Transatlantik: Öcalan'ın açıklamasının dünyada yankıları & Trump'ın Kongre'deki iddiaları

05.03.2025 medyascope.tv

5 Mart 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız Transatlantik’i yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. ‘Transatlantik’le karşınızdayız. Geçen hafta programı yapamamıştık, o yüzden konular çok birikti. Gönül Tol ve Ömer Taşpınar Washington’da. Arkadaşlar, merhaba. Konuşacak çok şey var ama biraz azaltalım. Önce Trump’ı sonra Öcalan’ı konuşalım diyorum. Ömer seninle başlayalım. Dün Trump Kongre’de yaptığı ilk konuşmada çok önemli şeyler söyleyeceğini açıkladı. Türkiye'de bazıları ‘’NATO’dan çıktığını ilan edecek’’ diye havaya girdi ama o kadar olmadı. “Daha yeni başladık” dedi Trump. Kongre salonunda itiraz etmek isteyen Demokratlar yaka paça dışarı çıkartıldı. Bir de tabii Zelensky ile olan muhabbeti de gelişiyor. Bir anlatır mısın, neler oluyor, neye yeni başladınız?
Ömer Taşpınar: Ben 1996-1997 yılından beri, neredeyse 30 yıldan beri Amerika'dayım. George W. Bush'tan başlayarak farklı başkanlardan, bu tür 20-25 tane “Ulusa Sesleniş” dedikleri, “Ulusun Birliği/State of the Union” konuşmasını dinledim. Bu seferki, senin de kullanmayı çok sevdiğin bir tâbirle, çok acayip bir şeydi. Ben bu kadar zaman içinde bu kadar uzun bir konuşma dinlemedim. Konuşma 1 saat 40 dakika sürdü ve gece 23.30'a doğru bitti. Bu kadar kutuplaşmış bir Senato, bu kadar skandalın yaşandığı Temsilciler Meclisi’nin bir Demokrat üyesinin, elinde bastonla, Trump'a “Senin bunları söylemeye hakkın yok, senin aslında bu göreve gelmeye yetkin bile yok’’ diyerek bağırması nedeniyle Temsilciler Meclisi’nden çıkarılmasından başlayarak, ki bu konuşmanın daha 10. dakikasıydı, Trump'ın provoke edici, yarı ciddi yarı şaka, belki de doğrudan çok, bir sürü yalanla dolu konuşması, Amerika'da Temsilciler Meclisi’nde bu kadar skandalvari olan bir konuşma belki de ilk defa yapıldı. Skandalvari diyorum çünkü konuşmanın içinde o kadar çok yanlış bilgi vardı ki. Bürokrasiyle ilgili anlattıkları, Sosyal Sigortalar Kurumu’yla ilgili anlattıkları, iç politikada Biden dönemi ile ilgili suçlamaları, Biden döneminde yapılanlarla ilgili söyledikleri… Trump’ın konuşması, gerçekten bilgilendirmek, halkı ve siyasi partileri bir araya getirip ulusun birliğine hitap etmek amacıyla değil, karşı tarafı provoke etmek, kutuplaştırmak amacıyla yapılmış bir konuşmaydı. O açıdan çok talihsizdi. Sonrasındaki yorumlara baktığımızda, benimkine benzer yorumlar yapılacağını zannediyordum. Ama Cumhuriyetçilerin çoğu Trump'ın yaptığı konuşmadan son derece memnun. Trump'ın doğruları söylediğini, nihayet Amerika'nın hak ettiği gibi bir başkana sahip olduğunu söylüyorlar.
Demokratlar da benim tepkime benzer bir tepkiyle, bu kadar yalanın, bu kadar yanlış bilgilendirmenin, bu kadar seviyesizliğin kabul edilemez olduğunu söylüyorlar, ama Amerika'nın yeni gerçeği bu. Son derece kendine güvenen, birinci döneminden çok daha farklı bir Trump'la karşı karşıyayız. Trump'ın özgüvenini şuradan görüyorsun: Bir kere konuşmasına, “Göreve daha yeni başladık, ama bu, tarihimizdeki en başarılı dönem olacak’’ diye başladı. Aynı zamanda ilk iki ayının, Amerikan tarihindeki en başarılı iki ay olduğunu, Kendisinden önce bu kadar başarılı bir başkan olmadığını, kendisinden daha başarılısının da olmayacağını söyledi. Sonrasında, halkın gündeminde olan ekonomik konulara çok fazla değinmeden, enflasyondan bahsetmeden, ki şu anda ekonomideki tüketici güven endeksi yerlerde sürünüyor, yeni gümrük vergileri getirildi, borsada ciddi bir çöküş var, piyasalar, Amerikan ekonomisi nereye doğru gittiğinin endişesi içinde. Trump bu konulara fazla değinmeden, ağırlıklı olarak iç güvenlikten, göçmenlerin artık Amerika'ya giremediğinden, içerideki illegal göçmenlerin, ülkeden kitlesel bir şekilde nasıl atılacaklarından detaylarıyla bahsetti. Elon Musk'ı göklere çıkardı ve yeni kurdukları bu Verimliliği Arttırma Kurumu’nun bürokraside bir devrim yapacağını, Amerika'da asıl düşmanın bürokrasi olduğunu ve bu bürokrasiyle mücadelenin gündemdeki en önemli madde olduğunun da altını çizdi. Bürokrasi dediği şey de tabii ki temelde devlet kurumları. Kendisinin yapmak istediklerine karşı direnç gösterecek devlet kurumlarını ‘’bürokrasi olarak tanımlıyor ve onları derin devlet olarak gösteriyor. Dolayısıyla bürokrasiyle savaş çok önemli bir şekilde gündemdeydi.
Dış politikaya dair Ukrayna'daki başarıyı anlattı. “Ukrayna'ya barış getiriyoruz” dedi. Trump’ın Zelensky ile Oval Ofis’te yaptığı konuşma, dünkü konuşmasından daha da beter bir skandaldı. Oval Ofis'te yaşanan, Amerikan tarihinde olmamış, acayip bir şeydi. Bana göre Zelensky cesurca ama akıllıca olmayan çıkışlar yaparak, Trump'ın ve Başkan Yardımcısı JD Vance'in sinirine dokundu. Oval Ofis'te medyanın önünde gerçek bir ağız dalaşı, gerçek bir kavga yaşandı. Zelensky, Beyaz Saray'a Ukrayna'daki değerli madenlerin Amerika'yla paylaşılması için bir anlaşma imzalamak üzere gelmişti. Bu onun için bir kapitülasyondu. Bu anlaşmayı imzalamak istemiyordu, ancak güvenlik garantileri aldıktan sonra bu anlaşmayı imzalamak istiyordu. Ama Trump ve ekibi bu anlaşmayı imzalatmak için o kadar bastırdı ki, Zelensky Oval Ofis’e' geldi ve neden Putin'e güvenilmeyeceğini, neden diplomasinin çok zor olduğunu anlatmaya kalkınca, orada her şey patladı.
Ben şöyle bir şey daha öğrendim: Oval Ofis'teki o skandal görüşmeden, o kavgadan sonra, Ukrayna heyeti ile Trump ve kurmayları, bir durum değerlendirmesi yapmak için iki ayrı odaya geçiyorlar. Zelensky, programda olduğu gibi bir öğle yemeği yeneceğini, bir görüşme yapılacağını, sonrasında da bir basın toplantısı yapılarak o anlaşmanın imzalanacağını zannediyor. Zelensky’nin yanına bir memur geliyor ve “Başkan Trump, sizin Beyaz Saray'dan şu anda çıkmanızı istiyor” diyor. Yani Zelensky Beyaz Saray'dan kovuluyor.  Zelensky makam arabasına binerek gidiyor. Böyle bir şey Amerikan tarihinde olmamıştır herhalde. Zelensky ne kadar büyük bir facia yaşadığının farkında. Çünkü bu iş, Amerika’nın, Ukrayna’ya askeri desteği durdurmasına kadar tırmandı ve dün Amerika, Ukrayna’ya askeri desteği kestiğini açıkladı. Zelensky o akşam “Beyaz Saray'a geri gelmek istiyorum, tekrar konuşalım” diyerek bir şekilde geri gelmeye çalışıyor. Trump “Golfe gittim, şu anda Mar-A-Lago’dayım” diyerek, yine bir memur tarafından kendisiyle görüşmeyeceğini iletiyor.
Trump dün yaptığı konuşmada, Zelensky’den bir mektup aldığından bahsetti. “Zelensky şu anda barışa hazır. Ben de barışa hazırım” dedi. Sonra Demokratlara dönüp, “Siz barışa hazır mısınız?” diye sordu. Demokratlardan hiçbir alkış, hiçbir onay gelmeyince “Zaten size kalsa, savaş daha 5 yıl devam eder, değil mi?” diyerek onlarla dalga geçti. Demokratların savaşı devam ettirmek, kendisinin barışı getirmek istediğini söyledi. Ukrayna konusu böyle. Tabii bir de Grönland'dan bahsetti. Grönland'a “Sizin self determinasyon hakkınızı destekliyoruz, bize katılın. Nasıl olsa katılacaksınız, bir şekilde bizim olacaksınız ve bir şekilde sizi alacağız” dedi. Orada da büyük alkışlarla kutlandı. Gerçekten acayipti, ben böyle bir şey görmedim hayatımda.

Ruşen Çakır: Gülmekten konuşamıyorum ama herhâlde siz pek gülemiyorsunuz. Gönül, sen ne söylemek istersin, Trump’la ilgili ek olarak söyleyeceğin bir şey var mı?
Gönül Tol: Ruşen, bunu izlemek gerçekten çok üzücü. Otokratlar çağı olduğunu görüyorsun. Geçenlerde Foreign Affairs dergisinin podcastinde, demokrasi konusunda çok çalışmış iki akademisyeni dinliyordum. “Amerikan demokrasisinin çökmesine siyaset bilimi literatürü hazır değil” diyorlar. Çünkü siyaset bilimi literatürü “50 yıl kesinti yaşanmadan demokratik kalmış ülkelerin otokratik olma imkânı yok” diyor. Bu iki akademisyen, ‘’Trump seçildikten sonra Amerika'da olanları, kurumlara ve Amerikan demokrasisine verdiği zararı anlayacak bir entelektüel kapasite de yok. Çünkü her şeyin bu kadar çabuk yerle bir olacağını hiç kimse beklemiyordu” diyor. Trump Başkan seçildiğinden bu yana neredeyse hiçbir gelenek kalmadı, geleneksel olmayan her şeyi yapıyor. Dünkü konuşma da bunlardan biriydi. Ömer çok güzel anlattı zaten, kampanya konuşması gibiydi, ki normalde Amerikan başkanlarının bu konuşmada halkı birleştirmek amacıyla partizan olmayan bir konuşma yapması beklenir, gelenek budur. Burada da gelenekleri çiğnemiş oldu.
Ben CNN'in konuşmaya dair yaptığı kamuoyu çalışmasına baktım, konuşmayı izleyen 10 kişiden 7’si pozitif bulmuş. Ama burada bir şerh düşmek gerekiyor. Bu konuşmaları, genelde o başkana oy vermiş insanlar dinliyor. Trump söz konusu olduğunda, zaten pek çok Demokrat bu konuşmayı televizyon ekranlarından da olsa dinlemeyi reddetti. O yüzden 10 kişiden 7’si pozitif gördü derken, bu zaten büyük çoğunlukla Cumhuriyetçi ve Trump'a oy vermiş insanlar arasında yapılmış bir çalışma. Ama yine de 10 kişiden 7’sinin bunu pozitif görmesi endişe verici. Aslında evet, Trump bir performans sergiliyor, “Onu çözdüm bunu çözdüm” diyor ama kocaman bir mesele var ortada. Seçmenin de bir numaralı meselesi ekonomi meselesi. Ömer bahsetti, Kanada ve Meksika'ya gümrük tarifeleri uygulaması kararının hemen ardından, borsa düşüşe geçti.
Yine bu tarifeler nedeniyle Trump'ın kendi tabanındaki insanlar zarar görüyor, mesela çiftçiler. Zaten çiftçiler çok zor bir birkaç yıl yaşadılar, enflasyonla mücadele ediyorlar, benzin fiyatı nedeniyle çok fazla ekipman alamıyorlar, ürünlerinin fiyatı düşmüş durumda. Mesela şimdi Kanada açıklama yaptı gümrük tarifesine cevaben “Misilleme olarak biz de karşılık vereceğiz” dedi. Kanada'nın bu kararı et üreten çiftçileri etkileyecek ve bunların bir uzun vadeli sonucu olacak. Pek çok Demokrat da bunu böyle görüyor. Biz Ömer'le birkaç gündür bunu konuşuyoruz. Ömer daha optimist, “2026’daki ara seçimlere kadar, Trump'ın izlediği politikalar nedeniyle ekonomiye kötü sonuçları olacak ve orada Cumhuriyetçilerin burnu sürtecek’’ diyor. Bazı demokratlar da “Evet, o zamana kadar bekleyelim, hiçbir şey yapmayalım. Ara seçimlere kadar bırakalım, toplum bizi özlesin. Ekonomi o kadar kötüye gidecek ki bu bir kırılmaya sebep olacak” diyor. Ama ben bu konuda çok daha endişeliyim. Çünkü o zamana kadar pek çok demokratik normu, geleneği yerle bir etmiş, çok daha fazla gücü eline geçirmiş olacak. O yüzden bu konuşma da bütün bunların üstüne tuzlu biberi oldu. Amerikan demokrasisi açısından çok endişe verici buldum ben.

Ruşen Çakır: Evet, Abdullah Öcalan'a gelelim. Ömer, ilk süreç başladığında kafanda çok soru işareti vardı. Sonradan biraz azalmıştı. Perşembe günü itibarıyla yapılan açıklama ve sonrasında yaşananlar itibarıyla ne düşünüyorsun?
Ömer Taşpınar: Ben bu konuda gidip geliyorum açıkçası. Bazen iyimser hissediyorum kendimi. Türkiye'de PKK'nın silah bırakması önemsenmeyecek bir konu değil. Türkiye barışa doğru gidecek ve önemli bir mesele bu. PKK, Türkiye'nin son 40 yılına damgasını vurdu, on binlerce ölü var ve bu defterin kapanması, PKK'nın silah bırakması tabii ki son derece önemli. Fakat ‘’bu bir barış süreci mi, bu, demokratikleşmeyle ne kadar bağlantılı ve nasıl devam edecek?’’ gibi konularda tabii ki kamuoyundaki soru işaretleri benim kafamda da var. Bir de bunun dış politika boyutunu çok ciddiye aldım. Suriye merkezli olarak değerlendirdim bir sürü gelişmeyi. Bu sürecin, Suriye dinamiklerini etkileyecek bir şekilde devam edeceğini düşündüm. Fakat bugün geldiğimiz noktada Rojava’da YPG'nin, Salih Müslim'in olsun, Mazlum Abdi'nin olsun, u PKK'lı isimlerin, “Abdullah Öcalan'ın bu açıklaması bizi bağlamaz” demeleri, bu işin Suriye boyutunun öyle zannettiğimiz kadar da güçlü olmadığını gösteriyor.
PKK'nın Türkiye'de gerilla gücü çok azalmıştı, kırılmıştı. Yaklaşık 10 yıldır, Türkiye, SİHA’lar sayesinde zaten PKK'yı Türkiye toprakları içinde sahada silmişti. Geriye Kandil ve Rojava kalıyor. Kandil'den çıkacak sesler, Kandil'in ne yapacağı önemli tabii. Ama benim bildiğim, Kandil'de çok ciddi bir gerilla kadrosu ve kamplar var. Rojava’da gerilla ve kamplar var. Bunlar devam ettiği sürece, Türkiye'de Abdullah Öcalan’ın PKK’ya yaptığı silah bırakma çağrısının, Irak ve Suriye boyutu olmazsa, bu Türk dış politikası açısından gerektiği başarıyı da getiremez gibi geliyor bana. İç politikaya bakarsak, iç politikadaki değişim ne oldu? PKK silah bıraktı. Bu Türkiye'ye ne getiriyor? Demokratikleşme adına bir şey getiriyor mu? Barış adına getiriyor. Barış adına PKK saldırıları olmayacak Türkiye'de. Umarım olmayacak. Umarım Kandil de de silah bırakacak. Umarım, Kandil'den de bir şekilde buna olumlu cevap gelecek ve Türkiye'de PKK terör defteri kapanacak. Ama bunun karşılığında Türkiye'de gerçek bir toplumsal barış, gerçek bir toplumsal huzur olması için, bunun bir de hukuk devleti ve demokratikleşme boyutunun olması lazım. Sırrı Süreyya Önder de bundan zaten bahsetti, ama bu Abdullah Öcalan'ın metnine girmemiş bile. Demokratikleşme, hukuk devleti, demokratik reformlar ve hukukun üstünlüğü konusu, metinde yeterince güçlü değil.
Dolayısıyla, Türkiye açısından, demokrasi olmadan gerçekten bir toplumsal barış olur mu? Dış politikada da Kandil ve Rojava silah bırakmadan bunun bir başarı getirip getirmeyeceği meselesinde de bir soru işareti de var. O nedenle PKK'nın silah bırakmasına her ne kadar seviniyor olsam ve bunu bir başarı olarak görsem de çok daha ciddi sonuçlar getirmesi gerektiğini düşünüyordum. Şu anda benim görebildiğim en ciddi sonuç, Erdoğan'ın bir şekilde bunu bir başarı olarak göstermesi ve bu başarı sonrasında da DEM Parti ile arasında daha iyi bir ilişkinin kurulmuş olması. Ki DEM Parti bu ilişkiyi nasıl meşrulaştıracak? Kayyumlar atanırken, Kürt halkına nasıl bir şekilde bunun demokratik meyvelerini anlatacak? PKK'dan bağımsız olarak hâlâ devam eden Kürt meselesinde ciddi bir demokratikleşme olmadan, toplumsal huzur gelmeden bunun neresi DEM Parti için bir başarı olacak, o konuda da ciddi bir soru işaretim var. Bana bu sürecin bir kazananı Erdoğan gibi geliyor, bir de Abdullah Öcalan. O da herhalde bunun karşılığında bir şeyler alacak. Ev hapsine mi çıkar, daha rahat şekillerde mi yaşar bilemiyorum. Ama bunun Kürtlere, demokrasiye, toplumsal huzura, barışa nasıl bir katkısı olacağı konusunda şu anda benim kafamda çok soru işareti var.

Ruşen Çakır: Gönül, sen bu konuyu Financial Times'da yazdın ve en sonunda Erdoğan'ın otokratik yönetimiyle bu olayın ilerlemesi arasındaki çelişkiye değindin. Onun öncesinde, gelişmeleri genel olarak objektif bir şekilde aktarıp, özetle bir şeylerin değişeceğini, ama Erdoğan'ın değişmeye pek niyetli olmadığını söylüyorsun. Şu anda ne durumdayız ne olabilir?
Gönül Tol: Yazıya, ‘’Kırk yıllık bir terör örgütünün kendini feshetmesi, 40 bin insanın öldüğü bir savaşın sona ermesi gayet güzel bir haber’’ diye başladım. Fakat PKK'nın nasıl ortaya çıktığını düşündüğünüzde ve Erdoğan'ın otokrasisini ne kadar konsolide ettiğini hatırladığınızda, bu iyimserlik ortadan kayboluyor. Çünkü ben her zaman Kürt meselesinin demokratik yollarla çözümünün, Türk demokrasisinin konsolidasyonu için çok kritik öneme sahip olduğuna inandım ve bu nedenle de bundan önceki Kürt açılımlarını destekledim. Fakat bugün, bir otokrat, Kürt meselesini kullanarak otokrasisini güçlendirmeyi hedefliyor. O nedenle benim şüphelerim var, bu bir. İkincisi, eğer Kürt meselesi özünde bir demokratikleşme ve insan hakları talebiyse ve PKK da bu nedenle ortaya çıktıysa, o konudaki sorunları gidermeden, adına Öcalan ya da PKK süreci mi denirse densin, bunun Kürt meselesini çözme ihtimali sıfır. Erdoğan gibi bir otokratın, demokrasi ve insan hakları problemini çözmesi ihtimali yüksek değil. ‘’Kürtler bunun karşılığında ne alıyor?’’ sorusu da önemli.
Öcalan daha rahat bir yerde yaşayacak, tamam, bunu önemseyen Kürtler vardır. Ama bunun Kürtlerin yaşamına, Kürtlerin demokrasi ve hak mücadelesine nasıl bir katkısı olacak. O yüzden benim çok şüphelerim var. Bu arada, Ömer “Kandil ve Rojava ne diyecek?” diyor ya, ben o konuda Ömer'den daha iyimserim. Çünkü PKK gerçekten askeri olarak çok zor bir durumda. Türkiye'nin yürüttüğü askeri mücadele çok etkili oldu. Örgütün önemli kadroları Kandil'de de büyük oranda ortadan kalktı. Zaten PKK'nın da ‘’kendimizi feshedeceğiz, o konuda bir sorun yok” demesinin sebebi de bu. Çünkü askeri olarak alt edemedi ve kendisini çok sıkışmış hissediyor. Bu meselenin askeri boyutu.
İkinci olarak da İsrail'in Hamas'a karşı Gazze savaşının bir yan etkisi olarak, İran ve İran'a bağlı gruplar bölgede çok zayıfladı ve İran'ın da Irak'ta PKK'ya bağlı güçlerle bir işbirliği söz konusuydu. Bu işbirliği Türkiye için her zaman büyük sorundu ve bu PKK için alan açan da bir faktördü. İran'ın da zayıfladığı bir yerde, Kandil'deki PKK varlığının çok dar bir alana sıkıştığını görüyorsunuz. Bir taraftan da bütün bu resme şunu da ekleyin; Türkiye, Bağdat’la ilişkilerini yeni bir düzleme sokmaya çalışıyor ve bunu kendi açısından başarıyor da. Su meselesi çözülmeye çalışıyor, yeniden enerji işbirliği meselesi çözülmeye çalışılıyor ve dolayısıyla bütün bu konjonktürde, PKK’nın Kandil'deki varlığı gittikçe dar bir alana sıkışıyor. Bu nedenle de ben PKK'nın kendini feshetme konusunda şu konjonktürde gönüllü olduğunu düşünüyorum. Bu arada şunu da eklemek lazım, bu da çok önemli. Hem askeri olarak hem diplomatik olarak alanı daralıyor ama aynı zamanda, PKK'nın Türkiye Kürtleri arasında bir toplumsal tabanı da var. O toplumsal tabanın da zayıfladığını görüyorsunuz. Özellikle 2015 yılından bu yana, şehir savaşları ile birlikte, pek çok Kürt şehri yıkıldı, yakıldı ve aynı zamanda sivil ölümleri oldu. Bu, PKK'nın o toplumsal tabanını da zayıflattı. Bütün bunlar aslında Öcalan'ın çağrısını dinleme noktasında PKK'yı gönüllü kılıyor.
Suriye'ye gelirsek: Suriye Demokratik Güçleri, YPG denen oluşum, kendisini dar bir alanda buluyor. YPG, yeri geldi Esad'la çalıştı, yeri geldi İran'ın yaptığı şeylerden faydalandı. Bunu söyleyince Twitter'da çok tepki görüyorum ama zaten Amerika'nın oradaki varlığı onları çok güçlendirdi. Şimdi Esad yok, İran da son derece zayıflamış durumda. Bir de bunun üstüne Trump'ın Suriye'den çekilme potansiyelini ekleyin. Bütün bunlar Suriyeli Kürtleri de çok zor bir durumda bırakıyor. Böyle bir durumda şimdi Şam'la şimdi müzakereler var ve Şam'ın aslında önerdiği şey çok kötü bir alternatif değil. Şam “Ben size kültürel haklarınızı vereyim, eşit temsil hakkınız olsun, ama bu özerk bölge, otonom bölge filan olamaz. Ayrıca siz bütün bu askeri güçlerinizle burada kalamazsınız. Askeri güçlerinizin Suriye ordusuna entegre edilmesi gerekiyor” diyor. Suriyeli Kürtler de “Tamam entegre olalım, ama blok olarak entegre olalım” diyor. Bunu da ne Şam ne Ankara kabul ediyor. Böyle bir müzakere süreci var ve Şam'ın önerdiği şey, Suriyeli Kürtler açısından kötü bir alternatif değil. Ama bence hâlâ ayak diremelerin sebebi, Trump'ın ne yapacağını tam olarak kestirememeleri. ‘’Eğer Amerika kalırsa, bizim müzakerelerde elimiz daha güçlü olabilir’’ diye ümit ediyorlar. Ben Trump'ın çekileceğini düşünüyorum. Türk tarafı “Öcalan'ın çağrısı Suriyeli Kürtleri de kapsıyor” diyor. Suriyeli Kürtler “Yok bizi kapsamıyor” diyor. Zaten Suriyeli Kürtler hep “Biz PKK değiliz” diyordu. Amerika da aynı şey söylüyordu. Dolayısıyla, bu böyle bir kelime oyunu olarak süregeldi. Ama Suriye içerisinde şu anda artık bütünüyle değişmiş bir bölgesel denge var. Bu dengede Suriyeli Kürtlerin alternatiflerini daha sağlıklı değerlendirmeleri gerekiyor. Çünkü eğer istenen olmazsa, bu müzakereler çökerse, Türkiye'nin bir askeri operasyon tehdidi var ve bu askeri operasyon, Öcalan'la başlatılan süreç de dâhil, pek çok şeyi tehlikeye atabilir.

Ruşen Çakır: Açıkçası, onun artık çok gündemde olacağını sanmıyorum. Benim bildiğim kadarıyla, Suriye en kritik nokta. Bu arada senin dikkat çektiğin husus çok önemli. Trump'ın, daha doğrusu ABD'nin politikasının ne olacağı belli olmadığı için Suriye konusu tam netleşmiş değil. Ama yaklaşık bir yıldır sürdüğü iddia edilen bu görüşmelerde, devletin yetkililerinin Öcalan'la Suriye'yi konuşmamış olması kesinlikle söz konusu değil. Ben şöyle görüyorum açıkçası: Öncelikle Kandil'in silah bırakıp kendini feshetmesi etabından sonra sıra Suriye'ye gelecek gibi ve Suriye'de de herhalde bir anlaşmaya varmışlardır. Ömer, hatırlıyorsundur, seninle Washington'da Starbucks'ta otururken İran muhabbeti yapıyorduk, sonra senin adaşın bir çocuk geldi, konuştuk. Demin Gönül’ün de bahsettiği gibi YPG “Biz PKK değiliz” diyor, ama bal gibi o. Öcalan Suriye’deyken yoktan var etmiş. Ben bugün Suriye ilgili bir yayın https://medyascope.tv/2025/03/05/suriye_de-pyd-ypg-silah-birakmayacak-mi-video/ yaptım, fotoğraf olarak Mazlum Abdi ve Öcalan’ın yüzdüğü bir kare kullandım. O fotoğrafta Mazlum Abdi en fazla 13 -14 yaşlarında bir çocuk. Öcalan’ın elinde büyümüş. Bazıları “ABD ve İsrail onları ayartıyor” diyor, ama öyle kolay olacağını sanmıyorum. Ne dersin Ömer? YPG, Öcalan’a rağmen bir şey yapabilir mi?
Ömer Taşpınar: YPG ile PKK arasında bir fark olmadığı meselesi, YPG eşittir PKK. Dolayısıyla ‘’Amerika YPG'ye destek verdiğinde, bir terör örgütüne destek veriyor’’ tezi Türkiye’nin en önemli tezi. Amerikan Merkez Kuvvetleri CENTCOM, YPG ile çalışıyor. CENTCOM “Tabii ki PKK ile YPG arasında organik bağlar var, aynı lidere sahipler. Fakat YPG operasyonel olarak PKK'dan bağımsız ve hiçbir zaman Türk topraklarına saldırmadı. Dolayısıyla ‘YPG eşittir PKK’ denklemi o kadar da basit bir denklem değildir” teziyle çıkıyor. PKK ile YPG arasında operasyonel bir bağ olmadığını ve Amerika'nın YPG'ye destek verirken, Türkiye'ye saldıran bir terör örgütüne destek vermediğini söylüyorlar. Bu geldiğimiz noktada, PKK'nın hapisteki lideri Abdullah Öcalan’ın “Silah bırakın” deyip de YPG'nin “Biz bırakmıyoruz” demesi, CENTCOM’un “Biz size zaten söylemiştik, bunlar operasyonel olarak aynı yerde değiller” tezine hizmet ediyor. Ben burada 20 yıldır askeri akademide ders veriyorum, CENTCOM’lu albaylarla çok sık konuşuyorum. Suriye ile ilişki içinde olan, bu meseleyi takip etmiş bir sürü albay öğrenci var burada. Onların tezleri genelde “Bizim orada Kürtlerle çalışmamızın temel nedeni, IŞİD'e karşı bunların en sağlam direniş örgütü ve en sağlam askeri yapı olmalarıdır” diyorlar. Gitmemek, çıkmamak için de ellerinden geleni yapıyorlar. Biliyorlar ki Trump emir verecek ve çıkmaları gerekecek. Ama Merkez Kuvvetleri’nin Başkanı Trump'a “Burada hâlâ IŞİD tehdidi var, buradan çıkarsak, IŞİD tekrar hortlayabilir, daha da güçlenebilir. İran'a karşı da bir yapı için burada durmamız önemli” diyecek. Dolayısıyla CENTCOM direnmek isteyecek. Ama tabii ki sonuçta Trump ve Savunma Bakanı “Çıkın” dediğinde mutlaka çıkacaklar ve gidişat sanki bir yıl içinde Amerika'nın oradan çıkacağı gibi.
Ben hâlâ Suriye içinde sembolik olarak direnecek birkaç yüz asker bırakmaya çalışacağını düşünüyorum. YPG ile Ahmet eş-Şara arasında, yani Şam’la YPG arasındaki görüşmelerde, YPG'nin elini biraz daha güçlendirmek için orada 200-300 Amerikan askerinin bulunması bile sembolik olarak önemlidir. CENTCOM’un bunu yapmaya çalışacağını düşünüyorum ve burada Trump'la Erdoğan arasındaki hesaplar, Erdoğan'ın ne kadar bastıracağı önemli. “Bir an evvel çıkın, çıkmanız çok önemli. Bakın zaten biz de bir barış süreci çerçevesinde Türkiye'de PKK'yı lağvettik. Türkiye'ye bir barış süreci çerçevesinde barış geldi, artık PKK diye bir şey kalmadı. Siz bunlarla niye hâlâ oturup konuşuyorsunuz? Bunlar da silah bırakmalı, Suriye Ordusu’na girmeli. Siz Amerika olarak ne kadar çabuk Suriye'den çıkarsanız, bunlar o kadar çabuk Suriye Ordusu’na entegre olurlar çünkü ellerinde sizden başka bir koz yok. Amerika onlara bir koz veriyor” tezini, Erdoğan tabii ki Amerika'ya geldiğinde Trump'la yapacağı ilk detaylı konuşmada işleyecek. O nedenle Türkiye'de Abdullah Öcalan'ın yaptığı söylem Erdoğan'ın elini güçlendirebilir. Ama şu anda CENTCOM’un da elini güçlendiriyor. Çünkü YPG Abdullah Öcalan'ı dinlemiyor. Önce Kandil’de olacak diyorsun, tamam Kandil’de olsun ama Kandil silahları bıraktığında, Mazlum Abdi, YPG bütünüyle silahları bırakacak mı, ondan çok emin değilim. Dolayısıyla Amerika'nın ‘’bunlar aynı örgüt değil, aralarında organik olarak bazı farklar var’’ tezine hizmet ediyor.

Ruşen Çakır: Gönül, sen ne dersin?
Gönül Tol: Türkiye “Suriyeli olmayan PKK üyeleri Suriye'yi terk etsin” diyor. Suriyeli olanlar da kalacaklar ve bunların Suriye Ordusu’na entegrasyonu söz konusu. Silah bırakmalarına gerek yok, onlar orduya entegre olacaklar. Sadece Şam’la blok olarak mı entegre olacaklar ve kendi bulundukları Kuzeydoğu Suriye'de mi kalacaklar yoksa başka yere mi gidecekler, o konuda anlaşamıyorlar. Yoksa bence Türkiye’nin bir şeyi olmaz. Evet, gelen Iraklı PKK'lılar ve Türkiyeli PKK'lılar çıktı diyebilir, geriye kalan da Suriyeli PKK'lılar. Onların da orduya entegrasyonu olursa, kimsenin hayır demeyeceği bir aranjman ortaya çıkabilir.
Ömer Taşpınar: Ruşen, son olarak Transatlantik ilişkilerle ilgili bir şey söyleyebilir miyim?

Ruşen Çakır: Tabii.
Ömer Taşpınar: Bizim programın adı ‘’Transatlantik’’ ve Transatlantik ilişkiler şu anda batmış durumda.

Ruşen Çakır: Biliyorum. Her şey bitti ama biz ayaktayız.
Ömer Taşpınar: Biz program olarak ayaktayız ama fikirlerimiz iktidarda değil.

Ruşen Çakır: Peki Ömer, sana altın bir soru. Futbolda “muz orta” derler. De Gaulle olsaydı ne derdi?
Ömer Taşpınar: Çok güzel bir soru. De Gaulle olsaydı, bugün Erdoğan'ı alnından öperdi. De Gaulle olsaydı, Erdoğan'ın söylediklerine yakın şeyler söyleyebilirdi. Erdoğan “Bizce, Ukrayna NATO'ya girmeli ve Ukrayna toprak bütünlüğünü de Kırım'ı da korumalı” diyor. Fransa'nın, her ne kadar bu kadar sert bir şekilde söylemese de Macron'un söylediği de buna yakın. Şu anda Avrupa'da bir “Gaullist” hava esiyor. Gaullizim’in özelliği, Avrupa'nın, Amerika'dan bağımsız bir şekilde bir dış politikaya sahip olması, stratejik otonomi. Bunun olması için, Avrupa'nın bir askeri güç hâline gelmesi gerekiyor. Burada asıl mesele, Avrupa'nın yaklaşık 50-60 yıldan beri -bunu Soğuk Savaş dönemine, Sovyetler Birliği'nin yıkılmasına kadar, hatta onun da öncesine götürmek mümkün- Fransa'nın, Almanya'nın, İngiltere'nin gözünde hayati bir tehdit yok. Yani Rusya bu ülkelerin gözünde hayati bir tehdit değil. Bu hayati tehdit olmadıkça da Avrupa NATO'ya güvenerek askeri konularda yeterince başarı sağlamadı. Avrupa'nın, NATO'dan ve Amerika'dan bağımsız olarak bir askeri gücü yok. Bugün Fransa Almanya ve İngiltere bir panik halinde. ‘’Biz nasıl Avrupa'dan, Amerika'dan ve NATO’dan bağımsız bir askeri güç oluşturabiliriz?’’ tartışması içindeler ve bu durum, Türkiye'nin, Erdoğan'ın elini çok güçlendiriyor. Farkındaysan, Türkiye, davet edilmediği toplantılara davet edilmeye başlandı. Daha önce hiç davet edilmediği güvenlik toplantılarında Türkiye'ye bir yer veriliyor. Bu son Londra'daki toplantıya Erdoğan davet edildi ama Erdoğan Hakan Fidan'ı yolladı. Muhtemelen Erdoğan'ın bir bakıma çok da hoşuna gitmiyor, “Başları sıkışınca akıllarına Türkiye geliyor” diye düşünüyor. “Bunlar bizi Avrupa Birliği'ne almadılar, ama şimdi bir anda sıkıştılar. Amerika bunlara birazcık mesafe koyunca Türkiye'yi tekrar içlerine almak istiyorlar” diyor. Haklı ve Türkiye'nin elinde ciddi bir koz var şu anda, bu programda onu söylemek istedim.
Transatlantik ilişkilerin çöküyor olması, Türkiye'nin hem Avrupa savunma vizyonu içindeki gücünü artırıyor hem de Avrupa Birliği eğer tekrar üyelik gibi bir vizyon sunarsa, o konuda da Türkiye'nin elini güçlendiriyor. Çünkü Ukrayna NATO'ya giremeyecek, orası kesin. Ama Avrupa Birliği'ne yaklaşık 5 veya 10 yıl sonra üye olacak ve burada Türkiye'nin elinde çok ciddi bir fırsat var. Şu anda Türkiye “Biz Avrupa'nın savunma birliğine destek vermeye, bunun içinde entegre olmaya varız, hazırız, ama bunun karşılığında Avrupa Birliği'ni istiyoruz. Biz de Ukrayna ile beraber Avrupa Birliği'ne gireceğiz. Şartımız bu olmalı” deme gücüne şu anda sahip. Bu konuda çok daha ciddi bir şekilde bastırabilmeli. Bunların yavaş yavaş ortaya çıktığını Erdoğan'ın söyleminden görüyoruz. Ama bu konu çok daha ciddi bir şekilde masaya getirilmeli. Görüşmelerin tekrar canlandırılması gerekiyor ve Fransa'nın yeni Almanya şansölyesi Friedrich Merz’in, yeni kurulacak Almanya hükümetinin ve içinde İngiltere olmayan Avrupa Birliği'nin de Türkiye'yi bu Avrupa'ya entegrasyon konusunda desteklemesi açısından politikalar izlenmesi gerekiyor. Yeni bir Avrupa Birliği yapısına gidilebilir, İngiltere'nin bir şekilde imtiyazlı ortak olduğu, Ukrayna'nın ortak olduğu, Türkiye'nin de ya imtiyazlı ya da tam ortak olduğu bir Avrupa Birliği'ne doğru gidebiliriz. Yeni bir yapılanma var.
Şunu söyleyerek bitireyim: Bu yaşanan sorunlar ne kadar yapısal ne kadar konjonktürel daha emin değilim. Konjonktürel olma boyutu şu açıdan var; Trump kalıcı değil, 4 yıl sonra Trump yok, yeni bir Amerikan başkanı gelecek. Bana göre 4 yıl sonra Demokratlar kazanacak ve Amerika tekrar Avrupa Birliği ile Transatlantik ittifak içinde daha güçlü bir yere gidebilir. O zaman şu anki panik olmaz. Şu anki paniğin konjonktürel boyutu Trump'a bağlı. Trump gidince bu dinamikler değişir. Bir de bunun Rusya boyutu var. Rusya bir hayati tehdit, ama Fransa ve Almanya için değil, Polonya, Baltıklar, Balkanlar ve Gürcistan için hayati tehdit. Onlar açısından sorun yapısal. Ama Putin de ilelebet Rusya'nın başında kalmayacak, 10 yıl sonra Putin olmayabilir, yarın bir gün Putin sonrası bir Rusya da Avrupa ile Amerika'yla daha farklı bir yere geldiğinde, şu anki durumun yapısal olmadığını, konjonktürel olduğunu görebiliriz. Ama buna rağmen Türkiye şu anki konjonktürel durumdan bir fırsat çıkarmalı ve buna uygun bir vizyon sunmalı. Bana göre Trump döneminde Türkiye'nin önünde 5 yıllık bir fırsat var. Türkiye'nin Avrupa ile ilişkilerini geliştirerek bu fırsatı değerlendirmesi gerekiyor.

Ruşen Çakır: Evet, Ömer, kapanışta De Gaulle’ü yine rahmetle andık, iyi oldu. Transatlantik ilişkiler çökse de biz Transatlantik’i sürdürmeye devam edeceğiz inşallah. İkinize de ayrı ayrı çok teşekkürler. İzleyicilerimize de teşekkürler. Haftaya buluşmak üzere, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
16.03.2025 İmamoğlu’nun diploması silahı siyasi iktidarın elinde patlayabilir
10.03.2025 Bir Mozaik Olarak Türkiye son bölüm: Bu topraklarda bir arada yaşamanın tarihi | Cemal Kafadar anlattı
09.03.2025 Türkiye’den, Suriye’deki Alevileri hedef göstermenin sakıncaları
07.03.2025 Haftaya Bakış (257): Yeni Çözüm Süreci | Gözler Kandil'de | İmamoğlu kampanyayı başlattı
06.03.2025 Esas amaç Erdoğan’ı yeniden seçtirmek mi?
06.03.2025 Bir mozaik olarak Türkiye (56): Prof. Ali Yaycıoğlu ile Türkiye’de Türkler
05.03.2025 CHP soruşturma yağmurundan nasıl etkileniyor? Hatem Ete ile söyleşi
05.03.2025 Suriye’de PYD/YPG silah bırakmayacak mı?
05.03.2025 Transatlantik: Öcalan'ın açıklamasının dünyada yankıları & Trump'ın Kongre'deki iddiaları
04.03.2025 Fethullah Gülen de ölmeden önce örgütünü feshetmiş olsaydı
16.03.2025 İmamoğlu’nun diploması silahı siyasi iktidarın elinde patlayabilir
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı