Mehmet Altan ile Türkiye’nin gidişatı (13): Trump’ın Gazze planı, Demirtaş niçin tahliye olamadı?

15.10.2025 medyascope.tv

15 Ekim 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Gülden Özdemir hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Profesör Mehmet Altan'la Türkiye'nin gidişatında karşınızdayız. Yine neler konuşacağız? Gazze konuşacağız. Biraz da çözüm süreci, Selahattin Demirtaş, Abdullah Öcalan, bunlara bir gireceğiz. Abi, merhaba, hoş geldin.
Mehmet Altan: Merhaba. Konular çok "hard".

Ruşen Çakır: "Hard", evet. Sert konular. Ben de zaten onun için bugün ilk defa, 13. yayınımızda, kravatsız ceketsiz çıktım karşına.
Mehmet Altan: 13, uğurlu bir yayın.

Ruşen Çakır: Özür diliyorum şimdiden.
Mehmet Altan: Rica ederim.

Ruşen Çakır: Önce Gazze'den başlayalım. Orada bir şov var, bir de gerçek var, realite var ve bir de çok büyük acılar var. Tabii soykırım var. Sonuçta Trump önce gitti İsrail Parlamentosu'nda, Knesset'te, acayip bir konuşma yaptı. Hakikaten insanı rahatsız edecek bir konuşma. Ama orada iki kişi protesto ettiler biliyorsun; bir İsrail vatandaşı Arap milletvekiliyle bir komünist milletvekili protesto ettiler. Ondan sonra da gitti Mısır'a, Şarm El-Şeyh'e. Orada da dünyanın dört bir tarafından liderleri topladı ve anlaşma imzaladı. Mutabakat, artık neyse ve rehineler serbest bırakıldı. Cezaevindeki Filistinliler bırakıldı. Şu ana kadar birtakım sorunlar olmakla birlikte iş yürüyor gibi. Şimdi önce genel bir çerçeveyi konuşalım. Ondan sonra da bu olaydaki Türkiye boyutunu ayrıca, yani Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın olaya dâhil olması, Türkiye'nin garantör olmasına ayrı bir başlık açalım. Ama önce genel olarak burada şöyle de bir husus var biliyorsun; özellikle Batı dünyasında çok ciddi bir İsrail karşıtı protestolar, ünlüler, pop sanatçıları, sinema oyuncuları ama birtakım ülkelerin, İspanya gibi mesela, yöneticileri çok açık bir şekilde İsrail'e tavır aldılar ve İsrail konusunda uluslararası alanda çok büyük bir propaganda da oluştu. Yani tek başına ABD'nin desteği bir yere kadar yeter ama bir yerden sonra İsrail de sanki sıkışmış gibiydi. Ama bir diğer husus da şu. Ben onu birkaç yayında söyledim. Hâlâ söylüyorum. Yanılmayı umarak diyorum ki: Trump'ın ve Netanyahu'nun olduğu bir anlaşmada Filistinlilerin hayrına bir şey çıkabilmesi ihtimalini çok düşük görüyorum. Umarım yanılıyorumdur.
Mehmet Altan: Yani 70 bin kişi öldü. Bu dehşet verici. Ve o vicdan, devletlerin vicdanı denen bir hikâye var mı yok mu sınamak istiyorsan çok güzel, korkunç, kanlı, acılı laboratuvardı. Toplumların, insanların vicdanları var. Son altını çizdiğinden başlayalım. Onlar ayağa kalktı. Yani gözlerimizin önünde çoluk çocuk 70 bin kişi, aynı zamanda da 2 milyon küsur insan yerinden yurdundan edildi. Orası zaten bir açık hapishaneydi. Yok edildi. Ve bu 21. yüzyılda, 25. senesinde fiilen yaşandı gözlerimizin önünde iki yıl içinde ve dünya bunu seyretti. Devletler o kadar fazla seyretti ki soğukkanlılıkla, toplumların vicdanları bütün dünyada kabardı, yani insanlık denen bir şey olduğunu o yığınlar sayesinde anladık. Fakat sorulmayan, anlaşmadan evvel sorular var. 7 Ekim 2023 saldırısı sonunda kime yaradı? Yani bu mesele soğukkanlılıkla, sakin bir şekilde tartışılmıyor. Sorulması gereken sorular sorulmuyor. Yani orada bir kere çoluk çocuk 70 bin insan öldü. Gazze gitti. Ortadoğu denklemi değişti. Amerika ve İsrail bütün bölgeye hâkim oldu. Onun için bu 7 Ekim saldırısı Ortadoğu için bir milat. Ve bu saldırının sonucunda ortaya çıkan tabloyu iyi bir analiz etmek lazım. Ne oldu, niçin oldu, neden oldu? Bu sonuçlar bekleniyor muydu? Yahut bu sonuçların doğacağı bilinerek böyle bir şey yapıldıysa o daha facia. Bu soruların ben çok sorulmadığını görüyorum. Ama İsrail'in, devletler indinde, özellikle Amerika'da ve Amerika'nın etkin olduğu yerlerde muazzam bir gücünün olduğu, ama bu iş o kadar ölçü dışı bir yere gitti ki toplum vicdanında karşılığının, geçirmiş oldukları büyük acılara rağmen, kalmadığını görüyorum. Bir de tabii bu Knesset'te iki milletvekili önemli bir şey. Çünkü her şeye rağmen dünyada 15 milyon Musevi var. Arap âlemi yahut Müslümanlar değil, Müslüman toplumlar 57 devlet. 57 devlet dünya nüfusunun dörtte birini oluşturuyor ama toplumsal üretimleri dünya üretiminin onda biri kadar değil. İkinci sorulması gereken, üstünde durulması gereken soru bu. Yani 15 milyon nüfuslu bir ırk ve sürekli mağdur olan, bu işi çözemeyen, bu işten Gazze'deki gibi çok ağır ıstıraplar, acılar üretilmesinin adresi olan 1.6 milyar, hatta biraz daha yükseldi şimdi, bir dünya nüfusu ama çok yetersiz bir üretim. Bu da sorulması gereken ikinci bir soru. Buna karşılık o 15 milyonun bir farklılığı, her şeye rağmen yönetimdekilerin gariplikleri, anormalliklerine rağmen sistemlerinin bir hukuk devleti ve demokrasiyi içeriyor olması. Örneğin mesela çok ilginç, Trump'ın yönetim anlayışı... Ne diyor İsrail Cumhurbaşkanına: ‘‘Artık Başbakanı affedersin’’ diyor. Neden affedecek? Yolsuzluktan dolayı yargılanıyor. Sen düşün; İsrail devleti kendi Başbakanını, hatta geçenlerde karısını da alıp karakola götürdüler, yolsuzluktan dolayı yargılamaya devam ediyor. Aynı zamanda yargılamıyor. Bu rehine meselesinden dolayı her cumartesi günü muazzam kalabalıklar evin önüne kadar giderek... Şimdi bu başka monarşik yapılardan gelen, bilmem işte hanedanlara dayalı Arap Müslüman ülkelerde olmayan çok önemli bir vasıf. Bunu da bir tarafa koymak lazım. Bu ayrım da söylenmeli. Biz çünkü işlere mantık açısından bakmıyoruz; din, ırk, mezhep açısından... Mesela iki milletvekilinin gerçekten çok büyük bir medeni cesaret göstermeleri. Tabii bir skandal da atılmaları ama bunu ‘‘Hangileri olabilir bizim buralarda?’’ diye de bir sorgulamak lazım. Bir de daha geniş açılardan baktığım vakit, bu 21. yüzyıl kimin egemen olacağı kavgasının şiddetlendiği bir yüzyıl. Çünkü bu yüzyılın dinamikleri değişti. Bütün paradigması değişti. Bu artık yeni teknolojilerin, yeni buluşların, yapay zekânın, robotların ve dolayısıyla nadir elementlerin hâkimiyetinde dünya sosyolojik yapısının değiştiği ama yerli yerine oturamamış, sorunlarını çözememiş, yol yürümekte büyük sıkıntıları olan yeni bir çağ. Geçenlerde baktım, bizim dönemimizde proletarya, burjuvazi, sınıf savaşları filan. Proletarya nedir? Ağır sanayi işçisidir. Fabrikalarda çalışanlar Amerika Birleşik Devletleri'nde toplam %9’a düştü. Bu artık ekonominin içinde sanayinin payının ne kadar küçüldüğünü de gösteriyor. Şimdi bu 21. yüzyıl yapısı itibarıyla çok değişiyor ve bu karmaşa içinde olmadık adamlar iktidar olabiliyor. Çünkü çok büyük yığınlar yeni çağa uyamadıkları vakit reaksiyoner oluyorlar. Daha evvel de örnek verdim, fiziğin çok parlak olduğu dönemde Nazilerin iktidar olması gibi. Şimdi Trump iktidar oldu ama yaptığı işler, sanayi işçisinin %9’a düştüğü, bütün dinamiklerinin değiştiği, çok ileri teknolojide çok egemen, bütün dünyaya fark atan, inovasyonda, Nobel'de, şunda bunda, üniversiteleri filan, bir ülkenin ihtiyacı olan yönetim değil. Eğer Amerika'daki gazeteleri, şunları bunları izlersen, ekonomik olarak dışa açılmak yerine bir şekilde kapanmayı tercih ediyor. Bütün amacı mesela gümrük vergileriyle fabrikalarda çalışan %9’u %10’a çıkarmak. Hâlbuki artık tarihsel olarak gidiyor. Tarihi okumak yerine ona karşı höt zötle bir şekilde tedbir almak, yasakla, baskıyla, aynı zamanda buradan yol yürümek ve nihai olarak Çin'le cenkleşmek istiyor. O Çin'le itiş kakış meselelerinde Ortadoğu bir basamaktı. Onun için de burada büyük baskı, ki direnci gücü yok ama şöyle bir pasif direnci var; sorunlar hallolmuyor. Sorunu çözemiyorsun sen orada baskıyla şununla bununla. Oranın dinamiklerini, sorunlarını çözecek hâle getirecek bir yaklaşım, bir enerji de yok. Onun için senin söylediğin, bu şimdi çözülmüş gibi duran mesele oranın ne kadar hayrına olur, ne kadar olmaz, özellikle talihsiz bir halk, Filistinliler için. Ama bir taraftan da nasıl oluyor da 15 milyonluk bir nüfus bu kadar egemen oluyor? Yani oradaki zafiyetleri de bir analiz etmek lazım. Siyasi propagandadan, siyasi avlanmadan, din, ırk, mezhep üzerinden avcılık yapmaktan, hamaset yapmaktan çıkıp daha ciddi sorular sorulması gereken acılar, zorluklar, şunlar bunlar yaşıyoruz. Ve bunun ben bu ciddiyette bağımsız bir doktor nesnelliğinde tartışıldığını görmüyorum. Çünkü tehlikeli de.

Ruşen Çakır: Şimdi milat 7 Ekim 2023, 2 yıl oldu, 2 yılı biraz geçti. Zaten 7 Ekim Hamas saldırısının hemen ardından İsrail'in operasyonları başladı ve sadece Gazze'ye değil ama bu arada İran'a...
Mehmet Altan: Tabii tabii, bütün dengelerle ve İran diye bir şey kalmadı mesela.

Ruşen Çakır: Ama şimdi sadece mesela Gazze olayına bakalım. Gazze'de ben açıkçası bu 2 yılda Türkiye'nin, o hani bölgesel güç olma iddiası vesaire, çok etkisiz kaldığı kanısındayım. Bilmiyorum katılır mısın? Şimdi Erdoğan'ın bir şekilde önce Washington ziyaretinde Trump'la görüşmesi, sonra İbrahim Kalın'ın gidip anlaşma için rol üstlenmesi ve sonra nihayet Erdoğan'ın tekrar gidip imza atması falan ve Türkiye de garantör ülke ve Trump da Erdoğan'ı çok sık övüyor. Şimdi bu tabii ki iyi bir şey, Türkiye'nin bir çözümün parçası olması ve işte Filistinlilerin acısının azaltılması vesaire anlamında ama aynı zamanda riskli. Demin de söylediğim gibi yani İsrail'e ben güvenmiyorum. Kimse güvenmiyor anladığım kadarıyla. Erdoğan da güvenmiyor ve yarın öbür gün orada yeni birtakım sorunlar pekâlâ çıkabilir herhalde. Şimdi tabii ki risk var diye olmayacak değil ama Türkiye'nin buradaki pozisyonunu ve Erdoğan'ın pozisyonunu nasıl değerlendiriyorsun? Yani Trump'a çok güven olmayacağını herhâlde Erdoğan da biliyordur.
Mehmet Altan: Yani hep bu konuşmalarımızda söylediğim bir şey var: Siyaset artık içindekilerini ilgilendiren bir şey. Yani toplumun ortak, çoğulculuğun, ifade özgürlüğünün, kurumların, üniversitelerin, yazarların, çizerlerin, düşünce insanlarının topluca ürettikleri ve nihayetinde toplumun özgürlüğünü, refahını arttıracak çözümler buldukları bir iklimde değil Türkiye. Yani siyaset yapanların amacı iktidara gelmek, iktidarda olanların da amacı iktidardan gitmemek.

Ruşen Çakır: Bu kadar basit.
Mehmet Altan: Basit. Yani daha derin entelektüel, Türkiye'nin gelecek 50 yılı, 100 yılı, 10 yılı üstünden kimsenin bir derdi yok ki. Herkesin günlük olarak eğer çok kendisi için iyi bulduğu mevcut bir pozisyondaysa onu sürdürmek. Eğer imkân varsa biraz daha üste çıkarma peşindeler. Ama söylediğin soruyu... Ya nadir elementler dünyası bu. Bütün kavga nadir elementler üzerinden. Bütün dünyaya baktığın vakit gördüğün iki tane mesele var: Bir robotlar, bir yapay zekâ. Bununla ilgili bir konuşma yok bizde. Yani bizim toplumumuzun 21. yüzyılda nasıl bir noktada olacağına dair ve o noktada daha ileri düzeyde sağlıklı bir noktaya erişmesi için nasıl bir sistem ve yol geliştirmesi konusunda bir ortam yok. Onu bırak, anayasasını uygulamıyor siyasal iktidar. Aynı zamanda da iki şey daha söyleyeyim. Gelir dağılımında Avrupa'nın en korkunç, en dipteki ülkesiyiz. Şimdi bu sorular siyaseten konuşulduğu vakit sanki sular seller gibi akıyor, her şey yolunda, mis gibi işleyen bir sistemimiz var İsviçre saati gibi de ‘‘Acaba bilmem ne yapabilir miyiz?’’ falan, ‘‘Bilmem kaşımızın ortasında şuraya bilmem ne’’ filan gibi sofistike şeyler kalıyor. Bizim tekrar bir devlet hâline gelmemiz lazım. Biz devlet olmayı tamamen unuttuk. Olamamıştık, tamamen unuttuk. Millet olmayı becerememiştik, tamamen unuttuk. Bu hamasetle, propagandayla olabilecek bir şey değil. Bu ekonomik kalkınmayla, hukukla, özgürlüklerle olabilecek bir şey. Bu olmadığı vakit bunlar bireysel hesaplara dönüşüyor. Onların da hiçbir zaman söylediğin gibi garantisi yok.

Ruşen Çakır: Peki, biraz çözüm sürecine gelelim. Orada konuşacak çok şey var ama özellikle şunu sormak istiyorum. Şimdi Selahattin Demirtaş'la ilgili bir beklenti oluştu, 8 Ekim'de tahliye olur mu diye. Olmadı ve ondan sonra da bir spekülasyon, hep olan bir spekülasyon tekrar gündeme geldi. Bunu halktv.com.tr'de Uğur Ergan yazdı biliyorsun, Ankara'daki bir meslektaşımız, gazeteci, bir iddia olarak, ‘‘mış’’lı yazdı ama ve bu tartışmanın üzerinden DEM Partililer mesela Tuncer Bakırhan, ‘‘Siz ne zamandır Selahattinci oldunuz, Figenci oldunuz?’’ falan gibi bir şeyler söyledi. Şimdi ortada, merkezi bir aktör olarak Abdullah Öcalan var. Artık bunu Devlet Bahçeli'yi dinlediğimizde zaten görüyoruz. O yine dünkü konuşmasında da tekrar işte ‘‘kurucu önder’’ diye şey yaptı. Ama bir tarafta da toplumun her kesiminde iyi kötü bir karşılığı olan Selahattin Demirtaş var ve Demirtaş'ın çıkmasının iki boyutu var. Bir, devletin süreçte samimi olduğunu gösterme boyutu. Yani bu kayyumların iadesi, Demirtaş ve arkadaşlarının tahliyesi filan, devlette bir şey yapıyorsun. Ama bir diğer boyutu da sürecin toplumsallaşabilmesi anlamında çok önemli bir aktör. Ama olmadı.
Mehmet Altan: Çünkü bu tartışma akıl almaz bir sanal zeminde geçiyor ve bunu medya yapıyor maalesef. Yani şimdi ‘‘8 Ekim'de çıkar mı çıkmaz mı?’’ diye bir sorunun yeri yok hukuk devletinde. Bizim bir anayasamız var mı yok mu? Bir anayasa var.

Ruşen Çakır: Varmış.
Mehmet Altan: Varmış, ben de duydum. Şimdi bu anayasanın 90. maddesi var. Ne diyor? AİHM. Yani bundan dolayı sahiden çok bunaltıcı bir yer burası ve olması gerekeni yapmayıp alakasız şeyleri gündem yapıp tartıştırabiliyor. Mesela birisi kalkıyor, ‘‘Ya 8 Ekim'de bekleniyor tahliye’’ falan. Şimdi anlatacağım. Bunun, böyle bir cümlenin yankı bulmasının hiçbir hukuksal zemini yok, anayasal zemini yok, meşru zemini yok. Çünkü zaten Demirtaş'ın dışarıda olması lazım. Neden? AİHM'in kendisi için hak ihlali, 18. maddeden hak ihlali var. Nedir bu? Siyaseten yatıyor. Yatmasının nedeni siyaset. Bunu kim söylüyor? Avrupa'nın en yüksek mahkemesi söylüyor. Peki bizim anayasamıza göre durum nedir? Bizim söylediğini derhal 90. maddeye göre uygulamamız ve hakkında böyle bir hak ihlali verileni serbest bırakmamız lazım. Türkiye, Ankara bırakıyor mu? Bırakmıyor. Pekâlâ Türkiye'de siyaset yapan, yasamada bulunan, partilerde egemen olan, yani bu devletin bir hukuk ve anayasal devlet olması için en azından milletvekili... Yani yemin ediyorsun, ‘‘sahip çıkacağım’’ diyorsun falan. Tek bir şey söylemesi lazım: ‘‘Eğer meşru düzeyde anayasal ve hukuksal bir düzen söz konusuysa 90. maddeyi uygulayın.’’ Ondan sonraki tartışmaların bir manası yok. Çünkü o 90. madde uygulanmadığı vakit Türkiye devleti ve toplumu meşruiyetini kaybediyor. Çünkü meşruiyeti anayasal düzen, anayasaya uymaktır. Bir şey olduğu vakit insanları niye yargılıyorlar? Anayasayı yok etmek, bilmem ne. Darbe dediğin ne? Anayasal düzeni ortadan kaldırmak. Peki uygulamayınca... Şimdi Türkiye'nin belki de ortak mutabakatı bölünüyor, parçalanıyor, birbiriyle itişiyor, kakışıyor, kamplaşıyor falan. Kamplaşmadığı bir yer var: İlkesizlik. Yani topluca hep birlikte biz, ‘‘abi olmuyor, biz işimize bakalım’’ diye bir iş olamaz. Anayasa uygulanmadığı vakit devlet ortadan kalkıyor. Şimdi parti başkanı, milletvekili, yazar, çizer, düşünce, neyse ne, anayasa uygulanmadığı vakit bunu çok rahatlıkla esneyerek, böyle bir gevşeyerek sınırlarını filan böyle gülerek el sıkışmalarıyla yürüyecek bir şey değil. Çünkü cümle olarak, anlatım olarak anayasanın uygulanmaması pratikte karşılığı yokmuş gibi gelebilir, sıradan bir konumda dinlersem bunu. Ama onu uygulamamak kezzap içerek var olmaya denk bir durumdur. Çünkü ölçüsü yok, kuralı yok. O toplumun işleyişinin reçetesi yok. Ama ne oluyor? Siyasi rekabet, yani partiler içinde liderlik, kavga bilmem ne her yere bu bulaşıyor. Bir de tabii daha başka açıdan söyleyeyim. Devlet Türkiye'de geleneksel olarak toplumun demokratik kanallarını işleterek, bu kültürü yerleştirerek, geliştirerek sağlıklı, herkesin yararına çözüm üretmeyi hiçbir zaman kabul etmemiş, içselleştirmemiş, masaya şöyle yandan bile koymamış. Kendisi söyleyecek, emredecek, olacak. Şimdi bunun bir karşılığı şusu busu filan hiçbir manası yok. Kendisine göre bir plan yaptı. O kendine göre o sırada kimin çıkarınaysa yani bir şekilde... Çünkü söyledikleri şu: ‘‘Terörsüz Türkiye, hukuku uygulamadan olacak.’’ Bu olmaz. Bu motor gücü kullanmadan suyu dağa çıkarmaya benzer. Şimdi burada olmaması gereken bir şeyde ısrar eden birileri var. Bu hiçbirimizin yararına değil. Israr edenin de yararına değil. Onun belki pratik, bilmem kendi ömrünün içinde bir karşılığı vardır ama faturası çok ağırlaşıyor ve bunları sakin sakin söylüyorsun. Fakat rasyonaliteye, akla, hukuka, üstelik kendi çıkarına aykırı bir iradenin bütün her şeyle dövüştüğünü ve tersine suları akıtmaya çalışan bir dayatma yaptığını görüyorsun. Ürkütücü olan bu.

Ruşen Çakır: Peki, Öcalan-Demirtaş karşılaştırması.
Mehmet Altan: Yani bir şekilde yapıldığı vakit, bu ikisinin enerjisi bir sinerjiye dönse çok daha iyi değil mi? Yani bireysel özelliklerden dolayı ortaya çıkan duygularla siyaset yapmanın siyasette eskimiş olanlar için bir geçerliliği yok. Bazen çok kendi aleyhine de karar alırsın. Çünkü mantıklıdır ve yararlı görürsün kendinin zedelenmemesi açısından filan. Yani kuşak farkı da var. Yani yaşlılar bir şekilde... Obama'nın lafı var biliyorsun, ‘‘En büyük mesele dünya siyasetinde, ölüm insanları korkutuyor, konumlarını terk etmek korkutuyor. Onun için yaşlı siyasetçiler dünyada büyük problem’’ diyor. Yaşlanan insanlar gençlere daha kıskanarak bakabilirler.

Ruşen Çakır: Senin ağzından duymak iyi oldu.
Mehmet Altan: Yani bir sakinlikle bunu bir içselleştirmek...

Ruşen Çakır: Ben artık bu Türkiye'nin gidişatını seninle değil de oğlunla yapmayı düşünüyorum.
Mehmet Altan: Bence de. Bence de. Esas öyle yap.

Ruşen Çakır: Hatta ben de kalkayım, benim de oğlum gelsin, ikisi yapsın.
Mehmet Altan: Abi, olması gereken onlar ya. Yeni kuşak. Medyan yaşı 35’in altında. Yönetimdekilerin yaşına bak, bunun iki misli. Yani çok farklı bir enerji. Anlıyor musun? Böyle de bakmak lazım. Zor belki ama kabul etmek lazım. Ben bu meseleyi devletin planladığı, sınırlarını çizdiği ve bunu hukuku dışlayarak yapmaya çalıştığı yapı içinde ortaya çıkan bir tablo olarak da görüyorum.

Ruşen Çakır: Peki, toparlayalım. ‘‘Muhakkak söylemem gerekirdi bu ayki yayında’’ dediğin hiçbir şey yok mu?
Mehmet Altan: Mesela Türkiye dünyadan o kadar... Ya mesela nadir elementlerini ilgi çekici bulup bundan zenginlik üreten bir sınıfı yok. Nobellerle ilgili yayın yapan bir anlayışı yok. Mesela iktisat Nobeli bana olağanüstü keyif veren bir mesele oldu. Schumpeter, yani yaratıcı yıkım. Yani nedir? İktisadın kuralları, kâr, zarar, denge, menge, maliyet filan önemli değildir. O ‘‘Yeni buluş önemlidir’’ diyen Schumpeter, ‘‘yaratıcı yıkım’’ kavramının sahibi, olağanüstü bir iktisatçı. Bunca yıl sonra kendi takipçilerini, yani ne diyor? Marksist kökenden geliyor. ‘‘Kapitalizm kendini dönüştürüyor. Yani bir eskiyi yıkıyor. Yeni bir buluş yapıyor. Bu yeni buluşu yapan bütün kâr, zarar, maliyet vesaire gibi klasik iktisat normlarının dışında büyük bir güç ve getiri kazanıyor. Onun için de bu sistemi anlamak istiyorsan bu dönüşümün yaratıcı yıkım üstünden analizini yapmak gerek’’ diyen anlayışını sahiplenen üç kişi, bir tanesi Fransız, çok önemli bir iktisatçı, Nobel aldı. Bu aynı zamanda sosyal değişimin nadir elementlerle yürüyen, yaratıcı yıkımın dört dörtlük uygulandığı bir çağla kesişti. Şimdi bunların hepsine biraz bakmadığın vakit çok siyasi, kesinlikle hukuksal değil... Biz dışarıda olması gereken bir Demirtaş meselesi konuşuyoruz. Bu çok garip değil mi ya? Nadir element var, zenginliğimiz yok filan.

Ruşen Çakır: Zaten nadir elementimize de başkaları göz koyuyor.
Mehmet Altan: Şimdi bunları konuşmadan biz meselelerimizi nasıl çözebiliriz? Günlük, işte şey derdi babam: Gövdeyi gezdirerek. Abi, yani çok itibar gördük, iyi yemek yedik, bize bilmem ne yaptılar filan. Peki toplumun gövdesi ne oluyor? Çürüyor. Onun için benim için önemli olan şey Schumpeter'in bu çağda yeniden Nobel düzeyinde takipçilerinin üretim yapması, dünyayı analiz etmesi. Yeni bir kendisiyle yapılan röportajını okudum Nobeli alan Fransız iktisatçının. ‘‘Tek bir şey var: Yenilikçi olmak’’ diyor. Bizim eğitimimiz şuyumuz buyumuz... Adamlarımız bile yeni değil ya. Bizler de eskidik. Yani o şekilde dünyaya bir bakmak lazım.

Ruşen Çakır: Şimdi Refah Partisi'nde Erdoğan ve arkadaşlarının başlattığı hareket...
Mehmet Altan: Neydi o?

Ruşen Çakır: Yenilikçi hareket. Hayır, onun adını ben koymuştum. Adı koydum ama o zaman bana çok kızıyorlardı, ‘‘Bizde ayrı gayrı yok’’ diyorlardı, ‘‘yenici’’ diyordu bazıları ama ‘‘yenilikçi’’ diye başladılar, şimdi ‘‘eskici’’ oldu.
Mehmet Altan: Dünya yenilikçi olmak için arandığından sarsılıyor. Yenilikçi olmak çok zor bir şey ama bu sarsıntı yavaş yavaş yerine oturuyor üretim şu bu açısından. Ama büyük sancılar ve acılar...

Ruşen Çakır: Galiba şu anda Türkiye'nin en büyük sorunu da siyasette yenilikçi birilerinin hiçbir kanattan çıkmaması.
Mehmet Altan: Ruşen, ben bu işleri çok yakından izledim. Birinci derecede bütün aktörlerini de tanıdım. Türkiye'nin en büyük bedbahtlığı bu siyaset kurumu. Ama siyaset dışında çıkış yok. Bu siyasetin çürümüşlüğü ve kirlenmişliğini de değiştirecek bir umut yok. Onu bekliyoruz.

Ruşen Çakır: Hadi tamam. Yeterince anladık. Çok teşekkürler.
Mehmet Altan: Anladıysanız çok memnun oldum.

Ruşen Çakır: Evet, Mehmet Altan'la ‘‘Türkiye'nin Gidişatı’’nın 13. bölümünü noktaladık. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler. İyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
27.10.2025 İmamoğlu, Özkan ve Yanardağ’ın casuslukla ne ilişkileri olabilir?
26.10.2025 23 Haziran 2019’da Demirtaş Öcalan’a rağmen, hatta ona inat olarak mı İmamoğlu’nu destekledi?
26.10.2025 Kandil’de barış, Çağlayan’da savaş
24.10.2025 Hopa’dan sevgilerle
23.10.2025 Diyelim ki mahkeme Kılıçdaroğlu’nu yeniden CHP’nin başına geçirdi…
22.10.2025 Çözüm sürecini sabote mi ediyorlar?
21.10.2025 Suriye’nin karmaşık dengeleri: Savaş yok ama barış da yok! | Amberin Zaman anlatıyor
21.10.2025 KKTC dersleri: Seçimle gelen seçimle gider
20.10.2025 Türkiye’nin Kürtçe ile sınavı
19.10.2025 DEM Parti’nin sürece hazırlıksız yakalandığı anlaşılıyor
27.10.2025 İmamoğlu, Özkan ve Yanardağ’ın casuslukla ne ilişkileri olabilir?
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı