Transatlantik: İran Haniye suikastına nasıl cevap verebilir? Erdoğan’ın İsrail’e meydan okuması - Harris Trump’ın önünde mi?

31.07.2024 medyascope.tv

31 Temmuz 2024’te medyascope.tv'de yaptığımız Transatlantik’i yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. “Transatlantik” ile karşınızdayız. Bu hafta Gönül Tol maalesef yok. Ömer Taşpınar’la çok yoğun bir gündemi konuşacağız. Haniye sûikastı olmasaydı bile ortalık bayağı karışmıştı, bir de o olunca durum iyice kızıştı. Ortadoğu’da savaş mı çıkıyor? Ömer Çelik bugün, “İsrail bölgesel savaş istiyor ve Haniye sûikastıyla ilk tetiği çekti” dedi. Ama bir gün önce, yaklaşık 24 saat içerisinde, Beyrut’ta ve Tahran’da iki ayrı saldırı oldu. Henüz doğrulanmadı hâlâ, ama Beyrut’taki hava saldırısında, çok önemli bir Hizbullah komutanı olan Fuat Şükrü’nün öldürüldüğü söyleniyor. Hemen ardından, Tahran’da, çok önemli bir isim, Hamas lideri İsmail Haniye öldürülüyor. Haniye, İran’ın yeni Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan’ın yemin törenine katıldığı gecenin sonrasında sûikasta uğrayarak öldürüldü. Hani hep, “Savaş Lübnan’a sıçrar mı?” diye konuşuyorduk; şimdi, “İran’a da sıçrar mı?” diye düşünüyoruz. Bölgesel bir savaş ihtimâlinin iyice arttığı kesin de, bir şekilde Amerika Birleşik Devletleri bunu engeller mi? Ne dersin?
Ömer Taşpınar: Evet Ruşen, korkulan senaryo hep savaşın tırmanması. Hatırlarsan, bundan birkaç ay önce İsrail, bu sefer Şam’da, İran Konsolosluğu’nu hedef alan bir saldırıda bulunmuştu. İran’ın bu saldırıya nasıl bir misilleme yapacağı çok tartışılmıştı. İran’ın yaptığı misillemeye karşı, ABD bütün kuvvetlerini alarma geçirerek, kurduğu savunma kalkanıyla İsrail’i korumuştu. Şimdi yine o tür bir senaryoya mı gidiyoruz?
Biraz daha geriden almak gerekirse, hafta sonunda Hizbullah’ın Golan Tepeleri’ne yaptığı bir saldırıdan başlamak gerekiyor. Hizbullah bu saldırıyı üstlenmedi. Bu ilginç bir gelişmeydi. Normalde, Hizbullah ile İsrail arasında, adı konulmamış, düşük yoğunluklu bir savaş, zâten Gazze’ye paralel olarak devam ediyor. Ekim ayında başlayan savaş, İsrail’in kuzeyinde, Lübnan’ın güneyinde, Hizbullah ile İsrail’in aylardan beri devam ettirdikleri ve Lübnan cephesinde yaklaşık 400, İsrail cephesinde ise 20 askerin ölümüyle sonuçlanan düşük yoğunluklu bir savaş zâten vardı. Hizbullah bunu Hamas’a destek olarak yapıyor. Bir bakıma, İsrail Ordusu’nun belirli bir kısmını kuzeye bağlayarak, İsrail Ordusu’nun bütün güçlerini Gazze'ye sokamamasını sağlıyor. Kuzeyde böyle düşük yoğunluklu bir savaş yürütüyor.
Fakat Hizbullah’ın lideri Hasan Nasrallah, stratejisini açıklarken, “İsrail’de büyük ölçekte bir savaş istemiyoruz. Gazze’de ateşkes îlân edilirse, biz roket atmaktan, füze atmaktan vazgeçeriz ve bir şekilde bu savaş sona erer. İsrail’le içine girdiğimiz düşük yoğunluklu savaş sona erer” diyor. En son 2006’da büyük bir İsrail-Hizbullah kapışması yaşanmıştı ve bir bakıma iki tarafın da birbirine karşı kesin bir üstünlük sağlayamadığı bir savaş olmuştu. Ama Lübnan alt üst olmuştu o savaşta. Hasan Nasrallah o savaştan sonra, İsrail’le gene böyle topyekûn bir savaşa girmemeye karar verdiğini söyledi. Hattâ Lübnan halkından da özür diledi. “Böyle olacağını bilseydik İsrail’le tırmandırmazdık bu işi” dedi. O zaman birkaç İsrailli askeri rehin almışlardı, iki tânesi de ölmüştü. Hasan Nasrallah aslında frene basmaya çalışıyor, elinden geldiğince dikkatli davranıyor. Fakat bu hafta sonu, Golan Tepeleri’ndeki bir köye yapılan saldırıda, futbol sâhasına roket isâbet etmesi sonucu 12 çocuk öldürüldü. Aslında o köy bir Yahudi yerleşkesi değil. Daha çok, azınlık Dürzîlerin yaşadığı bir köy. Fakat İsrail, bunların İsrail vatandaşı olduğunu söylüyor. On iki çocuğun ölümü sonrasında Netanyahu, “İntikamımızı sert bir şekilde alacağız. Hizbullah’ı beklemediği derecede sert bir şekilde vuracağız” açıklamasını yaptı.
Bunun üzerine Amerika devreye girdi ve her zaman yapmaya çalıştığı gibi, iki tarafa, “Aman tırmandırmayın!” mesajı vermeye çalıştı. İran üzerinden de mesajlar vermeye çalıştı. Hizbullah ile İsrail arasında büyümesi beklenen bir savaşı engellemeye çalıştı. O sırada, İsrail’in Lübnan’da Hizbullah’ın birkaç silâh deposunu veya askerî kampını vurduğu haberleri geldi. Bununla sınırlı kalacağı beklenirken, bir gece önce, Hizbullah’ın, Hasan Nasrallah’tan sonra gelen iki numaralı ismi Fuat Şükrü’nün Güney Beyrut’taki evinin vurulduğu ve o evin bütünüyle çöktüğü söylendi. Zâten fotoğraflara bakıldığında, bir drone ile vurulmuş. İki-üç katı yok olmuş. Tam teyit edilmese de, İsrail Fuat Şükrü’nün öldüğünü îlân etti. Senin söylediğin gibi, Hizbullah Şükrü’nün öldüğünü îlân etmiyor. Ve İsrail bu saldırıyı üstlendi.
Olay burada kapanıyor zannedilirken, aradan 12 saat geçmeden hiç beklenmedik bir gelişme oldu ve bu gelişme son derece tehlikeli. Normalde Katar’da yaşayan, Türkiye’ye de sık sık ziyâretlere gelen, sık sık İran’a giden Hamas’ın siyâsî lideri olarak bilinen İsmail Haniye’nin, Tahran’da İran Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan’ın görev teslim alma töreninden sonra, gece saat 02.00’de, yanındaki korumasıyla birlikte öldürüldüğü haberi geldi. Haniye, İran topraklarında, Tahran’da öldürülüyor. İsrail bunu üstlenmedi. Ama tabiî İsrail’de kabinedeki aşırı sağ isimler hemen bâzı tweet’ler atarak, bu saldırının İsrail tarafından yapıldığını kanıtlamış oldular. Netanyahu’nun bütün kabineye, “Bu konuyla ilgili bir şey söylemeyin. Tırmandırmak istemiyoruz” demiş olmasına rağmen, aşırı sağ kabine üyeleri, İsmail Haniye’nin ölümünü Hamas’a karşı bir zafer îlân ettiler. Şu anda bölge, bundan 2-3 ay öncesinde olduğu gibi, hattâ ondan daha da tehlikeli bir şekilde büyük bir tırmanmanın eşiğinde.
İran toprakları üzerinde yapılan bu saldırının tam olarak nasıl yapıldığı belli değil. Bu sabah El Cezire televizyonundan, Beyrut’taki İran Büyükelçisi’nin yaptığı basın konferansını dinledim: “Havadan gelen bir saldırı” olarak açıklıyor. Bir drone’dan çok, sanki İran radarlarının altından geçebilecek, İran radarları tarafından tanınmayacak, Türkiye’nin de almaya çalıştığı F-35’lerle yapılmış bir saldırı olabilir. F-35 deyince savaş uçakları diyoruz tabiî ki. F-35’lerin böyle bir özelliği var: Radarları atlatabiliyor, hattâ 250 km menzilde, çok etkili ve küçük füzeler atabiliyor. Nokta atışı yapmış olmaları lâzım, çünkü Haniye’nin kaldığı binânın sadece bir bölümünün vurulduğu söyleniyor. Kendisinin ve korumasının ölüm haberi gece 02.00’de İran tarafından doğrulandı. Şimdi, böyle bir durumda İran’ın nasıl bir misilleme yapacağı tartışılıyor. Burada mesele İran’ı aşmış durumda; çünkü Gazze’de zâten zayıflamış olan ateşkes ümidi artık sıfıra inmiş durumda. Çünkü İsrail’in ateşkes için görüştüğü otorite İsmail Haniye’ydi. İsrail, aslında diplomatik görüşmeler yaptığı bir lideri, Hamas’ın liderini öldürmüş oldu. Burada tabiî Katar'ın gösterdiği tepki de önemli. Katar şu anda havlu atabilir. Çünkü Gazze’de bir ateşkes îlâanı için elinden geleni yapıyor Katar. Ama İsrail’in, Netanyahu’nun izlediği bu tırmandırma politikası, Hamas’ın değil, asıl Netanyahu’nun ateşkese yanaşmadığını gösteriyor.

Ruşen Çakır: Araya girebilir miyim? Biliyorsun Netanyahu ABD Kongresi’nde konuşma yaptı. Her ne kadar bazı Demokrat senatörler ve Demokrat Temsilciler Meclisi üyeleri konuşmayı protesto edip katılmasa da, Netanyahu ayakta alkışlandı. Sonra Biden ve arkasından Trump’la görüştü.
Ömer Taşpınar: Kamala Harris ile de görüştü.

Ruşen Çakır: Evet. Golan’daki haber gelince de ziyâretini erken kesip ülkesine döndü. Ama orada çok ciddî bir özgüven tâzelemesi yaptığını herkes kabul ediyor. Kendi ülkesinde o kadar da ayakta alkışlanmayan bir liderden bahsediyoruz. İçeride çok ciddî sorunlar yaşayan bir lider; ama Amerika Birleşik Devletleri’nde bayağı yüceltildi. Ve “Sivillere bir şey yapmıyoruz” diyerek yalan söyledi. Olayın bu boyutunun altını çizmek lâzım. Bir şekilde icâzet aldı; hattâ belki de teşvik aldı, bilemiyorum. ABD Kongresi’ndeki görüntüler hâlâ gözümün önüne geliyor. Birkaç gün önceydi, öyle değil mi?
Ömer Taşpınar: Senin bu söylediğini sabahtan beri hem İsrail hem de bölge kanallarından haber olarak izlemeye çalışıyorum. “El-Cezire İngilizce”yi de dinlemeye çalışıyorum. Birçok analist, senin dediğin gibi, Netanyahu’nun kırmızı halıyla Washington’da karşılanmış olmasının kendisine daha da bir özgüven verdiğini söylüyor. Kimileri, İsmail Haniye operasyonunun Amerika’dan bağımsız yapılamayacağını da iddia ediyorlar. Aslında baktığımızda, Haniye’nin, Hamas'ın siyâsî liderinin öldürülmesi şu anda Amerika'nın işine gelir mi? CIA Başkanı William Burns’ün sürekli bölgeye gittiğini düşünürsek, bir şekilde ateşkes için bir sürü formül aranıyor. ABD, Hamas’la direkt olarak konuşmasa da Katar üzerinden ciddî bir diplomatik ilişki içinde. Hamas’ın Gazze’deki askerî lideri Yahya Sinvar’ın Gazze topraklarında, tünellerde olduğu biliniyor. Ama bu konularda pazarlıkların yapıldığı asıl kişi İsmail Haniye. Mantık yürütmek gerekirse, Amerika’nın İsmail Haniye’nin öldürülmesine yeşil ışık yakması beklenemez. Hele Tahran’da öldürülmesine; bu, İran ile İsrail arasında topyekûn bir savaşa gitme riskinin çok daha fazla artması demektir. 
Zâten Ortadoğu bu kadar karışıkken, Amerikan Dışişleri Bakanlığı savaşın daha da büyümemesi için sürekli mesajlar verirken ve İsrail’i tam olarak kontrol edemezken… Aslında İsrail konusunda sert mesajlar vermeye çalıştı Biden. Aralarının bozuk olduğu belliydi. Fakat sonuçta Cumhuriyetçiler Netanyahu’yu sonuna kadar destekliyor. Demokrat Parti’nin içinde Netanyahu’ya karşı son derece kızgın olan bir kesim var. Demokrat Parti’nin tabanındaki seçmenlerin önemli bir kısmı zâten Netanyahu’dan nefret ediyor. Fakat nihâyetinde Netanyahu’nun, Amerikan müesses nizâmı ile, Kamala Harris ile yaptığı görüşme olsun, Biden ile yaptığı görüşme olsun, bir güven tâzelediği kesin. Fakat operasyonel anlamda, MOSSAD’ın, İsrail’in bu giriştiği sûikast eylemlerine Amerika’nın yeşil ışık yaktığı anlamına gelir mi gelmez mi? O konuda benim bâzı şüphelerim var.
Hizbullah lideri Fuat Şükrü’nün vurulmasına gelirsek: Fuat Şükrü, 60’lı yaşlarda, yaşlı bir lider. 1980’lerde Amerikan deniz piyâdelerinin Beyrut’ta vurulduğu dönemde bile Hizbullah’ın önemli isimlerinden biriydi Fuat Şükrü. Yanlış hatırlamıyorsam, 360 Amerikan askeri ölmüştü orada. Ortadoğu’da Amerikan askerlerine karşı yapılan en büyük terörist saldırılardan bir tânesiydi bu. Hizbullah’ın Hasan Nasrallah’tan sonraki en önemli lideri, iki numarası. Roketler ve füzeler gibi askerî konulara da hâkim. Bu konuda en baştaki lider olduğu düşünülürse, Amerika’nın bir yeşil ışık vermiş olmasından benim şüphem yok. Yani Hizbullah liderinin Beyrut’ta vurulması, Amerika tarafından kabul edilebilir bir misilleme olarak görülür.
Ama İsmail Haniye’nin Tahran'da, İran topraklarında bu şekilde İsrail tarafından vurulması, Netanyahu’nun kendi emelleri adına yaptığı bir şey. Nedir Netanyahu’nun amacı? Kabinedeki kendinden de daha sağ, hattâ faşist bâzı isimlere, “Hamas'ı yok ediyoruz, Hamas’ın liderini, hem de siyâsî liderini yok ettik. Ve bunu Tahran’da yaptık. İstediğimiz zaman Tahran’ı vurabileceğimizi de gösterdik” diyerek, bir bakıma, istese şu anda onları susturup, bir şekilde kendi şâhin şöhretini gösterip masaya gelebilir. Meselâ İsrail şu anda rehîneleri almak için bir ateşkese girse, İsrail politikasına baktığımızda, Netanyahu’nun sağındaki kabine üyelerinin çok söyleyecek bir şeyi olmayabilir. Çünkü, “Adam yaptı yapacağını. Hamas’ı yok etme yönünde inanılmaz bir adım attı” diye yorumlanacak. Tamam, Hamas’ı yok etmesine imkân yok. Tünelleri yok edemiyor, Yahya Sinvar’a ulaşamıyor. Ama İsmail Haniye’nin öldürülmesi, İsrail’in o faşist dediğim radikal kabinedeki üyelerin istediği bir şeydi, Netanyahu onlara istediklerini verdi. Tahran’la böylesine bir kapışmaya girerek, Tahran’ın ve tam da daha ılımlı politikalar izleyebilecek yeni Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan’ın da önünü kesiyor.
Aslında “Acaba İran'da bir yumuşama olabilir mi?” diye konuşuluyordu. Çünkü İran’ın bölgeye yaklaşımı konusunda, yeni cumhurbaşkanı ılımlı bir isim. Bildiğimiz gibi, seçimleri radikallere karşı kazandı. Pezeşkiyan yönetimindeki yeni dışişleri bakanı, 2015 yılında nükleer anlaşmaya imzâsını atmış eski dışişleri bakan yardımcısı Abbas Arakçi. Bunlar aslında şâhin isimler değil; teknokrat, ılımlı isimler. Bu ılımlı isimler İran’da göreve gelirken Netanyahu’nun bunu yapmış olması, bir bakıma İran ve Amerika arasında –hele Kamala Harris gelirse– tekrar bir nükleer anlaşma olmasını engelleyebilecek, İran’ı daha şâhinleştiren, daha radikalleştiren bir adım. Bu açılardan baktığımızda, Netanyahu’nun hem iktidarda kalması hem de Amerika-İran ilişkilerini zor bir yere getirmesi açısından, kendi emellerine hizmet eden bir politika izlediği kesin.

Ruşen Çakır: Soruma geçmeden önce, biraz önce Fuat Şükrü’den bahsederken, “60 yaşlarında yaşlı bir adam” demeni not ettim. Sen de bir gün 60 olacaksın, ben de o zaman yaşlandığını söyleyeceğim. Şimdi gelelim, “İran ne yapar?” meselesine: “Vesâyet savaşları yürütüyor” diyorduk. İran’dan cesâret alıp İsrail ile savaşan yapılar var. Ama İran’ın kendisi çok kırılgan. Haniye’yi kendi topraklarında, Tahran’da koruyamıyor. Çok ciddî bir imaj kaybı var İran’ın. Şam’daki İran temsilciliğine yapılan saldırının ardından da aynı şey olmuştu. Devrim Muhafızları’nın, Kudüs Savaşçıları’nın komutanı Kasım Süleymanî’nin Amerika tarafından öldürülmesinden sonra da, éİran misilleme yapacak, ama nasıl yapacak? Düşük ölçekli mi büyük mü?” diye konuşulmuştu. Şimdi burada da çok büyük bir meydan okuyuş var İran’a yönelik, öyle değil mi? Yani hem Tahran’da olması, hem Haniye olması, hem yeni cumhurbaşkanının yemin töreninin akşamında olması gibi bir yığın sembolik yön var. Böyle bir durumda İran’dan daha sert bir cevap beklenmesi herhalde ilk akla gelen husustur. Ama senin de anlattığın gibi, bölgesel anlamda Netanyahu’nun ekmeğine yağ sürme riski de var. Ne tür analizler gözüne çarptı? Sen ne düşünüyorsun bu konuda? Gerçekten çok zor bir konu. İran Devrim Muhafızları da, “Bu konu üzerine tartışıyoruz, konuşuyoruz” demişler. Gerçekten çok zor bir durum.
Ömer Taşpınar: Evet, çok zor bir durum. Ben, dinî lider Hamaney’in bu konuda son karar verici olduğunu düşünüyorum. İran’da yeni bir cumhurbaşkanı olmasının, Pezeşkiyan’ın pek bir anlamı yok. Burada ne yapılacağına Devrim Muhafızları ve dinî lider Hamaney karar verecek. İran dinamiklerini izliyorum, İran’ın ekonomisi çok kötü durumda. Dış politikada strateji olarak kendini güçlü hissediyor olabilir şu anda. Dış politikada belirli başarıları oldu İran’ın. Rusya’yla hiç olmadığı kadar stratejik derinliği olan bir anlaşma içinde. Çin’le ciddî yatırımlar içinde. Çin’e çok fazla petrol satabiliyor ve Çin’den gelen yatırımlar var. Aynı zamanda, İsrail’in Gazze’deki izlediği politikalar nedeniyle, direniş cephesinin başındaki İran, Arap kamuoyu nezdinde de bölgede değer kazanmış durumda. Bu vesâyet savaşlarında, Yemen’deki Husiler olsun, Irak’ta Hizbullah olsun, Irak'’a ve Suriye’deki kendine yakın milis güçler olsun, bunlar gerektiğinde bâzen Amerikan güçlerini vurabilecek kadar da cüretkârlar. Bir de tabiî şunun altını çizelim: Nükleer dosya konusunda, uranyum meselesinde, şu anda 3-4 nükleer bomba yapabilecek kapasiteye sâhip İran. Uranyumun ne zaman silâhlandırılacağı tartışılıyor. Elinde böyle bir kapasite de var. İran, nükleer konusunda Batı’yla köprüleri atmış olduğu için, bu konuda da güçlü ve istediği yerde. Dolayısıyla, baktığımızda dış politikada fena bir yerde durmuyor İran. Fakat içeride felâket bir durumda rejim. İran İsrail’le savaşa girerse, bu daha topyekûn bir savaş hâline gelirse, İran Devrim Muhafızları Suriye’de ve Lübnan'da daha ciddî bir şekilde savaşmak zorunda kalırlarsa, bunun İran ekonomisine getireceği yükün hesaplanması gerekir.
“İran ne yapar?” meselesine gelelim. Hamaney, “Haniye kardeşimizin kanı yerde kalmayacak. Bunun öcünü, rövanşını alacağız” dedi. Tıpkı, bir önceki rauntta, Şam’da kendi elçiliği vurulduğunda yaptığı gibi, bir şekilde İsrail’in belirli şehirlerine füzeler atarak rövanş almayı deneyecektir tahminimce. Tabiî burada Amerika devreye girecek ve yine koruyacak. Hizbullah üzerinden bir şeyler yapmaya çalışabilir; çünkü Hizbullah’ın da şu anda hesaplaşması gerekiyor. Hasan Nasrallah bugün yarın konuşur. Fakat Hizbullah da aslında topyekûn bir savaş istemiyor.
Programın başında 2006’daki dinamiklerden bahsettim. Tekrar böyle bir savaş başladığı takdirde, İsrail Ordusu’nun Lübnan’a girme ihtimâli de yüksek. Bütün bunlar zâten Netanyahu'nun istediği şeyler. Netanyahu öyle bir durumda ki şu anda; İsrail toplumu her ne kadar topyekûn savaş istemese de, İsrail’den gelen tepkilerde benim gördüğüm, hiç kimse, “Niye Haniye’yi vurduk? Şimdi bu gereksizdi” demiyor. Netanyahu böylesine sert bir politika izleyerek, bir bakıma travmatize olmuş İsrail toplumunu ve İsrail siyâsetini arkasında kenetliyor diyebiliriz. Yani bayrağın arkasında bir kenetlenme durumu var. Bu, Netanyahu’nun istediği bir şey. Bu fırsatı ne Hamaney ne de Nasrallah Netanyahu’ya verecektir. Topyekûn bir savaştan çok, oranlı bir misilleme olabilir bu. Hizbullah üzerinden, belki Hizbullah’ın roketlerle Tel Aviv’i veya bir askerî üssü vurmaya çalışması söz konusu olabilir. Bunların hava savunma sistemleriyle çok iyi korunduğunu da bir önceki rauntta gördük. Yüzlerce füze attı İran. Bir sürü drone kaldırdı. Fakat sonuçta bunların hiçbiri İsrail’de önemli bir zâyiat yaratmadı.

Ruşen Çakır: Biraz Türkiye’den bahsedelim Ömer. Erdoğan bu olaylardan bir iki gün önce, Rize’de memleketinde yaptığı konuşmada, “Biz nasıl Karabağ’a, Libya’ya girdiysek, oraya da gireriz” diye bir açıklama yaptı.
Ömer Taşpınar: Nereye gireriz dedi Ruşen?

Ruşen Çakır: “Oraya.”
Ömer Taşpınar: Ben senin bu konuyla ilgili yaptığın programı https://medyascope.tv/2024/07/29/rusen-cakir-yorumladi-erdoganin-israile-son-meydan-okumasinin-anlami/ da dinledim. Haklısın, yani bu belki iç politika için söylenmiş olabilir, ama dışarıda inanılmaz ilgi gördü. Hele şimdi daha da fazla ilgi görüyor olabilir. Çünkü El-Cezire’de ve farklı programlarda, “Bu kadar karışık bir ortamda, bakalım sözünün arkasında duracak mı?” diyen yorumlar gözüme çarptı. El-Cezire’nin İstanbul muhâbiri de aslında Erdoğan’ın sözlerinin yanlış anlaşılmış olabileceğini, hiçbir zaman İsrail’e girmekten bahsetmediğini, Gazzeye yardım etmekten bahsettiğini söyledi. Aslında burada Erdoğan’ın ne dediği önemli. Yani “İsrail’le savaşırız” minvâlinde bir şey söylüyor. Bu, ciddîye alınması gereken bir şey. Bizim okulda da askerî askeri uzmanlar var. Onlarla konuştuğumda, hemen Lübnan meselesi de patlak verdiği için, onun üzerine söylemişti zâten. Bu son gelişmelerde, eğer Lübnan topyekûn bir savaşa girerse ve Hizbullah tabiî ki bunun başında olacak, ama Lübnan hükûmeti Türkiye’den yardım isterse, ancak o zaman uluslararası hukuk çerçevesi…

Ruşen Çakır: Ben de onu söyledim yayınımda biliyorsun. Çünkü şöyle bir sorun var: Libya’da savaşan bir tarafın yanına gidiyorsun, tanımlı bir taraf. Sonuçta onun belli bir meşrûiyeti var. Karabağ’da, Azerbaycan hükûmetinin yanında giriyorsun. Ama Filistin’de kimin yanında, nereye giriyorsun? “Lübnan’da olabilir” demiştim; çünkü Lübnan tanımlı bir taraf. Bu, çok büyük bir risk değil mi?
Ömer Taşpınar: Kesinlikle. Filistin’de olmayacağı kesin, çünkü Filistin’de bir otorite yok. Hamas’ın “Gel bize yardım et” demesi veya Mahmud Abbas’ın Türkiye’ye gelmemesi…

Ruşen Çakır: Mahmud Abbas’ın 15 Ağustos’ta Türkiye’ye geleceği bugün açıklandı. Meclis’te konuşacak. 
Ömer Taşpınar: Bu önemli bir gelişme; ama daha önce gelmeyi reddetmiş olması da Türkiye’nin Hamas’a verdiği destekle ilgiliydi. Yani aslında Hamas’la iyi geçinemeyen bir Mahmud Abbas var. Fakat en başından beri, “Hamas bu savaşı stratejik olarak kazanıyor” diyoruz ya? Ne kadar çok ölü olursa, trajik bir durum ve ne kadar mağdur durumuna düşerse, aslında Hamas o kadar kazanıyor bu savaşı. Ve şu anda Mahmud Abbas da bence havlu atmış durumda. Türkiye’ye gelmesi de biraz onu gösteriyor. Yani Hamas’a karşı duruşunu gösteremiyor. Çünkü asıl direnişi, asıl savaşı yapan Hamas cephesi. Ama Türkiye’nin burada ne Filistin otoritesi El Fetih’ten, Mahmud Abbas’tan, ne de Hamas’tan böyle bir destek sonucu Gazze’ye girmesi söz konusu değil. Ancak dediğimiz gibi Lübnan çerçevesinde olabilir. Orada Rusya’nın devrede olduğu ortada. Türkiye’nin bunları İran’la, Rusya’yla koordine etmesi gerekir. Ve bir NATO üyesi olduğu için Amerika’yla ve Batı’yla olan ilişkilerini çok riskli bir koridora sokar.
Dolayısıyla bence Erdoğan bu konuda çok düşünerek konuşmadı. Ama biz analistler, onun söylediğini daha da ciddîye alarak bâzı senaryolar çizdiğimizde, bunun çok gerçekçi olmadığını görüyoruz. Her şeyden önce Hizbullah’la İsrail arasında bile topyekûn bir savaş çıkma ihtimâlinin, artmış olmasına rağmen çok gerçekçi olmadığını düşünüyorum. Dolayısıyla Türkiye’nin Lübnan’a girmesi, Lübnan’da bir şekilde İsrail’le savaşması gibi senaryolar şu anda fanteziden ibâret. Ama Erdoğan bunları söyleyince, sâdece Türkiye’deki gündemde değil, sosyal medya olsun, geleneksel medya olsun, dünyada da bir iki gün tartışıldı. Fakat şimdi İran’da Haniye’nin öldürülmesi, olayı bambaşka bir yere getirdi. Tabiî burada Türkiye’nin verdiği tepki de önemliydi. Hakan Fidan zâten Tahran’daydı. Erdoğan’ın da Hakan Fidan’ın da İsrail’e karşı kullandığı kelimeler, anlaşılabilir bir şekilde sertti. Şimdi herkes, “Bakalım sözünün arkasında duracak mı?” yorumları yapıyor. “İran savaşa girerse, Türkiye de onunla girer mi?” gibi âmiyâne analizler yapan insanlar var.

Ruşen Çakır: Bu konuyu kapatmadan önce bir dipnot düşeyim, bence önemli — ilk baştan beri bunu söylüyordum aslında, ama Haniye'nin öldürülmesinden sonra daha net oldu: Yakın bir zamâna kadar, Filistin meselesi, Hamas, Hizbullah denince akla ilk gelen ülke Suriye’ydi biliyorsun. İran hep vardı, ama daha çok Suriye’ydi. Hamas için de öyleydi, Hizbullah için de öyleydi. Ve Suriye artık yok. Durumun böyle olmasında da birçok faktör gibi, Türkiye’nin ve Erdoğan’ın çok önemli bir rolü var. Ve şimdi böyle bir anda, Filistin meselesindeki krizin zirveye çıktığı bir dönemde, Suriye diye bir aktör hiçbir şekilde yok. Halbuki coğrâfî olarak, eski gücüyle de durumu bayağı değiştirebilen bir aktördü. Hattâ hatırlarsın, Türkiye bir ara İsrail’le Suriye’nin arasını bulmaya çalışıyordu. Yani öyle bir iddiası vardı. Şimdi Suriye’nin bu olayda devreden çıkmasından en çok istifâde eden herhalde İsrail olmuştur. 
Ömer Taşpınar: Tabiî ki Suriye önemli çok önemli bir aktördü. Sonuçta Hamas’ın Halid Meşal gibi sert liderleri, terörist olarak bilinen liderleri… çünkü Haniye siyâsî bürodaydı. Ama Halid Meşal 2006 yılında, Hamas seçimleri kazandıktan sonra Türkiye’ye gelmişti. O zamanlar AK Parti çok eleştirilmişti. Halid Meşal Şam’dan gelmişti, orada oturuyordu. Zâten ikameti Şam’dı. Hamas nasıl oldu da çıktı Şam’dan? Suriye’deki iç savaş dinamiklerinde çıktı. Türkiye tabiî ki rol oynadı bu savaşta. Ama baktığımızda, bütün bölge Suriye nedeniyle alt üst oldu. İran’la Arap cephesinde çok ciddî gerilimler doğdu. Biz Türkiye’de 5 milyon Suriyeli’yi konuşuyoruz, ama Türkiye’nin nüfusu 85 milyon, Lübnan’ın nüfusu 6 milyon kadar. Benim bildiğim kadarıyla orada 2 milyon Suriyeli mülteci var. Yani nüfus oranına baktığımızda, Lübnan’a gelen Suriyeli, Ürdün’e gelen Suriyeli –ki zâten Ürdün’ün %60-70’i Filistin kökenli–, Suriye’nin yaşadığı iç savaş ve yaklaşık 9-10 milyon Suriyeli’nin topraklarından çıkmaya çalışması, yarım milyon Suriyeli’nin ölmesi bölgedeki dengeleri alt üst etti. Bugün geldiğimiz noktada, Şam’la tekrar görüşmeye çalışan bir Türkiye ve Arap Ligi’ne tekrar kabul edilmiş bir Beşar Esad var. Bu savaşı kazandığını ve bir şekilde kendi toprakları üzerinde egemenliğini kurmaya çalıştığını söylüyor. Ama bu bir zafer olsa da, Suriye çok zayıflamış bir durumda. Adını koymak gerekiyor: Beşar Esad bu savaşı kazandı; ama sonuçta kaybeden yine Suriye oldu, hiçbir etkisi kalmadı. Ekonomisi bütünüyle uyuşturucu kaçakçılığı üzerine kurulmuş durumda şu anda ve ekonomik olarak ayakta durması son derece zor. Aslında o açılardan normalizasyona ihtiyâcı da var Beşar Esad’ın ve Körfez’den gelecek paraya son derece muhtaç. Ama şunu söylemek lâzım: İsrail’le ilişkilerde direniş cephesinin en önemli ülkelerinden birisi olan zamânındaki Şam’ın yerinde bugün yeller esiyor. Şam’ın hiçbir ağırlığı yok. Hattâ İsrail ve İran kapışacaksa, bunu Suriye üzerinde yapmaları çok mümkün, çünkü İran’a yakın milisler zâten Suriye’de ve İsrail onları düzenli olarak vuruyor. O açıdan baktığımızda, İran ve İsrail arasında çıkabilecek bir savaşın önemli kurbanlarından bir tânesi yine Suriye ve belirli açılardan Irak olacaktır. Böyle bir durumda Lübnan alt üst olur. Bu bir kâbus senaryosu.
İstersen biraz daha Amerika’yı konuşalım. Amerika ne yapabilir? Kamala Harris ne yapabilir? Trump gelirse ne yapar? Bunlar hep soru işâreti. 

Ruşen Çakır: Gördüğüm kadarıyla Trump’ın İsrail’e desteğinde hiçbir tereddüt yok. Kamala Harris biraz daha dikkatli olmaya çalışıyor sanki. En son Netanyahu ile görüştükten sonra yaptığı açıklamada biraz daha ölçülü olmaya çalıştı, ama açıkçası Arap dünyası, Filistinliler ABD’ye güvenmiyor.
Ömer Taşpınar: Güvenmemekte haklılar. Normalde stratejik vizyonu olan bir Amerika, İsmail Haniye’nin öldürülmesini hemen kınar. Ama göreceksin, diyemeyecekler. Kamala Harris dün Atlanta’ya gitti. Hizbullah lideri Fuat Şükrü’nün ölümü konusunda bir yorum yapması istendiğinde, “İsrail'in kendini savunma hakkını tabiî ki kabul etmek gerekiyor; ama öte yandan diplomatik çözümler bulmak gerekiyor” dedi. Yani diplomatik çözümlerden lütfen bahsetti. Ama ilk cümle hep İsrail’in kendini savunma hakkı.
Benim bu programda görevim, Washington’da olduğum için, kabul etmesem de sıcak bakmasam da, bu meselenin Amerika’da nasıl tartışıldığını yansıtmak, ayna olmak. Amerika’da, Hamas’la, Hizbullah'la, İran’la ilgili hiçbir tartışma, Ekim ayında yaşanan ve 1200 İsrailli’nin Hamas saldırıları sonrası ölmesinden bağımsız yapılamıyor. “Bu savaşı kim başlattı?” tartışmasında, Amerika’nın İsrail’le biçimde benzer söylediği şey: “Unutmayalım ki aslında Ortadoğu belki de en sâkin dönemlerinden birini geçiriyordu. Ama Hamas o 7 Ekim saldırısıyla bölgeyi mahvetti” analizi yapılıyor. Hattâ ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan, Biden’ın en önemli dış politika danışmanı, Eylül ayında Foreign Affairs’a yazdığı bir yazıyla komik duruma düştü. Yazı şöyle başlıyordu: “Ortadoğu, târihinin en sâkin dönemlerinden birini yaşıyor ve bu konuda Biden hükûmetinin yaptığı şeyleri de takdir etmek gerekiyor”. Bu yazıdan bir hafta sonra olay patlayınca, internetteki versiyonundan o cümle çıkarıldı.

Ruşen Çakır: Ömer, Kamala Harris’ten bahsedelim biraz. Kamala Harris ne durumda? Kazanıyor mu? Nasıl bir hava var orada? Ali Deniz çok yakından tâkip ediyor konuyu. En son ABC News’un bir araştırmasını yolladı, sen de görmüş olabilirsin. Electoral Interactive Map dedikleri, başkanlık seçiminde eyâletlerdeki delege oylarının paylaşıldığı bir harita. 276’ya 262 görünüyor bu haritada. 170’i aşmaları gerekiyormuş. ABC News’un bu araştırmasında aşıyor görünüyor.
Ömer Taşpınar: Bahsettiğin şey Electoral College sanıyorum.

Ruşen Çakır: Evet. Bu araştırmadaki gibi Kamala Harris kazanıyor havası mı var gerçekten?
Ömer Taşpınar: O konuya geleceğim, ama önce bıraktığım konuyu bitireyim. Amerika “Önce Hamas başlattı” diyor ya? Bu tartışmada hiçbir zaman İsrail’in Gazze üzerindeki politikaları konuşulmuyor. Yani neden Hamas bu operasyona başladı? Hamas bir gün kalktı ve ortalık tozpembeyken, birdenbire bu operasyona mı girişti? Bu konuya girildiğinde, seni hemen Hamas’ı savunmakla suçluyorlar. Amerika açısından bu tartışmayı yapmak çok zor. Kamala Harris bile bu konuda zorlanıyor. Dediğim gibi, dün her ne kadar Filistinliler’e empatiyle yanaşmaya çalışsa da, İsrail lobisinin çok güçlü olması, Amerika'daki sistemin bir şekilde İsrail’i bir demokrasi ve o bölgede Amerika’nın müttefiki olarak görmesi ve etrâfının kendisini yok etmek isteyen ülkelerle dolu olduğu imajının devam etmesi, bütün dengeleri belirliyor.
Kamala Harris konusuna gelelim. Ali Deniz haklı. Ben de gördüm o araştırmayı. Ama şu anda yapılan projeksiyonların çok kıymeti harbiyesi olmayabilir, çünkü seçimlere daha var. Fakat Kamala Harris’in büyük bir ivme kazandığı kesin. Benim gördüğüm kamuoyu yoklamalarında genelde başa baş gidiyor. Fakat şöyle ilginç bir gelişme var: Dün Atlanta’da, Georgia Eyâleti’ndeydi Kamala Harris. Normalde Cumhuriyetçiler’e daha yakın olabilecek güney eyâletlerinde bile rekabet edebilecek duruma getirdi Demokrat Parti’yi. Öyle ki Biden bundan iki hafta önce, bırak Cumhuriyetçiler’in kırmızı eyâletlerini, “Mavi Duvar” dediğimiz Pennsylvania, Michigan, Wisconsin gibi eyâletlerde bile Trump’a karşı kaybediyor durumdaydı. Şu anda kamuoyu yoklamalarına göre, normalde mavi olabilecek, Demokratlar’a yakın Pennsylvania, Michigan, Wisconsin gibi yerlerde öne geçmekle kalmadı, Arizona, Georgia gibi bazı güney eyâletlerde bile rekabet edebilecek duruma geldi. Kamala Harris’in kampanyası şu anda oraları hedefliyor. Meselâ Arizona ve Florida gibi çok önemli eyâletleri alabilirse seçim biter. Pennsylvania’yı alması da belirli açılardan yetebilir, ama müthiş bir ivme kazanmış durumda Kamala Harris.
Burada sorulması gereken soru şu: Bu ne kadar devam edecek? Evet, şu anda bir heyecan var. Geçen hafta bahsettiğim gibi, kampanya için 200-250 milyon dolar toplanmış durumda. 150 bin gönüllü var. Bir Kamala Harris heyecânı var. Kamala beklenenden iyi bir hatip ve kendine güveniyle beklenenden daha iyi bir hatip olduğunu da gösteriyor. Meselâ Atlanta’da çok güzel bir konuşma yaptı. Trump çok agresif, Kamala’ya karşı çok öfkeli ve inanılmaz sert kelimeler kullanıyor. Kamala Harris Atlanta’da konuşma yaparken, ona “Donald” diye hitap etti. “Donald, sana bir şey söyleyeyim. Bizde bir deyim vardır: ‘Bir şey söyleyeceksen, gel yüzüme söyle’ ” diyerek, onu tekrar münâzaraya çağırdı. Şu anda minderden kaçan durumda Trump gibi gözüküyor ve Trump JD Vance’le berâber önümüzdeki hafta …

Ruşen Çakır: Tam onu soracaktım.
Ömer Taşpınar: O bayağı bir fiyasko. Bence Trump, Vance’i başkan yardımcısı adayı olarak seçtiğine pişman oldu. Çünkü kürtaj meselesi nedeniyle kadınlardan ve evanjelistlere, partinin aşırı sağ tabanına yönelik yaptığı konuşmalar nedeniyle oy kaybettiren bir aday hâline geldi. Ne kazandıracak bu adam? Ohio Eyâleti’ni bile kazandırma ihtimâli zor görünüyor. Çünkü Ohio normalde kırmızı eyâlet, ama orada da JD Vance nedeniyle büyük bir heyecan olduğu da söylenemez. JD Vance’in parti açısından doğru bir seçim olmadığından bahsediliyor. Kamala Harris’in gelmesiyle berâber Cumhuriyetçilerin dengesi bozulmuş gibi görünüyor
Ama şunu da söylemek gerekiyor: Seçime daha üç ay var. Kamala Harris’in, 2020 yılında Biden’a karşı adayken söylediği, Black Lives Matter meselesi, polis meselesi ve sınır meselesinde, daha çok partinin sol tabanına yönelik yaptığı konuşmaları ortaya çıkaracaklardır — ki zâten çıkarıyorlar. Kamala Harris’i bir San Francisco solcusu, radikal bir Marksist olarak sunacaklar — zâten yapıyorlar da. Ama bunlar artacak ve bu konuşmalar çıktıkça da Kamala Harris yaptığı o konuşmalardan geri adım atarak devam etmeye çalışacak. O zaman da inandırıcılığı konusunda soru işâretleri doğacak. Şu anda ivme kesinlikle Demokratlar’dan yana. Biden’ın yaptığı geri çekilme hamlesi Kamala Harris’e çok büyük bir destek yarattı. Fakat “Trump seçimleri kaybetti” demek için de çok erken.

Ruşen Çakır: Bitirmeden kısaca bir Venezuela’ya da değinelim. Dün Orçun Selçuk’la bir yayın https://medyascope.tv/2024/07/30/rusen-cakirin-konugu-orcun-selcuk-venezuela-ic-savasa-mi-gidiyor/ yaptım. Sen de tanıyorsun, kendisi çok parlak, genç bir akademisyen ve Venezuela’ya bayağı hâkim. O da dünyada Suriyeliler’den sonra en büyük göç veren ülkenin Venezuela olduğunu söyledi. Ve şimdi orada bayağı bir iç çalkantı var. İş bu sefer ciddîye binmişe benziyor. Maduro, açık farkla kaybedeceği düşünülen seçimi %51’le kazandığını îlân etti, ama çok ciddî itirazlar var. Venezuela’yı bir ara epeyce konuşmuştuk biliyorsun. Erdoğan’ın da sâhip çıktığı yakın arkadaşı, mâlûm. Peki şimdi ne olacak? Bu sefer iktidarda kalabilecek mi? İlk gözlemler ne yönde?
Ömer Taşpınar: Maduro’nun rakibi muhâlefet lideri Edmund González eski bir diplomat. Bu seçimlerde istediği şekilde propaganda yapamadılar. Venezuela demokratik bir ülke değil. Maduro basına hâkim. Bütün bunlara rağmen, González ve ondan daha da popüler olan Maria Corina Machado’nun ikisinin toplam oyunun %70’e yakın olduğu söyleniyor.
“Exit poll” dediğimiz ve genelde Batılı gözlemcilerin de onayladığı bir anket sisteminde, bu seçimleri Maduro’nun %30’la kapattığı, muhâlefet cephesinin de %60-70 oranında oy aldığı görünüyor. Amerika’nın da bakışı o yönde. Bu bir şekilde kesinleşiyor ve uluslararası gözlemciler tarafından da kabul ediliyor. Burada ABD’nin politikası şöyle: Zâten bir ara ekonomik yaptırımlar konmuştu, onlar azaltıldı. Çünkü seçime gitme karârını Maduro verdiğinde, buna bir havuç olarak bâzı ekonomik yaptırımlar azaltıldı. Amerika’yla Venezuela arasında da yine Katar arabuluculuk yapmış. Bunu yaparak, aslında Maduro’nun seçimlere doğru gitmesini sağlamış. Fakat Maduro’nun hîle yaptığı ve iktidarda kalmak için hem polisi hem gerekirse orduyu göreve çağıracağı ortada.
Venezuela bir iç savaş yaşamadı. Başta söylediğin rakam çok önemli. Ülkenin nüfusu 21 milyonken, ülkeden 7 milyon kişi çıkmış durumda. Dolayısıyla Venezuela, nüfûsunun üçte birini kaybetmiş durumda. Bu insanların önemli bir kısmı da ABD’ye gelmeye çalışıyor. Zâten Amerika’daki göçmen meselesinin önemli bir boyutu da Venezuela’dan kaçanlar. Venezuela’da petrol rezervleri inanılmaz derecede yüksek olmasına rağmen, enflasyon, kötü yönetim, yolsuzluk söz konusu. Önce Chavez, arkasından da Maduro yönetimi… Aslında Chavez’in ilk yıllarının hakkını vermek lâzım. Tıpkı AK Parti gibi başarılı olduğu bir dönem vardı. Yoksulluğu azalttı, dış politikada belirli başarıları da oldu. Fakat o dönem, Chavez’in ikinci dönemiyle kapandı. Arkasından Maduro’yla son derece kötü bir dönem başladı. Şu anda ülke gerçekten müthiş bir gerginlik içinde. Protestocuların sokağa çıkması gerekiyor. Fakat sokağa çıktıklarında da hem Maduro’ya oy veren insanların hem de polis ve askerin baskısıyla karşılaşıyorlar. Şu anda Amerika’nın başında bir de bu mesele var. Amerika dediğimizde hep Ortadoğu’yu konuşuyoruz, ama Venezuela çok daha yakın. Şimdi bu konuda da yine yaptırımların artırılmasından bahsediliyor. Ama zâten yaptırımlar nedeniyle Venezuela’nın ekonomisi bu kadar yerlerde sürünüyor. Bence Venezuela’nın önünde, demokrasiye geçip Maduro sonrası önünü görmesi için daha zaman var gibi. Maduro bir şekilde bu seçimleri hîle yaparak elinde tutmaya çalışacak.

Ruşen Çakır: Ömer, çok sağ ol. Yine çok yoğun bir yayın oldu ve çoğunlukla da kötü şeylerden bahsettik. Böyle de devam edeceğe benziyoruz. Tekrar çok teşekkürler. Haftaya tekrar buluşmak üzere. İzleyicilerimize de teşekkürler, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
12.01.2025 Kürtler Türkleri “satışa” mı getiriyor?
10.01.2025 Burak Bilgehan Özpek ile söyleşi: Erdoğan ve AKP'ye Suriye dopingi
05.01.2025 Esrarengiz bir süreç üzerine notlar
03.01.2025 Haftaya Bakış (248): Yeni çözüm sürecinde neler olacak? | DEM Parti'nin temasları | Kürşad Zorlu'nun istifası
02.01.2025 Mümtaz'er Türköne ile söyleşi: "Bu sürecin en büyük kaybedeni AK Parti ve Erdoğan olur"
29.12.2024 Ve yeni “Çözüm Süreci” başladı
27.12.2024 Ruşen Çakır ve Kemal Can ile Haftaya Bakış (247): Asgarî ücret ve CHP’nin tavrı, Suriye’de Türkiye damgası, Gelecek ve DEVA’dan istifâlar
25.12.2024 Transatlantik: Yeni Suriye’de Türkiye’nin rolü - Yemen İsrail’in hedefinde
24.12.2024 Altılı Masa’nın lâneti
22.12.2024 CHP ne zaman “Türkiye’nin birinci partisi” gibi davranacak?
12.01.2025 Kürtler Türkleri “satışa” mı getiriyor?
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı