024’te medyascope.tv'de yaptığımız Transatlantik’i yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. “Transatlantik”le karşınızdayız. Maalesef Gönül Tol son anda çıkan önemli bir toplantısı nedeniyle bugün yok, yayını Ömer Taşpınar ile birlikte yapacağız. Ömer, merhaba.
Ömer Taşpınar: Merhaba Ruşen.

Ruşen Çakır: Trump’ın ekibi oluşmaya başladı. Biz bugün sâdece dış politikaya yoğunlaşalım. Dışişleri Bakanı olarak Marco Rubio’nun adı geçiyor. Birleşmiş Milletler Dâimî Temsilcisi Elise Stefanik. İsrail Büyükelçisi çok sert bir Evanjelist ve Filistin karşıtı. İstersen önce Dışişleri Bakanı’yla başlayalım. Marco Rubio’yu önceki dönemlerden, Suriye’de YPG-PYD’ye karşı çok sempatik birisi diye hatırlıyorum. Aynı zamanda, İsrail-Filistin anlaşmazlığında da çok net bir şekilde Filistin yanlısı bir siyâsetçi, yanılıyor muyum?
Ömer Taşpınar: Yanılmıyorsun. Marco Rubio Küba asıllı; Amerikan Dışişleri Bakanlığı’na ilk defa Hispanik Latin kökenli birisi geliyor, bu önemli bir gelişme. Amerikan dışişleri bakanları genelde hep beyaz ve sisteme yakın kişilerden seçilirdi. Colin Powell dışında, azınlıklardan seçilen insanlar olmuyordu. Marco Rubio, Latinoların bu ülkedeki en önemli temsilcilerinden birisi. Amerika’daki bütün Kübalılar gibi, Senato’da Florida’yı temsil ediyor. 2016’da Trump’a karşı Cumhuriyetçi Parti’nin adaylarından biriydi ve Trump’la çok sert bir önseçim geçirdi. O dönemde birbirlerinden nefret ettiler. Fakat Trump’ın başkan olmasından sonra, Marco Rubio da Cumhuriyetçi Parti’nin diğer senatörleri gibi hizâya geldi ve Trump’ın en önemli destekçilerinden biri oldu. Venezuela konusunda tahmin edebileceğin gibi son derece sert. Çin konusunda Trump’ın kendisinden de şâhin. Özellikle Çin’in ekonomi ve ticâret politikalarını çok iyi tâkip eden, Senato’da bu konuda korumacı tedbirleri savunmuş birisi. Meselâ Çin’in elinde olan TikTok sitesinin kapatılmasını savunuyor. Dediğim gibi, ticâret konusunda sert. İran konusunda da son derece sert. Ortadoğu dinamiklerine baktığımızda, Amerika’nın yanında olan müttefikler sıralamasında Kürtleri tabiî ki ön planda tutuyor. Son derece İsrail taraftarı. Bana göre Türkiye açısından Marco Rubio ile en zor konu, Kıbrıs ve Yunanistan meselesi. Zannediyorum 2019 yılında İsrail, Yunanistan, Kıbrıs ve Amerika arasında güvenlik ve enerji işbirliği anlaşması imzâlanmıştı. Robert Menendez’le birlikte bu enerji ve güvenlik işbirliği anlaşmasının mîmarlarından birisi Marco Rubio. Şu anda Menendez’in ismi artık pek geçmiyor biliyorsun, çünkü başı belâda. Menendez artık Senato’da değil. Fakat Marco Rubio hiçbir zaman Türkiye’ye yakın bir isim olmadı ve Türkiye’nin Suriye’deki politikaları, İran politikası ve özellikle Rusya gibi pek çok konuda Amerika’ya genel olarak karşı duruşu nedeniyle, Yunanistan’la ve Kıbrıs’la ilişkilerin geliştirilmesi, hattâ Kıbrıs’ın ve Yunanistan’ın gerekirse İncirlik’e alternatif olarak düşünülmesi konusunun fikir babalarından bir tânesi. Ukrayna konusunda Trump’la aynı platformda düşünmüyordu, o önemli. Ukrayna ve NATO konusunda Cumhuriyetçi Parti’nin geleneksel müesses nizâmına daha yakın. Rusya ile ilişkilerde tam Trump gibi düşünmüyor. Fakat son dönemde, Rubio da artık Ukrayna’ya yardım konusunda, “Şartlar getirilmeli, böyle açık çek vermemeliyiz” diye açıklamalar yapıyordu. Ancak NATO’dan çıkma gibi aşırı radikal politikaları yok.
Burada, “Trump Dışişleri Bakanlığı’na, senatör ve bilinen bir isim mi getirecek, yoksa dışarıdan ve fazla tecrübesi olmayan birini mi?” diye bir tartışma vardı. Meselâ Trump’ın birinci döneminde Savunma Bakanlığı’nda yer alan Kash Patel’in ya da Almanya’da büyükelçilik yapmış, gene Trump’a çok yakın ama çok ideolog bir isim olan Richard Grenell’in gelmesinden korkuluyordu. Bu isimlerin değil Marco Rubio’nun gelmesi, Amerika’da dışişleri konusunda bir bakıma derin bir nefes aldırdı. Daha sonraki isimleri de konuşuruz. Meselâ Pentagon’a gelen Pete Hegseth hiç tecrübeli bir isim değil. Kimsenin tahmin etmediği, FOX kanalında bir televizyon sunucusu.

Ruşen Çakır: Evet, o çok ilginç. Ona gelmeden, Marco Rubio ile ilgili, Fethullahçılarla yakın olduğu, onların ABD’deki lobi faaliyetleriyle ilişkisi olduğu yolunda bir söylenti var. Bu konudan haberin var mı?
Ömer Taşpınar: Evet, var. O konuya daha geniş bir çerçeveden bakmak gerekiyor. Fethullahçılarla çok yakın olması meselesi, Fethullahçılarla dirsek temâsı içindeymiş gibi algılanıyor Türkiye’de. Şöyle bir durum var: Marco Rubio aslında Neo-Con (yeni muhâfazakâr) kökenli bir isim ve bütün Neo-Conlar gibi şâhin biri. Türkiye’de buna çok tepki duyuluyor; Neo-Conlar genelde şâhin isimler, fakat insan hakları ve demokrasi konusunda da şâhin isimler. İnsan hakları konusunda Rusya’yı ve Çin’i çok eleştiriyorlar. Tabiî ki çifte standartları var. Suudî Arabistan’ı, İsrail’i fazla eleştirmiyorlar; ama Marco Rubio insan hakları konusunda Türkiye’yi çok eleştirmiş bir isim. Demokrasi konusunda, “Türkiye ile artık aynı değerleri paylaşmıyoruz” cümlesine imzâsını atabilecek birisi.
“Türkiye’de demokrasi” deyince, burada insan hakları lobisi devreye giriyor. Amerika’da “insan hakları lobisi” deyince de Fethullahçılar bunun bir parçası, bunu kabul etmek gerekiyor. Türkiyeéde Fethullahçılarla yapılan mücâdele hukuk devleti normlarında yürümediği için, hem Almanya’da, Avrupa’da hem de Amerika’da Fethullahçılığa bir hareket alanı sağlamaya devam ediyor. Fethullahçılar, hâlâ burada belirli bir lobicilik faaliyeti yürütüyorlar. Kongre’de insan hakları konusunda ne zaman bir oturum olsa, Fethullahçılara yakın bir tâne isim olabiliyor. Bunu, “Marco Rubio Fethullahçılara çok yakın” gibi görmek yerine, Türkiye’de insan hakları meselesinde eleştirel bir isim olduğunu bilmek gerekiyor. Dolayısıyla, Fethullahçılar gibi gruplarla da konuştuğunda, “Bunlar darbe yapmış, bunlar terörist” diyecek bir isim değil. Asıl, Türkiye’nin anti-demokratik otoriter gidişâtı meselesine, büyük resme bakıp, Fethullah meselesini bir detay olarak görenlerden. O nedenle de rahatsız edebilir. Fakat asıl Türkiye’yi rahatsız etmesi gereken konu bence Yunanistan’la, Kıbrıs’la Doğu Akdeniz’deki ilişkiler. Bu konuda şu anda Türkiye belirli adımlar atıyor zannediyorum. Burada Marco Rubio başka bir platformda.

Ruşen Çakır: Ömer, fark ettin mi bilmiyorum, İsrail’in yeni dışişleri bakanı Kürtlerle ilgili bir açıklama yaptı. Bu konuyla ilgili bilgin var mı? “Kürtler bizim bölgede doğal müttefikimiz. Biz bölgede azınlığız, onlar da azınlık. Suriye ve Irak’ta özerk yönetimleri var; ama Türkiye’de ve İran’da zulüm görüyorlar” dedi. Önümüzdeki dönemde, İsrail’in Kürtlere ve herhalde PKK’ya bir şekilde bir yakınlaşma ihtimâli karşımıza çıkacak gibi gözüküyor. Sen daha iyi biliyorsundur tabiî; ama meselâ Marco Rubio, Birleşmiş Milletler’e, Pentagon'a gelecek olan ya da İsrail’e büyükelçi olacak isimlerin hepsi çok ciddî bir şekilde İsrail yanlısı; Filistin’den nefret eden, hattâ “Filistin ve Filistinliler diye bir şey yok. Batı Şerîa İsrail’in parçası” diyen isimler. Böyle bir dönemde bu tür isimler, gerçekten İsrail bağlamında ya da başka şekillerde Kürtleri daha fazla gözetip daha fazla destek verebilirler mi Suriye’de, Türkiye’de ve belki de İran’da? Irak’ta zâten hep bir destek var.
Ömer Taşpınar: İsrail’e çok yakın isimler olduğu kesin. Trump’ın seçtiği Büyükelçi Mike Huckabee, senin de dediğin gibi bir Evanjelist. O da zamânında Cumhuriyetçi Parti’nin adaylarından birisi, başkanlığa aday olmuş Arkansas Vâlisi. Zîra Birleşmiş Milletler’e temsilci olarak atadığı Elise Stefanik, Kongre’de, Temsilciler Meclisi’nde, önemli üniversitelerin dekanlarını haşlayan bir isim. Üniversite dekanlarının kampüslerde Filistin gösterileri konusunda son derece pasif kalmalarını kınayan ve Filistin sloganlarını bir bakıma İsrail’i yok etmek isteyen sloganlar olarak gören bir isim. “Bunlara nasıl izin verirsiniz? Bunlar soykırımı savunan sloganlar” diyerek çok yüklendi dekanlara. Kampüslerde bâzı sloganlar öyle algılandı ve Elise Stefanik o dönemde meşhur oldu. Çünkü bâzı dekanlar, o oturumlar sonrasında istifâ etmek zorunda kaldı. Stefanik, zâten Birleşmiş Milletler’de Kongre’den, Temsilciler Meclisi’nden New York temsilcisiydi. Şimdi Birleşmiş Milletler’de Amerika’nın büyükelçisi oldu. Bu iki isim üzerinden gidecek olursak, Marco Rubio da tabiî ki İsrail’e çok yakın. Trump kabinesinde İsrail’e yakın olmayan bir isim bulmak çok zor zâten. Tabiî Demokratlar, Kamala Harris ve Biden çok eleştirildi, ama şimdi bana bunlar mumla aranacak gibi geliyor. Çünkü en azından söylemde bir denge tutturmaya, Netanyahu’yu frenlemeye çalışıyorlardı.
Tabiî Türk kamuoyu bunlara gülüyor burada; çünkü Biden’ı, Kamala Harris’i ve Tony Blinken’ı anlaşılabilir bir şekilde etkisiz gördüler. Fakat deneyip de becerememekle, aktif destek vermekle ve “Sonuna kadar gidin. Filistin Devleti diye bir şey yoktur. İki devletli çözüm zâten olmaz. Ebedî başkent Kudüs’tür. Arapların tabiî ki ikinci sınıf olması normaldir, bunlar terörist” gibi söylemlere, maalesef artık Trump döneminde alışacağız. Türkiye, İsrail meselesine şu anda kendi bakış açısından ve konjonktürel bir yerden bakıyor gibi geliyor bana. Senin hep bahsettiğin gibi, “Dış dinamikler şu anda Türkiye’yi Kürt meselesinde bir açılıma yönlendiriyor” gibi bir algı var ve zannediyorum bu bakış açısı da çok işleniyor Türkiye’de. Bunun elle tutulur tek tarafı, sınırların değişeceği ve Kürtlerin şu anda çok büyük bir pazarlığın içinde olduğu algısı. “PKK sanki bir taşeron örgüt gibi ve İsrail tarafından kullanılabilir. O nedenle Türkiye’nin PKK’yı bertaraf etmesi gerekiyor, Kürt meselesini nötralize etmesi gerekiyor ve bu da dışarıdaki dinamikler nedeniyle olmalı” söylemine su taşıyan bir durum var şu anda Amerika’da.
İsrail’i destekleyen kesimler özellikle Amerika’da yeni büyükelçi Mike Huckabee’nin temsil ettiği Evanjelistler. Türkiye’de kamuoyu Evanjelistleri bir süredir duyuyor. Bunlar aslında 6-7 milyonluk Mûsevî Cemaati’nden çok daha büyük bir lobi gücü. “Dünyayı, Amerika’yı İsrail lobisi yönetiyor” diyoruz ya? O biraz abartılı. Amerika’da asıl güçlü olan Evanjelist lobi, çünkü nüfusları 50 milyona kadar çıkabiliyor. Evanjelistlerin en önemli temsilcilerinden bir tânesi Mike Huckabee. Trump’ın eski başkan yardımcısı Mike Pence, geçmişte Evanjelistlere çok yakındı, Şimdi Huckabee çok yakın. Trump’ın kabinesinde Evanjelistlere çok yakın olacak başka isimler de vardır. Bunlar tabiî ki bölgede geleneksel olarak İsrail’in Arap olmayan nüfuslarla ilişkilerini destekliyorlar. Bu yeni bir mesele değil. İsrail’in Kürtlerle ilişkisi 1970’lere kadar giden bir hikâye ve Kürt gruplarına verdikleri destek, CIA ile PKK’nın ortak bâzı projelerde çalışmış olması, eskiden beri hep konuşulan konulardır. Bunların kimisi komplo teorisi, kimisi ise son zamanlarda, Obama döneminde başlayıp Trump döneminde de devam eden, Amerika’nın PYD’ye desteği nedeniyle komplo teorisi olmaktan çıkıp, Amerika’nın PKK’ya gerçek desteği olarak algılanmaya başladı. Burada üzerinde durulması gereken şey, zâten artık Amerika’nın Kürtleri bölgede kendine yakın müttefik olarak görmesi. İsrail de Kürtleri kendine yakın bir müttefik olarak görüyor. Niye görmesin? Kürtlere hangi açıdan bakıyorlar? Kürtleri, Türkiye’yi bölmeye çalışacak bir güç olmaktan çok, Ortadoğu’da Arap dünyasından memnun olmayan ve Araplarla Irak’ta, Suriye’de, İran’da ve Türkiye’de genelde rejimlerle sorunlu bir grup olarak görüyorlar. Bu grubun rejimlerle sorunu varsa ve aynı zamanda Kürtler ve özellikle PKK gibi bir grup IŞİD’le mücâdelede ciddî bir rol oynuyorsa –PYD’nin Suriye’de bu rolü oynadığını biliyoruz–, bu tabiî ki İsrail’de belirli bir sempati yaratıyor. Çünkü herhalde İsrail’in IŞİD’e sempatiyle bakmasını düşünemeyiz.

Ruşen Çakır: Öyle deme! Kimilerine göre IŞİD’i İsrail kurmuş.
Ömer Taşpınar: Evet, tabiî, oralara hiç girmiyoruz. Tabiî yarı şaka yarı ciddî, bu meşhur Yeşil Kuşak Projesi nedeniyle Amerika’nın Afganistan’da Sovyet işgaline karşı mücâdele etmek isteyen mücâhitlere, siyâsî İslâm’a verdiği destek nedeniyle bu tür komplo teorileri hep ortaya çıkıyor. Tabiî ki burada bir mantık oluşturulabiliyor. Fakat “IŞİD ve El Kaide’yi Amerika kurdu ve kurdurdu” gibi komplo teorilerine girmek yerine, dengeli olmak gerekiyor. Amerika’nın geçmişte yaptığı hatâlar, Carter döneminde, 70’lerden başlayarak komünizmle mücâdelede siyâsî İslâmcı gruplara verilmiş destek böyle bir analize götürebiliyor. Fakat burada komplo teorisi yerine bunlarla ilgili dengeli bir analiz yapmak lâzım. Tabiî ki Amerika bu konuda belirli hatâlar yaptı; ama “El Kaide’yi Amerika kurdu”, “Usame Bin Ladin Amerika’nın adamı”, “MOSSAD IŞİD’in arkasında” gibi yerlere götürmemeli bizi.
Fakat genelde baktığımızda, İsrail’in Kürtlere dost bir millet olarak bakması durumu ortada. Evanjelistler de Kürtleri, Arap dünyasındaki Arap olmayan Müslüman ve laik bir azınlık görüyor. Gerek İsrail’de gerek Amerika’da, özellikle hem PKK ve Peşmerge hareketindeki kadınların rolü hem bunların genelde laik olması, en azından siyâsî İslâm’la ve cihadcılıkla mücâdelede kadınların da savaştığı bir PKK, çok romantize edilebiliyor. “Laik” derken, aynı zamanda komünist de denebilir, soldan geliyor olmalarını pek dikkate almıyorlar. Bu çerçeveden baktığımızda, evet, doğru. Fakat şunun altını çizeyim: Bunlar yeni gelişmeler değil, bunlar hep vardı. Dolayısıyla şu andaki kabinenin Kürtlere çok yakın olacaklarını söylemenin pek bir anlamı yok. İsrail’e yakın, İsrail’in dış politikasını destekleyecek. İsrail’in de bölgedeki politikası, Kürtleri kullanarak sınırları değiştirelim gibi bir politika olmaktan çok, şu anda bölgede bütünüyle Filistin meselesini kapatmak ve Gazze’yi ilelebet işgal altında tutmak, mümkünse de İran’ın nükleer projesini nötralize etmek, yani İran’ı nükleer bir güç olmaktan çıkarmak. İran oraya doğru adım adım gidiyor. Bunlar ön planda. Burada PKK’ya bir rol düşer mi düşmez mi gibi tartışmalar, Amerika’da ciddî yapılan tartışmalar değil; ama bu, Türkiye’nin gündemine, sanki Ortadoğu’nun en büyük meselelerinden biri Kürtlerin kullanılabilmesi ve Ortadoğu’da sınırların değişeceği gibi bir bakış açısıyla değerlendiriliyor. Batı’dan bakan birisi olarak benim görebildiğim kadarıyla, bunlar ciddî analizler değil, daha çok Türkiye’nin kendi kamuoyunu bir şekilde yönlendirmek için yapılan analizler.

Ruşen Çakır: Ömer, Ulusal Güvenlik Danışmanı belli olmadı galiba, değil mi? Herhalde o da en kritik isimlerden birisi olacak.
Ömer Taşpınar: Marco Rubio’dan bahsediyorsak ondan da söz etmemiz lâzım. Bu isimlerin hiçbirisi konfirme olmadı; fakat Temsilciler Meclisi de Senato da Cumhuriyetçilerin elinde olacak. Bence bu isimlerin konfirmasyonları birkaç günlük bir mesele. Şu anda Ulusal Güvenlik Danışmanı olan Michael Waltz, eski bir Temsilciler Meclisi üyesi. O da Florida kökenli ve asker geçmişi de var. Trump’ın birinci döneminde de ona yakındı. O da sürpriz isimlerden bir tânesi, fakat en azından belirli bir askerî geçmişi var; Temsilciler Meclisi’nde güvenlik ve dış politika konularındaki komitelerde görev yapmış birisi. Afganistan konusunda Trump’la aynı düşünmeyen bir isim. “Afganistan’da asker tutmalıydık” diyen birisi. Aynı zamanda, Biden’ın Afganistan’dan çıkışını çok eleştirmiş bir isim. İran ve Çin konusunda son derece sert. İsrail’e yakın. Demin bahsettiğim Marco Rubio için ne söylediysek, bu da üç aşağı beş yukarı aynı platformda. Bu arada dış politika konuşurken şunu da konuşalım: Geçen hafta Washington Post Trump’la Putin’in telefonda konuştuklarına dâir bir haber patlattı.

Ruşen Çakır: Evet.
Ömer Taşpınar: Kremlin bu haberi hemen yalanladı, böyle bir konuşma olmadığını söylediler. Halbuki Trump yönetimi bu konuşmanın arkasında duruyor. Trump’ın Putin’e verdiği mesaj şu: “Ukrayna’da şu anda askerî açıdan taarruz gibi çok sert şeylere girişme”. Biliyorsun Rusya Ukrayna’da şu anda bir ivme kazanmış durumda ve bana göre Trump göreve gelmeden, elinden geldiğince toprak almaya çalışacaklar. Sözde, Trump bu konuda Putin’i, “Askerî açılardan şu anda böyle taarruza geçmeyin ve agresif gözükmeyin” diye uyarmış. Tabiî bu Putin’in duymak istediği bir şey değil. O nedenle Washington Post’un bu haberiyle sanki Trump’ın da Putin’e sert çıkmış olması gibi bir hava yaratıldı. Kremlin bundan çok rahatsız olmuş durumda. Fakat bu haberin doğru olduğu ve gerçekten konuştukları konfirme ediliyor. Burada Kremlin’e değil, Trump yönetiminin söylediğine bakmak gerekiyor. Trump’ın verdiği mesaj da aslında nasıl bir Ukrayna politikası izleyeceği konusunda da bâzı ipuçlarını veriyor. Bir an evvel savaşı durdurmaya ve iki tarafı masaya çekmeye çalışacak. Putin bunun farkında. O nedenle, Trump 20 Ocak’ta göreve gelene kadar, önünde 1-2 ay var. Hem Ukrayna hem Moskova-Rusya, her iki taraf da ellerinden geldiğince sâhada toprak alarak masaya güçlü gelmeye çalışacaklar gibi gözüküyor. Fakat Trump’ın bu savaşı bitirmek için ciddî bir hamle yapacağını ve hem Putin’e hem de Zelenski’ye baskı yapacağını şimdiden görebiliyoruz.

Ruşen Çakır: Peki, son olarak Türkiye’yi konuşalım. Erdoğan, Trump’a, aynı zamanda Elon Musk’a çok sevindi. Onunla da bir tanışıklığı var; en son New York’ta Türkevi’nde de görüşmüşlerdi. Erdoğan’ın Trump’a istediği zaman ulaşabildiğini anlıyoruz. Ama bu saydığın isimlerin bâzıları, meselâ Rubio, kendi başına da güç olan isimler. Dışişleri Bakanı, belki Ulusal Güvenlik Danışmanı, başka birtakım isimler... Anladığım kadarıyla Erdoğan herhalde yine daha çok Trump’la görüşerek bu işi halletmek isteyecek. Nitekim gazetecilere en son verdiği demeçte, Trump’la sâdece telefonla değil yüz yüze görüşmek istediğini söyledi. Herhalde uzun zamandan sonra ilk fırsatta Beyaz Saray’a gitmek istiyor. Biden döneminde gidemedi. Türk- Amerikan ilişkilerini biz hep Trump-Erdoğan ilişkisi üzerinden mi okuyacağız? Yoksa Dışişleri, Pentagon, belki Ulusal Güvenlik Danışmanı gibi aktörler ve kurumlar, burada Trump’ı belli yerlerde frenleyen kişi ve kurumlar olabilir mi, ne dersin?
Ömer Taşpınar: Şu anda benim tahmin ettiğimden daha fazla, kabinede Trump’ı frenleyebilecek isimler oluşuyor. Benim korkum, Trump’ın etrâfına ismi bilinmeyen, daha tecrübesiz ve daha genç isimler alacak olmasıydı — ki bunların bir kısmı öyle; meselâ Pentagon’un başındaki kişi öyle. Ama Marco Rubio ya da Ulusal Güvenlik Danışmanı, bu iki isim, en azından şu anda Trump’ı belirli konularda frenleyebilecek isimler. Bakalım savunma bakanı nasıl olacak? Fakat Trump’ı frenleyebilmeleri bir dönemdekine benzer dinamikler yaratacak. Trump’ı frenlemeye çalışacaklar; fakat bakalım frenleyebilecekler mi? Trump gene kendi başına bâzı şeylerde “one man show” olarak tek başına hareket etmeye çalışacaktır.
Türkiye konusunda Trump’ın refleksleri Erdoğan’dan yana. Erdoğan’ı Orban kadar sevmiyor, Orban’ı çok seviyor, favori diktatörü Orban gibi. Mısır Başkanı Sisi’yi de çok seviyor. Muhammed Bin Salman’ı seviyor tabiî ki. Erdoğan’la da ilişkisinin iyi olduğunu biliyoruz. Otoriter ve güçlü liderleri seviyor. Kendisi de öyle olmak istiyor, fakat birinci dönemden bildiğimiz bir dinamik var. Sistem, kurumlar, medya, belirli açılardan Kongre –ki burada Kongre devre dışı değil, Kongre’deki hava Türkiye aleyhine– ve sivil topluma, think tank’lere baktığımızda, Türkiye'nin politikalarını destekleyecek pek bir lobi kalmadı burada. Geçmişte İsrail lobisi Türkiye’nin yanındaydı, artık Türkiye’nin en büyük düşmanlarından biri. Ermeni lobisi kezâ öyle. Bahsettiğimiz insan hakları lobisi öyle. Silâh şirketleri hep Türkiye^nin yanındaydı; şu anda silâh şirketleri de Türkiye’ye konulan yaptırımlar nedeniyle biraz devredışı. Yani Türkiye-Amerika ilişkilerinde yapısal sorunlar var. Tabiî ki Erdoğan’ın Trump’ı telefonda araması ve Trump’ın o telefona çıkması, Erdoğan için sevindirici bir şey. Erdoğan açısından Biden’la telefonda konuşamamak, Biden’ın Türkiye gibi büyük bir ülkeyi ciddîye almadığı izlenimini doğuruyordu — ki Biden bunu belirli açılardan bilerek yapıyordu, Türkiye’yi daha önemsizleştirme politikası izliyordu, Türkiye’yi gündeme sokmuyordu. Meselâ Erdoğan’ın NATO ve İsveç konusundaki politikalarını çok iyi anladı Biden. İsveç konusunda Erdoğan’ın politikası, Beyaz Saray’a dâveti sağlamaktı. Biden dâvet etmedi. Erdoğan Trump döneminde bunu yapıyor olsa şöyle bir dinamik doğurabilirdi: Trump çok sert bir şekilde “Ne yapıyorsun, akıllı ol, İsveç’i tabiî ki alacaksın” derdi. Bunun karşılığında da Erdoğan, “Tamam, ama o zaman F-35’leri bize verin” derdi. Aralarında bu tür bir diyalog gelişirdi. “F-35’leri bize verin” dediğinde de devreye Kongre ve Pentagon girip Trump’a, “S-400 meselesi var, bunu yapamayız” diyecekti. Biz bunları yaşadık.
İki başkanın, iki güçlü liderin birbirleriyle telefonda konuşabiliyor olmaları, diyalog kurabiliyor olmaları sorunları halledecekleri anlamına gelmiyor. Burada hâlâ kurumlar, hâlâ bâzı yapısal meseleler var. S-400 meselesi hâlâ en önemli mesele. Şimdi Trump bu konuda ne yapacak? Erdoğan’a, “O meseleyi ben hallederim” diyebilir mi? Diyemez. S-400’ler konusunda bir teklif var. Bunu İncirlik’e, üstelik İncirlik’in Amerika tarafından kontrol edilen bölümüne koyacak mısın koymayacak mısın? Bunu muhtemelen Erdoğan telefonda veya kendisi Beyaz Saray’a gelip konuşmak isteyecek. Nasıl halledecek? Burada Putin meselesi var, Rusya bunu istemeyecek. “Yapısal” derken bunu söylemek istiyorum. İki liderin mizaçlarının uyuyor olması, hattâ birbirlerine arkadaşça espriler yapıyor olmaları, “Benim arkadaşım” demesi, sorunları halletmeyecek. Sorunlar derinleşmiş, yapısal hâle gelmiş meseleler. Amerika’nın PYD’ye verdiği destek… ki Kürtleri hep İsrail üzerinden konuşuyoruz, ama Amerika’nın Kürtlere verdiği desteğin temelinde, Suriye’de IŞİD’le mücâdele var. IŞİD şu anda nötralize olmuş gözükse de, aslında güçlenme potansiyeli olan bir örgüt. Amerika’nın hem Irak’ta hem de Suriye’de Kürtlere destek vermesinin ikinci nedeni, İran’a karşı Kürtleri kullanabilme projesi. İran’a karşı kendisinin bu bölgelerde hem Irak’ta hem Suriye’de asker tutma, ne Irak’ı ne Suriye’yi tam olarak İran’ın etki alanına sokmama politikasının parçası. Buralarda da Amerika'’nın politikaları devam edecek.
Ben yeni gelen Dışişleri Bakanı’nın, Savunma Bakanı’nın veya Ulusal Güvenlik Danışmanı’nın, İran konusunda şu ankinden çok farklı bir Kürt politikası izleyeceklerini düşünmüyorum. Daha şâhin olacaklar, daha şâhin oldukları için de belki Kürtleri daha fazla destekleyecekler. Burada İsrail’in yaptığından çok, Amerika’nın Kürtlerle yaptığına bakmak gerekiyor. İsrail’in bölgedeki sınırları değiştirme gücü ve öyle bir iddiası bence yok. Tabiî Filistin meselesi hâriç. Ama şu anda Amerika’nın elinde gerçekten ciddî bir askerî güç var. Türkiye kendi Kürt meselesi konusunda adımlar atarken, Amerika’dan da bir destek görmek isteyecektir. O destek de PYD’ye desteğin azalması, hattâ kaldırılması, Amerika’nın PYD'ye destek vermemesi. Trump bu konularda “Eyvallah” diyebilir, daha önce de dedi, ama ne oldu? Yanlış anlaşıldı, bir sorun çıktı ve Pentagon devreye girdi, Amerikan askerleri hâlâ orada. Halbuki Trump, “O askerleri çekelim” demişti. Demek ki Trump bile istediğinde tam olarak bâzı şeyleri yapamıyor. Çünkü devreye CENTCOM giriyor, NATO giriyor, Ulusal Güvenlik Danışmanı giriyor, bürokrasi giriyor. Bürokrasi yavaşlatıyor bu meseleyi. Çünkü İran da IŞİD de çok önemli meseleler. Aynı durum S-400’ler konusunda da mevcut. Toparlamak gerekirse, evet, diyaloğun daha fazla, ama yanlış anlama potansiyelinin daha yüksek olduğu, beklentilerin yükseldiği ve hayal kırıklığının da beklentiler kadar büyük olabileceği bir döneme doğru giriyoruz diye özetleyeyim.

Ruşen Çakır: Ömer, bitirmeden, “İran ve Kürtler” deyince aklıma 20 sene önce seninle Washington’da, Dupon Circle’daki Starbucks’ta yaptığımız PJAK, yani PKK’nın İran kolu muhabbeti aklıma geliyor. Muhabbeti hatırlıyorsun. Kulak misâfiri olan senin adaşın bir kişi gelmişti ve bize PJAK anlatmıştı. Meselâ geçen gün Cengiz Çandar’la yaptığım yayında https://medyascope.tv/2024/10/30/yeniden-sekillenen-ortadoguda-kurt-sorunu-ve-kurtler-video/ da konuştum. PJAK uzun süredir İran’la savaşmıyor; ama bu, savaşmayacağı anlamına gelmiyor. O da yeni dönemde adını daha sık duyacağımız bir örgüt olabilir. Kaç yıldır varlığını sürdüren bir yapı. Anlaşılan bu meseleleri daha çok konuşacağız, isimler iyice netleşecek. Tabiî şöyle de bir şerh düşmek lâzım: Trump’a üst düzey yönetici dayanmıyor, bunu ilk döneminden biliyoruz. Kaç tâne Ulusal Güvenlik Danışmanı değiştirdi, değil mi?
Ömer Taşpınar: Öyle bir opsiyon gerçekten var. Fakat Trump’ın, şu âna kadar ismini konuşmadığımız bir Özel Kalem’i var: Susan Wiles. Kendisi 67 yaşında ve Florida’da çok etkili kampanya yürütmüş bir kişi. Ben, Susan Wiles’ın Beyaz Saray’da ve Trump üzerinde çok büyük etkisi olacağını düşünüyorum. Birinci dönemde Trump’ın böyle bir özel kalemi yoktu. Susan Wiles her şeyi daha düzenleyecek, biraz daha kurallara uygun hâle getirecek bir isim gibi gözüküyor. Tabiî ki yanılabilirim, bunu zaman gösterecek. İleride ne olacağını bilemeyiz, ama birinci dönemine oranla sanki şu anda daha disiplinli bir hava var. Şu anda Trump’ın etrâfındaki en önemli isim, bu Özel Kalem Müdürü. Kampanyada da çok büyük rol oynadı. Çok disiplinli, çok sakin ve en önemlisi, Trump’ın üzerinde çok büyük etkisi var. Biraz yaşını başını almış bir ilkokul öğretmeni havasında. Trump’a gerektiğinde sert konuşabiliyor ve Trump’ın da bu kadından korktuğu söyleniyor. Susan Wiles’ın Beyaz Saray’da ve atamalar üzerinde çok büyük bir etkisi olacak. Bir disiplin, birazcık daha devamlılık gelebilir diye düşünüyorum. Bakalım nasıl olacak?

Ruşen Çakır: Başkan Yardımcısı JD Vance’in dış politikada etkili olma ihtimâli var mı, yoksa başka alanlarda mı olacak? Bunu konuşamadık.
Ömer Taşpınar: Başka alanlarda olacak. Konuşamadığımız bir iki isim daha var tabiî. Meselâ kurumların verimliliği konusunda Vivek Ramaswamy ve Elon Musk önemli roller oynayacaklar. JD Vance de mutlaka önemli portfolyolar alacak. Meselâ Savunma Bakanlığı konusunda onun da görüşlerine başvuracaklar. JD Vance belki de çok tecrübeli olmayan bir ismi seçerek, Pentagon’u arkadan kontrol etme planı yapıyor olabilir. Kendisinin ekonomi konusunda da bâzı ciddî görüşleri var. Bu arada, vergiler indirilecek. Şu anda Amerika’nın önünde çok ciddî bir bütçe açığı meselesi var ve daha da kötüye doğru gidecek. Çünkü Trump vergileri indirecek ve ekonomi iyiye giderken, bütçe açığı daha da büyüyecek. Bütçe açığının büyümesi, Çin’den ve dışarıdan gelecek ürünlere yeni gümrük vergilerinin getirilmesi, enflasyonda da biraz artış yaratabilir. Ekonomi uzmanları, “Borsadaki zafer sarhoşluğuna bakmayın” diyor. Ekonomik açıdan Amerika’da aslında tam da Biden döneminde, doğru atılmış bâzı adımlar vardı. Şu anda enflasyon düştü ve ekonomi iyi gidiyor. Trump’ın ekonomi politikalarının, özellikle vergi konusunda getireceği adımların, enflasyona ve bütçe açığına yol açabileceği söyleniyor. Bu konularda da JD Vance bence frenleyici bir unsur olabilir. Fakat benim öngörüm, Trump’a bir şey olursa, önümüzdeki 2-3 yıl içinde Trump bir sağlık sorunu yaşarsa, JD Vance çok ön plana çıkacak ve 2028’de, asıl kendisi partinin adayı olacak, bundan eminim. Ekonomi de iyi giderse, kazanma ihtimâli yüksek bir isim. O yüzden JD Vance dikkatle tâkip edilmesi gereken bir isim. 

Ruşen Çakır: Evet Ömer, noktayı koyalım. Çok teşekkürler, Gönül’e de buradan selâm yollayalım. “Transatlantik”i burada noktalayalım. Ağırlıkla Trump döneminde Amerikan dış politikasını konuştuk. Ömer Taşpınar’a çok teşekkürler. Sizlere de bizi dediğiniz için teşekkürler, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
22.12.2024 CHP ne zaman “Türkiye’nin birinci partisi” gibi davranacak?
18.12.2024 Transatlantik: Trump Erdoğan’ı neden övdü? PYD/YPG’nin geleceği Golani’nin zor sınavı
17.12.2024 Mehmet Altan ile Türkiye’nin gidişâtı (4): Suriye’nin geleceği - CHP’li belediyelere haciz
15.12.2024 11 soruda, YPG ya kendini fesheder mi ya da feshedilir mi?
15.12.2024 Murat Yetkin ile söyleşi: Meraklısı İçin Ortadoğu Kitabı
12.12.2024 Bahçeli’nin İmralı hamlesine seçmen nasıl bakıyor? Burak Bilgehan Özpek ile söyleşi
10.12.2024 Transatlantik: Suriye’yi nasıl bir gelecek bekliyor?
08.12.2024 Hamas, Hizbullah ve Esad: İran’ın “Direniş Ekseni” tarihe karışırken
06.12.2024 Behlül Özkan ile söyleşi: 1982’deki Müslüman Kardeşler’in Hama ayaklanmasından bugüne
04.12.2024 Murat Özçelik ile söyleşi: Türkiye Suriye’de ne yapabilir? Ne yapmalı?
22.12.2024 CHP ne zaman “Türkiye’nin birinci partisi” gibi davranacak?
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı