Türkiye’de Kürt sorununun yakın tarihinde siyasi liderlerin kimi cümleleri taşıdıkları çok derin sembolik anlamlar nedeniyle hafızalara kazınmıştır. Örneğin DYP’nin başındayken Süleyman Demirel’in “Kürt realitesini tanıyacağız” demesi; Mesut Yılmaz’ın ANAP lideriyken “AB’nin yolu Diyarbakır’dan geçer” demesi ve yine DYP’nin liderlerinden, “terörle mücadele”nin starlarından Mehmet Ağar’ın “düz ovada siyaset” sözü...
Türkiye 12 Haziran’da seçimini yaptı yapmasına ama değil dağdakileri ovaya indirmek, bağdakilerin eşit bir şekilde siyaset yapmasının önü ya YSK, ya da özel yetkili mahkemeler tarafından çok sert bir şekilde engelleniyor. Eğer Kürt sorununun çözümünün ilk zorunlu aşaması PKK’nın silahsızlandırılmasıysa ve bunu örgütün kendi rızası olmadan gerçekleştirmek imkansızsa (ki yılların deneyimi bunu kanıtlıyor) dağdakileri düz ovaya çekebilecek günler yaşamadığımız ortada.
Olsun, Türkiye Kürt sorununda nice krizler yaşadı bunlar da bir şekilde, er ya da geç atlatılır ve büyük olasılıkla, daha öncekilerin çoğunda olduğu gibi bugünkü sorunlardan Kürt siyasi hareketi kârlı, onların başına bu dertleri açanlar zararlı çıkar. Dolayısıyla yaşadığımız kriz, sorunun özüne odaklanmamızı engellenmemeli.
En hassas konular
Evet sorunun özünde öncelikle PKK’nın silahsızlandırılması var. Bu konuda çok şey yazıldı, söylendi, ama ilk kez tüm boyutları ele alan; birçok kritik noktayı ayrı ayrı ve birbirleriyle ilişkileri üzerinden masaya yatıran ve somut, uygulanabilir öneriler getiren bir çalışmayla karşı karşıyayız: Gazeteci Cengiz Çandar’ın TESEV için hazırladığı ve önceki gün medya üzerinden kamuoyuna duyurulan “Dağdan İniş: PKK Nasıl Silah Bırakır?” başlıklı 100 sayfalık rapordan söz ediyorum. “Kürt Sorununun Şiddetten Arındırılması” altbaşlığına sahip olan raporun önemini vurgulamak için bazı konu başlıklarını peşpeşe sıralamak yeterli olabilir:
Abdullah Öcalan faktörü; “Tek adam” ve örgütteki gücü; Irak, İran ve Suriye’de PKK ve Öcalan gücü; Kürtlerde kutsal üçleme: Apo, PKK, Dağ; Öcalan’ın askeri yetkililerle teması; MİT’in rolü ve Öcalan’la görüşmenin önemi; Görüşmelerin niteliği; Sınır dışına çekilmenin maliyeti; PKK’de yaşanan bölünme ve bir iç bütünlük aracı olarak silahlı mücadele; Habur, KCK tutuklamaları ve ağır sonuçları...
Rapordan uzun uzun alıntılar yapmak istemiyorum. Herhalde bugünden itibaren medyada bu konuda çok sayıda haber ve köşe yazısıyla karşılaşacaksınız. Arzu eden şu linkten raporu edinebilir:
Uzun görüşme listesi
Yine de Çandar’ın nasıl bir çalışma hazırladığını daha iyi anlatabilmek için görüştüğü kişilerden bazılarının adını vermek gerekebilir: Cumhurbaşkanı Gül, Adalet eski Bakanı Sadullah Ergin, İçişleri eski Bakanı Beşir Atalay, MİT Müsteşarı Hakan Fidan, Başbakanlık Müsteşarı Efkan Ala, AKP Genel Başkan Yardımcısı Ömer Çelik, CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu, PKK yöneticileri Murat Karayılan, Zübeyr Aydar, Remzi Kartal, Muzaffer Ayata, PKK’dan ayrılmış eski yöneticilerden Osman Öcalan, Nizamettin Taş, Halil Ataç, Hıdır Sarıkaya; ayrıca Ahmet Türk, Leyla Zana, Osman Baydemir, Kemal Burkay, Yaşar Kaya ve Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani, Neçirvan Barzani...
Raporun içeriğini ilerde daha geniş olarak tartışırız. Şimdilik raporun son cümlelerini aktarmakla yetinelim: “PKK tarafında da sorunun çözümüne, silahlı mücadelenin sona erdirilmesine yönelik bir istek mevcuttur ve bu istek devlet yetkilileri tarafından da bilinmektedir. O halde ülkede demokratik bir ortamın yerleşmesi, gerekli hukuki altyapının oluşturulması ve en önemlisi taraflar arasında güven ortamının yeniden inşa edilmesi durumunda Habur sonrası yaşananlar ve benzeri olaylar nedeniyle tıkanan sürecin yeniden canlandırılmaması ve Türkiye’nin yakın geçmişine damgasını vuran en büyük sorunlarından birinin barışçıl bir siyasi zeminde çözüme kavuşturulmaması için hiçbir neden yoktur. Kürtlerin, yeni bir anayasa ile kendilerini vatandaş hissedecekleri, bugünküne dek sahip oldukları ‘statü’den farklı bir statü elde edecekleri demokratik bir Türkiye’de ‘dağdan iniş’ de mümkün olacaktır.”
Katılıyorum.