TÜRKİYE'DE İSLAM VE DEMOKRASİ/1
İlkin Batılılar tarafından gündeme getirilen, ardından İslam toplulukları içinde de yüksek sesle sorulan bir soru ne zamandır bizleri hayli meşgul ediyor: “İslamiyet demokrasiyle bağdaşır mı?” İlk bakışta normal ve gerekli gibi görünen bu soru önyargılı, maksatlı ve yanlış bir sorudur. Önyargılı, zira bu soruyu soranlar, dünyanın değişik yerlerindeki Müslümanların demokrasiden, temel hak ve özgürlüklerden büyük ölçüde mahrum olmalarının esas olarak İslam dininden kaynaklandığı önermesinden hareket ediyorlar. Halbuki İslam dininin demokrasi ve temel hak ve özgürlüklerle ilişkisi bir Hıristiyanlık, Yahudilik veya Budizmden çok büyük farklılıklar arz etmez.
Bu soru maksatlı zira “bağdaşmaz” cevabı bizleri, Müslümanların demokrasi ve temel hak ve özgürlüklere asla tam olarak sahip olamayacakları; olmak istiyorlarsa da dinlerini terk etmeleri gerektiği sonucuna götürecektir.
Bu soru yanlıştır, çünkü yaşanan onca sorunun köklerini dini öğretiden ziyade Müslümanların içinde bulundukları sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel iklimde aramak gerekir. Bir de tabii tek tek bireylerin bağlı oldukları İslamiyeti nasıl yorumladıklarında. Bu nedenle üç temel noktanın sorgulanması gerektiğine inanıyorum:
1) Müslümanların yaşadıkları toplumlarda demokrasinin yeşermesi için yapılması gerekenler;
2) Tek tek Müslümanların ve onların dahil oldukları toplulukların demokrasiye bakışları;
3) İslam dininden siyasi bir ideoloji türeten ve tüm sorunların “İslam’a dönüş”le çözüleceğini savunan İslamcıların demokrasiyle ilişkileri.
Dolayısıyla “İslam demokrasiyle bağdaşır mı?” yerine “İslamcılık demokrasiyle bağdaşır mı?” sorusu daha anlamlı ve verimli olacaktır. Bu açıdan, demokrasiyi “beşeri bir ideoloji” olarak kabul edip küçümseyen; onu en fazla “İslam devleti”ne geçişte bir enstrüman gibi gören Milli Görüş hareketinden (MNP-MSP-RP-FP çizgisi) kendisini “muhafazakâr demokrat” olarak tanımlayan bir AKP’nin çıktığı ve 6 yılı aşkın bir süre bu parti tarafından tek başına yönetilen Türkiye ilginç bir örnek oluşturmaktadır.
Nedir bu “muhafazakâr demokrasi”?
Peki “muhafazakâr demokrat” tanımı ne derece açıklayıcı ve doğru? Anayasaya göre partiler doğrudan dine atıfta bulunamazlar. AKP “muhafazakâr” tanımıyla hem bu sakıncayı atlatıyor, kendilerinin dindarlığının altını çiziyor, diğer yandan İslamcılıkla ilgilerinin kalmadığını “ılımlı” bir çizgiye evrildiklerini vurguluyor. Bu yönüyle bu tanım çok akılcı gözükmektedir, fakat:
1) Siyaset biliminde bu iki tanımı yanyana getirmek hiç de kolay değil. Çünkü muhafazakârlık, dine vurgu yapmadan öte statüko savunuculuğuna işaret eder. Halbuki özellikle Türkiye gibi ülkelerde demokrasi savunuculuğu statüko karşıtlığı anlamına gelmektedir. Zaten AKP’nin en büyük iddiası Türkiye’de sistemi yeniden yapılandırmaktır. Nitekim parti içi eğitim çalışmalarında muhafazakârlık öyle tarif edilmiştir ki birçok parti, “peki biz neyi muhafaza edeceğiz” demekten kendini alamamıştır.
2) AKP’nin dinsel gönderme anlamında muhafazakâr olduğu ortadadır. Ama demokratlıkları henüz tam olarak kanıtlanmış değildir. Unutmayalım ki AKP kadrolarının ezici bir çoğunluğu, 28 Şubat 1997’de başlayan o meşhur sürece kadar demokrasiyle sorunlu, sorgulayıcı ve en iyimser yorumla araçsal bir ilişki içindeydiler. Bu tarihte başlayan “mecburi demokratikleşme” süreci halen tamamlanmış değildir. Kuşkusuz birçok AKP’li bu süre zarfında demokrasiyi içselleştirdi, AKP yönetimi de demokrasiyi bir amaç olarak tarif etti. AB yolunda atılan göz kamaştırıcı adımlar da takdire şayandır. Fakat bu süreç henüz tamamlanmadı, hatta AB ile müzakere tarihi alındıktan sonra AKP bariz bir şekilde frene bastı. Başbakan Erdoğan’ın son günlerde özellikle Kürt sorunundaki bazı değerlendirmeleri kendisini genellikle desteklemiş olan “liberaller”in tepkisini çekti. Kaldı ki demokrasi esas olarak kendinden olmayanların, azınlıkların haklarını savunmak olduğu için AKP’nin vermesi gereken daha çok sınav var. Örneğin Alevilere karşı açık ve net politikalar geliştirmeleri ve bunları hayata geçirmeleri gerekiyor.