İslamcıların Gündemini de PKK Belirliyor

01.01.1992 Birikim

Çok zaman olmadı. 1987 Nisan’ında, dönemin en dikkat çekici radikal İslamcı dergisi olan Girişim (1990 Eylül’ünde yayınına son verdi) 19. sayısının kapağına otomatik silahlı sekiz Iraklı peşmerge fotoğrafı koyup “Güneydoğu’da Neler Oluyor?” diye sorduğunda İslamcıların arasına sanki bir bomba düşmüştü.
1984’ten itibaren PKK eylemleriyle bölgede yükselen tansiyona bağlı olarak daha da radikalleşen ve Kürt kimliklerine daha fazla sarılan yerel İslamcıların dışındakiler, Girişim’in daha sonraki sayılarında da sürdürdüğü Kürt sorunuyla ilgisinden fazlasıyla rahatsız olmuşlardı.
Bunlardan bir kesimi Girişim’i “aceleci ve heyecanlı” olmakla eleştirdi. Bu son derece hassas konuda politika üretmenin birincil ilkesini temkinlilik olarak saptayan bu çevreler de zamanla bir şeyler söylemek zorunda kaldılar. Ancak ne söyledikleri veya niye söyledikleri pek anlaşılamadı.
İkinci bir grup ise Girişimcilere hemen “Kürtçü” damgasını bastı -hatta Girişim’in “PKK’cı” olduğunu iddia edebilenler bile çıktı-. Bu itham sahiplerinin “en önemli delili”, derginin genel yayın yönetmeni Mehmet Metiner’in, sahibi-yazıişleri müdürü Hüseyin Okçu’nun ve dergi çalışanlarının önemli bir kısmının İstanbul’da eğitim gören Kürt gençleri olmalarıydı.
Artık 1992 yılındayız. Ne gariptir ki “Güneydoğu’da neler oluyor?” diye sormayan kalmadı. “Duvarlar yıkılıyor” edebiyatını “komünist ideolojinin öldüğünü” kanıtlamak için biteviye tekrarlayan büyük şehir merkezli İslami oluşumların, üzerinde gedik açar göründükleri, ama başları sıkıştığında -ki epey sık yaşanan bir durum- arkasına saklandıkları TC’nin resmî ideolojisinin tuğlaları birer birer dökülmeye başladı.
TC’nin yıllardır öredurduğu duvarın çökmeye yüz tutmasının kuşkusuz sayısız nedeni var. Ama konumuz Kürt sorunu olduğu için, duvarın o cenahında açılan gediklerde büyük şehir merkezli İslamcı hareketlerin pek fazla katkılarının olmadığını belirtmekle yetinelim. Dindarların olmadı mı? Hiç kuşkusuz oldu. Hem de çok fazla. Çünkü herkesin de kabul ettiği gibi Türkiye sınırları içinde Kürtler en dindar ulustur.

DEVLETİN GÖLGESİNDE

Halbuki büyük şehir merkezli İslamcı hareketlerin kitle tabanları içinde Kürtler azımsanmayacak bir kalabalık oluşturuyorlardı. Bu hareketlerin geçmişlerinde olduğu gibi halen yönetici kadrolarının, düşünce üreticilerinin içinde de bol miktarda Kürt mevcuttu. Ama çok partili hayata geçişle birlikte şu ya da bu şekilde, şu ya da bu nedenle devletin bekasını kendilerine haddinden fazla dert edinen bu gruplar, “Kürtçülüğü kaşıyıp”, “ülkenin bölünmesine su taşımak”tan hassasiyetle kaçındılar.
Öte yandan “devlet katında meşruiyet” gibi çok ciddi bir sorunları oldu hep. Vakıflarına, Kuran kurslarına... zar zor göz yuman devleti iyiden iyiye ürkütmek istemiyorlardı. Çok iyi biliyorlardı ki “Kürtlük” ve “İslamcılık” kimliklerinin birlikte telaffuzu Şeyh Said vb. örneklerde de yaşandığı gibi devleti çileden çıkartıyordu.
Bu aradan bir hususun altını da çizmek gerekiyor. Çok partili hayatla birlikte Kürt halkının haklarını savunmada başı, laik ve hatta sosyalist aydınlar çekiyordu. Anti-komünizmi alâmet-i farika olarak benimsemiş İslamcılar benzer tavırlar içine girip “komünistlere benzemek”ten epey korkuyorlardı. Ama işin doğrusunu söylemek gerekirse, laik ve solcu aydınların Kürt halkının sorunlarına sahip çıkması, bu konuda bir şey yapma niyeti olmayan İslamcılar için mükemmel bir bahane teşkil etti.
Özetle, yer yer heykel parçalamaya kadar varan anti-Kemalizmlerini bir an olsun eksik etmeyen İslamcıların büyük bölümü, Kemalistlerin bu ülkeye ettikleri en büyük kötülüklerden biri olan, Kürt halkının baskı ve zorla sindirilmesine uzun bir süre seyirci kaldılar. Çünkü bir İslamcının Kürt sorununa sahip çıkmasının çok kişinin uykularını kaçıracağını biliyorlardı. ’80’lerin ortalarına kadar İslamcıların büyük çoğunluğu, birkaç istisnai durumu gözönüne almazsak, zaten kurulu rejim içinde gözlerini uyku tutmayanların kapıları önünde sabahlara kadar davul çalmaktan öteye gidemediler.

MNP-MSP-RP GELENEĞİ

İslamcıların Kürt sorununa bakışını tahlil için RP’nin çizgisini incelemek bir anlamda yeterli olabilir. Çünkü MNP-MSP-RP geleneği, her ne kadar değişmez ve yekpare bir görünüm arzeden bir ekip tarafından yönetilegelse de, her zaman Türkiye’de varolan farklı İslami eğilimlerin önemli bir kısmını içinde barındırmayı bildi veya dışında kalan yapılanmalarla dirsek temasını ihmal etmemeye çalışarak, onların da tasvip edebileceği politikalar üretmeye özen gösterdi. Öte yandan MNP-MSP-RP geleneğinin dışında konumlanan İslami oluşumların önemli bir kısmı, sağ kitle partilerinin kuyruğunda sağcı çizgiler izlemeyi yeğledikleri için, hele Kürt sorununda kayda değer çıkışlarda pek bulunmadılar. Ayrıca, MNP-MSP-RP geleneği öteden beri en önemli kitle ve oy desteğini Kürtlerden aldığından, bu geleneğin Kürt sorununa bakışı (veya bakamayışı) ayrı bir önem arzediyor. Son olarak, bugün gelinen noktada Türkiye’de İslam’ın politikleştirilmesinde en güçlü, en etkili, en tutarlı geleneği bu partilerin oluşturduğu çok açık. Siyasi platformda sağcılıktan kopup İslamcı bir mevzileniş içine girmek isteyen çeşitli akımlar ya başarısız, ya da bu partilerin gölgesinde kaldı. Apayrı bir konumda olan radikal gençlik hareketleri ise, değişen konjonktürlere göre büyük altüst oluşlar yaşadılar, kayda değer bir istikrar belirtisi gösteremediler.
MNP-MSP-RP çizgisi Kürt sorunu konusunda çok istikrarlı bir tavır izledi: Olayı görmemezlikten geldi. Bunun anlaşılabilir gerekçeleri vardı kuşkusuz. Ocak 1970’de kurulan Milli Nizam Partisi’nin Mayıs 1971’de Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılması Erbakan ve arkadaşlarını daha işin başında alabildiğine temkinli olmaya sevketmişti. Zaten politikanın da acemisi olan MSP kadroları Kürt sorunu konusunda tezleri vardıysa da dile getirmekten bilinçli bir şekilde kaçınmış olmalılar. ’70’li yıllarda bir “Halklara Özgürlük” sloganının bile ne kıyametler kopardığı düşünülecek olursa, MSP’nin bu temkinliliği mazur görülebilir.
Fakat milletvekillerinin önemli bir kısmını Kürt kentlerinden çıkaran MSP’lilerin ’80’li yıllarda çatısı altında toplandıkları RP’de suskunluklarını sürdürmelerinin tek bir açıklaması olabilirdi: Kürt sorununda büyük ölçüde devletle paralel görüşlere sahip olmak.
Kürt halkının kendi sorunlarına bizzat sahip çıkması tüm İslamcıları olduğu gibi RP’yi de bir şeyler söylemeye mecbur edince, bir noktadan sonra hiçbir şey söylememiş olmak için söylenen “dış güçlerin oyunu”, “İslam kardeşliği” gibi laflar ortalığı doldurdu. Bu arada RP’nin hızla politikleşen ve radikalleşen Kürt tabanı, tavanı daha aktif tavır almaya zorlamaya başlamıştı. Tahminlere göre, RP üst düzeyinde önemli bir gücü olan “rejimle işbirliği içindeki” bazı isimler bu baskıların “provokasyon” olduğunu iddia edip (ve belki de devlet yardımıyla “kanıtlayıp”) partinin ılımlılığına halel gelmesine engel oldular.
Nitekim son dakikada MÇP ile seçim ittifakına girilmesinde aynı isimlerin belirleyici olduğu duyuldu. Yine iddialara göre bu kişiler, kendileriyle benzer misyonlara sahip olan HEP içindeki bazı isimlerin de çabalarıyla RP-HEP seçim ittifakının önünü aldılar.
RP’nin, Türkiye’de Kürt varlığını kabule yanaşmayan neredeyse yegâne politik örgüt olan “Türk ırkçısı” MÇP ile seçim ittifakına girip, üstelik bunu bazı İslami argümanlarla savunmaya çalışması Kürt dindarları tarafından bir “ihanet” olarak kabul edildi.
MÇP’nin daha 52. günde ittifakı terkedip gitmesiyle prestiji iyice sarsılan RP, Kürtlerini yeniden kazanma çabalarına başladı. Bu çabalara değinmeden önce RP İstanbul örgütü tarafından hazırlanıp parti üst kademesine sunulan Kürt raporundan bir bölüm aktaralım. Alabildiğine dobra ve gerçekçi bir üslûpla hazırlanmış olan rapor oldukça ilginç ve radikal öneriler getiriyor. Öte yandan raporun referans verdiği kaynakların önemli bir kısmının soldan geliyor olması da çarpıcı:
 
“Bugün ‘Doğu’ veya ‘Güneydoğu Sorunu’ olarak adlandırılan sorun, aslında bir ‘Kürt Sorunu’dur... Sorun gerçekte ulusal bir sorundur, yani bir Kürt sorunudur... Bugün Doğu ve Güneydoğu olarak adlandırılan bölgeler, tarihin en eski devirlerinde ‘Kürdistan’ olarak adlandırılan coğrafyanın içinde yer alan bölgelerdir... Kürtlerin konuştuğu dil olan Kürtçe, Türkçeyle ilgisi olmayan müstakil bir dildir...
Bugünkü Güneydoğu’ya Kısa Bir Bakış
Türkiye’nin Güneydoğu’su bugün hâlâ geri kalmışlık sorunuyla yüzyüzedir. Bölgede “Kürt Sorunu” dolayısıyla olağanüstü yasalar uygulanmakta ve bölge geniş yetkilere sahip olan genel bir vali tarafından idare edilmektedir. 1985’ten itibaren başlayan PKK saldırıları dolayısıyla bölge bir yanda devlet terörü, öbür yanda da PKK terörü arasında sıkışıp kalmaktadır. Bölge halkı PKK’ye bir biçimde arka çıktığı gerekçesiyle sürekli baskı ve işkence altında tutulmaktadır. Özel Tim’in bölgedeki uygulamaları adeta hesap dışıdır. Bölgede yaşayan insanların ne mal ve ne de can güvenlikleri sözkonusudur. İnsanlara bölgede gerektiğinde “bok” bile yedirilmektedir. Demokratikleşme ve insan hakları noktasında Güneydoğu son derece geridir. Yakın bir zamana kadar anlamsız ve çağdışı Kürtçe yasağı dolayısıyla bölge insanları hayli baskılarla yüzyüze gelmiştir.
Güneydoğu ve Doğu’da aşiretler halen gücünü korumaktadırlar. Özellikle kırsal alanda aşiretlerin gücü ile devletin gücü neredeyse özdeş kabul edilmektedir. PKK’ya karşı devlet-aşiret işbirliği sözkonusudur. Aşiretlerin gücü haliyle siyasal hayata da yansımaktadır. Sadece aşiret reislerinin değil şeyhlerin gücü de inkâr edilemez derecede fazladır. Nitekim Doğu ve Güneydoğu’daki şeyhlik ve ağalık sistemi dolayısıyla siyasal tercihler son derece kaypaktır. Aşiret reisinin veya şeyhin desteğini türlü vesilelerle alan partiler kazanabilmektedirler. Şehirlerde insanlar bağımsız oldukları için siyasal tercihler daha bir bilinçle yapılmaktadır. Şehir insanı bireysel olarak etkilenmeye ve etkilemeye açık bir karakter arzetmektedir. Son zamanlarda bölgenin siyasal tercihinde PKK da belirleyici olmaya başlamıştır. Özellikle kırsal kesimde PKK’nın belirleyiciliği giderek artmaktadır. PKK’nın güç ve nüfuz kazanması, haliyle Doğu ve Günaydoğu’daki feodal ilişkilerin kırılmasına yol açmaktadır. Şehirlerde de PKK’ın etkisi giderek artmaktadır. Diyarbakır, Batman, Muş vb. illerde Kürt sorunu konusunda oldukça duyarlı aydın ve entellektüel bir kesim oluşmuştur. Bu kesim, Güneydoğu halkının her türlü problemleriyle yakından ilgilenmeyi zorunlu bir eylem olarak kabul etmektedir. Kürt sorununa sahip çıkan ve Kürt halkına yönelik her türlü şiddet, baskı ve zulme karşı çıkan HEP’in kazandığı güç, bu açıdan değerlendirilmelidir. HEP hem PKK’nın desteğini almakta, hem de bölgede bulunan aydın/entellektüel Kürtlerin ilgi odağı haline gelmektedir. HEP’in bölge halkının acil ve somut problemleriyle yakından ilgilenmesi ona hayli puan toplamaktadır.
Güneydoğu iktisadi bakımdan geri bırakılmıştır. Bölgede doğru dürüst sanayi tesisleri bulunmamaktadır. İşsizlik ve yoksulluk dizboyudur. Bölge insanları bulundukları yerlerden, özellikle kırsal kesimlerden şehirlere doğru akın etmektedirler. Şehirlere doğru başlayan bu göçün iki nedeni vardır: En temeldeki neden siyasidir. Devlet-PKK çatışmasında iki arada bir derede kalan yoksul Kürt halkı köyünü terketmek zorunda kalmaktadır. Bazen de Devlet PKK’nin uzakta kalan köylere gidip yiyecek-giyecek türü şeyler edinmesini engellemek için köyleri boşaltmaktadır. Güneydoğu’da bu yüzden boşaltılan çok sayıda köy olmuştur. Göçün diğer bir sebebi de hiç kuşkusuz iktisadidir. Yani yoksunluk ve yoksulluktan dolayıdır.
Bugün Güneydoğu’da PKK eliyle sürdürülen Kürt silahlı mücadelesi şehre inmiştir. Devlet, kontrgerillasıyla, özel timiyle, harcadığı trilyonlarca lirasıyla, köy korucularıyla vs. bu sorunun üstesinden gelinemeyeceğini artık anlamış bulunmaktadır. Kemalist Devletin geleneksel zora ve silaha başvurma yöntemi artık iflas etmiştir.
Kürtler ne mi istemektedirler? Çoklarının zannettiği gibi Kürtler, Türkiye’den kopmak istememektedirler. En azından Kürtlerin büyük çoğunluğu Türklerle birlikte eşit ve gönüllü bir birliktelik oluşturmak istiyorlar. TC devletinden kopup bir Kürt devletini kurma düşüncesini marjinal Kürt unsurlar savunmaktadırlar. Gerçi bunlar da yakın vadede değil ancak uzun vadede bunun mümkün olabileceğini söylemektedirler. Kürt halkının büyük bir çoğunluğu Kürt ulusal kimliğinin tanınmasını ve Kürt kültürünün geliştirilmesini istemektedirler. Dahası ve en önemlisi, kaç zamandan beridir kendilerine yönelik baskıların son bulmasını dilemektedirler. Yaşadıkları bölgenin iktisadi ve sınai açıdan kalkındırılmasını beklemektedirler. İnsan hakları temelinde özgürlükler istemektedirler.
Resmî ideoloji bütün bu noktalarda artık iflas etmiştir. Kürt gerçekliği 1980 askerî darbesiyle birlikte yeniden inkâr edilmiş, Kürtçe 2932 sayılı yasa ile yasaklanmıştır. Ancak dış dünyada meydana gelen değişmelerin içerde yol açtığı zorunlu zihinsel değişimler ve en önemlisi de PKK ile sürdürülen geleneksel zora dayalı yöntemin başarısızlığa mahkûm olduğunun anlaşılması, Kürt sorununa “tam demokrasi” ve “kültürel çoğulculuk” temelinde yaklaşmayı beraberinde getirmiştir. Cumhurbaşkanı Özal’ın ilk defa Kürt varlığını tanıdıklarını ilan etmesi ve sonraki günlerde “Federasyon da dahil her konu tartışılmalıdır.” türünden demeçler vermesi, Körfez Krizi esnasında Celal Talabani ve Mesut Barzani’nin temsilcisiyle en üst düzeyde görüşmeler yapması, Kürt sorununun yeni bir bakış açısı temelinde konuşulmasına rahat bir imkan sağlamıştır.
AGİK hükümeti olduklarını söyleyen DYP-SHP Hükümeti ise Kürt gerçekliğini tanıdıklarını ilan ettiler. Başbakan Demirel ve Başbakan Yardımcısı İnönü’nün kuvvet komutanları ve çok sayıda bakanla birlikte Güneydoğu’ya düzenledikleri “şefkat” gezisinde, resmî ideolojinin 70 yıldır sürdürdüğü inkârcı, asimilasyoncu ve baskıcı yaklaşımların/politikaların artık terk edildiği, ülkede tam demokrasi ve çoğulculuk temelinde Kürt kültürünü geliştirme imkanı sağlanacağı, Kürt Enstitüsü’nün kurulabileceği resmen ilan edilmiştir. Kürtçe gazete, dergi, kitap, tiyatro vb. etkinliklerin artık serbest olduğunun ilan edilmesi, Kürtçenin özgürce kullanılabileceğinin ve bir lisan olarak öğretilebileceğinin ilan edilmesi, Kürt sorununda yeni bir dönemin başladığına işaret etmektedir. Mevcut hükümetin tam demokrasi ve çoğulculuk temelinde yerinde yönetimlere ağırlık vereceğini de açıklaması ayrıca yeni bir dönüşümün yaşanacağına işarettir. Yerel parlamentoların oluşturulması ve merkezî devletin küçülmesi Türkiye’de tam demokrasinin yerleşmesi için atılacak önemli adımlardır.

Bizim Görüşümüz ve Tavrımız Ne Olmalı?

1. Yeni dönemde RP olarak gelişmelerin gerisinde kalmak istemiyorsak artık Kürt sözcüğünü rahatlıkla telaffuz edebilmeli, Türkiye’de Kürt halkının çektiği onca acıya ve sıkıntıya tercüman olabilmeliyiz.
2. Türkiye’de 75 yıldan beridir resmî ideolojinin Kürt meselesinde inkârcı, asimilasyoncu, baskıcı davrandığını açık seçik söylemeli ve resmî ideolojiyi yüksek sesle sorgulayabilmeliyiz.
3. Türkiye’de Kürt kimliğinin tanınması ve Kürt kültürünün geliştirilmesi için engelleyici tüm yasaların kaldırılması gerektiğini, Kürtlerin yaşadığı bölgelerde Kürtçenin öğrenilmesi ve öğretilmesi için yasal imkanların hazırlanması gerektiğini, bütün bu hakların Türkiye’de yaşayan diğer halklara da -Laz, Çerkez, Gürcü, Arap vs.- tanınması gerektiğini bu çerçevede Türkiye’nin kültürel bir çoğulculuğa sahip olması gerektiğini savunmak.
4. Türkiye’de dileyen herkesin kendi anadilinde eğitim-öğretim yapabilmesini savunmak, kitle iletişim araçlarından yararlanmasını savunmak.
5. Türkiye’de resmî ideolojisi ırkçı, asimilasyoncu ve baskıcı olmayan, Türkiye’de yaşayan herkesin eşit siyasal, sosyal ve kültürel haklar temelinde gönüllü bir birlikteliğini esas alan yeni bir hukuk devleti anlayışını ön plana çıkartmak. Ülke bütünlüğünü bu gönüllü kardeşlik temelinde savunmak.
 6. İnsan hakları konusunda herkesten çok duyarlı politikalar geliştirmek. Bu politikaları somut bir biçimde davranışlara dönüştürmek. Ne yazık ki partimiz bu konuda henüz istenen bir seviyede değildir. Konumuz Güneydoğu olduğu için örnekliği oradan vereyim: Güneydoğu’da kan gövdeyi götürse bile, orada yaşayan halk türlü baskılarla yüzyüze kalsa bile partimizin bu konuda somut adımlar atmadığını görüyoruz. Kınama düzeyinde bile partimiz diğer partilerden geri kalmaktadır. Oysa Güneydoğu’da yaşanan her türlü haksızlıkların karşısında dikilen parti RP olmalıdır. Önerim şu: bundan sonra bölgede ortaya çıkacak her türlü gelişmeyi yerinde ve zamanında en üst düzeyde heyetler göndererek değerlendirmek, insan haklar ihlalleri karşısnıda herkesten önce ve herkesten çok tepki göstermek. Bu tavrı bütün bir Türkiye’de göstermek gerekir ayrıca.
7. PKK terörünü kınadığımız kadar devlet terörünü de kınamak. Devlet-PKK çatışmasında devletçi bir safta gözükmemek, devletin eleştiri üslubunu benimsememek; “Bölücü”, “Terörist”, “Ayrılıkçı” vs...
8. Her türlü ırkçılığa karşı çıktığımızı, Türk ırkçılığına da Kürt ırkçılığına da eşit ölçeklerde karşı çıktığımızı açık bir biçimde ilan etmek ve bunu davranışlarımızla göstermek.
9. Güneydoğu’da RP’nin diğer partilerden şanslı bir yanı var. O da inanç partisi olmasıdır. Müslüman Kürt halkının problemleriyle yukarıda belirttiğimiz yaklaşımlar çerçevesinde ilgilenildiği zaman RP büyük bir başarı kazanacaktır.
10. Güneydoğu’da İttifak dolayısıyla RY’ye küsen veya küstürülen insanlarımızın geri kazanılmasını sağlamak. İttifak’ın getirip götürdüklerini parti içinde bir özeleştiriden geçirilmesi ve bunun münasip bir dille kamuoyuna anlatılması gerekmektedir. RP, Türk ırkçısı MÇP ile işbirliği yapan milliyetçi-muhafazakâr-sağcı bir parti şeklindeki eleştirilerden yakasını ancak böylelikle kurtarabilir. Bu özeleştiri veya değerlendirme süreci, İttifak’tan dolayı RP’den kopan arkadaşları tekrar kazanmaya, hem de bölgeye dönük yeni taktik ve stratejilerin daha aklıbaşında bir biçimde belirlenmesine imkan sağlayacaktır.
11. Artık RP’nin de bir Kürt politikası olmalıdır. Bu konuda düzenlenecek parti içi tartışmalarla, yazarlarımız ve araştırmacılarımızla yapacağımız müzakerelerle ve düzenleyeceğimiz ilmi sempozyumlarla RP’nin Kürt sorununa nasıl baktığı ve sorunun çözümü için neler önerdiği açıklıkla ortaya konulmalıdır. Bu çerçevede bir programa sahip olmalıyız diyorum.
12. Güneydoğu’daki teşkilatlarımız daha disiplinli ve düzenli örgütlere dönüştürülmeli. RP’nin yeni dönemde bölgede yeniden güç kazanması için İttifak dolayısıyla ayrılan arkadaşlarımızın bölgede önemli görevlere getirilmesi gerekir. Bölgede çalışma yapacak görevlilerin veya yetkililerin bölge sorunlarını çok iyi bilmeleri, kültürlü ve ağzı laf yapan insanlar olmaları ve teşkilatçılığı da artık modern bir biçimde götürebilecek evsafta olmaları gerekir.
 
Bu raporun hazırlandığı tarih olan 18 Aralık 1991’den üç gün sonra RP MKYK’sı, milletvekilleri ile Kürt kentlerinden gelen parti yöneticilerinin de katılımıyla geniş bir toplantı yaptı. Raporda önerilen hususlara benzer şekilde bir parti heyetinin Güneydoğu’ya yollanmasına, bu heyetin hazırlayacağı yeni bir raporun ışığında RP’nin Kürt politikasının saptanmasına karar verildi.
Aynı günlerde Erbakan, Hürriyet Gazetesi’nden Ertuğrul Özkök’ün de dikkatini çektiği gibi geniş kitleler karşısında ilk kez, TBMM’de naklen yayımlanan “Güvenlik” görüşmesi sırasında “Kürt” sözcüğünü telaffuz etti. Daha sonra TRT-1’den yayınlanan liderler açıkoturumunda Kulp’ta meydana gelen, askerlerin halkı buz üzerinde yatırıp saatlerce bekletmesi olayını gündeme getirerek hem herkesi şaşırttı, hem de RP’nin bundan böyle Kürt sorununda herkesten ileride olmaya namzet olduğunu gösterdi.
Ancak RP’nin bu konuda inisyatifi ele geçirebilmesinin hiçbir imkanı gözükmemekte. Çünkü İslamcılar, toplumdaki diğer politik odaklar gibi Kürt sorununda sürekli olarak PKK’nın belirlediği gündemin başdöndürücü ilerleyişine ayak uydurmaktan öteye gidemiyorlar.

PKK-HİZBULLAH ÇATIŞMASI

Bu noktada istisna olmaya yegâne aday, adını son günlerde duyuran “Hizbullah” grubu. PKK’ya yakın çevrelerce ilk başta varlığı yadsınmak istenen, daha sonra da “Kontrgerillanın maşası bir avuç kendini bilmez”e indirgenmeye çalışılan “Hizbullah” gerçekten mevcut ve yine gerçekten, PKK’ya karşı bilinçli bir mücadele yürütüyor.
İslam dünyasında, İran İslam Devrimi ve İran İslam Cumhuriyeti yanlısı, daha doğrusu İran devletiyle doğrudan ya da dolaylı organik ilişkiye sahip İslamcı yapılanmalara verilen ad olan Hizbullah’a aslına bakılırsa birbirlerinden farklı birçok grupçuk talip. Ancak bunlardan hiçbiri, bugüne kadar güçlü bir örgütlenme gerektiren Hizbullah etiketini alenen kullanmaya cesaret edememişti. Daha çok bunun sıfat hali olan “Hizbullahi” kullanılıyordu, halen kullanılıyor.
Bir örgüt iddiasıyla “Hizbullah”ın ciddi olarak ilk kez kullanılması son zamanlarda Güneydoğu’da oldu. İran Devrimi’nden kısa bir süre sonra bölgede faaliyet yürüten çeşitli kişi ve çevreler varlıklarını iniş ve çıkışlarla bugüne kadar getirebildiler. Bunların bir kısmı, büyük şehir merkezli İslami hareketlerle her türlü bağlarını kopararak yerel bağımsız örgütlenmelere gitti.
İşte bunlardan biri olan ve tarihi ’80’lerin başlarına dayanan, bugün “Hizbullah” adıyla ortaya çıkan grup da, Ankara’da yüksek öğrenim görüp memleketlerine yerleşen bir-iki Müslüman aydının öncülüğünde, Batman, Şırnak, Diyarbakır, Mardin gibi PKK’nın da diğerlerine kıyasla daha güçlü olduğu illerde belli bir güç oluşturdu.
“Hizbullah”, tıpkı PKK gibi, ilk olarak kendi dışındaki bazı İslamcılara karşı aldığı sert ve çatışmacı tavırla dikkati çekti. Yine tıpkı PKK gibi esas olarak Güneydoğu’nun kentsel yörelerinden ziyade kırsal alanda, kültürel düzeyi nispeten düşük kesimlerde daha fazla taraftar buldu.
PKK’nın İslami konularda belirgin bir yumuşama içine girmesi, Müslümanlara göz kırpmanın da ötesinde alabildiğine sempatik davranması bölgedeki tüm İslami çevreleri olduğu gibi Hizbullah’ı da endişelere sevkedince çatışma kaçınılmaz oldu.
Fakat içlerinden şimdilik yalnızca Hizbullah, PKK’ya karşı durmak cesaretini gösterebildi. Eğer direnişinde başarılı olabilirse -ki süreç henüz devam ediyor- birçok avantaj elde edebilecekti.
Kuşkusuz ilk olarak kendi tabanının PKK’ya kaymasını engellemek istiyor Hizbullah. Bunun için Kürtler arasında İslamcılık yapmanın “meşruiyeti”ni muhafaza etmesi gerekiyor. Eğer bunu becerirse, PKK karşısında pasif kalan diğer İslamcı çevrelerden de kendisine katılma olabileceğini hesaplıyor. Ayrıca tamamıyla radikal bir söyleme sahip olan Hizbullah’ın devlete karşı dişe dokunur bir eylemlilik içinde olmadığı göz önüne alınırsa, militanlığını akıtabileceği bir kanala ihtiyacı olduğu da kesin.
Özetle, bölgede devlet ile PKK dışında üçüncü bir kutup olma arzusundaki Hizbullah, ilk silahı ateşleyenin PKK olmasıyla birlikte “meşru müdafaa” konumunda kolları sıvadı. Tarafların karşılıklı saldırıları sonucu 10’un üzerinde kişinin öldüğü biliniyor. Bir başka bilinen husus da bazı “karanlık” eylemlerin kolaylıkla bu çatışmaya atfedildiği, atfedilebileceği.

SONUÇ

Toparlayacak olursak; bugün Türkiye’de yoğun olarak Kürt hareketliliğini sürdürenler, İslamlık kimliklerini ya büyük ölçüde yadsımış ya da epey geri plana itmişlerdir. Son zamanlarda PKK’nın bu konudaki strateji değişiklikleri bile Kürt militanları, Kürt halkının dindarlığına bir türlü ulaştıramamıştır.
Öte yandan dindar veya politik olarak İslamcı Kürtlerin ezici bir çoğunluğu da silahlı mücadeleye epey mesafeli yaklaşmış, Kürt kimliğini savunma, temel hak ve özgürlükler mücadelesine katılma gibi son zamanların mahsülü bazı tavırlar bir kenara bırakılacak olursa devletle dişediş bir kavgaya girmekten imtina etmişlerdir.
Son birkaç yıl içinde her iki tarafın da -dindarlar ve milliyetçiler- birbirlerine yaklaşmaları sözkonusudur. Ancak PKK-Hizbullah çatışması bu kavuşmayı dinamitlemeye adaydır.
Türkiye genelindeki İslami oluşumlara gelince; bunların içinde ciddi bir Kürt tabanına yaslanmayanlar için Kürt sorunu, birtakım kuru “ümmetçilik” çağrılarıyla geçiştirilecek, “ülkenin devleti ve milletiyle bölünmez bütünlüğü” ilkesine göre hareket edilmesi gereken bir konudur.
RP ve birtakım radikal gençlik grupları gibi Kürtlerin etkili şekilde varlık gösterdiği oluşumlar ise PKK’nın arkasından koşarken iki arada bir derede olmanın sıkıntısını yaşamaktadırlar1.
Görüldüğü kadarıyla en azından daha bir süre için PKK Kürt sorununda İslamcıların da gündemini belirlemeye devam edecek.





Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
15.12.2024 11 soruda, YPG ya kendini fesheder mi ya da feshedilir mi?
15.12.2024 Murat Yetkin ile söyleşi: Meraklısı İçin Ortadoğu Kitabı
08.12.2024 Hamas, Hizbullah ve Esad: İran’ın “Direniş Ekseni” tarihe karışırken
06.12.2024 Behlül Özkan ile söyleşi: 1982’deki Müslüman Kardeşler’in Hama ayaklanmasından bugüne
04.12.2024 Murat Özçelik ile söyleşi: Türkiye Suriye’de ne yapabilir? Ne yapmalı?
04.12.2024 Transatlantik: Suriye’de neler oluyor? Neler olabilir?
02.12.2024 Eski PKK yöneticisi Nizamettin Taş: "PKK’nin Öcalan’a bağlılığı özde değil, ağırlıklı olarak sözdedir”
01.12.2024 RTÜK İslam dinini kurtarabilir mi?
27.11.2024 Transatlantik: Lübnan’da ateşkes - Ukrayna savaşında son durum - Trump gün sayıyor
24.11.2024 Kürt realitesi, Kürt sorunu realitesi, Kürt siyasi hareketi realitesi
15.12.2024 11 soruda, YPG ya kendini fesheder mi ya da feshedilir mi?
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı