Mesut Yeğen ile söyleşi: Kürt sorunu ve Kürt siyâseti: Algılar ve gerçekler

14.05.2024 medyascope.tv

14 Mayıs 2024’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Reform Enstitüsü’nden Prof. Mesut Yeğen stüdyo konuğumuz. Kendisiyle, Kürt sorunu ve Kürt siyâseti: Algılar ve gerçekler hakkında konuşacağız. Hoş geldin Mesut.
Mesut Yeğen: Hoş bulduk.

Ruşen Çakır: Geçen hafta Rawest’in “Kürt meselesi, Kürt siyâseti ve Demirtaş” başlıklı bir araştırması https://rawest.com.tr/wp-content/uploads/2024/05/Raporun-tamamini-buraya-tiklayarak-indirebilirsiniz..pdf açıklandı. O sunum toplantısını yarısına kadar ben de izledim. Sen de o raporun yorumcularından birisiydin. Çok önemli bir araştırma ve çok ilginç bulgular var. Zâten bu yayını da biraz ondan esinlenerek yapmak istedim. Sen, Kürt meselesini yıllardır çalışan bir siyâsetbilimcisin. Bu çalışmada 1400’ün üzerinde Kürt’le yüz yüze yapılmış bir araştırma var. Bu araştırmaya katılanların bir kısmı ülkenin batısında yaşayanlar, bir kısmı güneydoğuda yaşayanlar. Katılımcıların kadın-erkek oranı neredeyse yarı yarıya. Bu araştırmada, Kürt meselesinin ne olduğu Kürtler’e sorulmuş. Bu raporda ne gördün? Seni şaşırtan bulgular var mı? İnsanlar “Kürt sorunu” derken neyi daha çok dile getiriyorlar? Beklentileri, kaygıları, eleştirileri nedir?
Yeğen: Pek şaşırtan bir tarafı olduğunu söyleyemem, aşağı yukarı beklediğimiz sonuçlar. Ama önce bir düzeltmeyle başlayayım: Rawest’in araştırması daha çok bir Demirtaş araştırması. Başka araştırmalarla da birleştirilen bir sunum yapıldı orada. Daha önce Kürt Çalışmaları Merkezi’nin hazırladığı “Kürt Barometresi” araştırması ile birleştirilerek yapıldı. Rawest’in sunumundaki tüm bulgular oradan değil. Ama Kürt meselesiyle ilgili, Kürtler’le ilgili bulgular bize şunu gösteriyor: Meselâ orada biraz kaygı verici bir durum var; Kürtler’le Türkler arasında Kürt meselesinin ne olduğuna dâir fikir ayrılığı olanca büyüklüğüyle devam ediyor maalesef. Yani Kürtler’e, “Kürt meselesi nedir, ne düşünüyorsun?” diye sorulduğunda, onların cevâbı, esas olarak kimliğin tanınmaması. Yani “Kimliğimizin tanınmasını istiyoruz” diyorlar ve tanınma yolundaki adımları çok yetersiz buluyorlar. Zâten son 10 yılda da epey bir geri gitme söz konusu. Bir de, çok net olarak bir ayrımcılıktan söz ediliyor. Yani Kürtler bölgede devletle muhâtap olduklarında, bölge dışında ise diğer yurttaşlarla muhâtap olduklarında, ayrımcılığa mâruz kaldıklarını düşünüyorlar. Dediğim gibi, bu araştırmanın değil ama başka araştırmaların, özellikle Barometre’nin bize gösterdiği, Kürt olmayan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının meseleye bakışında iki ana motif var: Ayrılıkçılık, bölücülük ve eğitimsizlik. “Kürtler daha iyi eğitilseler böyle düşünmezler” diye ya da esas olarak bu bir terör meselesi gibi düşünülüyor. Dolayısıyla bu iki perspektif, yani Kürtler’e hâkim olan bakışla Türklere hâkim olan bakış birbirinden çok ayrılmış gibi görünüyor. Belki de hep ayrıydı. Çözüm Süreci döneminde belki biraz yakınlaştı; ama dediğim gibi, aradaki mesâfe olanca büyüklüğüyle devam ediyor ne yazık ki.

Ruşen Çakır: “Çözüm Süreci” dedin de, orada yapılmış bir araştırma var mı bilmiyorum, ama en azından gözlemler var. Orada, birbirini tanımaya yönelik, özellikle âkil insanların oraya gitmesiyle birtakım ârızalar da çıktı, ama yakınlaşmayı biraz sağlar gibi görünüyordu sanki. Yoksa biz mi yanıldık?
Yeğen: Hayır, yanılmadık. Ben o süreci çok yakından izledim. Çözüm Süreci açıklandıktan birkaç ay sonra, özellikle o dönemdeki başbakanın ağırlık koymasıyla, kamuoyunun meseleye bakışı çok ciddî oranda değişti. Şimdi sayılar çok aklımda değil, ama Çözüm Süreci’ne olan destek %30’lardan %60’lara çıktı. Kezâ, Kürtler’in eğitim, yerinden yönetim gibi çok temel taleplerine yönelik mesâfe de epey bir azaldı o dönem. Belki iyi taraf olarak görebileceğim ve hâlen sürüp giden şey, Kürtler’in, Kürtçe’nin eğitim dili olmasına yönelik ya da Kürtçe’nin eğitime dâhil edilmesine yönelik talepleriyle ilgili bir infial hâlen çok yok. Evet, hâlâ çok kuvvetli bir destek yok belki; çünkü bir anlamda, bu mesele çok temel bir insânî hak olarak görülüyor. Dolayısıyla desteğin kuvvetli olması beklenir, ama en azından bir infial yok. İleride bir gün bir iktidar bir şey yapmaya kalkarsa, buralardan başlanabilir diye düşünüyorum. 
Aslında 2023 seçimleri öncesinde, temel siyâsî aktörlerin pozisyonlarına baktığımızda, esas mesele yine orada dönüyordu; en yumuşak olabilecek yer oralarda görünüyordu.

Ruşen Çakır: Çözüm Süreci dönemlerini hatırlıyorum. Erdoğan o târihte başbakandı, ama ülkenin en etkili ismiydi tabiî. Kürt sorunu konusunda ret ve inkâr politikalarına karşı olduklarını söylüyordu. Bu tanımı defalarca kullandı — ki bu zâten önemli bir duruş farkı. Ama şimdi uzun bir süredir, “Kürt sorunu diye bir şey kalmadı” diyor. Onun yönlendirdiği merkezî bir politika ve devlet aklı da var. Erdoğan’ın, “Kürt sorunu kalmamıştır” sözünün sâhada yansıması nasıl oluyor?
Yeğen: Kürtler çerçevesinde baktığımızda, onun söylediğinin bir karşılığı yok. O gün dinlediğin araştırmanın da gösterdiği üzere, Kürtler kimliklerini sürdürmek istiyorlar. Aslında Demirtaş araştırmasıyla birlikte, bu araştırmanın gösterdiği en temel şey, Kürt vatandaşlar açısından baktığımızda, Kürt sorununun bütün heybetiyle orada durmaya devam ettiği. Kürtler bütün bu 10 yıllık baskı sürecine rağmen, PKK’nin etkisizleştirilmesine rağmen, Türkiye’nin orada sâhayı PKK’den arındırmak konusunda bir başarı sağlamasına rağmen, Türkiye sâhayı Kürt meselesinden arındıramamış. Kürt meselesi orada olduğu gibi duruyor. Dolayısıyla “Kürt meselesini çözdük” derken, “Silâhlı faaliyete karşı başarı sağladık” kastediliyorsa, bu doğru. Ama “Kürt vatandaşlarının taleplerini geriletti. Kürtler partilerine yüz çevirdiler” diye kastediliyorsa, bunların olmadığı çok açık ortada. Aksine, olan şu: Kürtler AK Parti’den yüzlerini çevirdiler.
Yine oradaki araştırmada dinlediniz, zâten son seçim sonuçları da gösterdi: AK Parti 2011’de neredeyse her iki Kürt’ten birinin oyunu almaya yaklaşmıştı; o civarlarda bir oy alıyordu bölgede. Şimdi 10 Kürt’ten ikisinin bile artık oyunu almakta zorlanıyor. Dolayısıyla bütün bu “Çözdük” denilen şey, aslında AK Parti’nin Kürtler karşısında çözüldüğüdür. AK Parti’nin Kürt meselesini çözdüğü yok. Ne Türkiye’de çözdüğü var ne Suriye’de çözdüğü var ne de Irak’ta çözdüğü var. Kendisi açısından hallettiği tek mesele, silâhlı faaliyet.

Ruşen Çakır: Rawest’in araştırmasına katılanlara baktığımızda, insanların genel eğilimi de ortaya çıkıyor. Kürtler’de dindarlık çok yüksek. Dinle ilişkisi çok yoğun olan bir halk. Belki Kürt siyâsetçilerde bu çok fazla öne çıkmıyor olabilir, ama tabanda bu var. İlginç bir şekilde, dindar olan Kürtler’de de Kürt sorununun varlığını kabul etme çok baskın, değil mi? Yani muhâfazakâr Kürtler’in, devlet söylemine daha yakın oldukları varsayılıyordu uzun bir süre. Artık o eşik aşılmış herhalde. Dindarların da Kürt sorununu ve Kürt kimliğini sâhiplenmesi konusunda bayağı bir gelişme var sanki.
Yeğen: Evet. Küçük bir eklemeyle devam edeyim: Kitlesel düzeyde bakıldığında, Kürtler’in dindarlığı geleneksel bir dindarlık. Selefî örgütler, Kürtler arasında bir taban buldu, ama onların böyle büyük çapta kitleselleştiğini söylemek mümkün değil. Hizbullah, IŞİD gibi örgütler Kürtler’den militan devşirdi; ama dediğim gibi, Kürtler’in dindarlığı esas olarak geleneksel dindarlık ve o, HDP tabanında ya da bugünkü adıyla DEM Parti tabanında da görülen bir şey zâten.
Ama dediğin nokta şu açıdan önemli: Kürtler’in, kimliğe, eğitim gibi temel taleplere sâhip çıkma oranına baktığımızda, Kürtler’in –AK Parti’ye oy verenler de dâhil– neredeyse %80’ini kapsıyor. Bu, “Bir Kürt meselesi var. Temel talepler karşılansın” pozisyonunda. Zâten dediğim gibi, dindar Kürtler DEM Parti tabanında da var, ama AK Parti’ye oy veren Kürtler’de de var. Hattâ HÜDAPAR’a oy veren Kürtler’de de kimliğe sâhip çıkma, ana taleplerin karşılanması, çok belirgin özellikler. O îtibarla, Kürtler söz konusu olduğunda, dindarlıkla, biraz böyle muhâfazakarlıkla devlete yakın olma arasında bir korelasyon var, ama aynı korelasyonu, dindarlık ve Kürt meselesinden uzaklık ya da Kürt haklarına duyarsızlık şeklinde görmüyoruz.

Ruşen Çakır: Peki bölgesel farklar anlamında ne var? Meselâ herhalde Kürt nüfâsun en azından yarısı batıda yaşıyordur.
Yeğen: Onu bilmiyorum.

Ruşen Çakır: Belki daha fazlasıdır, bilemiyorum. 90’larda yaşanan devlet politikaları sonucunda oluşan büyük göçlerle berâber, batıda yaşayanlarla da kuşak farkı var. Ama bir de çok eskiden yerleşik olan Kürtler var. Bölgede yaşayan Kürtler’le büyükşehirlerde yaşayan Kürtler’in temel konulara bakışlarında çok bâriz farklar var mı? Ya da hangi konularda daha net birtakım farklar ortaya çıkıyor?
Yeğen: Biraz hâfızamı yoklamam lâzım; ama eğitim gibi temel konulara bakışta çok fark olduğunu sanmıyorum. Ama parti tercihi konusunda, 2023’ten beri gördüğümüz net bir eğilim var. Bir ayrışma değil, ama bir eğilim var. 2011’den sonra, HDP kurulduktan sonra, Kürt hareketi, Kürt partisi, batıdan da, hem Kürtler’in hem Kürt olmayanların desteğini aldı. Dolayısıyla, batıdaki Kürtler büyük oranda sonradan eklendi ve ilk ayrılanlar da sanki onlar gibi görünüyor. 2023 seçim sonuçları ve 2024, biraz onu gösteriyor.
Burada, benim henüz bilmediğim, ancak verilere bakarak konuşabileceğim şöyle bir soru var ortada: “Bu ayrılanlar belli sosyolojik özellikler taşıdıklarından mı ayrılıyorlar, yoksa HDP’nin 2019-2023 arasında tâkip ettiği ‘Muhalefetin yanında duralım, CHP ile birlikte hareket edelim’ siyâsetinin bir etkisi olarak mı ayrılıyorlar?” sorusunun cevâbı henüz net değil. Ama tahminim ya da öngörüm –tabiî ki biraz da veriye baktım– bunun sosyolojik bir mânâsının da olduğu. Metropollere erken göç etmişler, daha iyi eğitimliler ve daha iyi gelir durumunda olanlar, CHP’ye eğilim göstermekte sanki daha çabuk davranıyorlar ya da en azından daha meyyal görünüyorlar.
Buna mukabil, HDP’nin hardcore çekirdek tabanını, 90’lardaki devlet siyâsetine bağlı olarak zorunlu göçe mâruz kalanların oluşturduğunu biliyoruz. Onlar hâlen HDP’de durmaya devam ediyor; ama araştırmaların gösterdiği ilginç bir şey var: Zorunlu göçe mâruz kaldığını hatırlayan Kürtler’in sayısı dramatik bir şekilde düşmeye başlamış durumda. Dolayısıyla bu da, 90’lar hâfızasının azalmasına bağlı olarak, HDP dışı pozisyonlara çekilme eğilimini biraz teşvik ediyor gibi görünüyor.

Ruşen Çakır: Gençler konusunu çok merak ediyorum. Hakkâri’ye gittiğimde, oradaki HDP’liler, gençlerin çok daha radikalize olduklarını, hattâ “Devletin konuşabileceği son kuşak biziz” minvâlinde bir şey söylüyorlardı. Ama bâzı araştırmalarda –yanılmıyorsam Rawest’in araştırmasında da bu var– gençlerin politizasyonunun daha yumuşadığı yolunda birtakım bulgular var. 
Yeğen: Evet, çok uzun zamandır var.

Ruşen Çakır: Radikallikten ziyâde, daha yumuşamaya doğru bir eğilim mi var?
Yeğen: Yumuşama mı denir, kayıtsızlık mı denir bilmiyorum. Galiba yine Rawest’in daha önce yaptığı Kürt gençlerle ilgili bir araştırması https://kurdish-studies.org/wp-content/uploads/2021/01/Kurt_Gencler_20_Benzerlikler_Farklar_Degisimler.pdf vardı. O araştırma da Ankara’da bir iki yerde sunuldu. O araştırmada gördüğümüz çok net bir şey vardı: Kürt gençlerde, öyle beklendiği gibi bir radikalleşme olmadı. Aksine, daha çekilme eğilimi ya da tepkilerini spor, kültür alanı gibi zararsız faaliyetler yoluyla ifâde etme eğilimi hâkim oldu. Yani tepkilerini, Kürdî ama çok siyâsî olmayan alanlara daha çok kanalize ettiler. Dolayısıyla gençler, bir dönem zannedildiği, beklendiği, iddia edildiği gibi, “konuşulabilecek son kuşak” olmadı; oradan öyle bir radikalizm çıkmadı. Ama şunu da söyleyeyim: Gençler bütün siyâsî partileri çok meşgul ediyor. Kürt gençleriyle DEM Parti arasında bir ilişkisizlik sorunu yok. Mesela CHP’de bu sorun var, AK Parti’de de bu sorun var. Gençlerin siyâset tahayyülü artık senin benim kuşağından gelenlerin siyâset tahayyülüne benzemiyor; o kadar angaje değiller. Siyâsetle daha günlük bir ilgi kuruyorlar ve siyâset için, büyük idealler için kendilerini fedâ etmeye çok hazır değiller.
Gençlerde gördüğüm bir şey daha var: Birincisi “deradikalizasyon” denen şey. İkincisi de, kayıtsızlık, ilgisizlik. Tam kayıtsızlık da değil aslında. Gerektiği yerde duruma göre tepki göstermek ve çekilmek.

Ruşen Çakır: Çok alâkasız gibi gelebilir ama, Talha Hakan Alp’le yaptığım bir yayında https://medyascope.tv/2021/11/22/ilahiyatci-yazar-talha-hakan-alp-ile-soylesi-turkiyede-insanlar-neye-nicin-ve-nasil-inaniyorlar/ kendisine din konusunu ve özellikle dindar âilelerin çocuklarının dine karşı ilgisiz olduklarını ve dini sorguladıklarını sorduğumda –çünkü o sırada “Deizm, ateizm artıyor” deniyordu–, kayıtsızlık ve mesâfenin daha fazla olduğunu söylemişti. Meselâ anne baba evde dinle ilgili bir şeyler konuştuğunda, çocuğun cep telefonuyla meşgul olması ya da odadan çıkması gibi. Şimdi senin bu söylediğin de biraz da bunu çağrıştırıyor. Politikayla daha az ilgilenme, çok fazla kendini angaje etmeme durumu.
Rawest’in bu araştırmasında yok ve neden olmadığını da az buçuk tahmin edebiliyorum. Kürtler denildiğinde hâlâ bir PKK ve Abdullah Öcalan realitesi var. Ama belli ki orada da çok büyük bir değişim var. İnsanların bu konuya ilgisini, nasıl baktığını ölçebileceğimiz başka araştırmalar oldu mu? Ben pek rastlamadım ama sanki eskisi gibi bir ilgi yok.
Yeğen: Örgüte katılan sayısı herhalde neredeyse sıfırlanmış durumda. O açıdan baktığımızda zâten bir ilgisizlik olduğunu görebiliyoruz. Ama Kürtler örgüt hakkında ne düşünüyor? Bunu bilebilmek artık mümkün değil. Sen hatırlarsın, biz 2013’te Ulaş Tol ve Mehmet Çalışkan’la bir araştırma yapmıştık. O dönemde bu işleri konuşabiliyorduk, soru sorabiliyorduk. Fakat 2015’ten sonra örgüte, PKK’ye dâir sorular sormak mümkün değil. Hem araştırma etiği açısından çok doğru değil, hem güvenlik sorunu yaratabilir. Dolayısıyla oralar bir muammâ. Ama tahmin edebiliriz.

Ruşen Çakır: Meselâ demin gençler hakkında söylediğin şeyler aslında birtakım ipuçları da veriyor.
Yeğen: Evet. Kaldı ki 1999’dan beri PKK’nin de içinde olduğu Kürt hareketi, “Esas enstrüman yasal siyâsettir” karârını almış durumda. Zâten gelişmeler de biraz o yönde. Yani “Daha çok, yasal siyâset üzerinden kendimizi ifâde edelim. Kürt meselesini, taleplerimizi onun üzerinden konuşalım” eğilimi Kürtler’de çok güçlü belli ki.

Ruşen Çakır: Selahattin Demirtaş’a gelecek olursak: Rawest Araştırma raporunun önemli bir bölümü bunun üzerine. O konuda da çok yazılar yazıldı, programlar yapıldı. Hattâ kimileri de kızdı, tepki gösterdi. Ama raporda çıkan, “Demirtaş’ın Kürtler’in ilk sivil lideri’’ olduğu tespiti başlı başına çok önemli ve bence de doğru. Ama ben o cümleyi okuyana kadar, böyle bir cümle kuramazdım şahsen. Çok isâbetli bir cümle olmuş. O cümle üzerinden ne söylemek istersin?
Yeğen: Çok objektif bir durum aslında. Sen de bilirsin, Kürt hareketi târihini en ince ayrıntısına kadar çalışmış biriyim. Ne olup bittiğini, 19. yüzyılın sonundan bugüne bütün örgütlerin târihini biliyorum. Demirtaş’a benzeyen bir figür yok. Seyit Rıza, Şeyh Said gibi hâlâ bilinen iyi figürler var, ama Kürtler’i bu kadar geniş seviyede kesen bir olumlu figür yok. Bir de Demirtaş’a dâir söylenenlere tepki verenlerin bir kısmı, “Öcalan’a karşı Demirtaş öne sürülüyor” düşüncesiyle hareket ediyor. Ama araştırmanın öyle bir derdi, öyle bir kaygısı yok anladığım kadarıyla. Ayrıca, Öcalan’ın alanının ayrı, Demirtaş’ın alanının ayrı olduğunu teslim eden bir perspektif var orada gördüğüm kadarıyla. “Sivil alanın lideri” deniyor. Sivil alan da, hani çok zorlarsak 1958’e kadar götürebiliriz. Oradan da bugüne baktığımızda, bütün Kürt figürlerini ortaya koyabiliriz ve Demirtaş kadar etkili olmuş bir figür yok orada hakîkaten. Tabiî örgütlerin çok önemli insanları oldu. DEM Parti geleneğinin de çok önemli figürleri oldu. Bunlardan bir tânesi Leyla Zana — ki o da araştırmada çıkıyor. Bundan 20 yıl önce Leyla Zana, Demirtaş’a biraz benzeyen bir figür olmuştu. Şimdi Demirtaş var ve Demirtaş’ın etkisi bütün bunları geride bırakmış görünüyor.

Ruşen Çakır: Zâten o nedenle yıllardır hapiste, değil mi? Demirtaş’ın o gücü görüldüğü için hapiste tutuluyor herhalde.
Yeğen: Herhalde. 2015 yılı öncesindeki performansıyla, orada yaptıklarıyla ilgili. Bu biraz karmaşık bir mesele, uzun uzun konuşmak lâzım. Sâdece Demirtaş değil, bütün bir hareket cezâlandırıldı biliyorsun. 

Ruşen Çakır: Peki, yerel yönetimler konusuna gelelim: Daha önce bu hareketin yerel yönetim deneyimleri oldu. Ama sonra kayyum uygulamaları başladı. Yerel seçimin hemen sonrasında Van’da bir şey denendi; ama direniş üzerine, yargı ya da devlet geri adım attı. Şimdi bir belirsizlik var. Sanki kayyum uygulaması olmayacak gibi bir hava var. Daha önceki deneyimlerden hareketle ve şu andaki siyâsî konjonktüre bakıldığı zaman, Kürt sorunu ve Kürt kimliği meselesinde belediyelerin nasıl bir fonksiyonu olabilir? İlk akla gelen, Kürtçe kurs açmak ya da tiyatro yapmak geliyor. Ama onun da ötesinde, bir yerel yönetim deneyimi olarak, daha önce neler yapılmıştı ya da yapılamamıştı? Bugün belediyeler Kürt sorununun çözümü için bir fırsat olabilir mi?
Yeğen: Ondan önce, bence o alanda yapılacak çok iş var. Bir kısmı, daha önceki belediyeler tarafından yapılmıştı. Anaokulları açmak gibi. Ama ondan önce, belediyelerin iyi bir hizmet üretmesi gerekiyor, çünkü vatandaşların o konuda bir beklentisi var. Üretmese de sonuçta insanlar oyunu DEM Parti’ye veriyor, ama o yönde bir beklenti var. Dolayısıyla onun bir öncelik kazanması gerekiyor.
Bir başka şey, kültürel faaliyetler sâhasında yapılacak çok iş var. Mesela Amedspor’un maçı için Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi hemen atağa geçti; kente dev ekranlar kuruldu, ücretsiz ulaşım kondu ve orada bir görünürlük sağladı. Eminim birtakım imkânların hasredilmesi, orada yapılan işlerin kalitesini, etkisini artıracaktır. Kürt meselesinin siyâsî seviyede nasıl ele alınacağına dâir belediyelerin faaliyetleri üzerinden ancak şöyle bir etkisi olabilir. İlk aklıma gelen, bu işlerin normalleşmesine katkıda bulunabilirler.  Fakat önümüzdeki dönem çok öne çıkan bir belediye başkanı figürü olacağını zannetmiyorum. Seçilen isimlere baktığımda, Ahmet Türk hâricinde, eski zamandan bildik, Kürt siyâseti üzerinde ağırlığı olan isimler pek göremiyorum.

Ruşen Çakır: Belki, babası üzerinden Serra Bucak olabilir.
Yeğen: Belki. Serra Bucak hem kendisi ama daha çok hani Diyarbakır’ın belediye başkanı olması üzerinden de etkili olabilir. Bunu önümüzdeki dönemde göreceğiz. Ama geçmişte belediyelerde, Osman Baydemir gibi Kürt siyâsetine katkı sağlayan ya da personel yetiştiren, kadro yetiştiren isimler olmuştu. Şu andaki isimler bunu çok yapabilecek gibi görünmüyor, ama belli de olmaz. Zamanla, yasal siyâset içerisinde böyle bir kadro üretim yerleri hâline gelebilirler.

Ruşen Çakır: “Erdoğan Kürtler’i tekrar kazanmak isteyebilir” diye hep dönüp dolaşıp söylenen bir mesele var. Son seçimde çok bâriz bir yenilgi yaşadı Erdoğan ve AK Parti. İlk kez birinci parti olamadı. “Ne yapabilir?” sorusu sorulduğunda… Parti içerisindeki Kürt aktörler de bunu yapmaya çalışıyor; ama gelinen noktada, Kürt meselesinde Erdoğan’ın tekrar bir şeyler yapabilme imkânını görüyor musun?
Yeğen: İmkân her zaman var da, niyet olmalı. Ben bir niyet görmüyorum. Şu âna kadar verilen işaretler, Erdoğan’ın CHP ile bir şey deneyeceği. Aslında bütün bir devletin CHP-AK Parti uzlaşması üzerinden bir şey denemeye hazırlandığına yönelik işâretler daha güçlü. DEM Parti’den ne bekleniyor, ona nasıl bir rol biçiliyor henüz anlamış değilim. Ama DEM Partililer de, “Böyle bir uzlaşma olacaksa, biz de bu işin içinde olmaya hazırız” türünden işâretler vermeye başladılar. Dolayısıyla, şu senaryonun öncelikli senaryo olduğunu düşünmüyorum: Yani MHP bagajından kurtulup, DEM Parti civârında Kürtlerle birlikte bir şey yapıp, sonra da kendi kaybettiği Kürtler’i yanına çekerek, yeniden birinci parti, yeniden bir ana güç olma yolunu tâkip edeceğini düşünmüyorum. Bence o yol tüketilmiş durumda. Galiba AK Parti, esas olarak CHP’yi yanına alıp onunla bir şey deneyecek. Temenni ederim, onun mâliyeti yine Kürt meselesinde hiçbir şey yapmamak olmasın. Aslında belki 2015’te denenmesi gereken bir şeydi bu. Kürtler’i de yanına alıp Türkiye’de bir büyük uzlaşmayla yeni anayasa yapmak, normalleşmeye gitme yolu tercih edilir. Orada da görev tabiî ki CHP’ye düşüyor. CHP’liler, “Hazır AK Parti’yi zayıf bulmuşken, biz bu işin ana aktörü olalım, Türkiye’nin büyük uzlaşmasını CHP önderliğinde yapalım, Kürt meselesine yüzümüzü çevirelim” demezler inşallah. İşâretlerin o yönde olduğunu düşünmüyorum; sanki yeterince ders çıkarılmış gibi görünüyor.

Ruşen Çakır: Yani bu konuda AKP ve CHP arasında târihî bir uzlaşma ihtimâlinin daha fazla öne çıktığını söylüyorsun. Peki, bu yeni dönemde, bir süredir karşımıza çok çıkan, “Kürt meselesi Meclis’te çözülür” önermesi var. Biliyorsun daha önce Meclis ikinci plandaydı. Doğrudan Kandil-İmralı-Devlet iletişimiyle bir şeyler denendi: Olmadı ya da yarıda bırakıldı. Bu, DEM Parti çevrelerinin de îtiraz etmediği bir şey olarak geçiyor. Sana da en mantıklı yol olarak bu mu geliyor?
Yeğen: Şüphesiz. Ama orada da, üzerine konuştuğumuz kavramları biraz açıklayarak gitmek gerekiyor. Yani Kürt meselesinin hakla hukukla ilgili kısmının Meclis’te çözülmesi gerektiği çok açık. Ama bu meselenin bir de PKK ile ilgili kısmı var. O işin çözülmesinde yeniden istihbârat örgütleri, güvenlik örgütleri, birtakım gizli görüşmeler devrede olabilir; bence orada bir sakınca yok. Ama hak hukuk kısmının muhakkak Meclis’te çözülmesi gerekir. Çünkü geçen defa, biraz o dönemdeki CHP yönetiminin de katkısıyla, ama daha çok AK Parti'nin ve Erdoğan’ın dışlayıcı tutumuyla… Çünkü Kılıçdaroğlu çözüm için destek vermek istediğini söylediğinde, Kılıçdaroğlu’na yönelik küçümseyici edâlarını hatırlarsın. Bunlara bakınca, bu konuda Meclis’in dışarıda bırakılmasının hiç iyi bir fikir olmadığı çok ortaya çıktı. Çünkü o zaman toplum kesimleri, “Bunlar kendi aralarında bir şey hallediyorlar” türünden bir teyakkuza geçiyorlar. Buna izin vermemek ve Kürt meselesini, hakîkaten herkesin meselesi hâline getirmek gerekir.
Tabii bunu söylerken, bu meselede yüzde yüz uzlaşma hiçbir zaman olmayacaktır. Yani MHP ve o eğilimdeki insanlar, büyük bir ihtimalle buna engel çıkartmaya çalışacaktır. Ama Kürt meselesinin çözümü için gerçekten büyük bir uzlaşma gerekiyor. Onun da temel zemini tabiî ki Anayasa ve Meclis olmalıdır

Ruşen Çakır: Anladığım kadarıyla o noktaya gelmemiz için daha çok erken.
Yeğen: Demin de söylediğim gibi izlenimim, Türkiye siyâsetinin önümüzdeki dönemdeki önceliğinin, sanki AK Parti ile CHP arasında başka alanlar üzerinden bir normalleşme olacağı yolunda. İlk atılacak adımlar, büyük bir ihtimalle bu 28 Şubatçı generallerin bırakılması olacak. Yani onlar üzerinden bir şeyler gelişecek.

Ruşen Çakır: Bu hafta Kobani Dâvâsı’ndan çıkacak sonuç konusunda nasıl bir beklentin var?
Yeğen: Umarım Demirtaş ve arkadaşları bırakılır. Bırakılırsa büyük bir adım olur. Ama hiç olmazsa bir kere daha uzatılsa ve Türkiye bu “normalleşme” işlerini konuşsa, dolayısıyla Demirtaş ve arkadaşlarının bırakılması için bir siyâsî zemin oluşsa derim. Umarım, kötü bir sonuç, yani bir mahkûmiyet karârı çıkmaz.

Ruşen Çakır: Evet. Perşembe günü çok sert, ağır bir mahkûmiyet karârı açıklanırsa, o zaman bu normalleşme beklentileri herhalde…
Yeğen: Evet. Kürtler açısından epey büyük bir hayal kırıklığı olur ve o siyâsetin normalleşme işine katılması çok güçleşir, üstelik büyük bir haksızlık olur ve Kürt vatandaşların bu “normalleşme” işine duydukları heves azalır. Umarım olmaz. Ama biliyorsun Türkiye’de iktidarların ne yapmak istediğini çok anlamıyoruz. Alt seviyede, hâkimler, savcılar, yargı, güvenlik bu işlere nasıl dâhil olur? Onları da bilebilmek mümkün değil. Ama geçen duruşmadaki erteleme, insanlar tarafından olumlu bir işâret olarak alındı. Umarım öyle devam eder.

Ruşen Çakır: Mesut, çok sağ ol.
Yeğen: Ben teşekkür ederim.

Ruşen Çakır: Reform Enstitüsü’nden Prof. Mesut Yeğen’le, Kürt sorunu ve Kürt siyâsetinde algılar ve gerçekleri konuştuk. Çok kapsamlı bir konu olduğu için, saatlerce konuşsak bile bitecek bir konu değil. Mesut Yeğen’e çok teşekkür ediyoruz. Size de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler. 



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
29.12.2024 Ve yeni “Çözüm Süreci” başladı
25.12.2024 Transatlantik: Yeni Suriye’de Türkiye’nin rolü - Yemen İsrail’in hedefinde
24.12.2024 Altılı Masa’nın lâneti
22.12.2024 CHP ne zaman “Türkiye’nin birinci partisi” gibi davranacak?
18.12.2024 Transatlantik: Trump Erdoğan’ı neden övdü? PYD/YPG’nin geleceği Golani’nin zor sınavı
17.12.2024 Mehmet Altan ile Türkiye’nin gidişâtı (4): Suriye’nin geleceği - CHP’li belediyelere haciz
15.12.2024 11 soruda, YPG ya kendini fesheder mi ya da feshedilir mi?
15.12.2024 Murat Yetkin ile söyleşi: Meraklısı İçin Ortadoğu Kitabı
12.12.2024 Bahçeli’nin İmralı hamlesine seçmen nasıl bakıyor? Burak Bilgehan Özpek ile söyleşi
10.12.2024 Transatlantik: Suriye’yi nasıl bir gelecek bekliyor?
29.12.2024 Ve yeni “Çözüm Süreci” başladı
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı