İslami cemaatler sivil toplum kuruluşu sayılır mı?

13.12.2008 Vatan

TÜRKİYE’DE İSLAM VE DEMOKRASİ/4
 
“Sivil toplum” kavramı 1980’li yılların başında başta Murat Belge olmak üzere bir grup sol entelektüel tarafından kültür hayatımıza sokuldu. Aynı yıllarda İslami hareketin de, hayatın bütün alanlarında yükselişine tanık olduk. Nihayet öne çıkan İslamcılar, doğal olarak dönemin en kullanışlı ve prestijli kavramı olan “sivil toplum”a da sahip çıktılar. Bunun hiçbir sakıncası yok, fakat bazı dini cemaatlerin kendilerini birer “sivil toplum kuruluşu” (STK) olarak lanse etmeleri; daha da ileri giderek, Türkiye’de sivil toplumun ana öğesi olarak dindarları ve onların oluşturdukları dernek, vakıf ve cemaatleri göstermeleri üzerine durup tartışmak gerekiyor.
Öncelikle “sivil” kavramının yanlış veya eksik kullanımını ele alalım. Bizde genellikle “sivil” denilince, “askeri olmayan” veya “doğrudan devlete bağlı olmayan” anlaşılıyor ki, bu özellikler gerekli olmakla birlikte asla yeterli değildir. Örneğin ticaret ve sanayi odaları, barolar, sendikalar, TÜSİAD, MÜSİAD gibi dernekler de dahil diğer tüm meslek kuruluşları da, bazılarının ileri sürdüğü gibi birer STK olarak görülemezler. Bunlar belli grupların çıkarlarını gözetmek ve kendi aralardındaki dayanışmayı güçlendirmek için kurulmuş, devletten bağımsız ama sürekli olarak onunla ilişkide olma durumundaki örgütlenmelerdir; birer “baskı grubu”durlar.
 
Başkaları için çalışma
 
Bu kuruluşlar, özlerinde diğerkâmlık (İng: altruism, Fransızca altruisme) olmadığı için, yani başkalarının yararını kendi yaraları kadar, hatta sıklıkla ondan daha fazla gözetmedikleri için birer STK sayılmazlar. Buna karşılık hiçbir maddi veya manevi kişisel çıkar gözetmeksizin; hatta kendi imkanlarından fedakârlık yaparak yoksullar, mahrumlar, hastalara yardım etmek; veya insan hakları, çevre, adalet gibi değerleri korumak ve güçlendirmek için çalışanların oluşturdukları kuruluşlar birer STK’dır.
Kuşkusuz ulvi amaçlar için çalışıyor görünüp insanların iyiniyetlerini, merhamet duygularını sömüren kişi ve kuruluşlar da mevcut. Öte yandan birer STK görünümünde olup örtülü bir şekilde bazı devletler, şirketler ya da baskı grupları tarafından finanse edilen ve bu yapıların nüfuzlarını geliştirmede birer enstrüman olan kuruluşlar da vardır.
Son olarak: Özellikle komünist bloğun çokmesi ve hemen ardından yaşanan kürselleşmeyle birlikte “hükümet dışı kuruluşlar”ın sayı, etki ve önemleri öyle arttı ki, bu başlıbaşına bir “business” haline geldi, sektörleşti. Günümüzde o kadar çok sayıda ve iyi imkanlarla profesyonel kadrolar istihdam ediyorlar ki bu tür kuruluşların bütçelerinin yüklü bir bölümü işletme masraflarına ayrılıyor.
 
Cemaatlerin dönüşümü
 
Bu uzun girişten sonra İslami cemaatlerin ve onların denetimindeki vakıf ya da derneklerin birer STK olup olmadığı sorusuna dönebiliriz. Cevabım çok açık ve net: Hayır değiller.
Doğrudur, İslam dünyasının birçok köşesinde olduğu gibi Türkiye’de de İslami kuruluşlar, sosyal devletin boşluğunu çok iyi değerlendirip eğitim, sağlık gibi alanlara giriyor; yoksul öğrencilere burs, pansiyon, dersane imkanı sunuyor, mahrumiyet bölgelerinde insanları karşılıksız tedavi ediyor, onlara yiyecek, yakacak vs. dağıtıyorlar.
Ama tüm bu yardımların sadece “Allah rızası” için dağıtıldığı asla söylenemez. Bunlar aynı zamanda, cemaatlerin varlıklarını daha da güçlenerek sürdürmeleri için gerekli olan faaliyetlerdir.
Örneğin kendilerine okuma yardımı yapılan gençlerin herbiri potansiyel cemaat üyesi olarak görülür ve öyle yetiştirilir. Kafalarının çelinmemesi için cemaatin izin verdiği yayınlardan başkalarının okunması, izlenmesine izin verilmez; yasaklara uymayanlar da hemen dışlanır.
Ne var ki Türkiye’nin son yıllarda her şeye rağmen daha demokratik, özgür ve açık bir ülke olmasından cemaatler de doğrudan etkileniyor. Hiçbir cemaat kendi kabuğu içinde kalamıyor. Ne kadar direnmek isterse istesin değişip dönüşüyor. Özellikle yeni kuşakların içlerinde yer aldıkları cemaatlerin geleneksel yapısını epey zorladıklarını duyuyor ve görüyorum.   



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
06.07.2025 İmamoğlu’nu bırakmamak için diğer CHP’li belediye başkanlarını alıyorlar
06.07.2025 Erdoğan çözüm sürecini ateşe atıyor
05.07.2025 Türkiye yolun sonuna mı geldi?
05.07.2025 Erdoğan ve AK Parti’nin son on yılda kazandıkları ve kaybettikleri
04.07.2025 Çözüm sürecinde çözüme doğru
03.07.2025 Bu görüntüler de bu ülkenin hafızasına kazındı
02.07.2025 Yoksa Suriye İsrail’in arka bahçesi mi oluyor?
01.07.2025 Ruşen Çakır’ın Fatih Altaylı ile ikinci söyleşisi: “Kaygım kendim için yok, ülke için çok”
01.07.2025 Edgar Şar: “Türkiye’de rejim değişikliği girişimi var”
01.07.2025 Mümtaz’er Türköne: “Yaşadığımız kriz, ben gitmem krizi”
06.07.2025 İmamoğlu’nu bırakmamak için diğer CHP’li belediye başkanlarını alıyorlar
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı