Lafı dolandırmadan bir “açık sırrı” ifşa etmek yararlı olabilir: Ülkeyi kim, hangi anlayışla yönetirse yönetsin, hükümette hangi parti (ya da partiler) olursa olsun, dindar Kürtler cumhuriyet tarihi boyunca rejimin sigortası olmuştur. Cumhuriyetin ilk yıllarında Şeyh Said isyanı başta olmak üzere bazı Kürt ayaklanmalarında din motifinin yer yer öne çıkması da, bunların bastırılmasında yine dinsel motiflere ve başka dindarlara başvurulmuş olduğu düşünüldüğünde bu saptamanın doğruluğuna gölge düşüremez.
Bu açıdan bakıldığında, Kürt sorunu üzerine son dönemde yapılan tartışmaların, esas olarak dindar Kürtlerde yaşanmakta olan dönüşüm etrafında sürmesi son derece doğaldır. Çünkü bu dönüşümün tamamlanması rejimin sigortasını kaybetmesi anlamına gelecektir ki bu durumda neler yaşanabileceğini tartışmaya soyunmak bile ürkütücü olabilir.
Dönüm ve kırılma noktaları
Temmuz ayı ortasında yazdığım bir yazıda (
Dindar Kürtlerin dönüşümü - 12.07.2012) dindar Kürtlerdeki dönüşümün 4 ana nedeni olduğunu ileri sürmüştüm. Bunlar özetleyecek olursak:
1)Kürt siyasi hareketinin İslam dinine ve dindarlara yönelik üslubunu büyük ölçüde değiştirmiş olması;
2)Demokratik açılım sürecinin askıya alınması ve güvenlikçi politikaların devreye sokulmasının yarattığı hayal kırıklıkları ve savrulmalar;
3)AKP’nin son seçimlere Güneydoğu’da düşük profilli adaylarla girmiş olması;
4)Roboski (Uludere) faciası ve başta Erdoğan olmak üzere iktidar partisi yetkililerinin bu konuda sergiledikleri tutum.
Yani açılımın durması “dönüm”, Roboski ise “kırılma” noktası oldu. Bu facianın birinci yılı yaklaşırken dindar Kürtlerin bulundukları ruh halini ve durdukları pozisyonu en iyi şekilde, kendisi de dindar ve Kürt olan gazeteci Ali Akel tasvir etti. Onun söyleşimizin başına çıkardığımız “Türk ve Kürt İslamcıların yolları hızla ayrılıyor” cümlesi gelinen noktayı çok iyi özetliyor. Akel söyleşisinin ardından değişik gazetelerde bazı İslamcı şahsiyetler, eski ve yeni AKP yöneticileriyle yine aynı tema üzerine söyleşiler yapıldı. Onlar da dindar Kürtlerin devletten (ve iktidar partisinden) uzaklaşıp BDP/PKK çizgisine yaklaştıkları gözlemlerini dile getirdiler. Fakat iktidar partisi yöneticileri bu uyarıları önemseyip gereğini yapmak yerine bunları ifade edenleri eleştirmeyi tercih etti ve bunun sonucunda medyaya konuşan AKP Diyarbakır İl Başkanı Halit Advan istifa etmek zorunda kaldı.
Devlet-PKK ikileminde Hizbullah
Kürt sorununun esas olarak dindar Kürtler üzerinden konuşulduğu bir dönemde Kürt İslamcılığının en güçlü odağı olan Hizbullah’ın Hür Dava Partisi (Hüda-Par) adıyla yasal bir parti kurmaya soyunması doğal olarak son derece dikkat çekici. Hüda-Par üzerine yapılan birbirinden farklı değerlendirmelere baktığımızda (PKK’ya yakın çevrelerin bu konuyu şimdilik pek gündeme almamış olmaları ilginç) şu sorunun doğrudan ya da dolaylı olarak sorulduğunu görüyoruz: Bu parti devletin (AKP’nin) mi, yoksa PKK’nın mı işine yarar? Hizbullah’ın unutulması imkansız geçmişi hatırlanınca verilen cevaplar genellikle “tabii ki devletin” oluyor.
Halbuki Hüda-Par olayına sadece devlet-PKK ikilemi açısından bakmak ve analizleri Hizbullah’ın geçmişinden (ve geçmişteki alışkanlıklarından) kurtulmasının imkansız olduğu kabulünden hareketle yapmak pek kullanışlı olmayabilir. Hüda-Par hakkında daha ayrıntılı bir değerlendirmeyi erteleyip şu aşamada iki düşüncemi ifade etmek istiyorum:
1)Hizbullah’ın yeni stratejileriyle, dindar Kürtlerde yaşanan dönüşümü engellemeyi hedeflediği iddiasını inandırıcı bulmuyorum. Kaldı ki böyle bir iddiası olsa bile bunda başarılı olması mümkün değil. Tam tersine Hizbullah’ın yaşanan bu dönüşümden birinci derecede etkilendiği ve yeni sürece ayak uydurmak için bu stratejileri geliştirdiğini ileri sürebiliriz.
2)Hizbullah’ı devlet-PKK ikileminde otomatik olarak devletin yanına yerleştirmek de bana pek gerçekçi gelmiyor. Hizbullah’ın, devlete sırtını dayayıp PKK ile rekabet etme yerine PKK ile ilişkilerini olabildiğince düzeltip yakın gelecekte ortaya çıkacak yeni statülerde güçlü bir yer edinme arayışında olduğunu düşünüyorum.