Mümtaz’er Türköne ile söyleşi: Özgür Özel doğru yolda mı?

08.06.2025 medyascope.tv

8 Haziran 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba. İyi günler, iyi bayramlar. Bayramda da sizi meşgul etmeye devam ediyoruz. Prof. Mümtaz'er Türköne ile Özgür Özel’i ve Özgür Özel'in son dönemde iyice sertleşen dilini konuşacağız. Mümtaz'er merhaba.
Mümtaz’er Türköne: Merhabalar Ruşen. İyi bayramlar.

Ruşen Çakır: Malum, Özgür Özel salı günü grup toplantısında, kurultayla ilgili olarak çok sert bir konuşma yaptı, “Hodri meydan” dedi, “Alnınızı karışlarım,” dedi. Ama çarşamba günü Gaziosmanpaşa mitinginde ayağı daha da gazdaydı. Özellikle başsavcıya yönelik olarak çok sert sözler söyledi. Ben şaşırdım açıkçası ettiği laflara ve zaten hemen hakkında re’sen soruşturma başlatıldı. Sonra ben bir yayın https://medyascope.tv/2025/06/06/ozelin-sert-cikislari-dogru-mu-video/ yapıp, bu sert üslubun doğru olup olmadığını tartıştım ve orta yolcu bir şekilde şöyle bağladım: “Bu, çalışılmış bir şey, ama zamana bırakmak lazım, şu an erken” dedim. Ama sen de bir yazı https://medyascope.tv/2025/06/07/ozgur-ozelin-ofkesi/ yazarak, çok net bir şekilde, Özgür Özel'in öfkesinin çalışılmış ve isabetli olduğunu söylüyorsun. Ben ‘’biraz zamana yayalım’’ dedim, sen, ‘’zamana ihtiyaç yok’’ diyorsun. Neden böyle dediğini anlat, sonra da tartışalım.
Türköne: Tam olarak bir savaş mantığı içinde düşünmek lazım. Bir savaş cereyan ediyor. Bu bir siyasi rekabet ya da bir siyasi atışma değil. İktidar kanadı, Saray, doğrudan doğruya Cumhuriyet Halk Partisi'nin yani muhalefetin karşısında söz söyleyebilecek herkesin temsilcisi sıfatıyla, Cumhuriyet Halk Partisi'nin karargâhını hedef almış, yok etmeye çalışıyor. Hapse atarak, tutuklayarak bu soruşturmalarla, tam anlamıyla tasfiye etmeye çalışıyor. Muhalefetin tasfiye edildiği bir politika, program, siyaset değildir. Bu bir savaştır ve bu savaşta da karşı taraf hangi silahı kullanıyorsa sizin de benzer silahlarla mukabele etmeniz gerekir. Bu savaş kelimesi benim ürettiğim bir şey değil, bunu kullandılar. Mesela Erdoğan iç cephe diyor. Cephe dediğiniz zaman, bu bir savaş deyimidir. Özgür Özel de çok önce, “Bu savaş ilanını kabul ediyoruz, Aynıyla mukabele edeceğiz,” karşılığını vermişti. Yani iki taraf da aslında bir savaşı yürüttüğünü ilan ediyor.
Ben senin gibi şaşırmadım Özgür Özel'in çıkışlarına. Tam tersine, niye bu kadar gecikti diye düşündüm. Çünkü iki tarafın aynı silahlarla savaştığını düşünürseniz, öfke, aslında Erdoğan'ın siyaset tekniği. Bunu yıllar önce birkaç kere ifade etti. “Öfke bir hitabet sanatıdır” diyor. Öfkeli görünerek karşı tarafı yıldırırsınız, algı oluşturursunuz ve öfkeyi birçok açıdan, politik netice elde etmek istediğiniz birçok uğraşta kullanabilirsiniz. Çeyrek yüzyıla yakın bir zamandır, Erdoğan'ın ana figür olduğu bir siyasi dünyanın içinde yaşıyoruz ve neyi nasıl yaptığını, neyi nasıl planlayıp icra ettiğini öğrendik. Bunu defalarca tekrarladığı için artık ezberledik neredeyse. Muhtemeldir ki Cumhuriyet Halk Partisi kurmayları da gördüler, çözümlediler, ezberlediler. Erdoğan'ın taktiği çok basit bir taktik. Herhangi bir siyasi problemle karşılaştığı zaman, herhangi bir siyasi engelle karşılaştığı zaman, hemen bir kriz çıkartıyor ve meseleyi bir kriz yönetimine dönüştürüyor, sonra krizi tırmandırıyor. Tırmanan kriz karşı tarafın canını yakmaya başladığı zaman karşı taraf sonunda pes ediyor ve Erdoğan bu kriz yönetimiyle meseleyi çözmüş oluyor. Bunun çok sayıda örnekleri yaşandı geçmişte. Mesela Gezi olaylarını hatırlayalım. Başlarda son derece barışçı, toplumdan da çok geniş destek alan bir eylem olarak başladı. Erdoğan, Gezi Parkı’ndaki o çadır yakma eyleminden sonra, krizi sonuna kadar tırmandırdı. ‘’Çapulcular, sokak eylemcileri’’ falan diyerek, elinden geldiği kadar tırmandırdı krizi ve sonunda sönümlendi. O akılda kalıcı, tarihe de yön veren örneklerden biri olduğu için hatırlatıyorum bunu. Şimdi aynı yöntemi Özgür Özel kullanıyor. Öfkeyi bir siyaset tekniği olarak kullanıyor. Söylediği lafların arkasının dolu olduğu belli, çünkü tekrarlıyor. Mesela savcıya yönelik hakaret şeklinde, konusu suç teşkil eden laflar söyledi. Zaten hemen soruşturma açıldı. Bu, karşı tarafa, “Elini gördüm ve yükseltiyorum” manasına geliyor.

Ruşen Çakır: Mümtaz’er, burada şöyle bir husus var yalnız. Çok eşitsiz bir savaş. Sen savaştan bahsediyorsun, doğru. Siyasi bir savaş bu, o da doğru. Ama Özgür Özel'in ve CHP'nin karşısında Erdoğan yok. Karşılarında yargı var. Zaten ettiği lafı da başsavcıya ediyor. Burada böyle garip bir durum var. Erdoğan hiç karışmıyormuş gibi, bir adlî süreç varmış gibi yapıyor. Arada sırada, “Cumhuriyet tarihinin en büyük organize suç örgütü” filan deyip, araya dâhil olduğu oluyor. Ama belki başından itibaren buradaki sorun, sonuçta Erdoğan'ın yürüttüğü bir operasyonda Erdoğan'ı karşılarına almaları; söylem olarak alıyorlar. Farkındaysan darbe ve cunta söylemi Erdoğan'ı çok etkiledi, çok rahatsız etti. Ama Erdoğan çok kolay bir şekilde ortadan kayboluyor ve polislerle, savcılarla ve yargıçlarla baş başa bırakıyor. Orada. CHP'nin çok ciddi bir dezavantajı var.
Türköne: Orantısız güç diyoruz buna, savaşlarda da orantısız güç diyoruz. Fakat ben senin gördüğün gibi görmüyorum. Burada önemli olan, bu tür krizlerde topluma yerleşen algı üzerinden rekabet ediliyor olması. Yani savaş, aslında bir algı savaşı. Toplumda da CHP'li belediyelere, belediye başkanlarına yönelik operasyonların, muhalefeti tasfiye etmek için girişilmiş operasyonlar olduğu, AK Partililerin bir kısmının bile kabul ettiği bir algı hâline geldi. Ve Cumhuriyet Halk Partisi, o kitlesel eylemlerle, mitinglerle, gösterilerle böyle bir algıyı yerleştirmeyi de başardı. Toplumdaki, “Yolsuzluk yapmışlar, bunlar cezalandırılsınlar” algısını, “Turpun büyüğü heybede” diyerek Erdoğan'ın kendisi yok etti. Bu turp lafı da siyasete damgasını vuran bir metafora dönüştü ve muhalefet de bu saldırıyı doğrudan doğruya Erdoğan'la polemiğe girerek yerleştirdi; böyle bir algı oluşmasına katkıda bulundu.
Ben algı oluşturma konusunda iktidar cephesinin, Saray cephesinin başarısız olduğu kanaatindeyim. Bu başarısızlığın sebebi de büyük ölçüde, bu siyasi krizin ekonomik krizle birlikte eşzamanlı, senkronize yürümesi. Fakat iktidar kanadıyla muhalefet kanadı arasındaki orantısız dediğimiz savaşta, daha önemli bir şey var. Eğer savaşı gerçekten böyle metafor olarak, gerçek bir savaş gibi, kuvvetleri, savaş tekniklerini, birbirlerine yaptıklarını yüksek bir tepeden izlersek, iktidar kanadı çok zayıf. Muhalefet, “Üç beş savcı, üç beş yargıç” diyor. Bunun dışında AK Parti yok savaşın içinde. Bürokrasi yok, bakanlar yok, parti sözcüleri, parti meclis grubu yok. Zaman zaman da iktidarın kendi içinde eleştirilere konu oluyor bu. “Niye yanında kimse yok, niye sahip çıkmıyorsunuz Erdoğan'a?” diye, iktidarın kendi militanları bir polemik başlatıyorlar, kavga başlatıyorlar. Muhalefet cephesi ise ahlâki ve vicdani olarak üstün durumda. AK Partili belediyelere, özellikle geçmiş dönemdeki belediyelere yönelik kamyonlar dolusu yolsuzluk soruşturmaları, İçişleri Bakanlığı tarafından izin verilmediği için duruyor. Ama burada tutuksuz yargılanabilecek birçok dosya, herhangi bir gerekçe ve delil de ortaya koymadan, tanık ifadeleriyle, itirafçı ifadeleri üzerine inşa edilmiş soruşturmalarla götürülüyor. 

Ruşen Çakır: Burada bir araya gireyim. Biliyorsun, dün, iktidar yanlısı bir kanalda, çok sayıda kişinin katıldığı bir yayında şöyle bir konuşma geçti: Programa katılanlardan birisi ağzından, “İktidar belediyelerinde hiç mi yolsuzluk yok? diye bir laf kaçırıyor herhalde ve onun üzerine diğeri de, “Pekâlâ olabilir. O zaman iktidar değişir ve AK Partili X belediyesine o zaman soruşturma açılır” diyor. Yani ‘’yolsuzluk yok’’ diyemiyorlar. Tabii ki diyemeyecekler ve açık bir şekilde bunun tamamen iktidarla bağlantılı olduğunu da gösteriyorlar. Bu senin demin bahsettiğin zayıflığın da bir işareti. Az sayıda insan savunuyor, ama savunurken onlar da o kadar zorlanıyorlar ki. Kıpti meramını anlatmaya çalışırken bir şey söylerdi. Neydi o? Cümleyi sen daha iyi bilirsin.
Türköne: “Şecaat arz ederken merd-i kıbtî sirkatin söyler.”

Ruşen Çakır: Evet, tam öyle oluyor. Yani bunu açık açık itiraf ediyorlar.
Türköne: Şimdi, savaşın şu cephesi önemli. Savaşı birçok açıdan değerlendirmek lazım. Evet, bu konuştuğumuz mevzu şu: Siz camdan bir köşkte oturuyorsunuz ve yan tarafta derme çatma ahşap bir kulübede yaşayan muhalefetin küçük camına taş atıyorsunuz. Karşınızdan taş yağmuru geldiği zaman hiçbir şekilde korunamazsınız. Yani Saray’ın durumu, iktidarın durumu bu. İçişleri Bakanlığı el koymuş, soruşturmaların hiçbiri yapılmıyor. Öbür taraftan da tutuklama bahanesi olarak bu tür soruşturmalar kullanılıyor. Savaşın mantığı içinde cephelerin stratejisini izlerken, şu nokta çok önemli: Saray kendi etrafında güçlü bir cephe, mevzii oluşturamıyor. O yüzden şiddeti arttırması lazım. Yani muhalefetin üzerine daha da yüklenmesi lazım ki, gemileri yakmış olarak, ‘’iktidar değişirse başımız belaya girer’’ korkusuyla topa girmeyenleri seferber etmeli. Biraz ısrar etmesinin, çok ağır maliyeti olan bu soruşturmaları sürdürmesinin sebebi o. Yani kendi cephesini tahkim etmek. Kimse girmiyor topa, kimse destek vermiyor. Çünkü herkesin gördüğü bir şey var. Adem Sözüer Hoca, bu tutuklamaların aynı zamanda özgürlükten mahrum bırakma suçu olduğunu, bu savcıların, yargıçların da yargılanabileceklerini söyledi. Türkiye'de Ceza Hukuku’nun duayenlerinden biri olan hoca böyle bir şey söylediğine göre, Anayasa’yı ihlal suçu var. Bunu herkes görüyor. Daha önce benzer yargılamalar da yapıldığı için, bu endişeyle, uzak duruyorlar savaştan. Onları seferber etmesi lazım. Seferber etmek için Cumhuriyet Halk Partisi'ne daha şiddetli yüklenmesi, onu kilitlemesi, kendi mevzilerini konsolide etmesi lazım. Muhalefetin de buna karşı yapabileceği tek şey, en etkili silah, Özgür Özel'in gösterdiği öfke. Bu öfke sayesinde kendi mevzilerini tahkim edip, daha güçlü bir şekilde Saray’dan gelen taarruzlara karşı durabilir ve üste çıkabilir.

Ruşen Çakır: Araya girmek istiyorum, Mümtaz'er. Ben bugün bir yazı https://medyascope.tv/2025/06/08/chpnin-onundeki-engel-kucuk-olsun-bizim-olsun-anlayisi/ yazdım. ‘’CHP'nin önündeki en büyük engel, küçük olsun benim olsun’’ anlayışı. Bilmiyorum görme şansın oldu mu?
Türköne: Gördüm.

Ruşen Çakır: AK Parti iktidarı başından beri, özellikle belli bir aşamadan sonra, Deniz Baykal ve Kılıçdaroğlu zamanında, CHP'ye bir alan sundu, dar bir alan. Burada muhalefet yapma alanı sundu ve CHP'yi de her türlü milli birlik ve beraberlik gerektirdiğini iddia ettiği her anda da yanına aldı. Mesela Selahattin Demirtaş ve arkadaşlarının dokunulmazlığının kaldırılması olsun, 15 Temmuz darbe girişimi olsun, birçok olayda bunu yaptı. Ve bu arada CHP'ye şunu sundu: ‘’Tamam, sizin de belediyeleriniz var. Sizin de Meclis Başkan Vekiliniz var. Onların da arabaları var. Sizin de bazı belediyeleriniz var. Buralarda istediğinizi yapın. Salı günü grup toplantısında bana bağırın çağırın, şunu yapın, bunu yapın. Böyle geçinip gidelim.’’ Ve burada çok sayıda insan da aslında bir anlamda buna razıydı. Çünkü kazanma ihtimali yok.  Düşünsene, 2000'li yıllarda %25'te çakılıp kalmış bir CHP. Şimdi ilk defa CHP'nin iktidar olabilme ihtimali çıkıyor. Birinci parti oluyor ve ilk defa bunu değiştirecek. Fakat bizzat o bahsettiğim Beşiktaş'taki mitingde görmüştüm bunu. Bence, ‘’Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olma’’ endişesini taşıyan birçok insan var. Yani siyasi iktidarı alayım derken, kendi küçük iktidarlarını kaybetme endişesi taşıyan çok CHP'li var. Ne oluyor? İlçe belediye başkanları içeride. Yenileri de pekâlâ içeri atılabilir. CHP bunu engelleyemiyor. Mesela en son dalgada, Adana Seyhan ve Ceyhan belediyesi de dâhil olmak üzere beş ilçe belediye başkanı tutuklandı. Böyle bir zorluk da var CHP'nin önünde. Özgür Özel, öfkeyle bir şey yapıyor, ama bazıları da hop oturup hop kalkıyor. Ben sahada çok olduğum için mitinglerde de bunu görüyorum aslında. Mesela gariptir, çok insan yer almıyor Özgür Özel'in yanında. Özellikle İstanbul dışı mitinglerde. Otobüsün tepesinde genellikle yerel isimler ve birkaç kişi var. Özgür Özel ve hakkını yemeyelim İstanbul İl Başkanı Özgür Çelik, sanki böyle tek başlarına yapıyormuş gibi bir durum var. Ben mi abartıyorum?
Türköne: Bu gözlemine ben de katılıyorum. Cumhuriyet Halk Partisi'nin gelenek olarak kavga etme yeteneği fazla yok. Aslında solda çok fazla yok. Yani kafa göz girip ortalığı dağıtmak…

Ruşen Çakır: Hemen laf sokma sola. Az kavga etmedik zamanında.
Türköne: Sahada gözü kara bir şekilde dalmak, kavgada üste çıkmak, MHP'de ve muhafazakâr kanatta, ortanın soluna göre daha kuvvetlidir. Bağırıp çağırmasını, meydan okumasını, racon kesmesini, muhafazakâr milliyetçi kesim daha iyi bilir. Bu önemli değil, bunun üzerinde çok durma. Çünkü Cumhuriyet Halk Partisi'nin kendi geleneklerini, kendi kimyasını fersah fersah aşan bir dalga var ve Cumhuriyet Halk Partisi'nin tasfiyesi sorununun üzerine çıkmış bir mesele. Demokrasi iptal oluyor. Cumhuriyet Halk Partisi bu şekilde taarruzlar karşısında teslim olduğu anda, Türkiye'de demokrasi diye bir şey kalmıyor, Anayasa diye bir şey kalmıyor, hukuk düzeni diye bir şey kalmıyor. Bu kavga, çok basit bir şekilde Saray’da AK Parti bürokratlarıyla, stratejistleriyle, CHP arasında süren bir kavga olmaktan çıktı. Eğer CHP kaybederse, Türkiye kaybeder. Demokrasiyi kaybeder. Ne kadar süreceği belli olmayan bir dikta rejimine, cunta rejimine geçer Türkiye. Bu, Cumhuriyet Halk Partisi'nin iradesini, kişisel tercihlerini, geleneklerini aştığı için, burada krizi fırsata çevirmek, krizden istifade ederek, o gelen güçlü dalgayı kendisini yükseltecek bir manivela gibi kullanmak konusunda öfke siyaseti, öfke taktiği çok önemli bir gösterge. Siyaseti doğru okuduklarını ve doğru bir çıkışa yöneldiklerini gösteriyor.

Ruşen Çakır: Şöyle de bir şey var. Senin, yazında benim kadar önem atfetmediğini fark ettim, ama bir mahkeme var, kurultay olayı var, ‘’mutlak butlan’’ ihtimali var. Kılıçdaroğlu'nun tekrar partinin başına geçme ihtimali var ve o da hiç buna itiraz eder bir havada değil. Ama sen bunları çok önemsemiyorsun. Neden?
Türköne: Evet, önemsemiyorum. Çünkü bu dalga belirliyor. Saray, ‘’Kılıçdaroğlu partinin başına geçsin mi?’’ diye karar verirken, toplumdan gelen bu dalgaya, yani oluşan algıya bakıyor. En son yapılan ikinci kurultayda, yani Özgür Özel'in yaptırdığı Olağanüstü Kurultay’da görüldüğü üzere, Kılıçdaroğlu da o gün manzaraya bakıp, muhtemelen böyle bir şeye tevessül etmeyecek diye düşünüyorum. Çünkü dalga, çok güçlü bir dalga. İktidarı aşıyor, muhalefetin boyunu aşıyor, her şeyin boyunu aşıyor ve Özgür Özel, o derinlerden gelen dalgayla, o öfke patlamalarıyla dalganın tam tepesine yerleşiyor. Yani sörf yapıyor o dalganın tepesinde. Ben bu kurultay meselesini çok ciddiye almıyorum. Çünkü kurultayla ilgili neticeyi belirleyecek olan karar, Saray’ın iradesinin, Cumhuriyet Halk Partisi'nin iradesinin, Kılıçdaroğlu'nun tercihinin ötesinde bir şey. Bir demokrasi kumarı. Kimse bu kumarı kendi çıkarları için, kendi hesapları için kullanamaz. Türkiye demokrasisini kaybediyor, anayasal düzenini kaybediyor, hukuk düzenini kaybediyor ve bütün bunlar olmadığı takdirde, ekonomik olarak bu krizden, yoksulluktan çıkma ihtimali kayboluyor. Bunu her zaman sol yapardı, ben yapıyorum. Nesnel şartlara bakarak neticeye varıyorum. Nesnel şartlar da Özgür Özel'in o öfke patlamaları ile yürüttüğü savaşın, geri kalan her şeyi belirlediği şeklinde bir gözleme, neticeye dayanıyor.

Ruşen Çakır: Önce bir düzeltme yapayım: Sol buna ‘’nesnel şartlar’’ demez, ‘’somut koşulların somut tahlili’’ der. Evet, somut koşulların somut tahlilini yapıyorsun. Şimdi şöyle bir şeyi de söylemek istiyorum. Değişik vesilelerle yazdım, söyledim, ama beni çok çarpıyor bu. Mesela gittiğim İzmir mitinginde ya da Düzce mitinginde ki en son Kemal Can’la beraber izledik biliyorsun, aşağıdaki insanların senin söylediklerinle çok örtüşen şöyle bir durumu var: Böyle tartışmaları çok fazla önemsemiyorlar. Kaybedecek bir şeyleri yok, kazanmak istedikleri çok şey var. Ama biz gazeteciler protokolün olduğu yerde oluyoruz biliyorsun. Otobüse daha yakın oluyoruz ve orada birçok parti yöneticisini, belediye başkanını, şunu bunu görüyoruz. Hepsinin birtakım kaygıları var. Çünkü onların kaybedeceği bir şey var. Ben bunu taban ve tavan arasındaki uyumsuzluk olarak adlandırıyorum. Tabii Özgür Özel’i istisna tutarak söylüyorum bunu. Biliyorsun Düzce’de miting yapmak CHP için çok akıl kârı bir şey değildi. Yaptılar ve bayağı da başarılı oldu. Hem de tam o sabah beşinci dalga olmuştu, Özgür Özel konuşmalarını çok kısa tuttu. Ama sonra insanlarla konuştuğumuz zaman, beşinci dalga, kurultay mahkemesi filan, hiç bunları dert ediniyor gibi bir hâlleri yoktu. Yani orada başka bir şey var, aşağıda başka bir şey dönüyor. Başka bir motivasyon bu.
Türköne: Ruşen, parti örgütü olarak Cumhuriyet Halk Partisi'nin de evrilmesinin, kendine göre şartlara uygun bir şekilde kadrolarını ve örgütlenmesini gerçekleştirmesinin bir vesilesi olacaktır. Krizler, o krizlere uygun politik aktörleri ön plana çıkartır. Mesela Özgür Özel böyle bir adammış. Bilmiyorduk hiçbirimiz. Bende hep şöyle bir intiba uyandırırdı: İlkokullarda sınıf mümessilleri olurdu bizim çocukluğumuzda. Tahtaya yaramaz çocukların adını yazar, öğretmene şikâyet ederdi. Yerinde duramayan yaramaz çocukları da sınıf mümessilli yaparlardı. Bende hep böyle yaramaz çocuk imajı uyanırdı Özgür Özer'le ilgili. Fakat müthiş bir enerji ve bu enerji konsantrasyonla birleşince, ortaya hakikaten çok başarılı bir politik aktör çıktı. Müthiş konsantre oluyor mevzuya. O konuşurken belli ki irticalen konuşuyor. Enerjisi çok fazla, yani hiperaktif bir adam intibaını uyandırıyor ve buna uygun, bu krize uygun bir politik aktöre dönüştü Özgür Özel. Tam olarak karşılıyor, dolduruyor. Tarihin kendisine biçtiği rolü oynuyor. Bu açıdan, şartlar, kendisine uygun politik aktörleri ortaya çıkartır. Bu endişelenen, korkan, ‘’ben de cezaevine girer miyim?’’ diye geri çekilen CHP'liler sapır sapır dökülürler. O zaman ağaçta kalan sağlam meyvelere bakarsınız. Cumhuriyet Halk Partisi için yeni kadrolar devşirmek zor bir şey değil. Her zaman muhafazakâr kesime göre daha nitelikli, daha şehirli, daha eğitimli bir tabana dayanır Cumhuriyet Halk Partisi. Yeni kadrolar üretmesi çok zor değil. Şartlar da, krizde yeni politik aktörleri çıkartacak ön plana. Aslında politika, meseleyi, doğal seleksiyon içinde çözüyor.

Ruşen Çakır: Mümtaz’er, yayını bitireceğim ama şu ana kadar hiç Devlet Bahçeli’nin adı geçmedi. Seni bulmuşken, Devlet Bahçeli’yi sorayım. Devlet Bey, bir ihtimal bayramdan sonraki grup toplantısında konuşacak. Ya bu salı ya da bir sonraki salı. Ne zamandır böyle parça parça birtakım mesajlar veriyor, ama onun istediği gibi gitmiyor sanki çözüm süreci. Ne bekliyorsun Bahçeli'den? Ne tür mesajlar, pozisyon almalar bekliyorsun?
Türköne: Çok somut olarak şunu bekliyorum: Erdoğan'la Bahçeli arasında, doğal iletişime konu edilmeyen bir diyalog geçiyor. Daha doğrusu diyalektik bir süreç geçiyor. Erdoğan, bu infaz yasasının boyutlarını daraltarak Bahçeli'ye kazık attı, yani Bahçeli'nin istemediği bir şeyi yaptı. Bunu Fethi Yıldız ifade etti. Fethi Yıldız kendi başına, Bahçeli'nin onayı, izni olmadan böyle bir şeyi söylemez. Sanıyorum grup konuşmasında buna bir cevap verecek. O infaz yasasının daraltılması meselesi, Erdoğan'ın ipe un serdiğini, zamana oynadığını, geciktirdiğini, avantajlı şartları gözettiğini, ona göre tavır alacağını gösterdi. Süreç, Saray’a takılıyor ve Bahçeli tek bir hedefe kilitlenmiş, tamamıyla ona odaklı düşünen ve mesaj üreten bir politikacı olarak, yine çözüm süreciyle ilgili mesajlar verecek ve sanıyorum yine konuşması üzerinden, medya üzerinden, Erdoğan'a kendince güçlü bir mesaj verecek. Yani eleştirel anlamda bir mesaj verecek. Öyle bekliyorum, öyle düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Çok teşekkürler, Mümtaz’er. Çok sağ ol. Bu arada biliyorsun benim Fethullahçılar üzerine söylediğimle, Gökhan'ın (Bacık) yazısıyla ve senin yazınla çarşıyı bayağı karıştırdık. Hatta birtakım insanlar ‘’Mümtaz’er Hoca niye Medyascope’ta yazıyor, yazmasın’’ diyorlar. Şimdiden söyleyeyim.
Türköne: Hiç umurumda değil. Ruşen, sen de ben de sadece doğru bildiğimiz şeyleri söylüyoruz. Seni o yüzden zaten çok seviyorum. Kimsenin işine gelecek, kimseye yarar sağlayacak şeyler söylemiyoruz. Bir hakikat borcumuz var sadece, ona saygı gösteriyoruz. O yüzden hiç umurumda değil. Mesele, uhulet ve suhuletle, toplum için, Türkiye için faydalı sonuçların hâsıl olması. Bu konuda senin de ciddi bir katkın var. Ne diyeyim?

Ruşen Çakır: Evet, çok teşekkürler, Mümtaz’er. Tekrar iyi bayramlar. Mümtaz’er Türköne ile ‘’Özgür Özel doğru yolda mı?’’ sorusunun cevabını aradık. Ben hâlâ biraz temkinliyim. Ama Mümtaz’er, ‘’evet, hatta az bile’’ dedi. Böyle özetleyelim. Bizi izlediğiniz için teşekkürler ve tekrar iyi bayramlar.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
15.06.2025 Öcalan’ın İsrail ile, İsrail’in Öcalan ile ne alıp veremediği var?
14.06.2025 Erdoğan CHP’yi yeniden istediği kıvama getirebilir mi?
13.06.2025 Gaziosmanpaşa’nın gösterdiği AK Parti realitesi
11.06.2025 Yeniden: Özgür Özel mucizesi
11.06.2025 Ferdi Zeyrek’in gösterdiği CHP realitesi
10.06.2025 KHK’lıların yalnızlığı
09.06.2025 Yoksa Ekrem İmamoğlu yanlış mı yaptı?
08.06.2025 CHP’nin önündeki en ciddi engel: “Küçük olsun bizim olsun” anlayışı
08.06.2025 Mümtaz’er Türköne ile söyleşi: Özgür Özel doğru yolda mı?
07.06.2025 Gizli tanıklar ve itirafçılarla adalet tesis edilir mi?
15.06.2025 Öcalan’ın İsrail ile, İsrail’in Öcalan ile ne alıp veremediği var?
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı