Kürt sorununun kalbi “dil sorunu”

18.12.2010 Vatan

Türkiye’de “bütün sorunların anası”nın Kürt sorunu olduğu yolunda belli bir asgari müşterek olduğunu söyleyebiliriz. Hükümetin, birçok riskine rağmen “Kürt açılımı”na yönelmesinin ardında da esas olarak bu olgu yatıyordu. Diğer bir deyişle AKP’liler, ülkenin diğer sorunlarını çözmek için ne kadar gayret sarf ederlerse etsinler, Kürt sorununa dokunmadıkları müddetçe pek bir başarı kaydedemeyeceklerini kavradıkları andan itibaren bu açılım için kolları sıvadılar.

“Peki Kürt sorununun ‘anası’, belki daha uygun tabirle ‘kalbi’ nedir?” diye sorulacak olursa, hiç tereddütsüz, “dil sorunu” cevabını veririm. Açılımın ilanından sonra gerek devlette, gerekse Kürt siyasi hareketinin farklı kademelerinde görev üstlenmiş çok sayıda kişiyle görüştüm. Tartışmalar ne zaman “dil sorunu”na gelse bariz bir tıkanma yaşanıyordu. Özellikle devleti yönetenlerin “dil sorunu”ndan hayli ürktüklerini, bunu çözüme kavuşturabilecek herhangi bir formüle sahip olmadıklarını, dolayısıyla bu konunun olabildiğince ötelenmesini tercih ettiklerini ve bunun için çaba harcadıklarını gözlemledim. Ama görüyoruz ki bu çabalar bir işe yaramadı ve BDP’liler dil sorununu, “ikidillilik” ya da “çokdillilik” gibi kavramlar etrafında ülkenin gündemine, galiba bir daha çıkmayacak bir şekilde soktular.

Somut adım atılmayınca

Öncelikle “dil sorunu”nun neden beklenenden erken gündeme geldiğini ele almakta yarar var. Burada birinci derecede sorumluluğun hükümette olduğu kanısındayım. Açılımı ilan edip Kürt sorununun çözümünü arzulayan kesimlerde belli bir heyecan yaratan hükümet, özellikle Habur olayından sonra açık bir şekilde frene bastı ve somut herhangi bir adım atmadı. Buna bir de KCK operasyonları eklenince, Kürt hareketinde “aldatıldık, bizi tasfiye etmek istiyorlar” algısı öne çıkmaya başladı. Nitekim ilk ciddi “dil sorunu” KCK davasının başlamasıyla yaşandı. Sanıkların Kürtçe savunma yapma talebini mahkeme heyetinin inanılmaz bir gerekçeyle reddetmesi üzerine Kürt hareketi beklenmedik bir koz ele geçirmiş oldu.

Şunu söylemeye çalışıyorum: Eğer hükümet “açılım”ı ciddi bir şekilde ileriye doğru yürütseydi, KCK operasyonlarıyla onlarca, hatta yüzlerce Kürt siyasetçisi hapislere doldurulmasaydı bu krizi bugün ve bu şiddette yaşamazdık. Çok geçmeden muhakkak bu konu gündemimize gelirdi fakat o ana kadar yaşanmış olumlu gelişmeler sayesinde Türkiye bu sorunu serinkanlı bir şekilde ve tüm tarafların belli ölçülerde mutabık kalacağı bir formül etrafında çözebilirdi.

Elverişsiz atmosfer

Bugünkü atmosferin, bu son derece hassas ve kırılgan sorunu özgür ve pozitif bir şekilde tartışmaya elvermediği ayan beyan ortada. Baksanıza TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin’in, peş peşe soyadına uygun açıklamalar yapmasının şaşkınlığını atlatamadan Genelkurmay Başkanlığı’nın yazılı açıklamasıyla karşılaştık. Kuşkusuz TSK’nın açıklamalarının etkisi eskisiyle kıyaslanamayacak kadar az, bununla birlikte Org. Işık Koşaner’in göreve gelmesiyle kamuoyunun karşısına çıkmamayı tercih eden TSK’nın “dil sorunu” söz konusu olduğunda sessiz kalmaması anlamlıdır.
Hükümetin BDP’nin ikidillilik dayatmasına karşı ne yapacağını henüz net olarak bilmiyoruz fakat bundan son derece rahatsız olduğunu kestirmemiz zor değil. Bu bakımdan Cumhurbaşkanı Gül’ün dün dile getirdiği ve herkesi “daha dikkatli ve daha sorumlu” davranmaya davet etme şeklinde özetlenebilecek yaklaşımın hükümet tarafından da paylaşıldığını düşünebiliriz. Ancak Kürt siyasi hareketinin, karşılığında bir şey almadan bu türden “itidal” çağrılarına pek itibar etmesi beklenemez.
Sonuç olarak “dil sorunu”nun her geçen gün daha da büyüyeceğini ve ortamın iyice gerileceğini düşünmemiz için çok sayıda neden mevcut.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
28.09.2025 Bazı muhalif medya kuruluşları ve siyasetçilerin hiç tuhaf olmayan süreç karşıtlığı
27.09.2025 Trump’ın ipiyle kuyuya inilir mi?
26.09.2025 Trump’ın bahşettiği meşruiyetle nereye kadar gidilebilir?
25.09.2025 Kayyumlar CHP realitesini ne zaman tanıyacak?
24.09.2025 Cihatçılar ve Batı: Kim kimi kullandı, kullanıyor ve kullanacak?
24.09.2025 Mümtaz'er Türköne değerlendirdi: İktidar cephesinde çarşı karıştı
23.09.2025 İktidar da CHP realitesini tanımanın eşiğinde
22.09.2025 Süreç neden tıkandı? Önü nasıl açılabilir? Ahmet Yıldırım ile söyleşi
22.09.2025 Erdoğan ile Özel arasında Boeing polemiği: Kim haklı?
21.09.2025 AK Parti’de yaprak dökümü: İl başkanları niçin istifa ediyor?
28.09.2025 Bazı muhalif medya kuruluşları ve siyasetçilerin hiç tuhaf olmayan süreç karşıtlığı
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı