Müslüman Kardeşler out, “kardeşim Sisi” in!

07.09.2024 medyascope.tv

7 Eylül 2024’te medyascope.tv'de yaptığım değerlendirmeyi yayına Gülden Özdemir hazırladı

Merhaba, iyi günler. Bıktığınızın farkındayım, ama bu Sisi konusunda bir şeyler söylemek istiyorum. Ağırlıkla kişisel bir yayın olacak, çünkü bâzen insan kendince târihe not düşmek ister — bu da öyle bir olay. Geçenlerde sosyal medyada şöyle bir şey sordum: “Samîmî olarak merak ediyorum. Türkiye’nin herhangi bir yerinde herhangi bir şekilde Sisi’nin gelmesi protesto edildi mi?” Genellikle gelen cevaplar, iktidar eleştirisi anlamında Erdoğan’a yönelik şeyler oldu. Bâzı iktidar yanlılarının verdiği cevaplar vardı. Bunlardan en acâyip olanı, “Peki sen protesto ettin mi?” cevaplarıydı. Birden fazla geldi. Şimdi, normalde bir gazeteciye böyle bir şey sormanın hiçbir anlamı yok; çünkü bir gazeteci olarak çok önemli bir olayı, çok önemli bir dönüşümü, değişimi sorguluyoruz.
Yıllar önce Türkiye’de değişik vesîlelerle “Râbia” işâreti yapılır, Sisi meselesi gündeme getirilirdi. 2019 yerel seçiminde İstanbul’da, “Binali Yıldırım mı, Sisi mi? Kimi seçeceksiniz?” denmiştir. Erdoğan her vesîleyle bu olayı gündeme getirdi, canlı yayınlarda, mitinglerde vs.. Buna cevap veremeyenler –çünkü buna verilecek olan cevap ister istemez bir Erdoğan eleştirisini, iktidârın aynaya bakmasını gerektiren bir durum olduğu için–, genellikle böyle şeylerde, “Öyle diyorsun ama, peki şu, peki bu…” diye cevaplar verilir. Bu bana sorulan, “Sen protesto ettin mi?” sorusu da böyle. Benim böyle protesto etme diye bir şeyi tek başıma yapacak hâlim yok. Ama şunu söylemek istiyorum, bu yayında da söyleyeceğim, bugüne kadar da her vesîleyle söyledim: Sisi benim gözümde darbeci bir generaldir. Her ne kadar seçimler yapmış olsa da meşrûiyetini esas olarak silâhtan almıştır. Ve bu anlamda da hiçbir şekilde yakın hissettiğim birisi değildir. Özellikle iktidâra ilk geldiği andan sonra yaptığı katliamlar da asla kabul edilemez ve lânetlenmesi gereken şeylerdir.
Buna benzer bir olayı Esad konusunda da yaşamıştık. Gerek babasının, gerekse kendisinin değişik dönemlerde halkına karşı yaptığı zulümleri hiçbir zaman tasvip etmediğim birisidir Esad ve hep mesâfeli olmaya çalıştım şahıs olarak. İdeolojik olarak hiçbir yakınlık duymuyorum. Ama bu, onun rakiplerinin doğru olduğunu düşünmeme neden olamaz. Yani böyle savaşlarda, hele böyle iç savaşlarda, mümkün olduğu kadar serinkanlı bir şekilde gözlemci olup, herkese mesâfeli ve eleştirel olmayı tercih eden biriyim. Hayâatımda Suriye’ye gitmedim, ama Mısır’a çok gittim, yani birden fazla kez gittim ve her seferinde çok etkilendiğim bir ülkedir Mısır. Zor bir ülke, büyük bir ülke, çok sorunları olan bir ülke. Ama hep bir câzibesi var. Tabiî ki turistik açıdan piramitler vs., onlar apayrı; ama Kuzey Afrika’da önemli bir ülke, farklı yapıların olduğu bir ülke.
Ve benim kişisel hikâyemle örtüşen yönü de tabiî ki şu: Ben İslâmcılık çalışan bir gazeteci olduğum için, Mısır benim için hep bir câzibe merkezi oldu. İlk okuduğum kitaplar –ki o târihlerde Türkiye’de Türkçe çok fazla kitap yoktu bu konularda–, Fransızca ve İngilizce, esas olarak Fransızcadan Müslüman Kardeşler’in öykülerini okudum; yani öyküleri dediğim, onlar üzerine yapılmış bilimsel çalışmaları okudum. Ve bir süre sonra, ilk bir toplantı için Mısır'a gittiğimde –ki Kadri Gürsel de vardı o toplantıda, berâber bayağı bir de dolaşmıştık– orada da yerinde görme imkânı buldum. Daha sonra Necmettin Erbakan başbakanken yaptığı gezide, o meşhur Libya’da çadır skandalının yaşandığı gezide ilk durak Mısır’dı. Ben de o geziyi izleyen gazeteciler arasındaydım ve o târihte en çok merak edilen hususlardan birisi, Erbakan’ın Hüsnü Mübarek’le görüşmesinde Müslüman Kardeşler konusunu gündeme getirip getirmeyeceğiydi. Çünkü Müslüman Kardeşler, Mübarek rejiminden şikâyetçiydi. Erbakan da onlara bir şekilde sâhip çıkmak istiyordu. Biz gazeteciler Mübarek’in sarayının önünde bir otobüste sıcakta bekledik. Sonra ben birden, “Ya, burada nasıl olsa bir şey çıkmayacak” deyip bir şekilde Müslüman Kardeşler’in o tarihteki lideri, sonra hayâtını kaybetmiş olan Mustafa Meşhur’a ulaştım. Daha doğrusu onun temsilcilerine, danışmanlarına ulaştım. ATV adına gitmiştim o sırada. O zamanki ATV, Ali Kırca’nın haber dâiresinin başında olduğu ATV idi. ATV kameramanı arkadaşım Ateş’le berâber Kahire’nin dışındaki evinde Mustafa Meşhur’la röportaj yapmıştık ve Türkiye’den gelen bütün gazetecileri atlatmıştık. O yüzden benim için, hem Mısır’ın hem Müslüman Kardeşler’in ayrı bir yeri vardır.
Daha sonraki gidişim, darbeden sonra oldu. Darbeden sonra, Vatan gazetesinden foto muhabir arkadaşım Burak’la berâber gittik ve Adeviyye Meydanı’nda Müslüman Kardeşler’in o direnişini yerinde izledik. 4-5 gün kaldık, röportajlar yaptık vs.. Çok çarpıcıydı, çok etkileyiciydi. Biz döndükten kısa bir süre sonra, aynı yerde o büyük katliam oldu. Mısır, kendimi bir şekilde yakın hissettiğim, önemsediğim bir ülke. Müslüman Kardeşler’le gazeteci-haber ilişkisi anlamında, ama çok sayıda eski lideri de dâhil olmak üzere sonra o Adeviyye Meydanı’ndaki direniş sırasında en alttan en üst kademeye kadar insanlarla görüşmüş birisi olarak, Müslüman Kardeşler ile de bir şekilde en azından tanışıklığım vardı ve bu anlamda oradaki o katliamın yaşanması beni gerçekten çok yaraladı, üzdü. İllâki İslâmcı olmanız, Müslüman Kardeşler’e sempati duymanız gerekmez böyle durumlarda.
O târihten îtibâren Erdoğan’ın Sisi rejimine karşı izlediği politika mâlûm: Bütün bağları kopardı. Hem Sisi’ye meydan okudu, hem de Sisi’yi meşrû gören güçleri eleştirdi Erdoğan ve çok da büyük destek aldı kendi tabanından. Ama bence çok abartılıydı o andan îtibâren. Hattâ şunu da çok iyi biliyorum: Darbeden sonra gittiğimizde orada bunu çok net bir şekilde görüyorduk. Henüz katliam olmamıştı, o büyük yol ayrımı yaşanmamıştı, ama tutuklamalar başlamıştı. Orada özellikle resmî yetkililerle mecbûren kurduğumuz temaslarda, Türkiye’ye nasıl sert ve ters baktıklarını da görmüştük ve o kadarı hakîkaten biraz fazlaydı. Her iki tarafta da daha ilk andan îtibâren Ankara ile Kahire arasında çok ciddî bir kopuş yaşandı. Bu aslında akıllara ziyan bir durumdu. Zîra Türkiye, bölgenin, Ortadoğu diye bir bölge varsa –ki var–, en önemli ülkelerinden biri. Diğer önemli ülkeleri neresidir? Tabiî ki Mısır, tabiî ki İran, tabiî ki İsrail ve belki bir ölçüde Körfez ülkeleri, özellikle Suudî Arabistan. Ama esas olarak bölgenin en önemli dört ülkesi bana göre Türkiye, İran, İsrail ve Mısır. Bu ülkeler arasında hep birtakım sorunlar olmakla birlikte, özellikle İran’la İsrail arasında çok hasmâne bir durum var, ama birbirleriyle savaştıklarını görmüyoruz. En son Tahran’da İsmail Haniye’nin öldürülmesi olayı çok cüretkâr bir hamleydi; ama bu tür istisnâlar olmakla birlikte, özellikle Türkiye benim tanık olduğum dönemde bu ülkelerin hepsiyle ilişkilerini muhâfaza etti. Özellikle İsrail’le iniş çıkışlar olsa da, defalarca karşılıklı büyükelçiler çekildi, edildi; ama bir süre sonra tekrar elçiler atandı, şu oldu bu oldu. Çünkü bu ülkeler, birbirlerini bir şekilde dengeleyen ülkeler. Bu, dost oldukları anlamına gelmiyor; ama birbiriyle düşman olmanın bedeli ağır ülkeler.
Bu anlamda Türkiye’nin, şu ya da bu nedenle Mısır’la ilişkisini Erdoğan yönetiminin böyle kesmiş olması gerçekten abes. Ne kadar abes olduğunu şimdi görüyoruz. Bir süredir Erdoğan, Mısır’la barışmak için her şeyi yaptı. Özellikle Suudî Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’ni aracı koydu. Önce kendisi ziyârete gitti, sonra da Sisi’yi kabul etti. Şunu özellikle vurgulamak istiyorum: Bildiğim kadarıyla Erdoğan bunu yapmak istemedi. Yani nasıl söyleyeyim? Zehir içmekten beter bir durumdu onun için. Sisi’ye kişisel olarak Erdoğan’ın hiçbir şekilde iyi duygular beslemediği açık; aynı şekilde Sisi’nin de ona herhalde. Ama böyle bir şeye mecbur kalmış olması, herhalde Erdoğan’ın kariyerinin en acı anlarından birisi olarak kayda geçmiştir. Bunu yapmak isteyenin esas olarak Erdoğan olması da işin bir başka boyutu. Aslında şu âna kadar yaşadığımız Birleşik Arap Emirlikleri, Suudî Arabistan gibi olaylarda, en son Mısır olayında da, yakınlaşmayı esas isteyen, bunun için esas çalışan, bunda esas çıkarı olan, beklentisi olan Türkiye, Ankara, Erdoğan. Diğer taraflar ise, bir şekilde çok fazla bir şey vermeden, Erdoğan’dan alarak tekrar o normalleşmeyi kabul ettiler. Geçen Fehim’le (Taştekin) yaptığımız yayında da bunu konuştuk. Fehim, çok isâbetli bir şekilde, Ankara’nın Mısır’la ilişkilerde çok da fazla bir beklentiye girmemesi gerektiğini söylüyor. Bu doğru, ama bir yerden bir şeylerin başlaması lâzım.
Burada benim için en çarpıcı hususlardan biri, her ne kadar olay bir dış politika olayı gibi algılanıyor olsa da ya da bize böyle satılmaya çalışılıyor olsa da, bu aslında çok ciddî bir ideolojik olay. Şöyle ki: Dünyada İslâmcılık denince ilk akla gelen, yıllardır, belki de 100 yıldır ilk akla gelen yer Mısır ve Müslüman Kardeşler ya da Arapçasıyla İhvan-ı Müslimin’dir. Kuruluş târihi 1928, İsmailiye’de Hasan el-Benna adında bir öğretmen tarafından kuruluyor ve o zamandan îtibâren Mısır’da, ama tüm Arap dünyasında da en güçlü toplumsal İslâmcı hareket olarak kendini gösteriyor ve bu hareketin hep siyâsetle ilişkisi oluyor. Ama esas olarak toplumsal bir hareket. Birtakım meslek odalarında, şurada burada örgütlü; ama dönem dönem değişik yerlerde partiler kurdukları oluyor. Meselâ Hamas, aslında Filistin Müslüman Kardeşler örgütüdür; ilk doğuşu böyledir. Arap ülkelerinin hepsinde var olan bir hareket. Ama bu hareket hiçbir zaman yasal olarak siyâset yapma imkânına –hiç demesek bile– büyük ölçüde kavuşamadı. Çünkü bu bulunduğu ülkelerde ya otoriter ya totaliter rejimler vardı ve oralarda böyle şeylere imkân yoktu. Ama Arap Baharı’yla berâber, bundan ilk aşamada en çok istifâde eden yapı tabiî ki Müslüman Kardeşler oldu ve Mısır’da iktidâra geldi. Mısır’da iktidâra gelmesi aslında Müslüman Kardeşler’in tek başına elde ettiği bir başarı değildi. Hüsnü Mübarek’i toplumun farklı kesimleri devirmişti, ama Müslüman Kardeşler orada iktidârı bir anlamda çaldı. En öndeki güç olarak tüm iktidârı aldı ve kimseyle paylaşmaya yanaşmadı. Neyse; burada, birçok kişiye göre, çoğulculuğu reddederek darbeye bir anlamda dâvetiye çıkarttılar. Ama şunu ben çok önemsiyorum: İslâmcılık denen bir perspektif ve strateji varsa, bunun da Arap dünyasında, ama Arap dünyasının da ötesinde İslâm dünyası içinde ilk akla gelen kurumu Müslüman Kardeşler ise, Mısır’da işte bu nihâyet emeline ulaştı ve hızlı bir şekilde de kaybetti. Fehim’in geçen yaptığımız yayında söylediği gibi, kaybettikten sonra da iyice etkisini kaybetti. Rejimin baskılarına karşı direnç gösteremedi, kendi içinde bölünüp durdu. Kimileri terör eylemlerine yöneldi, kimileri başka şeyler yaptı, bazıları yurtdışına kaçtı; aralarında bölündüler, şu oldu bu oldu ve Müslüman Kardeşler, iktidâra geldiklerine gerçek anlamda pişman oldu ve tam anlamıyla olmasa da bir defter kapandı. Çünkü çok köklü bir hareket; 100 yıllık bir hareketin 10 yılda yok olması beklenemez. Ama bir şeye nokta koydu Sisi.
Şimdi burada olay aslında bir anlamda Türkiye için de böyle. Bu bir yenilgi ise, bu aslında İslâmcılığın bir yenilgisi, İslâmcılığın tasfiyesi, İhvan’ın tasfiyesi ve Erdoğan bunu kabullenmek istemedi. Ama sonunda bu tasfiyeyi yapan, gerçekten eli kanlı olan bir isme turkuaz halıları döşedi. Şimdi havaalanında onu uğurlarken –nasıldı o hareket?– Râbia işareti yapmış vs.. Öyle fotoğraflar koyarak iktidar yanlısı medya olayı yatıştırmaya çalışıyor, ama bunun artık hiçbir anlamı yok. Türkiye burada Müslüman Kardeşler’le birlikte kaybetti. Burada kaybeden, İslâmcılığın ötesinde, bir de Erdoğan’ın Necmettin Erbakan’dan devralmış olduğu İslâm dünyası liderliği iddiasının da tam anlamıyla rafa kalktığını görüyoruz. Dolayısıyla bu olayın basit bir şekilde, “İç politikada kullanılan bir malzemeydi, artık bu malzemenin fazla anlamı kalmadı. Devletlerin ebedî dostları ve düşmanları olmaz. Olayı çok da büyütmeyin” deyip geçiştirilecek bir olay olduğunu düşünmüyorum. Erdoğan’ın bunu kabullenmesi, Sisi’yi kabullenmesi bir mesele. Bir de yıllardır Türkiye’de birtakım iddialarla ortaya çıkan kişilerin, kurumların –çok sayıda dernek, vakıf vs. var, siyâsî parti var, insanlar var, yayın organları var, şunlar var, bunlar var–, hiçbirisinin ağzını bıçak açmaması meselesi var. Birtakım küçük çaplı îtirazlar olmuş, o da Sisi’nin kendi ülkesinde yaptıkları değil de Filistin’de, son Gazze meselesinde yapmadıkları üzerinden, bu Refah Kapısı’nı açmaması falan gibi, yani güncel bir mesele üzerinden îtirazlar ve kınamalar var.
Ama aslında Sisi, Mısır’da 100 yıllık bir hikâyenin sonuna imzâ attı. Şimdi, “son” deyince hemen birtakım İslâmcılar, “Bitmez, hep öyle diyorsunuz, bitmiyor” vs. diyorlar; ama Müslüman Kardeşler’in ve Türkiye’de de AKP'’nin İslâmcı iddialarla yeniden toparlanabilmesi falan… bunlar artık çok zor şeyler. Ve bunu yapanlardan birisi de Sisi ve Sisi’yi Erdoğan turkuaz halıyla karşıladı. Olay bundan ibâret. Ben şahsen Sisi’den hazzetmiyorum, Beşar Esad’dan da hazzetmiyorum; ama Türkiye’nin Mısır politikasının da Suriye politikasının da başından îtibâren yanlış olduğunu savunuyorum. Benzer bir şekilde, hep gönlüm Filistin’den yana, Filistinlilerden yana; ama Türkiye’nin İsrail politikasının her dönemde, ilişki kurduğu zaman da kurmadığı zaman da yanlış olduğunu düşünüyorum. Türkiye, bölgede yapabileceklerini yapmak yerine, yapması çok zor olanların peşine düşerek yapabileceklerini yapamayan ve kaybeden bir ülke oldu bölgede. Bu da biz yurttaşların canını sıkması gereken ve sonuçta faturasını bizim ödeyeceğimiz hamlelerdi. Bütün bunlar, gerek Mısır politikası gerek Suriye politikası gerek Filistin politikası, bir hayalle yapıldı. Bu hayâlin değişik dönemlerde değişik aktörleri vardı. Şimdi sâdece Erdoğan tarafından götürülüyor gibi, taşınıyor gibi; ama Erdoğan da çoktan havlu attı. Ama bu arada, bu süre içerisinde Türkiye ve Türkiye’deki insanlar ve aynı zamanda Mısır’daki insanlar da, aynı zamanda Suriye2deki insanlar da çok şey kaybetti. Eğer Türkiye’nin Mısır’la ilişkileri belli ölçülerde olmuş olsaydı, belki Müslüman Kardeşler, cezâevlerindekiler vs. bu kadar yalnız kalmayabilirlerdi. Tabiî çok varsayımsal bir şeyden bahsediyorum, ama sonuçta şu bir gerçek: Erdoğan meydan okudu diye Müslüman Kardeşler herhangi bir şekilde bir kazanım elde etmediler, tam tersine iyice yalnızlaştılar. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
22.09.2024 Erdoğan ile Esad buluşmasını beklerken
15.09.2024 Erdoğan’ın “din düşmanları”na ihtiyacı var
13.09.2024 Haftaya Bakış (231): İmamoğlu-Yavaş rekabeti - Narin Güran cinâyetinde tutuklamalar - Genç teğmenler krizi
12.09.2024 Mehmet Altan ile söyleşi: Türkiye’nin gidişâtı
12.09.2024 BRICS nedir? Türkiye üye olursa ne olur? Sinan Ülgen ile söyleşi
11.09.2024 Transatlantik: Trump-Harris düellosu - Hakan Fidan Arap Ligi’nde - 23. yılında 11 Eylül saldırıları
09.09.2024 Hafta Başı (1): Narin Güran cinayeti | Erdoğan teğmenleri hedef aldı | Hopa’da yaşananlar
08.09.2024 Erdoğan genç teğmenlerden rahatsız
07.09.2024 Müslüman Kardeşler out, “kardeşim Sisi” in!
06.09.2024 Ruşen Çakır, Kemal Can ve Kadri Gürsel ile Haftaya Bakış (230): CHP iktidara yürüyor mu? Sisi-Erdoğan kavuşması - Teğmenlerin kılıçlı yemini
22.09.2024 Erdoğan ile Esad buluşmasını beklerken
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı