Ruşen Çakır ve Kemal Can ile Haftaya Bakış (217): Hakkâri Belediyesi’ne kayyum atandı - Akşener’in Beştepe ziyâreti - Fethullahçılık nereye gidiyor?

07.06.2024 medyascope.tv

7 Haziran 2024’te medyascope.tv'de yaptığımız Haftaya Bakış’ı yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. “Haftaya Bakış”la karşınızdayız. Bu hafta maalesef Kadri Gürsel yine yok. Geçen hafta yurtdışındaydı. Bu hafta da hasta. İyileşmeye çalıştı, ama çok zor bir grip geçirdiği için kendini iyi hissetmiyor. Kendisine geçmiş olsun diyoruz. Kemal Can’la yine baş başa bir yayın yapıyoruz. Kemal, merhaba. 
Kemal Can: Merhaba Ruşen. 

Ruşen Çakır: Sen orada piknik alanındasın, ne güzel. Ayranını da içiyorsundur. O içtiğin ayran mıydı? 
Kemal Can: Hayır, su. Piknik alanında değilim, evin bahçesindeyim. 

Ruşen Çakır: Eyvallah. Kemal konuşacak bayağı bir şey var, ama öncelikle Akşener’i konuşalım. Burada seni tanık göstermiştim biliyorsun. Bundan 15 gün kadar önce, güvendiğim bir kaynaktan bir haber almıştım. Akşener’in Erdoğan’dan kendisi ya da oğlu için büyükelçilik isteyeceği, daha doğrusu aldığı söylenmişti. Bu haber çok bomba, ama tabiî ki doğrulatma imkânı yok. Çok riskli olduğu için de bu haberi yapamadım. Ama ne olur ne olmaz diye seni, Ufuk’u ve bir de İzmir’de bir arkadaş var, onu tanık gösterdim, hatırlıyorsun değil mi? 
Kemal Can: Evet. 

Ruşen Çakır: Hattâ sen bana, “Olabilir, ama çok erken değil mi?” demiştin.  Evet, hakîkaten bir görüşme için çok erken. Akşener ve Erdoğan baş başa, gizlice bir yerde görüşürler; ama böyle duyurularak Beştepe’de görüşmeleri çok acâyip bir şey. Çünkü daha yeni genel başkanlıktan ayrıldı Akşener. Bu görüşme haberi ile ortalık iyice karıştı. Müsavat Dervişoğlu, “Kötü bir şey yapmamıştır” gibi bir şeyler söyledi. Ama Koray Aydın çok sert bir açıklama yaparak “Bu olamaz” dedi. Partinin verdiği tepkiyi de yetersiz buldu. Tolga Akalın da bayağı sert bir şeyler söylemiş. Ve hâlâ ortada bir açıklama yok. Bâzı isimler –meselâ Fatih Altaylı– benim 15 gün önce duyduğum büyükelçilik iddiasını dile getirmişler. Aytun Çıray da söylemiş aynı şeyi. Bir belirsizlik var. Ben bugün yine güvenilir olduğunu düşündüğüm bir kaynakla konuştum. “Akşener’in bir yakınıyla ilgili bir sorun nedeniyle Erdoğan’la görüşmek istediğini, ama zamanlamayı Erdoğan’ın tespit edip, duyuruyu da Erdoğan’ın yapmasıyla Akşener’in zor durumda kaldığı”nı söyledi. Her halükârda bir yakınının sorununu görüşmek bile çok acâyip bir şey. Böyle bir karışık bir durum var. Türkiye’de sağın halleri, senin daha fazla uzmanlık alanına giriyor. Sağın halleri böyle. Her an her şey mümkün.
Ama şöyle bir husus var: Zâten İYİ Parti zor durumda. PanoramaTR’nin son anketinde %3 civârında gözüküyor, hiç şaşırmadım. Müsavat Dervişoğlu partiyi toparlamakta zorlanıyor. Tabiî ki iktidârı eleştirmeye çalışıyor, muhâlif bir parti kimliğine bürünmeye çalışıyor. Ama diğer yandan da Kurucu Genel Başkan olarak Meral Akşener’e hâlâ sahip çıkıyorlar. Akşener hâlâ parti üyesi. Milletvekili değil ama parti üyesi. Yönetimde değil ama kurucular kurulu üyesi. Böyle bir ortamda, “iktidârın dümen suyundaymış gibi” bir görüntü yaratması, ister anayasa konusu olsun ister kişisel bir konu olsun, sonuçta Erdoğan için bir propaganda malzemesi oldu. Meral Akşener ayağına geldi. Konuştular, fotoğraf çektiler. Bunda Erdoğan’ın aleyhine olabilecek herhangi bir durum yok bence. Kimse kalkıp, “Meral Hanım yakın zamâna kadar size çok sert lâflar ediyordu. Şimdi nasıl onu kabul edersiniz?” demez. Çok sert lâf etmiyordu aslında, eleştiriyordu; daha ölçülü bir eleştirisi vardı. Zâten Erdoğan’ın böyle bir derdi olsaydı, Bahçeli ile de ittifak yapmazdı. Sonuçta bunun faturası İYİ Parti’ye çıkacak gibi. Hele işin içerisinde gerçekten böyle kişisel bir konu varsa, iş iyice bambaşka bir yere gidecek. Ne dersin? 
Kemal Can: Hatırlarsan, Akşener’le ilgili daha önce, “MHP’nin yerine İYİ Parti mi ittifâka girecek? Erdoğan Akşener’i mi yanına çekecek?” gibi spekülasyonlar olmuştu. Çok gündemde oldu. Hattâ İYİ Parti kurulduğu andan îtibâren, zaman zaman bu tür tezvîrat oldu. Akşener’in birkaç kez şöyle bir şey söylediğini hatırlıyorum: “Ben gitsem bile seçmen bizi terliğiyle kovalar ve bizle beraber asla gelmez”… 

Ruşen Çakır: Sözünü kesiyorum ama, Akşener birkaç yıl önce kendisiyle yaptığım canlı yayında https://medyascope.tv/2020/12/12/iyi-parti-genel-baskani-meral-aksener-rusen-cakirin-sorularini-yanitladi/ da söyledi bu cümleyi. “Ben gitsem bile tabanım gelmez” lâfını çok vurgulu bir şekilde söyledi. 
Kemal Can: Evet. Akşener siyâsî târihe nasıl geçecek, nasıl bir portre olarak hatırlanacak bilmiyorum ama, çok önemli sözleri olan biri olarak kayda girmeyecek. Bunun, söylediği en doğru sözlerden ve gerçekleşmiş öngörü ya da kehânetlerden biri olduğunu söyleyebiliriz. Sâdece sıralaması biraz daha farklı. O şöyle söylemişti: “Ben Külliye’ye yaklaşırsam taban gelmez.” Ama sıralama tersten oldu. Taban kendisini bıraktıktan sonra Meral Akşener Külliye’ye çıktı gibi bir görüntü belirdi. Akşener Erdoğan’a gittiği için tabanını kaybetmedi, tabanını kaybettikten sonra oraya gitti.
Sen de işâret ettin; velev ki çok normal bir görüş alışverişi veya son derece kişisel ya da politik bir meseleyi görüşmek için gitti. Zâten bir sürü lider birbirleriyle ya doğrudan ya aracılar vâsıtasıyla zâten temas hâlindeler, bir görüşme yapabilirler. Ortalama herkes de böyle düşünür. Ama Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’ndan duyurusu yapılıp, târihi verilip, fotoğrafı servis edilerek, “Görüşecekler” diye deklare edilerek yapılması gerekmiyor. Bunun böyle yapılmasının bir anlamı var. Bunu herkes bilir. Bunun için siyâsetle ilgilenmek, gazeteci olmak gerekmiyor. Ortalama bir insandaki algısı budur. Duyurularak, gösterilerek yapılıyorsa, içeriğine ilişkin hiçbir açıklama yapılmıyorsa, burada sâdece bu görüşmenin olmasıyla ilgili bir resim verilmek isteniyor. Bu resmin iki tarafı var. Akşener, ya senin söylediğin spekülasyonlardan dolayı ya da hâlâ inisiyatifli bir politik aktör olarak devam niyetiyle, böyle bir hamlenin içerisinde yer alabilir. Ama geçirilen iki seçim ve ondan sonraki performans dikkate alındığında, eğer Akşener politik hayâtında bir devam hamlesi olarak bunu yapıyorsa, çok isâbetli bir hamle gibi durmuyor. Çünkü eğer kişisel bir fayda söz konusu değilse, ona çok yarayacak bir tarafı yok.
Erdoğan cephesinde ise olaylar bir süredir çok öyle gelişmiyor olmasa da, şöyle bir varsayım üzerine spekülasyonlar yapılıyor: “Erdoğan, Özgür Özel ile Bahçeli arasında sıkışmış durumda. Normalleşerek, Özgür Özel ile, CHP ile ya da muhâlefet ile temâsını biraz daha içerikli hâle getirecek ya da eski normalin düzeninde devam edecek.” Bu açmazda da iki tâne kritik aktörle temasları referans alınıyor. Özgür Özel ile görüşme. Sık sık bu görüşmelere referansla, Erdoğan’ın iki seçim arasında kaldığı söyleniyor.
Şimdi varsayımsal bir şey söyleyeceğim: Erdoğan belki sâdece iki seçenekten ibâret olan oyun alanını biraz daha genişletmek istiyor olabilir. Özgür Özel ile bu hafta görüşecek. Herkesin Özgür Özel görüşmesine atfettiği özel önemi kırmak ya da Özgür Özel’in, CHP’nin siyâsî inisiyatifini kırmak, oyun kurucu vasfını yeniden göstermekle ilgili bir resim diye düşünmüş olabilir. Bu yüzden îlânen bu görüşmeyi yapmış olabilir. Basitçe baktığımızda, Akşener’in temâsının Akşener’in siyâsî kariyerine bir şey katacağı yok. Ya da Akşener’i yanına almanın, Erdoğan’ı siyâsal destek anlamda çok rahatlatacak bir tarafı da yok. Ama önemli tarafı şu: Erdoğan, mecbûriyetler içerisinde sıkışmış bir siyâsî aktör görüntüsü vermek istemiyor. Her zaman ona atfedilen siyâsî zekâ, dehâ muamelesini ya da bu temel oyun kurucu ezberini tekrarlamak, bunu bir daha göstermek istiyor. Dolayısıyla hem Özgür Özel ile görüşmesinin içindeki mizansen ve bu araya yerleştirilen kayyum meselesi gibi çeşitli hamleler hem de Akşener ile görüşme gibi hamleleri başka şeylerde devam ettirecek. Benzer süreçler ya da hamleler göreceğiz.
Çok kısa bir süre önce, Akşener, kendi isteğiyle bir kongre süreciyle genel başkanlığı devretmiş ve hattâ kendisinin işâret ettiği adaya kongrenin de onay verdiği bir sürecin sonrasında, kimseyi bilgilendirmeden ya da en azından “Biz bilgilenmedik” demelerine neden olacak biçimde bir liderin böyle bir hamle yapması, diğer genel siyâsî tablodaki anlamının ötesinde, hâlâ ilişkide olduğu ve kurucusu olduğu partiyi çok zor durumda bırakan bir şey. Genel başkanlığı bıraktı fakat her yerde görüyoruz. Meselâ ben buradaki yerel teşkîlâtta görüyorum. Bütün il, ilçe binâlarında ve neredeyse teşkîlâtın her yerinde hâlâ Akşener’in fotoğrafları asılı. 

Ruşen Çakır: Kemal, sözünü keseceğim. Bir kere daha belirtmiştim, AK Partililer, Müsavat Dervişoğlu’nu Meclis’te ziyâret ettiklerinde bir fotoğraf karesi var. Arkada Akşener’in fotoğrafı. Her yerde Akşener. Silmeye de niyetleri yok gibiydi. Ama şimdi herhalde yavaş yavaş kaldırılıyor olabilir. 
Kemal Can: Şununla benzeştirilebilir: “Özgür Özel ile yapılan görüşmenin de içeriği açıklanmadı. Ortak bir açıklama yapılmadı. Ne konuştukları söylenmedi. Ne var bunda?” diye düşünülebilir. Ama onunla ilgili pek çok haber dinledik, okuduk. “Şu konular gündeme getirildi, bu konular gündeme getirildi” diye yazıldı, söylendi. Hattâ gündeme getirilmiş olan bâzı konulardaki gelişmelerle ilgili sonradan bilgi aktarıldı. Bunlar haberlere konu oldu. Genellikle görüşmenin içeriğiyle ilgili doğrudan taraflar açıklamasa bile, haber olarak, kulis olarak yayılan şeyler politik meseleler. Ama şimdi Akşener görüşmesinden sonra, “Ne görüştüler?” kısmında, “Normalleşmeyi konuştular” gibi bir kulis duymuyoruz. “Kişisel bir iş mi halletti? Bir makam mı sağladı? Yakını için bir tavassut talebinde mi bulundu?” gibi son derece rahatsız edici sorular oluyor. Doğrudur, değildir ayrı bir şey. Ama en azından bu tür spekülasyonları engellemek için rapor olarak ne konuştuğunu anlatması gerekmese bile, en azından neden bu görüşmenin yapıldığı hakkında iki satır bir şeyler söylenebilir. Zâten o kadar gizliyse niye alenî yapıldı? Tamam, ne konuştuğunu söyleme; ama niye bu görüşmenin yapıldığını açıkla. Bunu dahi yapmaması, İYİ Parti’yi son derece sıkıntılı duruma sokuyor. Artık genel başkan olup olmaması sorunu değiştirmez. Çünkü ona karşı bayrak açılmış ve Akşener devrilerek kongre alınmış değil. Onun da içinde olduğu bir süreçti bu. Hattâ kongre sürecinin sonrasında, “Akşener partiden elini tam çekmedi. Başkalarının elinin hâkim olmasına râzı olmadığı için bunu yaptı” gibi yorumlar var. İşte sen o kulis bilgisini bana söylediğinde, benim “Fazla erken değil mi?” dememe neden olan şey bu. Bu kadar hızlı biçimde ve böyle yapılması, hem kendisini hem partisini hem de genel siyâsî tabloyu rahatsız etti. Meselâ Genel Sekreter Uğur Poyraz’ın “İçeriği açıklanmalı” şeklinde bir paylaşımı vardı. Koray Aydın kezâ öyle. Sosyal medyada çok çalkalanma yarattı. Böyle bir dalga yaratacağı çok açık. Bunun öngörülmemesi imkânsız. 

Ruşen Çakır: Kemal, istersen bir diğer “erken” olaya geçelim. Kayyum olayı erken oldu. Hep bir beklenti vardı, ama 30 günden biraz fazla zaman sonra Hakkâri’ye kayyum atandı. Açıklamada “Kayyum” lâfı kullanılmıyor. Belediye Başkanı mahkûm edildi, tutuklandı. Ama normal şartlarda belediye başkanının durumu öyle olunca belediye meclisi yeni başkan seçiyor. Acaba buna imkân tanıyacaklar mı? Tanımayacaklarmış gibi duruyor. Vâli büyük bir heyecanla belediye başkanlığına oturmuş. Zâten bir iddiaya göre, önceden hazırlık yaptığı söyleniyor. Tabiî burada çok soru var; ama ilk sorulardan birisi: Başka yerlerde de kayyum olacak mı? Erdoğan kapıyı aralık tuttu, “Her an başka yerlerde de olabilir” gibi bir havada. En azından Damokles’in Kılıcı gibi sallandıracaklar. Böyle bir bekleyiş var. Meselâ, Erdoğan resmini kaldırdığı için Tatvan Belediye Başkanı hakkında hemen soruşturma açılıyor. En ufak bir fırsatta DEM Partili belediyelere imkân vermek istemeyecekler ve kayyum atama yoluna gideceklermiş gibi bir hava oluştu.
Geçen haftalarda yaptığım Güneydoğu gezisinde, konuştuklarım, gördüklerim, gözlemlerim şunu gösteriyor: Kayyum uygulaması tam anlamıyla iflâs etmiş bir uygulama. İflâs etmiş olması yapmayacakları anlamına gelmiyor. Hep “bu rasyonel değil” deniyor. Ama Erdoğan “Zâten artık burada oy alamıyorum” diyerek bunları yapabilir. Tabiî bu arada her zaman olduğu gibi, “Erdoğan değil de MHP bunu yaptırıyor” diyenler var. Ama ben böyle olduğunu sanmıyorum. MHP tabiî ki memnun, bundan yana bir şikâyeti yok; ama Erdoğan’a rağmen MHP’nin Hakkâri’ye kayyum ataması gibi bir olay olamaz. Bir şekilde MHP belki özel olarak talep etmiştir, ama bunun da karşılığı verilmiştir. Erdoğan’dan bağımsız bir MHP iktidârı yok. Tabiî bu bir beklenti hâlinde.
Bu arada Belediyeler Birliği seçimi oldu biliyorsun. CHP iki DEM Partili’yi, Ahmet Türk ve Serra Bucak’ı da Encümen’e aldı. Yeniden Refah ve İYİ Parti’den de birer kişi aldılar. AK Parti ve MHP’ye de teklif etmişler, onlar istememiş. Tabiî bu arada ilginç bir parantez var. Galiba 8 AK Partili Belediye Başkanı da Ekrem İmamoğlu’na oy vermiş, biliyorsun değil mi? Belediyeler Birliği oylamasında 8 fire saptanmış, herhalde fellik fellik onları bulmaya çalışıyorlardır. Bu böyle sürecek gibi geliyor bana. Bu kayyum uygulamasıyla ilgili, ilk baştan beri, “Yapmazlar, normalde yapmamaları beklenir, ama yine de belli olmaz” dedim. Hakkâri ile başladı. Hakkâri’nin bir de şöyle bir özelliği var: İl belediyeleri içerisinde AK Parti’nin en yakın ara kaybettiği yer, bildiğim kadarıyla. Meselâ Batman’da 50-60 puan fark var. Diyarbakır’da 30-40 puan fark var. Ama Hakkâri, AK Parti’nin birkaç yüz oyla kaybettiği bir yerdi. Özel olarak orayı seçmiş olabilirler. Bir de insanlar, “DEM Parti, dâvâsı olan adamı niye aday gösterdi?” diyorlar. Meral Danış demiş ki: “Dâvâsı olmayan mı var? Kimi gösterelim?” Çünkü DEM Parti’de hemen hemen herkesin bir dâvâsı var. 
Kemal Can: Bildiğim kadarıyla, Ahmet Türk’ün de dâvâsı var. 

Ruşen Çakır: Evet, mahkûmiyeti var.
Kemal Can: Üstelik Ahmet Türk sâdece belediye başkanı değil, İmamoğlu listesinden Belediyeler Birliği Yönetim Kurulu’na da seçildi. Ben de, kayyum atandığı gün, kendisine bayağı “muhâlif” diyen, hattâ herkesten daha muhâlif olduğu iddiasıyla muhâlefetteki bir sürü insanı komployla suçlayan birtakım zevâtın, “Evet, kayyum çok yanlış, ama buna fırsat verecek bir şey de olacak iş mi?” diye açıklamalar yaptığını ve bunun gayet mâkul bir şey olduğunu düşünerek konuştuklarına tanık oldum. Bir kere şu çok abes bir şey: Bir siyâsî partinin haksız biçimde yargılandığını, suçlandığını düşündüğü birini aday göstermek gibi bir hakkı var. Buna provokasyon denemez. Denmesi, ancak demokrasiye, hukuka, hiçbir şeye inanmamakla mümkündür. Böyle saçma bir şeyi ileri sürerek tartışmaya başlamak ya da “Tamam, yanlış, ama işin bu tarafını da konuşmak lâzım” diyerek dipnotlar açmak, biraz önce senin söylediğin gibi, hakîkaten, iktidârın hiç de mâkul ve rasyonel olmamasına rağmen bu tür şeyleri yaparak nasıl bir normal yaratmaya çalıştığını gösteriyor aslında.
Hiç alâkası yok gibi görünüyor belki, ama 1 Mayıs Taksim meselesi dolayısıyla gözaltına alınan ve tutuklananlara verilen akıl ve izanla bağdaşmayacak, talep edilen mahkûmiyet süreleri de benzer bir durum. Burada uçlaştırılan bir şey var. Hiç kimsenin, iktidârın üstüne gelmesine vesîle olabilecek riskli hiçbir şey yapmadan, her şeyden kaçınarak, sâdece onun mâkul ve mümkün saydığı sınırlarda hareket etme normalini devam ettirmek demek bu. Bu baskıyı yapanlar kadar, bu hukuksuzluğu sürdürenler kadar, bundan böyle bir sonuç çıkartanlar da en az onlar kadar sorumlu bence. İşin bu tarafını bir kaydedelim ve koyalım.
Şimdi gelelim öbür tarafına: Haftalardır konuşuyoruz. Hattâ yerel seçimden bu yana bir normalleşme, yumuşama gündemi var. Sanki öyle bir gündem varmış gibi. Kayyum atandı ve atandıktan sonra şöyle cümleler kuruluyor: “Kayyumla normalleşme olur mu?” Normalleşme, sanki var olan bir şey ve onu bozan bir şey yapıldı gibi anlatılıyor. Ortada bir normalleşme yok. Sâdece referans olarak gösterilen, Abdülkadir Selvi’nin yazdığı dışında bir normalleşme referansı görmedim. Normalleşme hakkında, “Evet, bu tarafta sertleşmeler var, ama bir de normalleşme var” diye bu tarafa dizdikleri şeyler, Abdülkadir Selvi’nin birkaç tâne yazısı.
Meselâ Cumartesi Anneleri listede önemli aşama olarak kaydediliyordu. 1000 haftaya izin verdiler. 1001. haftada tekrar eylem yasağı koydular. Sâdece sembolik birkaç kişinin meydana girmesine izin verdiler. Yani, bildiğimiz Cumartesi Anneleri eylemine izin verilmedi bir hafta sonra. Hatırlıyorsan, AKP Grup Başkan Vekili bunu, “normalleşmenin şâhikası”, Abdülkadir Selvi de “ikinci büyük adım” olarak açıklamıştı. Kayyum meselesini, normalleşmeyi aksatan bir mesele olarak değil, eski normalin, bildik yöntemlerle ve yollarla ilerleme inadında görüyorum. Sen de değindin; “İktidar içerisindeki kanatlar meselesi” de bence bu olay îtibâriyle biraz daha tartışmalı hâle geldi. Çünkü Hakkâri Belediye Başkanı’nın görevden alınıp kayyum atanması işlemini İçişleri Bakanlığı yaptı ve hatırlarsan, normalleşmenin ve MHP ile gerilimin en kritik aktörü olarak İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya işâret ediliyordu. İki gün bekleyip mahkûmiyet karârı çıktıktan sonra, yapılacak bir işlem ve asıl olarak hamleyi Adâlet Bakanlığı’nın ya da yargının yaptığı bir hamle olmaktan öne çekip, İçişleri Bakanlığı’nın bir tasarrufu hâlinde yapılmış olması, aslında bir şey anlatıyor. Aylardır Ali Yerlikaya ile MHP arasındaki gerilim hikâyesinin bize anlatıldığı gibi olmadığını düşündürüyor. Ya da orada artık kontrolün, gerilimin başka bir şekilde sonuçlandığı ve bir tarafın artık kazandığı anlamına geliyor.
Dolayısıyla, işin iktidar tarafında “Rasyonel değil. Bunu niye yapıyor? Genel gidişâta da uymuyor” düşüncelerine ben çok katılmıyorum. Tam tersine, Erdoğan’ın hızla “yine normalleşmeye” başladığını, kendi normaline dönmeye çalıştığını düşünüyorum. Erdoğan açısından asıl anormal olan böyle yumuşama gibi lâflar edip bir şeyler yapacağına ilişkin îmâmalarda bulunmasıydı. Yerel seçim travmatik bir şaşkınlık yaratmıştı. Şimdi hızla kendi normaline dönüyor ve normalleşiyor. O anlamda, evet, normalleşiyor. Bu bildiğimiz bir normal zâten. Yani kayyum 3. dalga.

Ruşen Çakır: Kemal, bugün Murat Sabuncu’nun T24’teki haberini https://t24.com.tr/yazarlar/murat-sabuncu/gezi-davasi-dosyalari-adalet-bakanligi-na-dogru-yola-cikti,45150 gördün mü? 
Kemal Can: Hangisini diyorsun? 

Ruşen Çakır: Gezi ile ilgili dosya Adalet Bakanlığı’na yollanmış. Murat’la konuştum, beklenti yüksekmiş. Hattâ 12’sindeki Erdoğan-Özgür Özel görüşmesi öncesinde birtakım gelişmeler olabilir deniyor. Her halükârda birçok şey normalleşse bile, Kürt sorunu konusunda normalleşme söz konusu değil pek, onu görüyoruz. Ama bu önemli bir gelişme. Bir şey çıkacağının garantisi yok tabiî, ama beklenti de var. Onu da bir not olarak düşelim.
Kemal Can: İnşallah. Zâten bu işleri konuşurken açıkçası kişisel olarak bunu söyleme ihtiyâcı duyuyorum. Bu normalleşme beklentilerine şüpheyle yaklaşırken, hep vicdânî bir yük de taşıyorum. Çünkü normalleşmenin adımları olarak sayılan şeylerde, kişisel olarak tanıdığım ve çok haksızlığa, zulme uğradığını düşündüğüm birtakım insanların, belki biraz rahatlayabilecekleri, bu eziyetin son bulabileceği bir şeyin olabilme ihtimâlini, sanki hiç böyle bir şeye imkân yokmuş gibi iddia etmekten de kaçınmak istiyorum. Hakîkaten inşallah olur. Olabilir de, ama ben Erdoğan normali olarak şunu işâret ediyorum: Oradaki sınırları, işte “Kürtler dışarıda”, “onun zamanı bu, şimdi bu”, “sonra bu” gibi zamanlamaları, neyin normalleşme olduğunu, neyin ne zaman normalleşme sayılacağını belirleme inisiyatifini eline aldığı bir süreç yaşıyoruz. Bu, inşallah birilerinin rahatlamasına neden olur. Meselâ, 1000. Haftada, Cumartesi Anneleri görkemli biçimde Galatasaray Meydanı’nda pek çok destekçileri ile birlikte oturma eylemi yapabildiler. Ne güzel, ama devâmı gelmedi. Çünkü Gezi Dâvâsı da daha önce beraatla sonuçlanmıştı ve yine bizzat Erdoğan’ın müdâhalesiyle yeni bir dâvâ süreciyle bugün gelinen noktaya varmıştı. İnşallah o da başka türlü olur. Ama bu kayyum adımında da gördüğümüz gibi, normalleşmenin kimlerle olacağı, normalleşmenin sınırları, normalleşmenin zamanlaması gibi şeyler, iddia edildiği gibi Erdoğan’ın mecbûriyetleriyle çizilen bir rotadan hafif sapmış gibi görünüyor. Ayrıca, bunun bir parçası olarak, “Yerel seçim travmasından sonra, Erdoğan kabineyi değiştirecek, partiyi değiştirecek, onu değiştirecek, bunu değiştirecek, çok acayip şeyler yapacak  iddialarında, Kızılcahamam Toplantısı ve sonrasında da kongre sürecinin yayılması ve neredeyse gelecek seneye kadar partiyle ilgili herhangi bir adım atılmayacak olduğunu öğrenmiş bulunuyoruz.
Dolayısıyla ben Erdoğan’ın bu anlamda normalleşme gündemini ele geçirme hamleleri içerisinde olduğunu, muhâlefetin elbette ki buradan somut sonuç alınacak yerlerde baskısını artırıp, ama normalleşme gündemini de Erdoğan’ın keyfine teslim etmemesi gerektiğini düşünüyorum. Bu kayyum meselesinde, CHP’nin hem refleksi hem Özgür Özel’in açıklamaları hem Hakkâri’ye gitmiş olmaları, ama daha önemlisi peşinden Belediyeler Birliği seçiminde yapılan hamle bence isâbetliydi. Çünkü bu yerel seçimde İYİ Partili ya da milliyetçi seçmenin, Afyon, Kastamonu gibi yerleri CHP’nin kazanmasına neden olacak seçmenin, CHP üzerinde bir baskı, bir yük oluşturabileceğini, dolayısıyla daha cesur adımlar atmaktan geri durabileceğini düşünenler fazlaydı. Ama ilk refleksler böyle ilerlemiyor. Tam tersine, CHP bu yükü yönetebileceğini gösteriyor. Bu da pozitif bir durum.

Ruşen Çakır: Kemal, biliyorsun Ersun Yanal Amedspor'a teknik direktör oldu. Bu iyi bir gelişme. Bunu da normalleşmenin bir ayağı olarak görebilir miyiz? Şaşırdım açıkçası. 
Kemal Can: Bu arada tabiî ben de bir övünç çıkartabilirim: Gençlerbirliği’nin eski hocası Mesut Bakkal da Amedspor’u şampiyon yapan hocadır. 

Ruşen Çakır: Hemen de Gençlerbirliği’ni sokuşturdun. Gençlerbirliği mi kaldı?
Kemal Can: Kaldı tabiî. Ama Galatasaray kalmadı. 

Ruşen Çakır: Niye? Şampiyon olduk. Daha ne yapalım?
Kemal Can: İktidar olmak gibi. Şampiyon da olursun ama, neyse… 

Ruşen Çakır: Neyse girmeyelim o konuya. Bugün “Okyanus ötesinde sabah oldu, benim de küfür ve hakaret saatlerim başladı” diye bir paylaşım yaptım. Daha sabah namazını kılmadan, –kılıyorlar mı bilmiyorum– bana sosyal medyada sataşarak güne başlayan çok sayıda Fethullahçı var, en son yaptığım Ebuseleme Gülen yayınından https://medyascope.tv/2024/06/06/fethullah-gulenin-yegeni-ebuseleme-gulen-rusen-cakira-konustu-cok-gunahimiz-var-itiraf-etmeliyiz/ hareketle. Mâlûm, benim dönem dönem kapışmalarım oluyor.
Ama bunun ötesinde, Fethullah Gülen’in durumunu biliyorsun. Üç gazeteci, Fethullah Gülen’i yeni taşıdıkları eve gitti. Fotoğraf ve video çektiler, ama sağlık koşulları elvermediği için Fethullah Gülen’le konuşamadılar. Anlaşılan, Fethullah Gülen, örgütü, şebekeyi yönetebilme kapasitesinde değil ve bir tartışma var. “Amerika Birleşik Devletleri, Gülen’i Türkiye’ye iâde etti” diye bir haber çıktı biliyorsun, ama hiç inandırıcı değildi. Nitekim doğru çıkmadı. Ben daha yeni konuştuğum için tekrar tekrar konuşmak istemiyorum. Bu konu pek ilgini çekmiyor sanki. Var mı bu konuda söyleyeceğin? 
Kemal Can: Çekmiyor, çünkü ben son derece sınırlı bilgiye ve bilgi kaynaklarının da son derece şâibeli olduğu alanlara çok ilgi duymuyorum. Bu alanlarda çok iyi çalışan meslektaşlarımız var, onları da takdirle izliyorum. Ama benim genel eğilimim, böyle gizli kapaklı, çok az kişinin bildiği, o bilenlerin de son derece sorunlu kişiler olduğu alanları çok hevesle takip etmiyorum. Çünkü yanılma ve yanıltılma riski çok fazla.

Ruşen Çakır: Yani şimdi bana lâf mı çakıyorsun Kemal?
Kemal Can: Hayır, sana lâf çakmıyorum. Niye o kadar çok ilgilenmediğimi anlatıyorum. Bunu çok iyi yapanlar ve o alanları çok iyi bilenler var. Çok iyi bildiğim bir alan değil. Aslında hâdisenin gelişiminde de, Gülen Cemaati’nin kendisi bile şeffaflık talep eden bir zemine zorlandıysa, ortalık iyice toz duman demektir. Çok fazla spekülasyon var. Önceden beri bu devam ediyor zâten. Galiba birkaç versiyon daha önce de yaşandı. Hem spekülasyonlar yaşandı hem tartışmalar yaşandı. Oraya görüşmek üzere giden gazetecilerle bile temas etmesine izin verilmiyorsa, şu anda bir cemaati ne idârî olarak ne ruhânî olarak devam ettirme kabiliyeti kalmamış demektir. Bu, aslında orada başka cemaat ve tarîkatlarda yaşadığımız gibi bir iktidar mücâdelesinin kapısının aralandığını gösteriyor. Buradan ne çıkacağını çok kestiremiyorum. Sizi tâkip edeceğim, yoksa benim özel bir bilgim ve özel bir ilgim yok.

Ruşen Çakır: Dün Ekrem Dumanlı ve Levent Kenez bir yayın yaptılar. Yayında tabiî ki bu sorulara cevap vermeye çalışıyorlardı. En çok da benden rahatsız olmuşlar. Seni de ilgilendiren bir şey söyleyeceğim Kemal: Ruşen Çakır’a çıkmak pavyona düşmek gibiymiş, ona göre. Öte yandan, çok güzel bir tespiti var. Bana “profesyonel münâfık” diyorlar. Hattâ Amerika’da bizim Edip Yüksel var ya, bana diyor ki; “Sana ‘profesyonel münâfık’ dedi zındık, ne diyorsun?” Ben de Edip’e “Bu işlerin uzmanı sensin. Doğru olabilir mi?” diye sordum.
Yakın zamâna kadar Türkiye’deki önde gelen gazetenin ve yayın grubunun en tepesinde olan adamın –ki zamanında tanışıklığımız da vardı–, kalkıp “pavyon”, “profesyonel münâfık” falan demesi, aslında kendileri açısından olayın ne kadar… Bu seviye kaybı açıkçası bir şeyi gösteriyor. Bir şeylerin eskisi gibi gitmediğini zâten biliyoruz da, artık iyice zıvanadan çıkmışlar. Sonları çok parlak olmayacak gibi geliyor bana. Bunu bir temennî olarak da söylüyorum, ama esas, tespit olarak söylüyorum. Bu ülkeye çok kötülük yaptılar, sonları da kötü olacak gibi geliyor bana.
Bir de tabiî burada en önemli husus, bugün yaptığım başka bir yayında https://medyascope.tv/2024/06/07/rusen-cakir-izleyicilerle-degerlendirdi-fethullah-gulenden-sonra-fethullahcilik/ da söylediğim gibi, bu tür adamlar kaçıp gittiler, değil mi? 15 Temmuz’dan sonra yakalandıklarını gördük mü? Yüzlerce, binlerce insan, sırf Bank Asya’ya para yatırdılar diye, Zaman gazetesine abone oldular diye içeri atıldılar. Zaman gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Amerika’ya kapağı atıyor, Zaman gazetesine abone olan yüzlerce insan hapis yatıyor. Çok acâyip bir şey.
Kemal Can: “Gittikçe daha da seviye düşüyor” diyorsun ya, kötülük, işler zorlaştığında daha çok açığa çıkan, daha çok görünür olan bir şey. O zamanlar her şeye hâkimken, havalarından geçilmeyen insanların kalibresi, fıtratı, böyle zamanlarda çok daha açık biçimde ortaya çıkıyor. Zorluk anlarında, problemlerle karşı karşıya kalındığında, kötülük, geometrik bir sıçrama yaşıyor. 

Ruşen Çakır: Sen bu pavyon husûsunu bir düşün bence.
Kemal Can: Pavyonla ilgili bir sorunum yok. Düşülecek en kötü yer olduğunu düşünmüyorum. Daha kötü yerler var. Daha kötü çıkılacak yerler de var. Yani çıkıldığı zannedilen yerlerin daha kötü olduğu durumlar var. Onun için çok göreli bu.

Ruşen Çakır: Kemal, burada noktayı koyalım. Kadri’ye geçmiş olsun diyelim tekrar. Haftaya, yayını üç kişi yaparız inşallah. İzleyicilerimize de çok teşekkür edelim. İyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
22.09.2024 Erdoğan ile Esad buluşmasını beklerken
15.09.2024 Erdoğan’ın “din düşmanları”na ihtiyacı var
13.09.2024 Haftaya Bakış (231): İmamoğlu-Yavaş rekabeti - Narin Güran cinâyetinde tutuklamalar - Genç teğmenler krizi
12.09.2024 Mehmet Altan ile söyleşi: Türkiye’nin gidişâtı
12.09.2024 BRICS nedir? Türkiye üye olursa ne olur? Sinan Ülgen ile söyleşi
11.09.2024 Transatlantik: Trump-Harris düellosu - Hakan Fidan Arap Ligi’nde - 23. yılında 11 Eylül saldırıları
09.09.2024 Hafta Başı (1): Narin Güran cinayeti | Erdoğan teğmenleri hedef aldı | Hopa’da yaşananlar
08.09.2024 Erdoğan genç teğmenlerden rahatsız
07.09.2024 Müslüman Kardeşler out, “kardeşim Sisi” in!
06.09.2024 Ruşen Çakır, Kemal Can ve Kadri Gürsel ile Haftaya Bakış (230): CHP iktidara yürüyor mu? Sisi-Erdoğan kavuşması - Teğmenlerin kılıçlı yemini
22.09.2024 Erdoğan ile Esad buluşmasını beklerken
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı