Nebi Sümer cevapladı: Toplum çözüm sürecine hazır mı?

08.08.2025 medyascope.tv

8 Ağustos 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Gülden Özdemir hazırladı

Ruşen Çakır: Evet, şimdi Sabancı Üniversitesi'nden Profesör Nebi Sümer ile başlayalım. Hocam, merhaba.
Nebi Sümer: Merhaba Ruşen Bey.

Ruşen Çakır: Çok zor bir olay başladı ama Türkiye tarihine, Cumhuriyet tarihine damga basmış bir olayın sonlandırma girişimi var. Öncelikle bunu bir uzman olarak size sorayım. Böyle büyük bir dönüm noktası… Ben açıkçası bunu çok görmüyorum Türkiye'de. Yani bu kadar kritik bir eşikteyiz ama insanlar sanki bunu böyle yaşamıyor gibi. Ben mi yanılıyorum?
Nebi Sümer: Yansıması öyle gibi. Yani toplumda bir destek var ama bu destek soğuk bir destek, bir gönül kırıklığı içeren bir destek gibi. Ama önce şunu söylemek lazım Ruşen Bey, bence bu çok önemli: Şimdi tarihte bu tür kimlik temelli büyük sorunlar olduğunda çözümler genellikle en zıt gruplar arasında bir anlaşma olduğunda daha kolay yapılabiliyor. Bu bakımdan çok değerli aslında. Yani dış konjonktürü, diğer planları araçsallaştırma ihtimali var mı yok mu gibi argümanların dışında ben sosyal psikolojik perspektiften MHP'nin bu girişimini çok değerli buluyorum. Yani Türkiye'de özellikle Kürtlere, Kürt kimliğine karşı kalıp yargısı, ön yargısı, politik duruşu en sert, en karşıda olan ve neredeyse kendi kimliğini oradan tanımlayan bir grubun bu varlığı kabul edip, bununla uzlaşma yolunu arayıp masaya çağırması ve görüşme yoluyla bunun çözüleceğine inanması, bütün diğer değişkenleri sabit tutalım, değerli bir girişim. Ve bu bir anlamda Türkiye'de yıllardır süren, aslında son yıllarda olumlu anlamda da toplumun kabul ettiği Kürt kimliğine, varlığına, sorunlara ilişkin toplum bazında, devlet bazında ön koşulsuz kabullenmeye aslında yoğunlaşmış oluyor. Bu yönüyle bence çok değerli. Yani tarihi sürece girecek zamanımız yok ama bunu benden çok daha iyi bilirsiniz, bunun geçmişini, olayları. Ancak şu iki boyuta önem vermek gerekiyor. Bakın, bu çok kritik bir nokta. Şimdi Kürt sorununun temelde yaşanmasındaki ana etmen, Türkiye'nin hiçbir zaman aslında gerçek anlamda demokrasiye sahip olmamasından geçiyor. Yani insanların kendi kimlikleriyle onur duyacakları, o onura uygun yaşayacakları, onları bir üst kimlik altında korkmadan seçecekleri bir yapıyı yaşamadılar uzun yıllardır. Şimdi bunun çözümünün maalesef ki bu şekilde olması şu bakımdan tehlikeli, iki boyuttan birisi şu; PKK'nın yıllardır yürüttüğü terör faaliyetiyle bir anlamda negatif kimlik üzerinden Kürtlerin kendini tanıtmış olması. Yani demokratik bir sivil itaatsizlik, bir demokratik hareket sonucunda Kürtlerin kazandığı haklar veriliyor olsaydı ve bunun temsilcisi sadece PKK değil de bütün Kürt toplumu Meclis’te, ki özellikle bence bunun başlangıcının en iyi şahidi Demirtaş’tı, onun da içinde olduğu bir şey olsaydı daha hakkaniyetli, daha pozitif kimliğe dönük olurdu. Bu birinci yönü. İkincisi de şu; demokrasi eksikliğinden çıkmış bir sorunu, demokrasi konusu konuşulmadan sadece zıt grupların uzlaşması üzerinden yapmak da ikinci bir yanlış. Çözmez. Yani sorunun kaynağı madem ki yıllardır baskıların, reddetmenin, Kürt kimliği hakkındaki sorunlar demokrasi eksikliğiyle doğrudan bağlantılıysa, onun iklimini, sorunu çözerek bunu çözebilirsiniz. Bu iki noktayı yeterince ele almıyor bu argüman. Bu nedenle toplum biraz soğuk. Yani büyük bir grup diyor ki, ‘‘Ya anladım, şimdi aklınız başınıza geldi. Hep vardı bu olay. Sağ olun.’’ Ama çözerken de asıl meseleye dokunmadan sadece komisyonda müzakerelerle çözecek gibi bakıyor. Burada şöyle bir sorun var: Bakın, insanları — kimlik siyasetinin özüdür bu, en büyük yanlış budur — doğuştan getirdiği sosyal kimliğe hapsetmek kadar bir zulüm olamaz. Yani insanların kimliğini sadece cinsiyetiyle, etnik kökeniyle, dinle tanımlarsanız buradan hiçbir zaman gelişmiş toplum çıkmaz. Ama bunları baskılarsanız da çıkmaz. Şimdi burada çok ciddi bir sorun var. Burada üst kimlik olan Türkiye kimliğindeki aidiyetin eşdeğer kabulü gerekiyor bunu çözmek için. Bu birini reddetmek, birini kabul etmek değil; ikisini eşit görmek, sıradan, birbirine hiyerarşik olarak bakmak gerekiyor. Yani bütün noktalarda bence bu süreç, Ekim’de başlayan süreç bu demokrasiyle, kimlik haklarıyla, önyargılarla, kalıp yargılarla olan kısmı tartışmadan geçtiği için toplumda bir kaos var. Bunu soran son dört araştırmaya ben baktım biraz da, yani bunu çok iyi çalıştılar. Hatem Ete var biliyorsunuz, PanoramaTR güzel bir araştırma yaptı. Daha sonra geçen hafta Veri Enstitüsü yayınladı. Bunlara baktığımızda halkın %65-70'i aslında destekliyor. Bu da çok olgunca bir şey. Ama %40-41'i bundan bir umut bekliyor. Bu soğukluk aslında sorunun özüne ilişkin temalardan kaynaklıyor. Buradaki en temel mesele sanırım gerçekten güven meselesi. Yani toplum "İyi bir şey yapıyorsunuz ama o kadar kötü şey yaptınız ki hâlâ güvenemiyorum ben size" diyor. Yani "Bunu hakikaten çözüm için mi yapıyorsunuz, başka bir şey için mi yapıyorsunuz, bilemiyorum" diyor. Güven meselesi işte sessizliğin, kırılganlığın altında yatan neden gibi.

Ruşen Çakır: Evet. Tam da onu sormayı düşünüyordum. O sizin bahsettiğiniz araştırmaların çoğunu ben de gördüm. "Çözülsün mü?" "Çözülsün." "Çözülür mü?" "Sanmıyorum." Yani böyle bir şey var ve güvensizlik var. Burada tabii güvensizlik, karşılıklı bir güvensizlik. Şimdi en basitinden iki taraf var diyelim, şu anda görüşmeler diyelim ki İmralı'da yapılıyor. Devletle Öcalan arasında yapılıyor, yani örgüt arasında yapılıyor. Her iki tarafın da destekçileri ya da tabanı karşı tarafa güvenmiyor. Bir de hele burada özne Abdullah Öcalan olduğu için… Şimdi o konu herhâlde en kritik konu değil mi?
Nebi Sümer: Yani şöyle aslında, bir şekilde olayın başlangıcı silahların bırakılmasına dayandığı için, silahın sahibi de bir örgütte olduğu için buraya kitlendi. Ama iyi bir yönetimle bunun aslında sadece PKK… Çünkü şöyle, yani terör yoluyla kimlik haklarını negatifleştirerek, yani yöntem içeriği belirler her zaman için. Buraya gittiğinizde hep böyle konuşmak zorunda kalırsınız ve işte bu bahsettiğim kimlik hapishanesi dediğim yere itmeye başlarsınız insanları. Oysa bu daha geniş kapsamda başlangıçta Meclis’te çözülecek bir sorun olarak ve özellikle DEM ve DEM'in diğer aktörlerini katacak şekilde alınsaydı… DEM bir aracı oldu. Yani DEM doğrudan muhatap değil de İmralı ile devlet arasındaki irtibatı sağlayan kişiler olarak görüldü. Burada tabii analım, rahmetli Sırrı Süreyya'nın büyük bir katkısı oldu. O bunu pozitif kimliğe dönüştürmeye çalıştı, televizyon kanallarında konuşmaları falan. Bunun üzerinden biraz romantik, biraz pozitif kimlik, kendi kimliğinin de doğrudan Kürt olması nedeniyle böyle birkaç nokta vardı. Ama şimdi yani PKK ile devlet görüşüyor, bir aracı var bunun için de. Bu da DEM Parti’ymiş gibi algılandı. Bu görüntü olarak, usul olarak yanlış bir yöntem. Yani bunun asıl dayandığı sistemik sorunlara, demokrasi sorunlarına, ekopolitik sorunlara hepsine değinecek bir yaklaşımı alması lazım. Bu anlamda komisyon eğer böyle bir çerçeve alırsa mantıklı olur. Bu güven inşa edebilir. Ama güvensizliğin nedeni bahsettiğim gibi, yani demokrasi sorunundan kaynaklanan şeyler. Daha işte 4 ay içinde 17 tane muhalefetin belediye başkanını aldı ve başkanları alırken de buradaki asıl amacın potansiyel muhalefeti ortadan kaldırmak olduğunu muhalefet biliyor, bundan emin. Hatta iktidar partisinin destekleyicileri de, oy verenlerin de yarısı böyle olduğunu düşünüyor inanılmaz bir şekilde. Yani baktığımızda ciddi bir demokrasi ve güvensizlik sorunu varken, böyle tarihi bir sorunu bypass ederek, bunu atlayarak çözeceğim anlayışı toplumda bir kuşkuyu derinleştiriyor bir yerde. Dolayısıyla bunun şeffaf olması, açık olması gerekiyor. Ama şunu unutmayalım, yani bunu derken bu yaptığım konuşma da bana göre biraz politik. Şunu kaybederiz böyle düşünürsek. Bu değerli bir girişim. Nereden değerli bir girişim? Yani tarihsel olarak işte toplumun bir kesiminin kabul etmediği, varlığını başka etmenlere indirdiği bir sorunun bir Kürt sorunu olduğunu en karşı cephenin de kabul etmesi ve bunu kullanmaya başlaması, toplumdaki yıllardır biriken önyargıların, kalıp yargıların yıkılması bakımından çok kıymetli. Bu konuda bence bir kredi verilmesi gerekiyor. Yani bu objektif bir şey benim söylediğim, bilimsel bir şey, anlatabildim mi? Ama bunun evrilme şekli, toplumun bazı kesimlerini dışlayarak ya da işte sadece sorunu çözmüş gibi görünerek yapması sorun. ‘‘Güven nasıl inşa edilir?’’ konusunda komisyonda ve toplumda tartışma yapılmadı. Yani bu sosyal psikolojinin çok kullandığı, Ruşen Bey bilirsiniz bu çatışma çözümü konularını, literatürü. Ondan sonra bu işte moratoryum sürecinde nasıl güven inşa edilir? Birbirlerine karşı gönlü, kalbi kırık olan gruplar nasıl bir araya gelir? Bunun çok daha acısını biliyorsunuz Ruanda yaşadı 94-95'te. İnanılmaz bir süreçte bir reconciliation, helalleşme süreci yaşadılar ve bir 3 milyon kişiyi kesen, nehirlerin kan aktığı toplumdan Afrika'nın bir demokrasisi çıkıyor şu anda Ruanda'da. Daha kötüsünde başaran da var aslında. Bizde öyle bir şey yaşanmadı. Yani 50.000 kişi Ruanda'yla karşılaştırılamaz belki ama anlatmak istediğim şu; yani bunun helalleşme, anlaşma ve özellikle Türklerin, Kürtlerin bu halini anlayıp da kendisini gerçekten de onun yerine koyabileceği, Kürtlerin de negatif kimliğe saplanmadan üst kimliğe aidiyeti gelişmiş, kendi kimliğiyle gurur duyacağı bir toplum olabileceği hale dönüştürmek gerekiyor. Kontrat anlaşmasına dayanmış, geçici olarak ‘‘Ben silah bırakayım, sen de karşımda şunları yap’’ dediğimizde bu sorun çözülmez. Toplum da bunu hissediyor. Ben toplumun içgörüsüne, izanına çok inanırım. Yani eğer 70'i "olsun" diyor da 40’ı "olmaz" diyorsa orada bildikleri bir şey var. Yani hissedilen ama tam kelimeye dökülmeyen bir şeyi bize toplum söylüyor aslında.

Ruşen Çakır: Şunu sormak istiyordum, bununla çok bağlantılı; benim gözlemime göre bu olaya açıkça karşı çıkan mesela Zafer Partisi, İYİ Parti gibi partiler toplumda çok büyük bir hareketlilik yaratamadılar. Tabii imkanları sınırlı şu bu ama yine de bu kadar kritik bir olayda, toplumun bu kadar kutuplaştığını bildiğimiz bir olayda atılan adım, doğrudan PKK'nın muhatap alınması, Öcalan'ın muhatap alınması ve muhatap alınmanın da ötesinde ona çok geniş bir meşruiyet alanının açılması falan bütün bunların o kaba tabiriyle infial yaratacağını ve büyük protestoların olacağını varsayabilirdik. Olmuyor yani. Oradaki mesele sizce ne?
Nebi Sümer: Tam söylediğim olay. Yani toplum içeriden bir hisle bunun olabileceğini inanıyor çünkü. Yani ona kredi vermiyor ama nasıl olacağı konusunda emin değil, güvenmiyor. Şimdi güvensizliğin en yüksek olduğu kesimler tabii ki Zafer Partisi, şimdi İYİ Parti'nin katıldığı kesimler. Orada tabii ki olabilir de yani komploya yakın argümanlar var. Tamamen dış politika gereği yapılmış, bir devlet politikasının kaçınılmaz ayağıydı, Suriye ve diğer girişimler de. Bunları sizler çok daha tartışıyorsunuz. Hani buna göre ‘‘Türkiye yine dışarıdan manipüle ediliyor mu?’’ kuşkusunu doğruymuş gibi savunup buna yatırım yapıyorlar bu gruplar ama toplum buna inanmıyor büyük oranda baktığında. Çünkü üst aşamada şu çok değerli bir şey, yani gerçekten ciddi bir terör sorununun bitecek olmasına büyük bir kredi veriyor toplum. Bunu kabul edelim toplumda, sembolik bile olsa bu çok önemli. Ama bunun yapılış şekline ve yapan hükümetin diğer alanlarda özellikle bu otoriterleşme konusunda hızlanması, muhalefete yaptıkları, özellikle 19 Mart sonrası süreç bunu kırdı. Fark etmişsinizdir, CHP içerisinde komisyona girme konusunda ciddi bir tepki oluştu öncelikle. CHP'de Zafer Partisi ve İYİ Parti ile aynı argümanlar olmasa bile farklı argümanlarla benzer bir güvensizlik vardı. Burada kırıldı. Dolayısıyla toplum bir anlamda nefret dilinden, nefret suçundan ve kimlik reddetmekten kurtuldu. Benim ilk söylediğim bu, büyük bir artı diyorum. Ben bu nedenle de, yani görüşümden bağımsız olarak, MHP'nin bunu başlatmış olmasını değerli buluyorum tek başına.

Ruşen Çakır: Orada şunu sorabilir miyim, bu tam MHP'nin bahsinde? Yani şimdi Devlet Bahçeli'nin o ilk yaptığı, Ekim'de yaptığı, ilk el sıkma neyse de, 22 Ekim'deki "Öcalan gelsin, grupta konuşma yapsın" çıkışı, hani 40 yıl düşünsek aklımıza gelmezdi. Hocam, ortalık yıkılmadı. Yani herkesin ağzı açık kaldı tabii de. Yani mesela MHP'den insanlar istifa etmedi, şu olmadı, bu olmadı. Bu nasıl oluyor?
Nebi Sümer: Yani şöyle, şimdi bu MHP de kısmen AK Parti de DEM Parti de parti aidiyetiyle kimlik özdeşimi aşırı yüksek olan partiler bunlar. Yani liderlerin söylediklerine ilişkin taraftarların büyük çoğunluğunun bu onay yanlılığı, teyit yanlılığı çok yüksek. Yani "Bir bildiği vardır" diyorlar hep bunlar. Çünkü buradaki oy verme davranışları biliyorsunuz politik performans değerlendirmesine göre değil, siyasi ve kimlik aidiyetine göre yapılan oylamalar genellikle. Bu nedenle büyük oranda olmuyor ama şeyler oldu, özellikle MHP tabanında hatırı sayılır bir grup karşı çıktı ve onlarda da geçişkenlik var. Bir grupta çok ilginçtir, yani benim gözlemim, AK Parti'den MHP'ye, zaten öyle oluyor, yani geçişkenlik kutupları arasında olmaz da aşamalı geçişkenlikte MHP'ye, o yüzden MHP hep 8'lerde sabitlemiş görünüyor. Ama bu tam doğru değil aslında, biraz kaybetti. Çünkü çok net olarak buna göre kimliğini oluşturmuş kişileri bir grup anlayamadı. Ama bir grup şöyle düşündü yani "O kadar akıllı ki bu insan, bunu da çözdü" diye bakıyor ve böyle olur bu işler. Yani ağır otoriter, sağda da solda da böyledir bu, yani kimlik aidiyeti, özdeşimi aşırı yüksek olan, otoriterliğe yakın partilerin taraftarları liderlerin gözünden dünyaya bakmayı öğrenirler. Böyle alıştırırlar, böyle kendini yetiştirirler her zaman için. Bu nedenle onlara dönüşmek kolaydır. Mesela bunun en iyi örneği aslında Türkiye'de Erdoğan ve AK Parti'dir. Yani iki gün içerisinde taraftarını tam zıt görüşe çekebiliyor. Yani "Şimdi bu doğruydu, şimdi bu yanlış" diyebiliyor. Bundaki sistem, yüksek özdeşimle liderin gözünden bakma sistemidir. Biz bununla ilgili yeni bir makale çalışıyoruz. Biz buna ‘‘dış etkililik inancı’’ diyoruz. Yani ‘‘Politik yetkililikte hükümetin yaptığı her şey meşrudur, devlet meşrudur, devlet bizi korumak için bir şey yapar’’ anlayışı sahada çok yüksek. Ben bunun yeni rakamlarını çalışıyordum bugün. Yani çok net bir şey yazıyoruz. Muhalefette de iç politik etkinlik, yani anti düşme yüksektir genellikle. MHP'de ikisi de yüksek. Yani bunlara baktığımızda şunu söylemek istiyorum, böyle argümanlar Türkiye'de çalışır ama siz bunu gazeteci olarak daha iyi biliyorsunuz. Bunun önceden çalışıldığı, görüşüldüğü, 6 ay önceden hatta işte örgütle haberleşildiği falan yazıldı ve bunlar doğru muhtemelen. Dolayısıyla Bahçeli'nin çıkışı hesaplanmış bir çıkıştı. Hesaplanmış çıkışlar hem güvensizlik yaratır hem de bence analitiktir. Yani duygusal değildi demek, yani rasyonel düşündü, anlatabiliyor muyum? Duygusal değil rasyonel düşündü ve bir karar aldı. O kararı hayata geçirdi. Burada yol kazalarına karşı önlem alıyor işte bu komisyon da diğerleri de, öyle düşünebiliriz. Ben o konjonktüre girmiyorum, çok da iyi bilmediğim bir konu ama nedeni ne olursa olsun şöyle düşünün, yani bizim toplumumuzun %20-25’ini oluşturan kaynaşmış bir gruba ilişkin tarihsel olarak ciddi bir sorun vardı. Bunu sol da sağ da doğru anlamadı ve Kürtler kendini artık aciz hissetmiyorlardı. Yıllardır konuştuk, bilirsiniz, duygusal kopuşlar çok artmıştı. Bunun terörle olması büyük bir yanlıştı bana göre. Ama ne olursa olsun bunun çözülecek olması, tekrar kaynaşmış bir topluma gidecek olması, yani bu yolda adım atıldığının söylenmesi bile bence değerli, altını çok kazıyıp da güvensizlikle komplo teorilerine bakmamak gerekiyor. Ama dediğim gibi toplumda bu içgörüye inanmak lazım, onu hissediyor. "Yapsınlar ama bana güven vermiyor" diyor. Bana da vermiyor hakikaten, yani bana da vermiyor. Yani düşünebiliyor musunuz, rakibini ve onunla beraber çalışan 150 kişiyi bir gecede alıyorsunuz. Yani toplu tutuklama otoriter sistemde olur her yerde. Bu FETÖ olayında da böyleydi, burada da böyle, bu Balyoz’da falan. Yani bir yerde eğer bir İtalya'da olduğu gibi Temiz Eller Operasyonu falan filan yok da geceden sabaha toplu varsa bu otoriter sistemdir Ruşen Bey. Bunun politik argümanı yoktur. Ve bu sistem aynı zamanda da kadim bir sorunu çözmeye çalışıyor, Kürt sorununu. Şimdi nasıl bunu yan yana koyacaksınız? Yani bu basit çelişki aslında halkın da söylemek istediği.

Ruşen Çakır: Evet. Zaten bir başka çelişki de bu. Ben uzun zamandır hep bunu böyle vurguluyorum; PKK ile barışıp CHP ile savaşan bir iktidar var Türkiye'de. Acayip bir şey. Şimdi hocam şöyle bir şey var biliyorsunuz; devletin perspektifi beş aşamalı bir perspektif ve bu aşamanın üçüncüsü PKK'nın silah bırakması. O malum silah yakmayla başladı. Şimdi bunun altyapısı kuruluyor. Komisyon bunu yapıyor. Ve en son aşama toplumsal entegrasyon, daha doğrusu örgüt üyelerinin topluma entegrasyonu meselesi. Şimdi burada değişik kademelerdeki kişiler söz konusu. İşte o hukuki tartışmaya girmeden şunu söylemek istiyorum: Bu kişiler, binlerce kişi, kaç bin olduğunu bilmiyorum ama dağdaki, Kandil'deki, şuradaki buradaki değişik yaşlardaki kadın erkek karışık bu kişiler Türkiye'de topluma geri dönecekler. Hepsi mi olur, ne olur onu bilmiyorum ama en üst düzeydeki isimlerin bile gelmesi gibi bir şey var. Bu, hem "toplum" ve hem "entegrasyon" lafları yan yana olunca çok hoş bir şey gibi geliyor ama kolay olmayacak herhâlde. Mesela hatırlarsanız geçen süreçte bir Habur olayı yaşandı ve büyük bir olumsuz kırılma yaratmıştı o. Şimdi mesela ilk aklıma gelen bunu zamana yaymak.
Nebi Sümer: Evet, ve yöntem. Ben de tam onu söyleyecektim. Şimdi aslında Habur'a kadar eski açılım süreci şimdikinden çok daha doğruydu. Hatırlayın, 7 bölge için komisyonlar kurulmuştu. Kanaat önderleri bu komisyonlarda yer almıştı. Bunların çoğu, işte bir tanesi benim çok sevdiğim arkadaşım rahmetli Fuat Keyman oradaydı. Toplumda çok itibarlı insanlar bu komisyonlarda görev almıştı ve bunlar işte sizin bahsettiğiniz kaynaşma için uygun iklim yaratmak üzere görüşmelere başlamışlardı. Bu görüşmeleri Habur'daki kötü görüntü yıktı, hatırlayın onu. Yani çadır mahkemesi kurup işte meşru algısını halkın böyle sinir ucuna dokunacak şekilde yapmak kırdı. O yüzden burada karşılığı olması lazım. Şimdi burada PKK başlangıçta "Biz artık alacağımızı aldık. Bundan sonra siyasi mücadele vardır" diyor. İşte Öcalan'ın argümanları bu; "Siyasi mücadeleyle bu haklara devam edeceğiz" diyor. Şunu da demesi gerekiyor, eğer buna inanıyorsa bu kişiler: "Terörle almak yanlıştı. Bu yol bize de maliyetli oldu. Bu yanlışı şimdi düzeltiyoruz" da demesi lazım. Bu anlaşılır. Ama "Ben alacağımı aldım" derseniz halk burada, özellikle şehit aileleri, gazi aileleri yenilmişlik duygusuyla buna karşılık veriyorlar. Yani "Devlet baş edemedi, onlar kazandı" gibi. Bunun bir kazanma kaybetme olayı olarak algılanmaması gerekiyor. Yani toplumda derin bir çatlak oluşmuştu. Bu çatlağın çok büyük maliyeti vardı ve maliyetin büyük kısmı da psikolojik inanın. Ben şeyi çok yanlış buluyorum, bu arada onu da söyleyeyim, yani "Şu kadar milyar dolar paramız gitmişti" argümanı yapıyor.

Ruşen Çakır: Tam onu soracaktım.
Nebi Sümer: Parayla ölçülür mü bu? Asıl maliyet psikolojikti.

Ruşen Çakır: Bu söylediğiniz husus, para meselesi... Şimdi Müsavat Dervişoğlu oradan Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı yakalamış sıkıştırıyor. Bugün yine bir paylaşım yaptı, "Parayla bu iş nasıl olur? Bunu nasıl yaparsınız? İnsanlar para için değil… Bu kadar insan şehit oldu" vesaire diye. O çok gerçekten hani insanların aklına hitap etme iddiasıyla bu olayların yarattığı ekonomik zararı anlatmanın ters teptiği, tam sizin söylediğiniz husus.
Nebi Sümer: Onu bilmiyorum ama çok doğru. Aynen bunu söylüyorum ben. Yani bu ayıp, yani saygın da değil. Şimdi bunun çıkış nedeni, bir kere biz bir insanın doğuştan getirdiği dili ve kimliği anlama konusunda direndik. Bir önyargı, bir kalıp yargı geliştirdi toplum. Bunu siyaset besledi. Bu hükümete ait değil bu, geçmişte olan bir şeydi. Bu gerçek. Bunu sosyologlar, psikologlar tespit ettiler. Bunun çözümü için bir yol varsa bu yoldaki yöntemin doğru olması lazım. Çünkü yöntem içeriği belirler daha önce. Yöntemi siz sırf bir değişim anlaşmasıymış gibi paraya indirirseniz, "Sen bu kadar koy, ben bu kadar koyayım" derseniz, bu tür bir kontrata bindirirseniz bunun karşılığı olmaz. Mesela ben Bahçeli'nin bu ‘‘Cumhurbaşkanının bir yardımcısı Kürt, bir yardımcısı Alevi olsa’’ sözüne çok tepki göstermiştim o gün de. Yani inanılmaz bir acımasızlık. Yani insanların doğuştan getirdiği kimliğin dışında bir şey yokmuş gibi davranıyorsun. ‘‘Niye? Cumhurbaşkanı Kürt olsun. Bir yardımcısı Türk ve Alevi olsun,’’ böyle dedi herkes de. Yani bir taraftan kimliğe hapsetmek büyük acımasızlık ve iki tarafı da yok saymak büyük acımasızlıktır. Bu para meselesi ikisine de giriyor bir anlamda baktığınızda. Yani hâlâ bunu anlamadığını, toplumdaki derin acının, yaranın özüne vakıf olmadığını gösteriyor politikacılar. Güvensizlik de biraz buradan geliyor. Bunu geçen, çok hoşuma gitti benim, Bekir Ağırdır’la konuştum. Güzel bir yazıda buna "güvenli bağ" diyor. Ben bunu çok önemsiyorum; bağ kurma, yani toplumda kopmuş duygusal bağların tekrar bir bağla bağlanması gerekiyor. Yani zaten öyleydi. Yani işte Kürt müziğini dinlerken, işte horon teperken, o bunu yaparken falan bu zenginliğin kaynaşmış içeriğinden kurduğumuz bağlarla, o günün bağıyla "Hadi bugün de Diyarbakır'a gidelim, hadi bugün de Antalya'ya gidelim" havasının toplumda kimlikler üzerine geçmesi lazım ve oradaki dezavantajlı gruplara o hakkın verilmesi lazım. Bu mağduriyet var. Ama bu birinin silaha dayalı aldığı kimlikle, diğerinin de "Silahları bırakırsan şunu yaparım" demesiyle olmaz. İşte bu tam sizin söylediğiniz olay. Bunun işte daha önce olduğu gibi bağlamını çözecek, toplumdaki bu haksızlık duygularını, kırılganlıkları da önleyecek, Habur gibi şeylere karşı önlem alınması lazım. Bunun için de çok umuyorum bu komisyon demokrasi, hukuk konularını da konuşur ve bunlara bir zemin açar. Bu nedenle, yani tekrarlayayım söylediğimi, bana göre yanlış bitti ama ilk açılımdaki süreç mekanizması daha doğruydu. Yani hatırlayın 7 grup vardı, her grupta 10 kişi falan vardı değil mi? Siz daha iyi biliyorsunuz bunları.

Ruşen Çakır: Akil İnsanlar Heyeti, evet.
Nebi Sümer: Bu daha doğru bir yaklaşım şimdi komisyona baktığımızda, yani psikolojik baktığımızda özellikle.

Ruşen Çakır: Hocam son olarak şunu sormak istiyorum. Çok zor bir süreç ve uzun olacağa benziyor, dünyadaki örnekleri de bildiğinizi biliyorum bu tür köklü sorunların çözümünde. Bu yıllar mı alacak, yoksa bir iki yıl içerisinde esas özü anlamında hallolabilecek bir şey mi? Ne dersiniz?
Nebi Sümer: Yani eğer demokrasi ve hukuk konusundaki açık adaletsizlikler çözülür, anlayış olursa bir, iki yıl içerisinde yoluna girer. Yoluna girer ama çözülmez. Çünkü güven yıkmak çok kolaydır, inşa bir süreç ister. Bunu görmek gerekiyor. Karşılıklı olması lazım. Yani mesela özellikle Öcalan'ın ve PKK'nın şunu da yapması gerekiyor. Şimdi hatırlayın, IRA ve Sinn Féin İrlanda’da yaptığı terörden dolayı özür diledi. "Ben bunu yaptım" dedi. Hatırlayın, mektuplar yazıldı, öyle çözüldü. Şimdi ben bilmiyorum, siz daha yakından takip ediyorsunuz, böyle bir şey duydunuz mu? Yani "Terörle yaptığımız yanlışlardan dolayı özür diliyoruz. Bundan sonra demokrasi, sivil itaatsizlik ne varsa buna göre çözeceğiz" diye bir şey duymadım ben. Devletin de karşılıklı olarak — yani bu Toros olaylarından tutun da Diyarbakır olayları, herkes bunların yanlışlığını kabul etti artık — bu yanlışlığın kimden kaynaklandığını, bunun altında yatan önyargının, kalıp yargının yıllardır sindirilmiş, ana dilini konuşması engellenmiş Kürtler olduğunu açık yüreklilikle kabul etmesi lazım. Bu karşılıklı olmalı. Yani insanın doğuşundan getirdiği doğruları reddetmeden kabul etme ve bunu siyaset üstü yapmayla bu iş olur. Yani, ‘‘Ben bunu siyaset üstü görmüyorum’’ derseniz, eğer hâlâ bazı şeyleri kimliklerle ilişkilendirirseniz, "Türk böyle olur, Kürt böyle olur" gibi, bu iş çözülmez. Yani altyapısını bir iki yılda kurarlar, güzergâh ona göre gider, o güzergâh için evrilen, kaynaşan toplum güven inşa ederse zamanla çözülür. Ama bir iki yılda olmaz bu tabii ki. O yüzden ben komisyonun bu işe aynı zamanda bir güven, bir hukuk ve aynı zamanda bir güvence ile yaklaşacağını umuyorum. Bakın, bağ güvenceyle başlar. Nedir güvence? Kimlik hakları, ana dil hakları ve insanların kimlikten gelen onuruna sonsuz saygıdır. Bu güvencenin verilmesi gerekiyor. Bunun hayata geçirilmesi gerekiyor, ki Kürtler bunu anlayabilsinler. Yani burada, ‘‘Ben kimliğimle onur duyuyorum’’ duygusunu, tabii bütün herkes için geçerli bu, yaşayabilsinler. Bundan sonra gelişir zaman içerisinde, ama bu bir süreçtir. Ben yine de iyimserim, onunla bitireyim Ruşen Bey. Yani sosyal psikolojik bakımdan, ilk başta söylediğim gibi, kimin yaptığından bağımsız olarak bazı doğruları kabul etmeye, yan yana oturmaya, müzakereye, görüşmeye dayalı her şey iyidir. Bunlar demokrasinin parçası. Müzakere ettiğin sürece bu iyidir. Şöyle düşünün; bakın, yüz yüze baktığınız insana kötü söz söyleyemezsiniz. Yıllardır birbirine küfreden insanlar aynı masada konuşursa, bir çay içerse çok şey değişir. İşte, çatışma çözümünün ilkesi budur, adım adım gider. Bence bu buluşmalar, görüşmeler olsun ama demokrasi mutlaka olsun. Çünkü bunlar bunun eksikliğinden çıktı. Bunu inşa ederek bunu çözeriz.

Ruşen Çakır: Bu söyledikleriniz aklıma Numan Kurtulmuş'un konuşmasında söylediği bir sözü getirdi, siz de görmüşsünüzdür. Hatta ben bir yayınımda başlığa taşıdım onu. "Kürtlerin onuru, Türklerin gururu. Bunlara halel getirmeyecek bir süreç" diye söyledi, ki çok önemli. İyi başladı, umarım iyi gider. Hocam çok teşekkürler. Tabii burada söylediğiniz hususu, yani ‘‘kimse burada kazanmıyor’’ meselesini; aslında kimse kaybetmiyor da ya da herkes birden kazanıyor.
Nebi Sümer: Herkes kazanıyor aslında, öyle demek lazım.

Ruşen Çakır: Bir de kimliklerden ibaret olmayan ama kimlikleri de yok saymayan perspektif… Onlar gerçekten çok anahtar cümleler. Çok teşekkür ediyorum yayınımıza katıldığınız için. Sağ olun.
Nebi Sümer: Sağ olun Ruşen Bey. İyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
24.08.2025 Devlet Bahçeli benim gibi düşünenleri tekzip etmeye devam ediyor
24.08.2025 Dindarlar ve CHP: Hiç de zor olmayan bir ilişki
23.08.2025 CHP’de “çifte liderlik” dönemi
22.08.2025 Kutuplaşma CHP’nin işine yarar mı?
21.08.2025 Mitingle olmaz mı, miting yetmez mi?
21.08.2025 Gürkan Çakıroğlu: “Cumhur İttifakı ve barış sürecinin geleceği Suriye’ye bağlı”
20.08.2025 Önce PKK mı, Fethullahçılar mı fesholacak?
19.08.2025 Taşıma suyla AKP değirmeni döner mi?
18.08.2025 Hakan Fidan niçin hedefte?
17.08.2025 Öcalan olmadan olmaz mı?
24.08.2025 Devlet Bahçeli benim gibi düşünenleri tekzip etmeye devam ediyor
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı