Hatem Ete ile söyleşi: Bahçeli ile Erdoğan ayrışıyor mu?

05.11.2024 medyascope.tv

5 Kasım 2024’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Hatem Ete ile yöneticisi olduğu PANAROMATR’nin Ekim ayı araştırmasını konuşacağız. Biliyorsunuz, bunu her ay, her rapor çıktıktan sonra yapıyoruz. Hatem, merhaba.
Hatem Ete: Merhaba.

Ruşen Çakır: Şöyle bir tâlihsizliğiniz var tabiî: Burası Türkiye; 7-14 Ekim arasında anket yapıyorsunuz, ama 14 Ekim’den sonra Türkiye’de olmadık şey kalmadı, değil mi? Bahçeli’nin “Öcalan gelsin, Meclis’te konuşsun” açıklaması, Öcalan’la yeğeninin görüşmesi, PKK’nın TUSAŞ saldırısı, ardından ay sonuna yetişen Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer’in tutuklanması... Bütün bu gelişmeleri izleyicilerimize baştan söyleyelim; çünkü bunların her biri gerçekten seçmen davranışını etkileyebilecek önemli gelişmeler. Ama 7-14 Ekim’de sâhada yapılan bu araştırmaya hızlıca baktığımızda, ilk gördüğüm, CHP’nin neredeyse 1,5 puan farkla AKP’yi geçiyor olması. 
Ruşen Çakır: Geçen ay, Eylül ayı araştırmasıda AK Parti kıl payı CHP’yi geçmişti. CHP tekrar birinci parti oluyor. Önce bununla başlayalım.
Ete: Dediğin doğru. Türkiye’de bu hızlı gelişmeler olduğunda, araştırmaların gelişmelere yetişmesi mümkün değil. Aslında bir taraftan da iyi oluyor. Hemen günü gününe sorunca, daha duygusal tepkiler almak daha mümkün. Üzerinden biraz vakit geçtikten sonra yapacağımız ölçümler muhtemelen daha olgunlaşmış ve daha durulmuş ölçümler olur. O nedenle bu dediğin meselelerin çoğunu Kasım ayındaki araştırmada soracağız; dolayısıyla daha net bir bilgi elde ederiz. O nedenle sâdece “Çözüm süreciyle ilgili yeni bir süreç mi var?” bağlamında bir iki soru sorduk; onları birazdan konuşuruz.
Siyâsî partilerle ilgili meseleye gelince: Hatırlarsan, geçen ay konuştuğumuz Eylül ayı araştırmasında https://medyascope.tv/2024/10/03/rusen-cakirin-konugu-hatem-ete-akp-kil-payi-yine-birinci-parti/ AK Parti’de yine bir yükselme olmamıştı; ama CHP’de bir gerileme olmuştu. CHP’deki gerilemenin, Eylül ayı boyunca CHP içindeki adaylık tartışmaları, Özgür Özel’in başlattığı politikaların Kemal Kılıçdaroğlu tarafından kamuoyu önünde eleştirilmesi, Tüzük Kurultayı öncesinde ve sonrasında Türkiye’nin bir iki ay boyunca sâdece CHP içindeki tartışmaları ve ayrışmaları konuşması nedeniyle etkili olabileceğini konuşmuştuk. Bu da CHP’den kararsızlara kaymalara yol açmıştı. Öyle olunca da AK Parti tekrar birinci parti durumuna gelmişti. Bu ay CHP 1-2 puan yükselerek birinciliğe yeniden oturmuş gözüküyor. AK Parti’nin oyu yine neredeyse geçen ayınki gibi, hattâ küçük bir düşüş var. Hatâ marjı içerisinde CHP ve AK Parti’de gelgitler oluyor; ama bu hatâ marjı içindeki gelgitler de birincilik konumlarını değiştirebiliyor. Ben bu ay CHP’nin yeniden yükselmiş olmasını, biraz CHP’deki bu durulmaya bağlıyorum. CHP’nin içi karıştıkça seçmen CHP’ye duyduğu güvenden çekiliyor, o güven duygusu zedeleniyor. Güven duygusu zedelenince de, “CHP’de değişen bir şey yok” diyerek, yeniden kararsızlık statüsüne geri dönüyor. Bu ay yeniden biraz durulma yaşandığı için CHP yeniden birinci parti olmuş. Ama seçimlerden hemen sonra konuştuğumuz düzen devam ediyor aslında. Türkiye, AK Parti ile CHP’nin birincilik için yarıştığı, birisinin diğerine açık fark atamadığı, her ikisinin de %20’lerin biraz üzerinde, %20-25 arasında bir yerde konumlandığı bir düzenle yoluna devam ediyor ve böyle devam edecek gibi gözüküyor. Her ikisinin de kararsızlar içindeki oranı da yüksek olmaya devam ediyor. AK Parti’nin, neredeyse 6-7 puana yakın kararsızlardan ödünç oyu var. CHP’nin de kararsızlar arasında 4-5 puan civârında ödünç oyu var. Bunlarla ilgili gelgitler, her ikisinin de o birinciliği her an yeniden etmesini mümkün kılıyor.

Ruşen Çakır: Geçen ayki araştırmada kararsızları dağıtmamıştınız, bu ay da dağıtmadınız. Sâdece oy vermeyeceğini söyleyenleri dağıtıyorsunuz.
Ete: Evet.

Ruşen Çakır: Kararsızların oranının çok yüksek olduğunu geçen ay da konuşmuştuk. Bu yükseklik aynı şekilde devam ediyor. Bir de bildiğim kadarıyla, bu aydan îtibâren seçmen güvensizliğini odak alıyorsunuz. Ondan da biraz bahseder misin? Kararsızların bu kadar yüksek çıkması, seçmen güvensizliğiyle alâkalı bir şey herhalde, değil mi?
Ete: Evet, çok ilişkili. Kararsızlar bu ay da birinci parti, geçen ay da kararsızlar birinci partiydi. Hele oy vermeyenleri de eklediğinizde, birinci partinin de çok üzerinde bir oyu var kararsızların. Kabaca şöyle söyleyebiliriz: Şu anda seçmenin üçte biri, irâdesini ya da tercihini herhangi bir siyâsî partiye yöneltmemiş durumda. Kategorik olarak oy vermeyecekleri bir tarafa bırakırsak, seçmenin dörtte biri, kararsız olduğunu düşünüyor. Önümüzdeki dönemlerde seçmenin dörtte biri herhangi bir siyâsî partiyi tercih edebilir; ama şu anda tercih etmiyor. Bu, siyâsete yönelik çok ciddî bir güvensizlik işâreti. Seçmenle siyâset arasında ciddî bir açık olduğunu, ciddî bir temsil boşluğu olduğunu gösteren bir şey. O nedenle, önümüzdeki dönemlerde, en azından önümüzdeki 2-3 yıl boyunca bir seçim olmama durumunu da göz önünde bulundurarak, abonelerimize ilettiğimiz rapora her ay toplumun bir meseleyle ilgili nabzını almaya yönelik yeni bir bölüm eklemeyi düşündük. Normalde bizim raporlarımız “Türkiye’nin Gündemi ve Risk Analizi” olarak iki bölümden oluşuyor. Bu ayla berâber, bir de “Odak” diye bir bölüm ekledik. Bu “Odak” bölümünde, her ay 8-10 soruyla, o ay önemli olduğunu düşündüğümüz bir temayı enine boyuna ayrıntılı bir şekilde değerlendiriyoruz. Buna “siyâsî yabancılaşma” olgusuyla başladık. Kararsız oranının çok yüksek olması, siyâsetçilere yönelik güvensizliğin yüksekliği, genel başkanların ve siyâsî liderlerin performansı ile ilgili genel memnûniyetsizlik meselelerini bir araya topladığımızda, seçmenin, genel olarak siyâset olgusuna ve siyâsî aktörlere, liderlere nasıl baktığını ve siyâsetle nasıl bir etkileşim kurduğunu enine boyuna değerlendirelim istedik.
Bu konularla ilgili epey araştırma yapan, yazılar yazan Seda Demiralp ile böyle bir “Odak” hazırladık bu ay. Bunu da önümüzdeki günlerde PANORAMATR abonelerine ulaştırıp, üzerinden vakit geçtikten sonra ayrıca kamuoyuyla da paylaşmayı düşünüyoruz. Çünkü her bir ay ayrı bir tema üzerinden bu meseleyi değerlendirmiş olacağız. Önümüzdeki ay, “Odak” olarak, bu yeni “süreç”i değerlendirip, toplumun genel olarak bu meseleye nasıl baktığını, terör sorunu ne kadar Kürt meselesi olarak gördüğünü ve çözüme olası yaklaşımlarının marjının ne olduğunu enine boyuna tartışmayı düşünüyoruz. Böyle her ay bir meseleyi odağa alıp onu değerlendiriyoruz.
Ama bu ayki raporumuzda bu “siyâsî yabancılaşma” olayıyla birlikte düşündüğümüzde, seçmenin neredeyse %75’i, siyâsetin şu anki gidişâtıyla ilgili çok yoğun bir rahatsızlık ifâde ediyor. Bunun gerekçelerine baktığınız zaman, biz bu ay kararsızlara özellikle, “Niye kararsızsınız?” diye açık uçlu olarak sorduk. Çoğunluğu, siyâsetin kendi sorunlarına çözüm üretememesi, bugün siyâsî partilerin başında olan ya da lider olarak, lider adaylarından biri olarak yer alan aktörlerin hiçbirisinin, kendi siyâsî sorunlarını çözme ehliyetine sâhip görünmediğiyle ilgili endîşelerini dile getirmişler. Bu odak ve benzeri meseleler, seçmenin siyâsetle ilişkisinin biraz daha derinlikli olarak anlaşılmasına hizmet edebilir. Bu ay ortaya çıkan temel tema, siyâsete duyulan güvensizliğin, üretilen siyâsî performanstan duyulan memnûniyetsizlikle ilişkili olduğu. Aslında seçmen siyâsete ilgi duyuyor, siyâseti tâkip ediyor ve gündelik hayâtında siyâsetle ilişkisini sürdürüyor. Ama siyâset erbâbının önlerine koyduğu performanstan memnun olmadığı için, bu, “siyâsete güvensizlik” olarak tercüme ediliyor. Karşımızdaki tablo, toplumun üçte birinin kararsız durmasına ve tercihini herhangi bir siyâsî partiden yana kullanmamasına yol açıyor gibi gözüküyor.

Ruşen Çakır: Şimdi tabloya baktığımda, siz de buna “başat iki partili sistem” diyorsunuz.
Ete: Evet.

Ruşen Çakır: CHP ve AK Parti %20’nin üzerinde oy alıyorlar; tabiî siz kararsızları dağıtmadığınız için, %7 barajını aşan iki parti görüyorum. Ama kararsızların dağıtılması hâlinde, muhtemelen MHP ve DEM Parti barajı aşabilir gibi gözüküyor. Onun dışında, Yeniden Refah Partisi belki daha yakın, ama Zafer Partisi, İYİ Parti ve diğer partiler çok uzağında duruyorlar. Seçim sistemi de böyle kalacağına göre, önümüzdeki dönemde de ittifakların gündemde olacağını bize düşündürüyor. Yani barajı aşamama durumu olan çok parti var ve bunların bâzıları çok iddialı. Ama reel olarak bakıldığı zaman, barajı aşamayacakları görünüyor. Ne olacak? Cumhur İttifâkı zâten var; ama öteki tarafta bir ittifak kalmadı.
Ete: Doğru. Hatırlarsan, geçen seçimlerden önce, Cumhur İttifâkı seçimlere bir süre kala seçim sistemini değiştirdi. Yüzde 10 barajını %7’ye çekti ve ittifakların önünü açtı; yüzde 7 alamayacağını düşünen partiler için bu ittifak mekanizmasını bir nevi zorunlu hâle getirdi ve seçim sistemine ittifak mekanizmasını da eklemiş oldu. Önümüzdeki seçimlerde Cumhur İttifâkı neyi kendi lehine olarak algılar ve yine seçim sisteminde bir değişiklik yapar mı yapmaz mı bilmiyorum. Seçim barajı yine bugünkü hâliyle %7’de durduğu müddetçe, seçim barajı riski dört siyâsî parti dışında bütün partiler için geçerli olmaya devam edecek gibi gözüküyor. Yani kararsızlar dağıtıldığında, AK Parti, CHP, DEM Parti ve MHP %7 barajını şu anda aşabilecek gibi gözüküyor. Ama geriye kalan partilerin çok ciddî bir seçim barajı riski olacak. Bu, seçimlerden sonra herkesin, ama özellikle muhâlefet kanadındaki partilerin ittifaktan ağzı yandığı için, herkes kendi müstakil siyâsetine geri döndü. Aslında siyâsetin doğasına daha uygun olan da bu. Ama seçim dönemine yaklaştığımızda, bugünkü koşulları göz önünde bulundurduğumuzda ya iktidar ve muhâlefetin iki ana ittifâkında ya da oluşacak başka yeni ittifak denklemlerinde, siyâsî partilerin ittifak kurmasından başka çâre gözükmüyor. Ya iktidar seçim sisteminde bir değişiklik yapar ve seçim barajını %3’e düşürür, o zaman siyâsî partiler ittifak blokajıyla ya da ittifak mekanizmasıyla yüzleşmek zorunda kalmaz. Ya da son gün geldiğinde, siyâsî partiler bir araya gelip, belli müştereklerde buluşup bir ittifak kuracaklar. Ancak o zaman bu seçim barajını aşabilecekler gibi gözüküyor.
Burada bu barajı aşma ihtimâli gözüken ya da o denklemde hareket eden bir iki parti var. Yeniden Refah Partisi 31 Mart’tan sonra seçim barajının marjında yer alıyordu, ama şimdi gerilemiş gözüküyor. Önümüzdeki dönemde, ikisi berâber biraz zor ama, Zafer Partisi ve İYİ Parti’den birisi, Bahçeli’nin başlattığı girişimin de kamuoyunda nasıl yol alacağına bağlı olarak ve belli mecrâlarda bir milliyetçi odaklanma olursa, biraz oylarını yükseltebilir. Ama bugünkü koşullarda, bu milliyetçi partilerden birisini de eklersek, seçim dönemine gelindiğinde, beş partinin dışındaki partilerde ciddî bir baraj sıkıntısı yaşanabilir diye okuyorum.

Ruşen Çakır: Bütün araştırmalarda olduğu gibi sizde de en önemli sorun ekonomi olarak karşınıza çıkıyor. Bu araştırma yapıldığında TUSAŞ saldırısı yoktu. Dolayısıyla terör çok fazla seçmenin gündeminde olan bir mesele değil. Ama baktığımız zaman, –zâten seçmen kararsızlığı da biraz onunla ilgili– ekonomiyi birilerinin düzeltebileceğine dâir bir umut da yok anlaşılan, öyle değil mi?
Ete: Öyle.

Ruşen Çakır: Bu ne zamandır böyle. İnsanlar iktidardan memnun değil, ama muhâlefetin de çözebileceğini düşünmüyor sanki.
Ete: Çok doğru. Biz aslında bu ekonomi meselesini birkaç başlık altında soruyoruz. Meselâ açık uçlu bir şekilde, “Sizin için Türkiye’nin en önemli sorunu nedir?” sorusunu soruyoruz. Ya da kendimiz daha önceki araştırmalardan elde ettiğimiz 6-7 unsuru, seçmene, “Sizce Türkiye’nin en önemli sorunu bunlardan hangisidir?” diye kapalı uçlu olarak soruyoruz. Bütün bu sorularda ekonomi açık ara birinci. Hattâ bâzen, acaba ekonomi diğer sorunların üzerini örtüyor mu diye, “Sizce, ekonomi dışında Türkiye’nin en önemli sorunu nedir?” diye sorup, biraz o diğer sorun alanlarının gözükür olmasını sağlamaya çalışıyoruz. Çünkü ekonomi başlı başına %50’nin üzerinde bir sorun alanı olarak ortaya çıkıyor.
Ben bugüne kadar bunun geri plana düştüğü iki olay hatırlıyorum. Birisi, pandemi döneminde pandemi ekonominin önüne geçmişti. Seçmen gözünde en önemli mesele COVID idi. İkincisi de çok yoğun terör gündemi oluştuğunda, mesela 2015-2016 dönemlerinde, terör sorunu ekonomi sorununun önüne geçmişti. Ama onun hâricinde son 15-20 yıllık hâfızamı yokladığımda, ekonomi her zaman açık ara %50’nin üzerinde bir oranla üst düzeyde çıkıyor. Bunu geçelim; hem genel olarak ülke ekonomisi hem de kendinizin ve âilenizin ekonomik durumuyla ilgili meselelerle ilgili olarak, ekonominin gidişâtına yönelik doğrudan sorular soruyoruz. Orada da ekonomiyle ilgili %70-80’ler civârında bir başarısızlık algısı ya da bir şikâyet var.
Zaman zaman 3-4 ayda bir, bir trend alabilmek için, “Sizce Türkiye’nin ekonomik sorunlarını kim çözebilir?” diye soruyoruz. Zaman zaman lider ismi, zaman zaman iktidar ve muhâlefet ismi, zaman zaman da siyâsî parti ismi verdiğimiz oluyor. Bu konuda seçmende çok kanıksanmış,   Türkiye’nin ekonomik sorunlarını ne iktidar ne muhâlefet çözebilir” duygusu var. Bence siyâsal yabancılaşma duygusunun altını dolduran en önemli dinamiklerden birisi de bu. Bir ekonomik sorun var. İktidârın bu ekonomik sorunu başarıyla yönetmediğine yönelik oluşmuş hâkim bir kanaat var; ama muhâlefetin de bu sorunu çözebileceğine yönelik güçlü bir kanaat oluşmuyor.
14 Mayıs seçimlerinden önce, Altılı Masa’nın ekonomi kurmayları kamuoyunda çok gözükmeye başladığında, “Muhâlefet iktidardan daha iyi çözebilir” duygusu birkaç puanla öne geçmişti. Ama seçimden sonra, “Ekonomi sorununu ikisi de çözemez” duygusu yine birinci durumda.  Buna rağmen “İktidar çözebilir” kanaati, “Muhâlefet çözebilir” kanaatinden de 1-2 puan daha önde gözüküyor. Bence bu, muhâlefetin önündeki en büyük meydan okuma. Bu kadar kötü bir ekonomik durumda, iktidârın bu meseleyi çözebileceğine toplumu inandıramamış olmasına karşın, muhâlefetin bu boşluğu doldurup, “Ekonomiyi ben yönetebilirim” duygusunu oluşturamaması, muhâlefet açısından ciddî bir problem alanı olarak duruyor.

Ruşen Çakır: Başlığa da çıkardığımız konuya gelelim. Adı konmadı, ama yeni bir çözüm süreci mi? En azından “Bahçeli’nin DEM Parti açılımı” ya da hattâ “Bahçeli’nin İmralı açılımı” da denebilir. Siz araştırmayı yaptığınızda İmralı konusu vardı; ama o kadar vurgulu değildi. “Gelsin, Meclis’te konuşsun”a kadar gelmemişti iş; ama Bahçeli “iç cepheyi güçlendirmek” diye bir şeyler söyledi ve o günden bugüne Türkiye’nin gündeminde bu var. Siz insanlara, “Türkiye’de yeni bir sürece ihtiyaç var mı?” diye sormuşsunuz. Yarısı “Evet” demiş. Ama “Bahçeli’nin attığı bu adımı nasıl buluyorsunuz?” diye sorduğunuzda, “Siyâsî gündemi değiştirmeye yönelik geçici bir hamle” diyenlerin oranı yarıdan fazla. “Doğru ve ciddî bir hamle” diyenler ancak %20 civârında. Diğer kısmı da görüş beyan etmemiş. Çok net bir şekilde, doğru bulanların iki katından fazlası, bunu tamâmen bir tiyatro gibi nitelendiriyor, değil mi? Aslında amaç Erdoğan’ı bir daha seçtirmek. Nitekim bugün Bahçeli’nin, grup toplantısında “Anayasayı değiştirelim, Erdoğan bir daha Cumhurbaşkanı olsun” demesi üzerine, bunu söyleyenler, “Biz haklı çıktık” dediler. Ne dersin? İktidar bunu kamuoyuna satamadı mı?
Ete: Biz araştırmaya çıktığımızda, olay henüz ete kemiğe bürünmemişti. Bahçeli bir girişim başlatacağı duygusunu vermişti; ama bunu somutlaştırmamıştı. Sâdece 1 Ekim’deki Meclis açılışında DEM Partililer’le tokalaşması vardı. Akşam resepsiyonda birkaç farklı liderle nezâket konuşmaları olmuştu. Bir de ertesi haftaki grup toplantısında da, “İç cepheyi tahkim etmeliyiz, ciddî bir tehdit var” mesajları vermişti. Bu üç dinamiğin kendisi bile kamuoyunda, “Acaba Bahçeli üzerinden yeni bir siyâsî süreç mi başlıyor, yeni bir girişim mi var?” duygusu oluşturmuştu. O nedenle biz üç soru sorduk. İlki, “Bu başlatılan girişimi nasıl görüyorsunuz?” sorusuydu; yani sizce bu ciddî bir proje mi, yoksa araçsal bir siyâsal mühendislik çabası mı? İkincisi, “Bir sürece ihtiyaç olduğunu düşünüyor musunuz?” Üçüncüsü de, “Böyle bir süreç başlatılırsa destek verir misiniz?” “Bir sürece ihtiyaç var mı?’’ ve “Bir süreç başlarsa destek verir misiniz?” sorularına “Evet” diyenler, “Hayır” diyenlerden fazla. Toplumun yarıdan fazlası, “Evet, bir sürece ihtiyaç var ve bir süreç başlarsa da destek veririz” kanaatinde.
Fakat aktörlerle ilgili sorduğumuzda, “Bahçeli’nin başlattığı girişim nasıl bir girişim, sâhici mi araçsal mı?” diye sorduğumuzda, araçsal olduğunu düşünenler daha fazla. Bizim araştırmamıza yansıdığı kadarıyla tablo bu. Ama asıl, araştırma sâhadayken birçok gelişme oldu. Ben önümüzdeki ay da bu soruları sorduğumuzda cevapların ciddî bir şekilde değişmiş olmasını bekliyorum. Çünkü artık Bahçeli’nin ne demek istediği ete kemiğe büründü. Yine de kamuoyunda ciddî bir kafa karışıklığı var. Bu ne kadar Bahçeli’nin kendi başlattığı bir girişim, ne kadar Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından desteklenen bir girişim?

Ruşen Çakır: Tam onu soracağım. Bunun cevâbını sen biliyormuşsun diye duydum. Zâten başlığa da bunu koyduk: “Erdoğan'la Bahçeli arasında fark var mı?” sorusu en çok merak ediliyor. Erdoğan son grup toplantısında Bahçeli’ye çok büyük övgüler düzdü, “Vücûdunu koydu” dedi; ama dikkat edersen, Bahçeli’nin söylediği “umut hakkı” konusunu ya da “Öcalan gelsin, Meclis’te konuşsun” çağrısını da çok fazla telaffuz etmedi; daha genel bir Bahçeli övgüsü vardı.
Ete: Raporun “Risk Analizi” bölümünde, aktörlerin Ekim ayı sonuna kadar yaptıkları açıklamalara bakarak, ayrıntılı bir şekilde bu süreci değerlendirdik. Kamuoyunda birden farklı görüş öne sürüldü: “Bu bir devlet projesi, aslında kısmen başladı ve Bahçeli üzerinden kamusallaştırılıyor” diyenler oldu. “Bu bir iktidar projesi, ama iktidar içerisinde Bahçeli’ye bir rol verildi, Bahçeli bu siyâsetin sözcülüğünü üstleniyor” diyenler oldu. Üçüncü olarak da “Bahçeli’nin kendi başlattığı bir hamle ve bu hamleyi iktidar projesi hâline, hattâ Türkiye projesi hâline getirme çabası içerisinde” diyenler oldu. Ben bu üçüncü kanaate daha yakınım. Benim gözlemleyebildiğim kadarıyla Bahçeli, bir bölgesel dinamikler, bir Türkiye iç siyâseti okuması yaptı ve bu okumaları üzerinden de böyle bir sürece başladı. Ben bu sürecin dinamiklerine ve gerekçelerine baktığım zaman, %60-70 oranında belirleyici dinamiğin, Bahçeli’nin, İsrail’in başlattığı, İsrail-İran arasındaki gerilimin, hattâ muhtemel bir sıcak çatışmaya dönüşme riski barındıran siyâsî gelişmelerin güney sınırımızda Türkiye’ye yönelik ciddî güvenlik tehdidi oluşturabileceğine inanması olduğunu düşünüyorum. Bunun üzerinden de iç cepheyi tahkim etme ihtiyâcı hissediyor.
Fakat bugünkü grup toplantısına da yansıdığı kadarıyla, gerekçe bu olsa bile, bunun içeride üretebileceği bâzı iç siyâsî yansımalarının da olmasını mümkün görüyor. Eğer bu süreç başarıyla hayâta geçirilebilirse, bunun netîcesinde, iktidâra bir dönem imkânı daha doğabileceğini görüyor. Ama ben bunu Bahçeli’nin zihnindeki ya da kurgusundaki oranlar îtibâriyle, bir zorunlu sonuç olarak görüyorum, gerekçe olarak görmüyorum. Bence Bahçeli’nin gerekçeleri, daha çok dış politikaya ve bölgesel gelişmelere yönelik. İktidar içerisinde bunun bir uzlaşıya dönüştüğüne henüz şâhit olmuyorum. Bahçeli, bir ay boyunca tek başına, ısrarla bir irâde beyanında bulunuyor. Erdoğan’dan beklediği cevabı alamadıkça da bunu ete kemiğe büründürüyor, daha fazla netleştiriyor. Geçen hafta Cumhurbaşkanı’nın grup toplantısında Bahçeli'yi güçlü bir şekilde sâhiplenmesine şâhit olduk. Ama aslında Bahçeli’nin başlattığı girişimi güçlü bir şekilde sâhiplenmediğine de şâhit olduk. Cumhurbaşkanı Erdoğan bir nevi, Bahçeli’nin uzattığı eli havada bırakmak istemedi ve Bahçeli’yi sâhiplendi. Bahçeli’nin kamuoyu karşısında zor durumda kalmasını engellemeye yönelik bir destek açıklamasında bulundu. Ama henüz Bahçeli’nin başlattığı girişimi güçlü bir irâdeyle desteklemeye de karar vermiş gözükmüyor. Ben, bu Esenyurt, Batman, Mardin ve Halfeti kayyumlarını, iktidârın dolaylı olarak Bahçeli’ye bu süreci sürdürmesini zorlaştıracak bir ortam yaratma hamlesi olarak da okumamız gerektiğini düşünüyorum.

Ruşen Çakır: O zaman, Bahçeli’nin bugünkü konuşmasını da bu anlamda değerlendirebilir miyiz? Meselâ Ahmet Türk’le ilgili söyledikleri çok çarpıcıydı. Ahmet Türk’ü daha ne kadar savunsun?
Ete: Evet. Bahçeli’nin bugünkü cevâbını şöyle okuyor ve tercüme ediyorum: “Başlattığım girişime kararlıyım. Bu, bir bölgesel tehditler okumasına dayanıyor. Bu bölgesel tehdit ortadan kalkmadı. Bu kayyum hamlesinin işi biraz zorlaştırdığını görüyorum; ama kararlılık beyânından vazgeçmiyorum. Bu kayyum işinden hoşlanmasam da iktidar ortağı olduğum için desteklemeye devam edeceğim. Ama başlattığım bu teşebbüsü bir siyâsete çevirme konusundaki kararlılığım devam ediyor” diye okudum ben.

Ruşen Çakır: Sözünü kestim, burada şöyle bir şey var: Bugün Meclis’te Bahçeli’yi dinleyen arkadaşımız Mahir Bağış’la yayın yaptığımda, Mahir benim aklıma gelen şeyi benden önce davranarak, “Bahçeli’nin bu kadar çok düz bir şekilde Kürt dediğine ilk defa şâhit oluyoru” dedi. Konuşmasına bakarsan, eskiden “Kürt kökenli”, en iyi şekilde “Kürt kökenli yurttaşlarımız” denirdi. Şimdi Bahçeli Kürt’ü ve Türk’ü berâber telaffuz ediyor. Değişik bir şey var. Her ne kadar “Kürt sorunu yok” dese de, Kürt realitesini kabul ediyor sanki, ne dersin?
Ete: Çok doğru. Ben bu tür süreçlerde liderlerin konuşmalarını değerlendirirken, sarf etmek zorunda hissettikleri cümlelerle stratejik cümleleri birbirinden ayırarak kendilerini değerlendirmemiz gerektiğini düşünüyorum. Bugünkü grup toplantısında Bahçeli’nin asıl odağı, iktidar ortağı ve milliyetçi kesimlerdi. Özellikle milliyetçi kesimlere, başlattığı girişimi niye başlattığının farkında olduğu, dolayısıyla bu milliyetçi tepkileri hesâba katmayacağı, bu milliyetçi tepkileri yönetmeye kararlı olduğu mesajını verdi. İkinci olarak da iktidar ortağına, “Bu işi yapmamız lzım. Ülkeye yönelik tehditler var. Bu tehditler shici ve ancak bunlarla kurtulabiliriz. Bunu başarırsak, iktidar dönemimizi bir dönem daha uzatabiliriz. Buna yönelik çekinmemize gerek yok” mesajı verdi. Ben HDP’ye ve Kürtler’e, hattâ CHP’ye yönelik mesajlarını, biraz bu ikisini tamamlamaya yönelik söylenmesi gereken cümleler olarak okudum. Bahçeli’nin buradan HDP’ye çıkardığı bir ders yok.

Ruşen Çakır: HDP yok artık, adı DEM Parti.
Ete: Evet, yanlış söyledim. Bahçeli’nin DEM Parti’ye “Terörle arana mesâfe koy” çağrılarını, Cumhurbaşkanı Erdoğan da geçen hafta tekrarlamıştı. Dünden bu yana, DEM Parti’nin terörle arasını açmasını gerektirecek bir durum henüz oluşmadı. İktidar kendi teklifini yaptıktan sonra, bu teklife DEM Parti’nin nasıl cevap vereceğini beklemeye hakkı var. DEM Parti’ye henüz herhangi bir teklif gelmemişken, DEM Parti’nin bu teklife “Evet” ya da “Hayır” cevâbı vermesi üzerinden kurulan cümleler, biraz, sarf edilmesi gerektiği için sarf edilen cümleler olarak değerlendirilmeli. Esasında şu anda Bahçeli henüz, iktidar ve bu sürece muhtemel dirençler göstermesi gereken milliyetçi kesimlerle konuşmaya devam ediyor diye düşünüyorum. Eğer bugünkü konuşmadan sonra iktidar ve özellikle de Cumhurbaşkanı Erdoğan bu süreci sâhiplenirse, bu süreç bir siyâsete dönüşebilir. Şöyle bir ayrım yapmamız lâzım: Bahçeli’nin yapmaya çalıştığı şey henüz bir girişim. Bunun bir siyâsî sürece dönüşmesi için Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bunu benimsemesi gerekir; çünkü siyâsî ve idârî kapasite Cumhurbaşkanı Erdoğan’da; çünkü hükûmeti ve iktidârı Erdoğan yönetiyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan bunu benimsediğinde, Bahçeli ile uzlaşarak bir siyâsî çerçeve belirlediğinde, buna bir “siyâsî süreç” ismini koyabiliriz ancak. Ancak o zaman, “CHP’nin burada oynayacağı rol nedir?”, “DEM Parti burada nasıl konum alabilir?” “İmralı nasıl cevap verecek?” “Kandil ne diyecek?” soruları ondan sonra beklenecek. Bir ay boyunca henüz bu oluşmadığı için, herkes bu başlaması muhtemel yeni siyâsî sürece yönelik muğlak pozisyonlar alıyor. Dolayısıyla henüz hiç kimsenin pozisyonu netleşmiş değil. Netleşen tek pozisyon Bahçeli’nin pozisyonu. Bahçeli önce kendi iktidar ortağını iknâ etmeli, bu ikisi üzerinden bir siyâsî sürecin çerçevesi belirlenmeli. Bu siyâsî süreç hem kamuoyuna hem muhâtaplarına anlatılmalı — ki Bahçeli’nin gözünde bu muhâtap İmralı gibi gözüküyor. İmralı’ya bir önerinin gerçekleşmesi ve ancak bu öneriden sonra, “Kim nasıl bir konum alıyor? Siyâset nereye evrilecek?” analizlerine imkân doğabilir diye düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Son olarak, çok önemli bir konu da CHP meselesi. CHP, Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer’in tutuklanması ve belediyeye kayyum atanması, daha sonra DEM Partili belediyelere kayyum atanmasına karşı gösterdiği dayanışmacı tavırla, bir yere doğru geliyor. Bugün Vahap Coşkun’la yaptığımız yayında https://medyascope.tv/2024/11/06/vahap-coskun-ile-soylesi-chp-dem-parti-yakinlasmasi/ ve Mesut Yeğen’le yaptığımız yayında https://medyascope.tv/2024/11/05/bahcelinin-ocalan-acilimindan-kayyuma-neler-degisti-video/ bunu konuştuk ve bunu hep konuşacağız. CHP ilk kez DEM Parti ile bu kadar yan yana. Geçmişte HDP belediyelerine kayyum atandığında yanında durmamıştı. En azından bu kadar açık bir şekilde yan yana durmamıştı. Bu CHP’ye ne getirir, CHP’den ne götürür?
Ete: Önce bu kayyumlar iktidâra ne getirir ne götürür üzerine bir iki bir şey söyleyeyim, sonra bu meseleye geleyim. Ben Esenyurt’a da, DEM Partili belediyelere de kayyum getirilmesinin ne AK Parti’ye ne genel olarak iktidâra ne de Bahçeli’nin başlattığı girişime herhangi bir faydasının dokunduğunu görmüyorum. Yeni bir siyâsî karar, yeni bir hukukî karar açıklanırdı, yeni bir bulgu olurdu ve bu bulgular üzerinden yeni bir şey yapılırdı, o zaman anlamlı hâle gelirdi. Ama durduk yerde eski dosyalar üzerinden kayyum karârının verilmesi, sâdece ve sâdece Bahçeli’ye verilecek bir mesaj olarak açıklanabilir. Yani Bahçeli’nin başlattığı girişime râzı olunmadığını, bundan duyulan rahatsızlığı ya da bunun oluşturduğu muhtemel rüzgârı dindirmeye yönelik bir hamle olarak siyâsal sonuç üretebilir. Onun hâricinde burada bir siyâsî maslahat görmüyorum. Bu arada CHP ile DEM Parti’yi biraz daha etkileşime sokmak, CHP ile DEM Parti’nin birlikteliğini biraz daha fazla kemikleştirmeye ve kamuoyuna CHP ile DEM Parti’nin nasıl bir arada olduğunu göstermeye hizmet edebilir. İmralı’yla görüşmeleri gerçekleştirmek üzere olan ya da gerçekleştirmeyi düşünen bir iktidârın, CHP ile DEM Parti’nin yan yana gelmesinin kamuoyuna üreteceği mâliyete yatırım yapması anlamsız olur. Çünkü iktidârın kendisi İmralı’yla bir süreç başlatmayı düşünüyor. Bu ancak, İmralı’yla bir süreç başlatmayı düşünmeyen bir iktidârın, muhâlefeti DEM Parti’yle bir araya getirerek kamuoyunda yıpratması olarak okunabilir.
Bugün Bahçeli’nin konuşmasından sonra eğer iktidar kendi içinde Bahçeli’nin çizdiği çerçeveye yönelik bir rotada birleşme karârı alacaksa, bu kayyumların üreteceği siyâset de ortadan kalkmış demektir. Dolayısıyla CHP ile DEM Parti’yi bir arada göstermenin ne CHP’ye ne DEM Parti’ye ne de kamuoyu nezdinde toplumsal algı nezdinde üreteceği bir mahzur kalmamış olacak diye görüyorum. Bu çerçevede de ben bir süreç başladığında, CHP ile DEM Parti arasındaki bu etkileşimin, CHP’ye herhangi bir zarârının dokunacağını görmüyorum. Bilâkis, eğer önümüzdeki siyâsî süreçlerde bu süreç yol alacaksa, PKK’nın Türkiye’ye yönelik faaliyetlerini durdurmasının üretebileceği bu muhtemel faydanın, sâdece iktidâra değil CHP’ye de gitmesini sağlayabilir. Çünkü CHP burada ciddî bir kolaylaştırıcı rol üstleniyor. Bu süreç bozulacaksa da zâten biz eski döneme geri dönmüş olacağız. Seçimden önce nasıl bir tablo vardı? İktidar koalisyonu, tamâmen mesâfeli bir yerde durup, güvenlikçi ve milliyetçi bir siyâset üzerinden yürüyordu. CHP de DEM Parti’den aldığı destekle birçok büyükşehirdeki belediyeyi kazanmıştı, kendi cumhurbaşkanı adayını da potaya girebilir hâle getirmişti. Eski döneme döndüğümüzde de CHP’nin DEM Parti’yle kuracağı ilişkinin CHP’ye herhangi bir zarârı yok.
Burada sâdece, iktidârın henüz nereye gideceğinin belli olmadığı bir dönemde gerçekleştirdiği hamlelerin çok kısa vâdeli siyâsî yansımalarını konuşmak zorunda olduğumuz için kafamız karışıyor diye okuyorum. Ama biraz daha uzun bir perspektiften baktığımızda, seçimlere daha uzunca bir süre var. CHP çok uzun bir süredir DEM Parti’yle bir siyâsî birliktelik kurmuş ve bunun da faydasını görmüş bir parti. Böyle bir durumda durum değişse de değişmese de, herhangi bir girişim üzerinden bu meselelerin konuşulma zemini demokratikleşse de demokratikleşmese de, CHP’nin DEM Parti ile kurduğu ilişkiyi kemikleştirmesinin, biraz daha güçlendirmesinin, CHP’nin uzun vâdeli siyâsetinde vereceği herhangi bir zarar yok diye düşünüyorum. CHP doğru bir iş yapıyor. Bu tür dinamiklerin ikisi arasındaki etkileşimi sürdürmeye devam etmesinin CHP’ye yararlı olduğunu düşünüyorum. Burada CHP’nin sâdece diline ve üslûbuna dikkat etmesi gerekir. İlk gün Özgür Özel’in, “Bahçeli’ye karşı el yükseltiyorum, Kürtler’e devlet vaat ediyorum” gibi, böyle hazırcevap ve hızlı politikaların zarar verme ihtimâli var. Ama bu bir soğukkanlı siyâsete dönüştüğü müddetçe, ikisinin iktidâra karşı bir denge kurmak anlamında güç birlikteliği kurmasının CHP’ye bir zarârı olmaz faydası olur diye düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Evet Hatem, çok sağ ol. Bu ay ilginçti; ama herhalde Kasım ayı araştırması çok daha ilginç olacak. Kasım ayı çok sert başladı. Bu sertlikte devam ederse ve bugün Abdulkadir Selvi’nin yazdığı gibi bir de Suriye’ye operasyon gibi şeyler de olursa, her sabah yeni bir kayyum haberiyle kalkarsak, herhalde sizin o nabzı tutmanız da bayağı zorlaşacak, ama çok daha anlamlı olacak. Çok teşekkürler tekrar.
PANAROMATR’nin Ekim ayı araştırmasını Hatem Ete ile konuştuk. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler. İyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
10.11.2024 Abdullah Öcalan’a sormak istediğim 20 soru
05.11.2024 Hatem Ete ile söyleşi: Bahçeli ile Erdoğan ayrışıyor mu?
03.11.2024 Fethullah Gülen öldüğüyle kaldı
01.11.2024 Ruşen Çakır ve Kemal Can ile Haftaya Bakış (239): Esenyurt Belediyesi’ne kayyum atandı - CHP ne yapacak?
30.10.2024 Transatlantik: ABD seçimlerine son 5 - Türkiye’de çözüm süreci tartışmaları İsrail’in İran’a cevabı
27.10.2024 Ertuğrul Özkök niçin Fethullah Gülen’i çok sevmişti?
24.10.2024 Altan Tan ile söyleşi: Kim çözüm istiyor, kim istemiyor?
24.10.2024 Transatlantik: TUSAŞ saldırısı, Öcalan’ın mesajı ve “çözüm süreci” - ABD seçimlerine son 12 - Fethullah Gülen’in ölümü
23.10.2024 Gazeteci Ahmet Dönmez ile Fethullahçılığın geleceği üzerine söyleşi: "Bu yapıyı dünya-daki hemen her sıklet merkezi yönetmek isteyecektir”
22.10.2024 “Mahrem yapı”yı yakından takip eden eski bir Fethullahçı’nın öngörüsü: "Başa Abdullah Aymaz geçer, ama esas lider Mustafa Yeşil olur”
10.11.2024 Abdullah Öcalan’a sormak istediğim 20 soru
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı