İdris Baluken ile söyleşi: Suriye'nin gölgesinde yeni çözüm sürecinin gidişatı

11.08.2025 medyascope.tv

11 Ağustos 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. HDP eski milletvekili İdris Baluken ile yeni çözüm sürecini konuşacağız. İdris Bey merhaba. 
İdris Baluken: Merhabalar Ruşen Bey, iyi yayınlar diliyorum. 

Ruşen Çakır: Sağ olun. Sizinle 18 Ekim, 6 Aralık ve 12 Mart’ta yaptığımız yayınlarla, yeni çözüm sürecini başından itibaren takip ediyoruz. Çok önemli tartışmalar da yaptık ve şimdi sürecin çok önemli bir aşamasındayız. Meclis’te komisyon faaliyete geçti, yarın üçüncü toplantısını yapacak. Ama öncesinde şunu sormak istiyorum. Siz bu hareketin içerisinde yıllarca var olmuş ve gözlemiş birisi olarak, bugün gelinen noktayı nasıl görüyorsunuz? 
Baluken: Evet, öncelikle şunu söylemem gerekiyor: Bizim her yaptığımız programdan sonra, süreç de ilginç bir şekilde pozitif yönde ivme kazandı. Henüz barış ihtimalinin zihinlerde dahi anlamlandırılamadığı veyahut da kabul edilmediği bir noktada, hatırlarsanız o dönem adeta böyle iğneyle koyu kazarcasına, o umudu biraz büyütmeye çalıştık. O anlamda ben şahsım adına size ve Medyascope ekibine de özellikle teşekkürlerimi iletmek istiyorum. Çünkü bu gündemin en alt sıralara yerleştirilmek istendiği dönemde bile, siz ısrarla bunun Türkiye’nin en önemli meselesi olduğunu ve buna gerçekten ciddi bir destek sunmak gerektiğini ifade ettiniz. Ben bu günlere gelmesi de bu görünmez emeklerin çok önemli katkısının olduğu inancındayım.
Geldiğimiz aşamayı da son derece önemsiyorum, çok ciddi bir mesafe kat edildi. Demin dediğim gibi hiç o ihtimalin bile tartışılmadığı veya tartışılmak istenmediği dönemlerden, pratik ve somut alanda çok ciddi gelişmelerin olduğu bir döneme girmiş olduk. O dönemler program yaptığımızda, sadece fikirsel düzeyde bir şeyler konuşuyorduk, somut alanda herhangi bir şey yoktu. Ama zaman içerisinde Sayın Öcalan'ın 27 Şubat Demokratik Toplum ve Barış Çağrısı, ardından PKK'nin Fesih Kongresi, o kararı alması, sonrasında silahları yakma töreni, bütün bunlar olurken de o dönem yine çok tartışılır bir noktada ele alınan Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın sürecinin arkasında irade koyması ve Sayın Bahçeli'nin de bu süreçle ilgili kararlı ve tutarlı bir hat üzerinden politika belirlemesi gibi bir durum şekillendi. Bunu son derece önemsemek gerekiyor. Bazılarını izliyorum zaman zaman, sanki ortada çok ciddi adımlar yokmuş algısı yaratmaya çalışıyorlar, öyle değil. Her iki taraf açısından da gerçekten 50 yıllık ezberleri bozacak şekilde çok önemli adımlar atıldı. Evet, eksiklikler ve yapılması gereken çok şey var henüz. Ama geldiğimiz aşama itibarıyla ben en azından iğneyle umudun kuyusunu kazacak bir noktada olmadığımızı düşünüyorum. Tam tersine, artık tümüyle toplumsal alanla buluşmuş bir umudu gerçekle buluşturmakla gibi bir döneme girdiğimizi düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Siz Meclis’te uzun yıllar görev yapmış birisisiniz. Şimdi Mecliste bir komisyon kuruldu. Bu komisyonda İYİ Parti dışında bütün partiler var. Hatta tek milletvekili olanlar da üç milletvekili olanlar da var. Şu ana kadar yapılan iki toplantı var, yarın üçüncü toplantı yapılacak. İlk toplantıda, komisyonun nasıl çalışacağı konusunda oy birliğiyle kararlar alındı. İkinci toplantı güvenlik gerekçesiyle kapalıydı, devlet sırrı kapsamına girdi ama çok da bir sorun çıkmadı. Eski bir milletvekili olarak Mecliste böyle bir şeyin olabilmesi herhalde bir küçük çaplı bir mucize gibi. Ne dersiniz? 
Baluken: Tabii ki çok önemli. Bizim de zaman zaman katıldığımız programlarda yönteme dair önerilerimiz olmuştu. Kanunla kurulması, daha kapsayıcı ve partiler arasında daha eşit temsiliyeti gözeten bir yerde kurulması gibi sözler söylemiştik. O handikaplarına rağmen Türkiye Cumhuriyeti tarihinde Kürt meselesi bağlamında ilk defa diyalog ve müzakere yöntemini bu kadar geniş temsiliyetle kapsayacak şekilde bir komisyonun kurulmuş olmasını çok önemsemek gerekiyor. 2013-2015 çözüm süreci döneminde de bir komisyon oluşmuştu. O dönemde hazırladığı raporlar kadük kalmasına, yöntemsel bazda birtakım eksiklikleri gidermemiş olmalarına rağmen, ben o dönemki çalışmaları da hep çok olumlu bir yerde gördüm. Bugünkü komisyonun da en azından çalışırken başvurabileceği bir külliyat, o komisyonun çalışmaları sırasında oluşmuştu.
Sizin de belirttiğiniz gibi, temsiliyet oranı çok önemli. İYİ Parti dışında bütün siyasi partilerin orada bulunuyor olması ve çözümün arkasında irade ortaya koyan bir yerden meseleyi ele alıyor olmaları çok önemlidir. Burada şuna belki dikkat etmek gerekir. Günlük siyasetin o sığ tartışmalarını o komisyona taşımamak lazım. 100 yıllık bir meselenin çözümünden ve 50 yıllık bir savaş gerçekliğinin barışla nihayetlenmesinden söz ediyoruz. Dışarıda var olan, o polemik yarıştıran sığ siyaseti bir kenara bırakarak, meclisteki komisyon bileşeninin o doğrultuda tartışma yürütmesinde, çözüm aramasında fayda olduğu kanaatindeyim. Eğer böyle olursa, çok tarihi gelişmeler olabilir düşüncesindeyim.

Ruşen Çakır: Peki komisyon neyi ele alacak? Bu konuda değişik beklentiler, bir de realite var. Benim gördüğüm kadarıyla, komisyon esas olarak, örgütün silah bırakması ve feshin doğuracağı birtakım sorunların çözümü için hukuki altyapısını yaratmak için çalışacak. İlk akla gelen Etkin Pişmanlık Yasası biliyorsunuz. Bunlarla bu iş çözülemez, yeni birtakım yasal düzenlemeler olması gerekiyor ve komisyona esas olarak bu anlam yükleniyor. Ama komisyona CHP'nin ve DEM Parti'nin baskısıyla, başlığa demokrasi kavramı da eklendi. Şimdi bir yanıyla Anayasa konuşmayacağız deniyor burada, tamam. Bir yanıyla, esas işin, örgüt üyelerinin topluma entegrasyonu diye özetleyebileceğimiz bir olay olacağı söyleniyor. Ama bir yanda da demokrasi beklentisi var. Tek başına örgüt üyelerinin topluma entegrasyonu Türkiye'nin demokratikleştiği anlamına gelmeyecek. Sizce bu bir sorun değil mi?
Baluken: Şimdi bu defa bu süreçte izlenen yöntem hem daha önceki çözüm süreçlerinden hem de benzer çatışmalı süreçlerin olduğu dünya örneklerinden çok farklı. En son aşamada konuşulması gereken konuyu, ki daha önce biz bunu ‘’arabayı atın önüne sürmek’’ olarak da tanımlıyorduk, Silahlar meselesini en başa getirerek, bütün ezberleri bozacak şekilde inisiyatif alan ve bu doğrultuda yol alan bir süreç şekillendi. Dolayısıyla bence komisyon da bu sefer ezberleri bozacak bir yöntemle bu işi ele alabilir.  Ne demek istiyorum? Güncelde ‘’şu yapıldı, bu yapılmadı, şu adım atılmadı, bu hâlâ böyleyken nasıl güveneceğiz?’’ deniyor. Veya geçmişte yüzyıllık bir tarihi bu kadar kısa  süre içerisinde ele alıp meseleyi böyle bir çözümsüzlük girdabında  tartışmak yerine, bence komisyon, tıpkı bu  barışla ilgili gündemin olduğu şekilde bir demokratik gelecek tahayyülü ve ete kemiğe kavuşmuş somut olarak bütün toplumu rahatlatacak bir gelecek projesi üzerinden meseleyi ele alırsa ve oradan çıkan üretimleri hem meclis hem de toplumun gündemine taşırsa, ben şimdiki zamana ait ve geçmişe ait sorunların daha kolay açıklayabileceğini düşünüyorum. Bu da çok zor değil. Burada ihtiyaç duyduğumuz şey birlikte yaşamaya cesaret etmek. Birlikte yaşamak derken, bir tarafın inkârı ve yasağına dayanmayan bir birlikteliği bu komisyon ele alıp somutlaştırabilmeli. Böyle bir gelecek tahayyülüyle toplum karşısına bir tasarı çıkarabilirse, biz hem bugünkü meselelerimizin çok kolay bir şekilde demokratikleşme ekseninde çözülebileceğini görme şansına sahip olacağız hem de geçmişle ilgili bu meseleyi var eden koşulları daha rahat bir şekilde tartışıp, onlarla yüzleşip bir helalleşme dönemini daha rahat bir şekilde ele alabileceğiz.
Siyaset, karşı mahallelere seslenebilme, diğer toplumsal kesimlerden rıza üretebilme, onları ikna edebilme, mümkün olduğunca karşıt olduğun çevreleri kazanma sanatıdır. O nedenle şu anda mevcut kutuplaşma ortamında sorunları yarıştırmak veya sorunları gerekçe göstererek  tartışmaları sığ ve çözümsüz bir yere hapsetmek yerine, dediğim şekilde şeffaf, demokratik, barışçıl, herkesin onayını alabilecek, herkesi ikna edebilecek bir demokratik gelecek tahayyülü üzerinden, barışçılın kimseye kaybettirmediğini, herkese kazandırma ihtimalini topluma taşıyabilecek şekilde meseleyi ele alırsa, ben, güncelde yaşadığımız sorunların da önerilecek yasal düzenlemelerle komisyon tarafından hızla çözülebileceğini düşünüyorum. Teknik anlamda söylediğiniz şeyler önemli, tabii ki silah bırakma mevzusu önemli bir başlıktır. Üçüncü bir göz olmadığı için Meclis Komisyonu bu anlamda öyle bir denetleme, bir üçüncü göz olma işlevini de yüklenebilir. Ama aynı zamanda belirttiğim perspektifte, Kürt meselesinin tarihsel çözümü ve Türkiye'nin demokratikleşmesiyle ilgili güncel sorunlar konusunda da ezberleri bozacak şekilde bir tutum içerisinde olmalıdır.

Ruşen Çakır: Komisyon bir çalışma yapıyor, birtakım öneriler sunacak ve bunlar Meclis’e gelecek, belki yasalar çıkacak. Ama hemen yapılabilecek işler var. Mesela İçişleri Bakanlığı kararıyla görevden alınan kayyumların iadesi ya da AİHM veya AYM kararlarının uygulanması. Örneğin Selahattin Demirtaş ve arkadaşlarının tahliyesi. Örneğin, konuyla birebir alakalı olmasa da aslında çok aslında iç içe olan belediye başkanlarının tutuksuz yargılanması. Soruşturmanın iptali değil de tutuksuz yargılanması. Bunların hepsi yeni bir yasal düzenleme olmadan yapılabilecek işler ve bunlar yapılmıyor. Mesela kent uzlaşısı gerekçesiyle, Şişli, Esenyurt gibi CHP'li bazı belediye başkanlarının başına işler geldi. Bir taraftan Abdullah Öcalan'la görüşen bir devlet var, bir taraftan da CHP ile DEM Parti görüştü diye CHP'nin Şişli Belediyesi'ne kayyum atayan bir devlet var. Bunlar komisyon olmadan da yapılabilecek şeyler değil mi?
Baluken: Şüphesiz. Mevcut yasaların uygulanması, Anayasa Mahkemesi veya AİHM kararlarının hayata geçirilmesi durumunda bile çok önemli rahatlama alanları sağlanacaktır, siyasetin alanı genişleyebilecektir. Bu anlamda yapılması gereken yasal düzenlemeler de çok fazladır. Terörle mücadele kanunundan tutun da ceza kanununa kadar, düşünce özgürlüğü, basın özgürlüğü, ifade özgürlüğü önündeki engellerin düzeltilmesinden tutun, siyasi partiler seçim kanununa kadar bu başlıkları çoğaltmak lazım. Ama benim demek istediğim şey, bunların tamamında rahat bir çalışma zemini ve bir tartışma ortamı sağlayabilmek için, toplumun tamamını ikna edebilecek ve toplumu demokratik ve barışçıl bir geleceğin mümkün olduğuna inandırabilecek bir proje üretmek, bir çalışma ortaya koymak lazım. Bunları yaptığınız zaman, Demirtaş'ın, Yüksekdağ’ın tahliyesine bugün cepheden karşı çıkanların büyük orandaki şerhlerini eritirsiniz. Gezi tutuklularıyla, Osman Kavala’yla, içerideki CHP'li belediye başkanlarıyla ilgili mevcut durumların tamamını çok rahat bir şekilde halledersiniz. Ama bugün yürünen siyasi hatla, ortaya konan iddia arasında bir çelişki, bir makas açıklığı var ve bu makas açıklığını gidermek gerekiyor.
Aslında bu yeni dönemde iki hat tanımlanabilir. Birincisine yeni paradigma hattı olarak, merkezine demokrasi ve barışı koyduğumuz bir hat diyebiliriz.  İkincisini de 100 yıldır demokrasi ve barışı getirmemiş ve tam tersi, bu anlamda çok büyük sorunlar üretmiş, resmi statükocu bir hat olarak tanımlayabiliriz. Bu anlamda tabii ki hükümetin mevcut uygulamaları ve otoriter yaklaşımları, hükümetin yeni paradigma hattında ne düzeyde samimi olup olmadığıyla ilgili muhalefette veya farklı toplumsal kesimlerde soru işaretleri yaratıyor. Ama burada muhalefete veya toplumsal kesimlere düşen şey, hükümetin bu icraatlarına bakarak, resmi statükocu sorunu üreten o hatta savrulmak yerine, bu hat içerisinde bulunarak burayı bir mücadele alanına çevirmek ve buradan doğru hükümet üzerinde demokratik bir baskı oluşturmaktır.
Uzun süredir Türkiye'de siyaset hep seçim dönemlerine kilitlendi ve siyasetin başarısı da seçim sonuçları üzerinden maalesef topluma götürüldü. Şimdi geldiğimiz noktada o tarzdan sonuç alınamadı ve yeni oluşan kompozisyonda da muhalefet hiçbir isteğini hükümete bu anlamda dikte ettiremiyor, yaptıramıyor. Bizim bu gerçeklik içerisinde demokratik mücadeleyi yapabileceğimiz belki de tek bir alan var elimizde. Bu da demokratik toplum ve barış süreci. Biz buradan ancak yeni paradigma hattı üzerine yeni bir Türkiye inşasını hedefleyerek hükümetin otoriter uygulamalarına, antidemokratik baskıcı anlayışına karşı başarı sağlayabiliriz. O anlamda hem Cumhuriyet Halk Partisi'nin hem diğer muhalefet partilerinin de meseleyi bu yönle ele almalarını ve buradan doğru yeni paradigma hattını da iktidarın insafına veya lütfuna bırakmamalarını çok önemsiyorum. İYİ Parti’yi ve hamaset ve nefret sözü ötesine geçmeyen siyaset üreten birkaç partiyi de bu anlamda eleştirel bir noktada değerlendiriyorum. Bu resmi görüp, bunun üzerinden meseleyi ele almak yerine, tümüyle bayatlamış, eskinin o bıktırıcı retoriğiyle çözüm üretmeyen ve deyim yerinde ise bize eskinin çözümsüzlüğünü dayatan bir yerden ortaya koymuş oldukları politikayı siyaset olarak da görmüyorum açıkçası. 

Ruşen Çakır: Bu iktidar, siz ‘’hükümet’’ diyorsunuz da ben ‘’iktidar’’ diyorum çünkü artık hükümet yok biliyorsunuz.
Baluken: Eski alışkanlık diyelim. Biz hâlâ eski alışkanlıkla devam ediyoruz. 

Ruşen Çakır: Daha önce de konuştuk sizinle bunu ama bugün yine tekrar konuşalım. Geçen süre içerisinde, iktidarın iki ortağı MHP ve AK Parti, daha doğrusu Bahçeli ve Erdoğan arasında, süreç bağlamında farklılık görüyor musunuz? 
Baluken: Ben ilk günlerden itibaren, bu sürecin danışıklı olarak gittiğini ve rol paylaşımı üzerinden yapılanların tanzim edildiğini düşünenlerdendim. Bugün de yine o noktadayım. Biraz toplumsal rıza üretme veya milliyetçi duyguları törpüleme veya bunun bir devlet projesi olduğunu topluma gösterme konusunda, Sayın Bahçeli üzerinden başlayan ve o doğrultuda yürüyen bir şey vardı. Ama süreç içerisinde, Sayın Erdoğan'ın da bu konuda irade ortaya koyduğunu ve bunu Türkiye'nin yeni yüzyılının kurtuluş reçetesi olarak tanımladığını gördük. Ben bu yönüyle aralarında bir ayrılık aramaktan ziyade, her ikisinin yaptıkları üzerinden olanları ortak bir havuzda toplayarak ne yapmak istediklerine dair siyasi okumalar yapmanın daha doğru olduğu kanaatindeyim. Bu yönüyle, örneğin Sayın Bahçeli'nin ilk süreç başlarken yapmış olduğu konuşmalar vardı, o konuşmaların gereği henüz yerine getirilmedi. Umut hakkından başlayarak, İmralı koşulları ve sonrasına dair hukuki ve siyasi adımlarla ilgili bir şeyler söylemişti. Bunu bütün toplum Sayın Bahçeli'nin ağzından duymuştu. Bunların hayata geçmemesini bir tek Erdoğan ve AKP'nin isteksizliği üzerinden okumamak gerekiyor. Bahçeli'nin ve MHP'nin de bu anlamda kullanmış oldukları o cümlelerin altını doldurma konusunda, kamuoyu önünde de daha aktif bir çaba içerisinde olması gerektiğiyle ilgili bir kanaat var benim aklımda. Ben meselenin olumluluklarını bir yöne, olumsuzluklarını bir yöne tahvil eden o yaklaşıma karşı biraz mesafeliyim.

Ruşen Çakır: Geçen çözüm sürecine şüpheyle bakan birisinin, mealen “Kürtler de böyle bir sevinç içerisinde değiller” gibi bir laf ettiğini gördüm. Bölgede Kürtlerde bu süreçte çok büyük bir heyecan olmadığı gerçekten doğru mu? Bir ara ‘’temkinli iyimserlik’’ diye bir laf vardı. Bölgeye gittiğimde ve oradaki değişik kademelerdeki insanlarla konuştuğumda, herkeste bir heyecan vardı, ama devlete, iktidara güvenmeme anlamında bir de güvensizlik vardı. O eşik aşıldı mı? 
Baluken: Başlangıçta çok ciddi düzeyde onu hissedebiliyordunuz. Toplum, zaman içerisinde, beş altı ay öncesinden konuşulması dahi zor olan gündemlerin somutlaşmış haliyle karşılaşınca, bu anlamda o rezervlerin önemli oranda düştüğünü söyleyebiliriz. Sayın Öcalan’ın mesajlarının dışarı iletilmiş olması, uluslararası, Kürt ve Türkiye kamuoyunda geniş bir tartışma zemini bulması, sonrasında, İmralı'da orada bulunan diğer tutsaklarla birlikte video görüntüsünün veya fotoğrafının yayınlanmış olması, Kürt hareketinin bütün bileşenleriyle birlikte Sayın Öcalan'ın ortaya koyduğu irade doğrultusunda çok disiplinli bir hareket tarzı üzerinden meseleyi ele alarak kendi üzerine düşen adımları atmış olması, örgütlü ve politize olan kitlenin neredeyse büyük bir kısmında, bu sürece dair kuşkuları giderdi. Artık belli bir politik bilince sahip olan ve örgütlü olmayı önemseyen Kürtlerde, bunları sorgulamak yerine, ‘’neler yapabiliriz de bu anlamda masada kendi elimizi güçlendirebiliriz?’’ gibi bir duygu hâkim olmaya başladı. Hukuki ve siyasi zemini oluşturan birtakım adımlar atılmış olsaydı, bu güven duygusu çok daha farklı bir noktada da olabilirdi. Ama henüz o hukuki ve siyasi adımlar atılmadığı için, biz var olan düzelme yöndeki o eğilimlerin tümünü de görmezden gelemeyiz. Bence Kürt halkının iknası çok kolay, yüzde yüz düzeyinde sağlanabilir. Örneğin, demin söylediğim, Sayın Bahçeli'nin bahsettiği umut hakkı üzerinden tanımladığı bir çerçeve vardı. Diyelim ki siz onu belli bir toplumsal sosyolojiyi gözeterek ele alıyorsunuzdur. Her katıldığım programda şunu söylüyorum: İmralı'daki çalışma ve koşullarını düzeltirseniz, mesela Ruşen Çakır'ın İmralı'ya gidip Öcalan'la görüşebilmesi ve Türkiye toplumunun bütün soru işaretlerini ona aktarabilmesi gerekiyor. Bunu yaptığınız zaman siz o anlamda Kürt tarafındaki o kuşkuların büyük bir kısmını giderebilirsiniz. Az önce söylediğiniz gibi, aynı şekilde, Demirtaş’ın içeride bulunması, Yüksekdağ’ın içeride bulunması. Siyaset dediğimiz şey karşı mahallelerden ikna, rıza üretmektir dedik ya, sadece Demirtaş'ın ve Yüksekdağ'ın tahliyesi üzerinden bile, siz Kürtlerdeki ‘’bir adım atılıyor mu atılmıyor mu?’’ şeklindeki o tereddütlü yaklaşımların tamamını giderebilirsiniz. Tümüyle yasal çerçevede ve atılması gereken iki adımdan bahsediyorum. Bunlarla bile siz var olan o tereddütleri ortadan kaldırabilirsiniz. Bu anlamda, sosyolojiyi negatif yönde okuyarak ‘’buradan bir şey çıkmaz’’ kolaycılığına kaçmak yerine, gelinen aşamayı önemseyerek, buradan nasıl daha somut olarak sonuçlar çıkarılabileceğine yoğunlaşılması gerektiği kanaatindeyim ve onu ifade etmeye çalışıyorum.

Ruşen Çakır: Biliyorsunuz, Kürt hareketinin Demirtaş'a çok fazla sahip çıkmadığı, onun tahliyesi için çok çaba gösterilmediği, hatta Öcalan'ın bunu istemediği yolunda çok spekülasyon yapılıyor. Bunlar sizin de kulağınıza geliyordur. Neden kaynaklanıyor bunlar? 
Baluken: Bunlar cevap vermeyi hak edecek sorular değildir Ruşen Bey. Kürt siyasi hareketinin ak dediğine kara, kara dediğine ak demekle kendini yükümlü kılmış belli çevreler var ve bu çevreler her dönem Kürt siyasi hareketini nasıl yıpratabiliriz arayışında. İçeride sanki parçalı bir duruş varmış, farklı aktörler arasında çelişki varmış gibi yansıtmaya çalışarak sonuç almayı hedefliyorlar. Ama bunların toplumsal hayatta bir karşılığı yok. Ne Demirtaş'ı Kürt siyasi hareketinden ayrı bir cümle içerisinde kullanabilirsiniz ne de Kürt siyasi hareketini Demirtaş'tan ayrı olarak bir çözümlemeye tabi tutabilirsiniz. Bunlar, beyinle kalbi veya bir organın, bir vücudun, bir bünyenin taşımış olduğu organları birbirinden ayırmaya çalışmak kadar karşılığı olmayan ve temelsiz yaklaşımlar. Sayın Demirtaş'ın tahliyesiyle ilgili gündemleri, tabii ki Kürt siyasi hareketi her anlamda daha yüksek sesle de dile getirilmeli. Ama genel olarak baktığımızda şimdi masadaki bu büyük stratejik çözüm projesi eğer amacına ulaşırsa, zaten Sayın Demirtaş'ın dışında, içerideki on binlerce politik tutsağın özgürlüğüyle ilgili bir gündemde kendiliğinden çözüme kavuşmuş olacak. Belki de bakış açısı burada biraz çatallandığı için insanlar bunu anlamıyorlar.

Ruşen Çakır: Burada demin bahsettiğiniz Kürt hareketine yönelik dediğiniz şeylere bir örnek, biliyorsunuz Mustafa Karasu olayında yaşandı. Mustafa Karasu'nun sürece itiraz ettiği için örgüt tarafından infaz edildiğini söylediler. Sonra Mustafa Karasu, örgütün bir yayın organına röportaj verdi ve bunlarla dalga geçti. Onlar da bunun üzerine “O bir yaşayan ölüdür” dediler. Özellikle Avrupa'da, diasporada, tekil de olsa sosyal medya üzerinden sürece ve Öcalan'a yönelik olarak çok ciddi bir karşı propaganda var. Bunların hiç mi etkisi olmuyor? Öcalan'ın statü talebi, o 27 Şubat bildirisinde var olan ‘’her türlü kültüralist şeyi reddediyoruz’’ önermesinden hareketle, bir tür “Öcalan ihanet etti” gibi bir yaklaşımı seslendirenler var. Bunların kimisi eski Öcalan'ın yol arkadaşları biliyorsunuz. Bunlar çok mu marjinal? 
Baluken: Sonraki kadim düşmanları da diyebiliriz, onu da ekleyelim ki cümle yerine otursun. O kadim düşmanlığı eski yol arkadaşlığı hukukuna tercih ettikleri için, bu şekilde doğrudan cepheden saldırma ve itibarsızlaştırma ve mümkün olduğunca süreci boşa çıkarma arayışı içerisindeler. Bahsettiğiniz şahsiyetlerin bir toplumsal karşılığı yok. Ne Avrupa sahasında ne Kürt coğrafyasında ne de Türkiye sahasında. Toplumsal bir karşılığı olmadığı için, özgül ağırlıklarından daha fazla ses çıkarma zeminini sosyal medya aracılığıyla bulmuş oluyorlar. Ama hayata değen, siyasete değen, reel politiğe diyen bir tesir, bir etki yaratmıyor.  Bugün bunların sadece pratiklerine ve Öcalan pratiğine baktığınız zaman bile bu sorunun cevabı kendi içerisinde, farklı cümleyi kullanmayacak şekilde bir yanıt barındırıyor. Diyelim ki son 26 yılını ele alalım, 26 yılını bir hücrede tecrit koşullarında geçirmiş ve ona rağmen düşünsel ve bilinçsel olarak barış paradigması üzerinden kendi mücadelesini belli bir noktaya getirmiş ve Kürtlerin yaşadığı diğer parçalarda da çok ciddi bir siyasi karşılık bulmuş olan bir liderden bahsediyoruz. Öte yandan da Avrupa'da böyle elini sıcak sudan soğuk suya koymadan, etrafında 5-10 kişiyi toplayamadan, sadece sosyal medya kanalları üzerinden karalama yürüten insanlardan bahsediyoruz. Ben böyle bir kıyaslama yapmayı da zül sayarım. Zaten toplumun da böyle bir derdi yok. Toplumun şu anda temel meselesi, bu sürece dair somut birtakım şeylerle hızla sonuç alınmasıdır. Doğrudan masadaki taraflardan beklentili olmak yerine herkesin kendi etki alanda yapabileceği şeyler vardır ve buralara yoğunlaşmak gerekir. Bu tarz kişiliklerin söylediği şeyleri önemsemek yerine örneğin sosyal medya kanalları bu düzeyde etkiliyse, Türkiye’de şu anda siyasetin %95’i bu sürecin arkasında olumlu irade ortaya koyuyor. Bu siyaset kurumu neden bunu bir imza kampanyasına çevirmiyor? Sosyal medyada barışla ilgili bir hashtag oluşturup AK Parti, MHP, DEM Parti, CHP ve diğer partiler, kendi cenahlarından bunu destekleyecek şekilde toplumdan ikna isterlerse, sosyal medyanın bu bozucu alanını kendiliğinden oradan kaldırmış olurlar.
Ruşen Bey, şu anda silahların konuşulmadığı her bir anda ve dakikada bir gencimizin hayatı kurtuluyor. Bundan daha kıymetli bir şey olabilir mi? ‘’Bir mesaj, bir can’’ diyerek barışa ses vermek üzerinden bir hashtag oluşturulsa ve bu meselenin arkasında bugün komisyonda temsiliyeti bulunan partiler bir sosyal kampanya, medya kampanyası başlatsalar, bu sesler kendiliğinden zaten dağılır gider. Bir imza kampanyasına çevrilebilir.  Türkiye'de 86 milyon insan var, her bir parti kendi kitlesine gidip bu yönlü bir çaba içerisine girerse, 80 milyona yakın insandan imza alabilirsiniz.
Keza yapabileceğiniz çok farklı şeyler var. Mesela, artık Türkiye'de siyasi gündem çok sıcak olduğu için, insanlar klasik yöntemlere biraz bağışıklık kazandılar. Miting, yürüyüş, basın açıklaması, seminerler, konferanslar, çalıştaylar önemlidir, evet. Ama bunun yerine siyasi partiler artık yaratıcı şeyler yapabilir. DEM Parti sahaya çıktı, 2,000'e yakın halk toplantısı yaptı.  Şimdi MHP sahaya çıktı, çok kıymetli, tabanını buna hazırlamaya çalışıyor. AK Parti sahaya çıkacağını söylüyor, önemli. CHP uzun süredir sahada ama farklı bir gündemle. O gündemi demokrasi ve barış başlığıyla buluşturabilir. Bunların yanında, örneğin Türkiye'nin en kalabalık meydanlarında siyaset kurumu barış masaları oluşturabilir. Taksim Meydanı’nda bir barış masası oluşturursunuz, süreci destekleyen de, ona karşı duran da gelir o masada görüşlerini ifade eder ve tartışma yürütür. Kızılay Meydanı’nda yaparsınız, Alsancak Meydanı’na, Amed Meydanı’na barış masası kurarsınız, insanlar gelir, orada bu meseleyle ilgili görüşlerini dile getirirler. Bu anlamda sosyal medya veya medya d başarısız bir sınav veriliyor. Medyanın o bozucu alanlarını doğrudan halk yoluyla siz karşılamış olursunuz. 
Yaratıcı yöntemler açısından, mesela karanlığın çöktüğü saatlerde barış adına bir mum yakabilirsiniz. Şu anda çatışmalı süreçten dolayı kurtarılan her bir can için bir mum yaktığınızda, örneğin bu işe Diyarbakır'dan başladığınızda, Diyarbakır'da yüz binlerce, milyonlarca mumun aydınlattığı bir kent görüntüsüyle, onu İstanbul'a, İzmir'e, Ankara'ya taşıdığınız zaman, bu özgül ağırlığı olmayan ama her iki tarafta da özgül ağırlığından çok fazla gürültü çıkaran aşırı radikal, milliyetçi ve uç kesimlerin sesini zaten doğrudan halkın gücüyle bastırmış olursunuz. Bence siyaset kurumu bu tarz karşılığı olmayan kişi veya kurumlara, Türkiye'dekileri de dahil ediyorum, cevap yetiştirmek yerine doğrudan bu tarz yaratıcı şeylerle, halkın sesini yükselterek bunları bastırma yoluna gitmeli. 

Ruşen Çakır: Düne kadar ‘’silah kullanıyorsunuz, Kürt sorunu tartışılamıyor’’ diyenlerin bazılarının “Niye silah bırakıyorsunuz?” diye itiraz ettiği garip bir dönemden geçiyoruz. Son olarak şunu sormak istiyorum: Ortada Suriye gibi hâlâ çok ciddi bir ateş topu var. En son gelişmeleri biliyorsunuz. Haseke'de toplanan konferans, buna karşı Şam’daki geçici hükümetin buna karşı tepkisi, Şam’ın, Paris’te yapılması beklenen, ertelenen toplantıya katılmayacağının ilanı ve orada taraflar arasında 4 Mart’taki mutabakatın bir türlü hayata geçmediği bir süreç var. Ankara da Şam'ın yanında yer alıyor ve bu Türkiye'yi doğrudan ilgilendiriyor. Suriye'de yeniden bir gerginlik, çatışma yaşanması durumunda, Türkiye'de süreç herhalde olamaz. Ne olacak burası?
Baluken: Bu süreç başladıktan sonra, Suriye ve Rojava denklemiyle ilgili en azından süreç başlamadan önceki o olumsuz noktada olmadığımız kanaatindeyim. Belli düzeyde bir diyalog ve müzakere zemini var, bir trafik yürüyor. O diyalog ve müzakere zemini üzerinden henüz kat edilmesi gereken mesafeler, yollar var. Biz hep daha önce de söylemiştik, Suriye ve Rojava sahası, geçmiş dönemdeki çözüm sürecinin de en bozucu alanıydı. Ama o en bozucu alandan en yapıcı alanı çıkarabiliriz görüşünü paylaşmıştık. Şimdi yeni paradigmadan bahsediyorsak, Türkiye’nin, sadece içeride Kürtlere bakış açısını değil, Ortadoğu'nun genelindeki Kürtlerle ilgili bakışını değiştirmesi gerekiyor. Kürt düşmanlığı ve Kürt karşılığı temelindeki bir dış politikayla, içerideki Kürtlerin rızasını alamaz, onları bir şeye ikna edemezsiniz. Ben hekim olduğum için, bugün vücut metaforları üzerinden gidiyorum. Bu, ‘’sağlıklı bir bünyeye sahip olayım ama bir bacağım kangren olsun, önemli değil’’ demeye benziyor. Öyle bir gerçeklik yok. Siz o kangrenle ilgili bugüne kadar siz bir şey yapmamışsanız, orayı iyileştirmek için uğraşmamışsanız o bünyenin sağlıklı olması mümkün değil. Türkiye'deki iç barış açısından, Kürtlerle yeni bir demokratik ve barışçıl gelecek kurma açısından, tarihi Türk ve Kürt ittifakının dördüncü büyük kavşağında yeni bir sayfa açma açısından, sadece Suriye ve Rojava'ya değil, diğer parçadaki Kürtlerle ilgili Türkiye'nin mevcut pozisyonunu değişmesi gerekiyor.
Yakın dönemde mesela Rojava'daki yetkililerin yapmış olduğu röportajlar vardı, hepimiz okuyoruz. Ruşen Bey, bugüne kadar bir tek yetkilinin röportajlarında “Ben Türkiye karşıtı şu açıklamalara rastladım” diyebilir misiniz? Böyle bir şey yok. Türkiye toplumunun da artık buna uyanması gerekiyor. Oradaki Kürtler Türkiye’nin düşmanı Türkiye'ye hasmâne duygularla bakan insanlar değil. Tam tersine, Türkiye’deki halklara en sağlam dayanak olabilecek ve en fazla güvenebilecekleri dost insanlar. Bu yalın gerçek ortadayken böyle gerçeği ters yüz etmeye kalkmak doğru bir yaklaşım değildir. İçerideki barış sürecinden bağımsız olarak da bu mesele ile ilgili söz hakkının da bize düşmemesi gerekiyor. Buna en fazla Türk aydınlarının, Türk siyasetçilerinin, Türkiye halklarının ses çıkartması gerekiyor. İçerideki çözüm sürecini bir kenara bırakalım, siz Suriye'deki halkların tamamını, HTŞ gibi kendisi dışında hiç kimseye yaşam hakkı vermeyen tekçi, mezhepçi, Arap milliyetçiliğine dayanan bir hat üzerinden alan, kadına yaşam hakkı tanımayan bir yapı içerisinde eritmeyi nasıl teklif edersiniz? Bu akıl alır gibi değil. Yakın dönemde orada sahil kesiminde Alevilere ve Dürzi halkına yönelik yaptıkları katliamlar da dün akşam bile sosyal medyaya taşmıştı. Oradaki görüntülerde sabit olarak duruyor. Böyle bir gerçeklik varken, ortada bir demokratik anayasa yok, ortada yeni bir demokratik Suriye Cumhuriyeti yok, ortada sizin can ve mal güvenliğinizi sağlayacak bir şey yok, ama oradaki halklara “Siz gelin tümüyle iradenizi HTŞ’ye bırakın” demek akıl alır gibi değil. Bunu çözüm sürecinden bağımsız olarak da ne politik olarak ne de vicdani, insani, ahlâki, etik açıdan bir yere koyabilirsiniz. O nedenle oradaki çözümün makul bir şekilde ele alınması şart.
Evet, Şam eksenli yeni bir rejim oluşmuş oldu orada, ama onun hükmedemediği ve fırsat verilse bir kaşık suda boğmak istediği, çok daha geniş bir alanda da, diğer halkların oluşturduğu yönetim modelleri, yönetim anlayışları var. Makul olan nedir? Bunları bir demokratik anayasada, demokratikleştirilen bir yasal sistemde ve yeni bir devlet modelinde buluşturup ona göre çatışmayı sonlandırmaktır. Türkiye de bu anlamda garantör ülke pozisyonuna gelebilir, barışın savunuculuğuna kendisini sorumlu kılabilir. Bu yönüyle HTŞ’nin aşırılıklarını ve radikal bütün pratiklerini törpüleyen ve ona doğrultu belirleyen bir yöne gelebilir. Eğer böyle olursa, Suriye ve Rojava sahası üzerindeki bozucu alanın hızla tamir edileceğine tanıklık etmiş oluruz. 
Bu süreç başlamadan önce, sınıra çok yoğun yığınaklar yapılıyordu. Bir operasyon beklentisi veya ÖSO çeteleri üzerinden oradaki özerk yönetime yönelik bir operasyonel atraksiyon geliştirilmişti. Ama dikkat ederseniz, bu süreç başladıktan sonra, o tarz askeri hareketlilikler yerine, bütün handikaplarına ve tersliklerine rağmen, mesele, daha çok siyasi ve diplomatik alanda konuşulmaya başlandı. Mesela Türkiye'de de AK Parti'ye veya mevcut iktidara yakın olup, bu anlamda farklı şeyler yazan, kaleme alan, farklı önermeler yapan insanlar da var. Rojava'dan gelen mesajlar da farklı bir mecraya taşındı, Bunu önemsemek lazım. Özetle, Suriye ve Rojava meselesini güvenlik parantezinden çıkarıp güven başlığı altında yeniden ele almak gerekiyor. Kürtler Türkiye için bir güvenlik tehdidi değildir, tam tersine, sırtını yasayacakları en güçlü güven unsurudur. İçeride de böyledir, Rojava'da da böyledir, Erbil'de de böyledir. Türkiye'nin de buna uygun bir iç ve dış politik hat belirlemesinde fayda olduğu kanaatindeyim.

Ruşen Çakır: İdris Bey çok sağ olun.  Nasıl bitirelim?  Ne söylemek istersiniz bitirirken? 
Baluken: Çok önemli bir mesafe kat edildi, çok önemli bir aşamaya geldik.  Her iki taraftan da bunu bozmaya çalışanların özgül ağırlıkları, çıkardıkları seslerin yanında çok çok küçük, düşük ve hafif kalıyor. Bu aşamadan sonra özgül ağırlığı ve toplumsal karşılığı olmayan bu çevrelerin çabalarıyla, bu sürecin bozulmasına izin verirsek, bu hepimizin ayıbı olur. Bu hepimiz açısından kabul edilemez bir husus olur. Bunu devlet yetkilileri de iktidar yetkilileri de Kürt siyasi hareketinin ilgili kurum ve yetkilileri de bu yönüyle ele almalı. Bu kadar emek boşa gitmemeli. Bu meseleyi, gündemi hep sıcak tutacak şekilde hem ülke gündemini hem uluslararası kamuoyunun en önemli gündemi olacak şekilde tartışmayı bilmeliyiz.
Sayın Öcalan’ın mesajı ve görüntüsü çıktığında, PKK silahları ateşe attığında, Türkiye ve uluslararası kamuoyunun bir numaralı gündemi bu meseleydi. Şimdi Meclis’te bir komisyon kuruldu. Meclis komisyonu, bu gündemin alt sıralara inmesine ve böyle hamaset ve nefret üreten siyasi sığ seslerin altında kalmasına izin vermemeli. Dileğim, temennim, beklentim, toplumun da bu yönüyle harekete geçerek, geri dönülemez bir noktaya geldiğini düşündüğüm ve geri dönülmesi durumunda herkesin altında kalabileceği bu süreci tümüyle hedefine ulaştırmasıdır. Umarım o yönlü daha iyi gelişmelerle bir araya geliriz. Umarım bugünkü yapmış olduğumuz program da yeni bir ivmenin bir mihenk taşı olarak o programlarda anılır.

Ruşen Çakır: İnşallah diyelim. Çok teşekkürler İdris Bey, yayınımıza katıldığınız için.
Baluken: Ben teşekkür ederim, iyi yayınlar. Oradaki tüm arkadaşlara da buradan selam ve sevgilerimi iletmek istiyorum.

Ruşen Çakır: Sağ olun. Evet, HDP eski milletvekili İdris Baluken'le, Suriye, komisyon, sürece yönelik eleştiriler ve kuşkular dahil olmak üzere sürecin bütün yönlerini konuştuk. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
24.08.2025 Devlet Bahçeli benim gibi düşünenleri tekzip etmeye devam ediyor
24.08.2025 Dindarlar ve CHP: Hiç de zor olmayan bir ilişki
23.08.2025 CHP’de “çifte liderlik” dönemi
22.08.2025 Kutuplaşma CHP’nin işine yarar mı?
21.08.2025 Mitingle olmaz mı, miting yetmez mi?
21.08.2025 Gürkan Çakıroğlu: “Cumhur İttifakı ve barış sürecinin geleceği Suriye’ye bağlı”
20.08.2025 Önce PKK mı, Fethullahçılar mı fesholacak?
19.08.2025 Taşıma suyla AKP değirmeni döner mi?
18.08.2025 Hakan Fidan niçin hedefte?
17.08.2025 Öcalan olmadan olmaz mı?
24.08.2025 Devlet Bahçeli benim gibi düşünenleri tekzip etmeye devam ediyor
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı