Hasan Cemal ile söyleşi: Zamâne Diktatörleri

10.11.2024 medyascope.tv

10 Kasım 2024’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Konuğum Hasan Cemal ve son kitabı Zamâne Diktatörleri’ni (SRC Kitap, Ekim 2024) konuşacağız. Hasan abi, hayırlı olsun.
Hasan Cemal: Teşekkür ederim.

Ruşen Çakır: Bu kaçıncı kitap, sayıyor musun?
Cemal: Bu 14’üncü. Biraz zor çıktı ama.

Ruşen Çakır: Niye zor?
Cemal: Çünkü biraz Tayyip Erdoğan korkusundan, bu kitap 4 yıl basılmadı. En sonunda cesur bir yayıncı çıktı ve bastı.

Ruşen Çakır: Yayınevleri basmak istemedi yani.
Cemal: Evet.

Ruşen Çakır: Çok ilginç. Çünkü bakıyorum, 2018’de başlıyor ve 2019’da bitiyor. “Sonra bir şey yaşamadı mı, yazmadı mı?” dedim kendime.
Cemal: 2018’de başladığım bir Orta Avrupa gezisi vardı. Königsberg, bugünkü adıyla Kaliningrad’dan başlayıp Gdańsk, Varşova, Krakow’u, derin Orta Avrupa’yı dolaştım. Orada dolaşırken aynı zamanda Türkiye’yi de yazdım ve Zamâne Diktatörleri böyle çıktı.

Ruşen Çakır: Evet, kitapta hem Avrupa’nın târihi var, hem Türkiye’nin yakın târihi var. Bu arada, kitabın yazıldığı dönem Ahmet Altan’ın, Mehmet Altan’ın, Nazlı Ilıcak’ın ve Şahin Alpay’ın cezâevinde olduğu zamanlar; onlara çok gönderme var. Aslında doğrudan bir hesaplaşma ve meydan okuma.
Cemal: Aslında ne dersen diyebilirsin, ama bütün mesele, Türkiye’nin, hayâtımızın bizden yana olmayan zamanlarını, zor zamanlarımı kendi iç dünyamla birleştirerek yazmaya çalıştım. Birçok arkadaşımız hapiste ve sürgündeydi. Bir kısmı hâlâ öyle. Başta Osman Kavala, Can Atalay ve Selahattin Demirtaş olmak üzere herkesin bu acılarına dokunarak, duruşmaları izleyerek kitabı yazmaya çalıştım.

Ruşen Çakır: Bu arada kendi duruşmalarına giderek…
Cemal: Onlar yok.

Ruşen Çakır: Bir bölümde gördüm, “Çağlayan’a gidiyorum” diye yazmışsın.
Cemal: Evet, o birkaç tâne kalmış dâvâydı. Bu kitap daha önce farklı isimlerle çıkacaktı. Bir seferinde adını “Hüzün” koymuştum. Murat Belge “Hüsran yap” demişti, “Hüsran” yaptım. En son şeklini vermek için üzerinde çalışırken de “Zamâne Diktatörleri” ismini daha uygun buldum.

Ruşen Çakır: Peki kızlarına ithaf etmenin özel bir nedeni var mı? Bilmeyenler için söyleyeyim: İki kızın var.
Cemal: Evet, Defne ve Elif. Defne küçük kızım, Elif büyük kızım. Onlara ithaf ettim. Bundan önceki kitabım Hayat İşte Böyle Geçip Gidiyor’u da “Ayşe’me” diye karıma ithaf etmiştim. Bütün kitaplarımda öyle âileler vardır. Cumhuriyet kitabını, “Okay Gönensin ve çalışma arkadaşlarına” demiştim. İthaf etmeyi seviyorum.

Ruşen Çakır: Ben de son kitabımı oğluma ithaf ettim.
Cemal: Evet.

Ruşen Çakır: Bu kitaba baktığımda, bir iç hesaplaşma ve iç sorgulamayı görüyorum. Sen 81 diyorsun, ama ben 80 diyeyim, Hasan Cemal 80 yaşında. Kaç yıldır gazeteci? Kırk?
Cemal: Elli altı yıl oluyor.

Ruşen Çakır: Evet. Birçok farklı dönemleri yaşadın, değişik kitaplar yazdın, değişik siyâsetçiler tanıdın, onlarla ilişkiler kurdun. Bütün bunların anısına bir şekilde göndermeler var.
Cemal: Var, bu kitapta da göndermeler var. Dediğin gibi, iç hesaplaşma bende hiç eksik olmamıştır. İç hesaplaşma, özeleştiri, kendi hatâlarım, günahlarım ya da sevaplarım… Genellikle hep acılara dokunarak, acıları anlamaya çalışarak, hissederek gazeteciliğimi yaptım, haber kovaladım. Aynı şekilde kendime de dönük aynı şeyi yaptım diyeyim.

Ruşen Çakır: Bu yayını izleyenler Hasan Cemal adını görünce, hemen Recep Tayyip Erdoğan’ın bir zamanlar “Hasan Abi” diye bahsetmesini ve uçağına binmiş olmanı hatırlarlar.
Cemal: Evet, o hiç eksik olmaz.

Ruşen Çakır: Öyle durumlarda ne cevap veriyorsun?
Cemal: Tabiî onların arasında, “Yetmez ama evet” de var, “Erdoğan’ın ağabeyi” de var. Onlara söylediğim şu: Ben gazeteci ve yorumcu olarak doğru bildiğimi yazdım. Bir dönem de Erdoğan’ın yaptığı işlere destek verdim. Bunlar neydi? Avrupa Birliği’ne giriş dönemi, yani adaylık sürecinin şekillenmesi dönemi, o dönemde atılan demokratik bâzı adımlar ve Kıbrıs konusunda atılan adımlardı. Bütün bunlar Türkiye’nin adaylık başvurusunda olumlu sonuç almasını sağladı. O dönemde Erdoğan’ı destekledim. Ama aynı zamanda, 2006 yılını özetlerken, “2006 yılında Erdoğan demokrasi sınavından sınıfta çaktı” başlıklı yazımı yazdım. Hiçbir zaman siyah beyaz bir destek değildi. Özellikle 2013’ten bu yana, Gezi’den îtibâren de yazılarım tamâmen negatiftir. Yani 11-12 yıldır Erdoğan hakkında tek bir olumlu yazım yok.

Ruşen Çakır: Bunu söyleyenler genellikle, “Biz o zaman biliyorduk ve görüyorduk” da diyorlar. 
Cemal: O bilenlere bir şey demiyorum, onlarınki biraz önyargılı bir tavır. “Müslümandan demokrat çıkmaz” argümanı, Türkiye’de de dünyada da tartışma konusuydu. Erdoğan sandıktan çıkıp başbakan olduğu vakit, “Müslümandan demokrat olmaz, kandırıyor, takiye yapıyor” dediler. Ben de “Ne yaptığını görelim ve öyle bir yargıda bulunalım” dedim. Benim tavrım oydu. O yüzden başlangıçta iyi şeyleri destekledim. Bu kitap da onu anlatıyor. Sonra herhalde en sert yazıları yazanlardan biriyimdir. Çünkü olduğu gibi düşüncelerimi yazdım.

Ruşen Çakır: Peki Erdoğan’ın ne tepki verdiğini dolaylı ya da doğrudan biliyor musun?
Cemal: Hayır, hiç bilmiyorum. Sâdece Abdullah Gül’ün bana bir uyarısı olmuştu: “Sinir uçlarıyla oynuyorsun, yazılarını biraz daha yumuşat” demişti. Çok dostâne bir uyarıydı; ama bildiğimi söyledim. Bu kitap da onun örneğidir.

Ruşen Çakır: Seninle burada Yeşil Sol Parti adaylığın üzerine bir yayın https://medyascope.tv/2023/04/14/hasan-cemal-rusen-cakira-konustu-aksenerin-3-marttaki-tavrindan-cok-rahatsizlik-duydum-ve-agir-bir-yazi-yazdim-ancak-sonradan-bunu-haketmedigini-dusundum/ yapmıştık. 
Cemal: Evet.

Ruşen Çakır: Seçilebilseydin, Meclis’i Devlet Bahçeli değil sen açacaktın.
Cemal: İyi ki seçilmedim Ruşen.

Ruşen Çakır: Evet, onu soracağım. Mesela Cengiz Çandar çok memnun hâlinden.
Cemal: Cengiz farklıdır. Cengiz, kürsüyü, konuşmayı, politikayı, siyâset yapmayı sever. O, Diyarbakır’dan seçildi, geldi. Ben seçilemediğim için memnunum. Çok üzülmedim.

Ruşen Çakır: Ama girdin ve aday oldun.
Cemal: Doğru, aday oldum. Kabul ettim ve kabul ederken de kafamda şu vardı: Kılıçdaroğlu seçimi kazanacak –ki Türkiye’de büyük beklenti oydu–, DEM Parti de kazanacak, CHP ile DEM Parti Meclis’te çoğunluk olacak ve Türkiye’de yeniden bir çözüm süreci başlayacak. O çözüm sürecinde de Kürt meselesini bilen, benim ve Cengiz gibi siyâsetçilerin bir rolü olacak. Ben o rolü düşünerek özellikle kabul ettim. Sanıyorum, DEM Parti’nin de bana yaptığı bu milletvekili adaylığı teklifinde bu düşünce rol oynamıştı.

Ruşen Çakır: Peki şimdi Bahçeli bir şeyler söylüyor. Bunları önemsiyor musun?
Cemal: Bu soruyu soracağını biliyordum.

Ruşen Çakır: Gazeteciyim, tabiî soracağım.
Cemal: Cansu Çamlıbel T24 mülâkatında https://t24.com.tr/yazarlar/cansu-camlibel/hasan-cemal-pkk-nin-siddet-ve-teror-politikalari-barisin-yolunu-tikiyor-devletin-de-demokrasi-ve-hukuk-yolunu-tikamaktan-vazgecmesi-lazim,46987 bu soruyu sorduğu vakit, “Bahçeli’nin ağzından bunları duyunca ilk içimden geçen, ‘güldürmeyin beni, hadi canım sende’ gibi tepkiler oldu. Bahçeli ile barışı, Erdoğan’la çözüm sürecini yan yana getiremiyorum. Çünkü ikisinin de bu konuda sicilleri kötü, inandırıcılıkları yok benim gözümde” dedim. Bunu söyledikten sonra da, “Ancak, söz konusu barış olunca, ‘dur bakalım’ diyorum” diye ekledim. Yine de bana sorarsan, bundan bir şey çıkacağına ihtimal vermiyorum. Bunun üzerine birçok şey söylenebilir. Her şeyden önce, ‘barış’ diyen bir iktidârın –ki o iktidârı da Erdoğan ve Bahçeli ikilisi temsil ediyor–, bu ikilinin, ‘’barış’’ dediği vakit, Türkiye’de demokrasiyi, hukuku ayaklar altına alan sicillerini gözden geçirmeleri lâzım. Türkiye’de barış yolu açılacaksa, önce bu iktidârın demokrasi ve hukuk yolunda düzgün ve olumlu adımlar atmaya başlaması lâzım. Bunu yapmadan hiçbir inandırıcılığı olmaz, barış bekleyenleri de hayal kırıklığına uğratırsın.
Bahçeli, “Öcalan çıksın gelsin Meclis’te konuşsun. Silâh bırakmasını sağlasın” dedi. Olur, Öcalan böyle bir çağrı yapacaksa yapsın. Öcalan’ın ille de Meclis’e gelmesi de gerekmiyor. Ama orada da başka soru işâretleri var. Öcalan böyle bir çağrıyı yaptığı vakit Kandil ne diyecek? Biliyor muyuz bunu? Bilmiyoruz. O zaman bunu bilmeden ne diyebiliriz? “Peki, Hasan Cemal, sen ne diyorsun? Örgüt, PKK silâh bıraksın mı?” diye sorarsan, “Silâh kullanma, mîâdını doldurmuştur” diye kaç kere yazdım ve söyledim. Zamâne Diktatörleri’nin belli bir sayfasında da o çağrım vardır. On maddelik bir çağrıdır, onu da koydum kitaba. Bunların içinde, “PKK silâh bırakmak zorundadır. PKK silâh bırakırsa, Türkiye’de Kürt siyâsal hareketi daha güçlenir” var. Rojava’yı, Suriye Kürdistanı’nı bir kenara bırakıyorum, ama Türkiye’de bu önemlidir. Galiba o bölüm kitapta var. Erdoğan, başbakanlığı döneminde müsteşar yardımcısı olan Hakan Fidan’ı özel temsilcisi olarak Oslo barış görüşmelerine gönderdi. Bu çok önemli bir adımdı. Oslo Barış Süreci’nde ilk defa, hükûmetin, başbakanın bir temsilcisi gidip PKK’nın karşısına oturdu. Hakan Fidan’ın bir lâfı var. Karşısındaki muhâtap, PKK’nın lider kadrosundan Sabri Ok’a, “Bakın, Yaser Arafat silâîh bıraktı ve Filistin Kurtuluş Örgütü daha da güçlü hâle geldi. Hattâ Birleşmiş Milletler’e devlet olarak kabul edildi ve siyâsal olarak güçlü hâle geldi” diyor. Bunda gerçek payı vardır. Türkiye’de, Kürt siyâsal hareketinde DEM Parti’yi de güçlendirir bu, daha çok kulak verilir. Ayrıca, silâh, şiddet ve terör eylemleri, artık Kürtlerin de büyük çoğunluğunun istemediği bir şey, çünkü artık insanlar barış içinde yaşamak istiyor.

Ruşen Çakır: Cansu’nun söyleşisinin ardından en önemli gelişme, tabiî ki kayyum ataması.
Cemal: Evet.

Ruşen Çakır: Ahmet Türk ile konuştun geçenlerde, yıllardır çok yakından tanıyorsun onu. Bu kayyum ataması sürpriz mi oldu?
Cemal: Sürpriz mi değil mi onu bilemem; ama çok kötü oldu. Hem “barış” diyorsun hem Kürtlerin, halkın ve milletin oyunu hiçe sayıyorsun. Halkın irâdesini hiçe saydığın vakit barış nasıl olacak? Bir de İstanbul’da İmamoğlu’na da böyle şeyler düşünülüyor. Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer’e kayyum atadılar. Bir de İmamoğlu’na kayyum denenirse, bunun barışla ilgisi ne? Barış, öncelikle insanların tercihlerine, sonra irâdesine saygı göstermekten geçer.

Ruşen Çakır: Peki, biraz gazetecilik konuşalım. Türkiye’de bir zamanların basınıyla şimdiki medya arasında çok büyük fark var.
Cemal: Doğru, çok büyük fark var.

Ruşen Çakır: Şu anda, anaakım medya diye ortada olanların büyük bir kısmı iktidârın doğrudan ortağı.
Cemal: “Saray medyası” diyorum ben onlara.

Ruşen Çakır: Geri kalanları nasıl buluyorsun?
Cemal: Geri kalanlar, mesela Medyascope var, burada konuşabiliyoruz. T24, Halk TV, TELE1 var. Alternatif bir medya var. Ben onun için kitabıma Zamâne Diktatörleri adını koydum. İngilizce deyişle “Naked Dictator” yani “Çıplak Diktatörlük” olsa, Türkiye’de ne bu konuşmayı burada yapabilirdik ne de ben böyle bir kitap çıkarabilirdim. Zamâne Diktatörleri diye bir kitap olmazdı. Ama ana akım dediğin medya, maalesef içler acısıdır.

Ruşen Çakır: Peki, bu tamâmen iktidârın becerdiği bir şey mi?
Cemal: Zamâne Diktatörleri kitabının arka kapağına bir bak.

Ruşen Çakır: “Eski zamanlarda askerî darbe günlükleri tutardım…”
Cemal: Onu değil de ya da ön tarafta var. Zamâne Diktatörleri dediğim şu: Bir zamanlar diktatörler tankla, topla ve tüfekle gelirlerdi. 12 Eylül sabahı ben Çankaya’da tank sesiyle uyanmıştım. İlk kitabım da Tank Sesiyle Uyanmak diye çıkmıştı. Darbeler öyle yapılırdı. Şimdi öyle değil. Zamâne diktatörleri seçim sandığından çıkıyorlar. Seçim sandığından çıktıktan sonra usûl usûl medyayı ele geçirmeye başlıyorlar, yargıyı ağır ağır ele geçirmeye başlıyorlar. Güçler ayrılığı varsa onu sona erdirip, yasamayı da kendi kontrollerine alıyorlar ve ondan sonra, “Ben sandıktan çıktım, her istediğimi yaparım” diye yola koyuluyorlar. Macaristan’da Orban bir zamâne diktatörü ve de bunun en önemli temsilcilerinden biri. Meselâ Victor Orban Macaristan’da medyayı ele geçirirken, tamâmen Erdoğan modelini uygulamış. Bu da Avrupa basınında yazılıp çizildi.

Ruşen Çakır: Şimdi sırada, senin çok yakından tanıdığın Almanya var sanki, değil mi? Almanya’da koalisyon dağılıyor ve aşırı sağın iktidâra gelme ihtimâlinden bahsediliyor.
Cemal: Tabiî, Alternatif für Deutschland (AfD), bu zamâne diktatörlüğünü benimsemiş milliyetçi, eski Nazi döneminin partisi. Ama sâdece Almanya’da değil; Fransa’da da Marine Le Pen hareketi var, o da ikinci güçlü hareket. Hollanda’da iktidardaki Başbakan Dick Schoof. Aynı şekilde Avusturya’da, Polonya’da da iktidarda popülist milliyetçiler var ve her şeyi baskılıyorlar, özgürlükleri biçiyorlar. Onları bırak, Putin de seçimle geliyor.

Ruşen Çakır: Trump da tekrar seçimle geldi.
Cemal: Zaten Trump kazanınca, zamâne diktatörleri bütün dünyada çok sevindiler. Çünkü Trump da kendi ülkesinde, Amerika gibi bir yerde demokrasiyi ve hukuku takmıyor. İç düşmanlar yaratıyor. “Entelektüel” denince tüyleri diken diken oluyor. Amerika’yı Amerika yapan birtakım demokratik değerlere hiç kıymet vermiyor. Yargıyı en kısa zamanda iktidâra tâbi kılmak isteyecektir. Yüksek Mahkeme’nin yapısını zâten değiştirmeye çalışmıştı. Ama güçler ayrılığını yeniden iyice yok etmek isteyecektir. Fakat yine de Amerika’da demokrasinin birtakım yerleşik kurumları ve değerleri var. Trump’ın onlara bütün istediklerini kolayca yaptırabileceğini sanmıyorum. Meselâ ne yaparsa yapsın, orada bağımsız bir medya ve basın var. Onu tümüyle kendi kontrolü altına alabileceğine ihtimal vermiyorum. Aynı şekilde yargı da öyle. Yargı da çok bağımsız ve yerleşik. Bundan önceki seçimlerde, kendi getirdiği yargıçlar Yüksek Mahkeme’de Trump’a oy vermedi, direndiler. Amerika’da o yaşanır diye düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Peki biz ne olacağız?
Cemal: Biz dediğin vakit, ben Trump’ın gelmesinden Erdoğan’ın memnun kaldığına inanıyorum.

Ruşen Çakır: Ama onu sormuyorum, Türkiye’nin geleceğini soruyorum.
Cemal: ABD’de, her şeye rağmen Demokratlar yine de demokrasi konusunda birtakım duyarlılıkları olan bir iktidardı. Demokrat Parti’nin başkanlığında birtakım şeylere dikkat ediliyordu, birtakım sesler çıkıyordu; ama Türkiye’de öyle değil. Burada Rojava var, Kürt meselesi var. Suriye Kürdistanı’ndaki o bağımsızlık yanlısı Kürt yönetimine Amerika’nın tam desteği var. Silâhlı gücü destekliyor; çünkü IŞİD’e karşı mücâdele ediyor. Ona destek veriyor. Trump, “Amerikan askerî gücünü Suriye’den çekeceğim” dediği vakit… acaba diyecek mi?

Ruşen Çakır: En son Kennedy açıkladı, “500 asker var, onları çekeceğim” demiş Trump.
Cemal: O nereye kadar gider? Tümüyle desteğini oradan çekmesi kolay bir iş değil. Çünkü orada dengeler var. Varsayalım, Amerika, askerini Suriye’deki Rojava dediğimiz yerden çekti. Türkiye için bu iyi mi olacak? Erdoğan’ın Suriye’de askerî harekâtını engelleyen, bir tarafta Amerika, bir tarafta Rusya’ydı. İkisi de karşı çıktılar. Ama Amerika karşı çıkmasa Türkiye yapabilirdi. Türkiye’nin Suriye’de yeniden bir askerî harekât yapması iyi mi? Türkiye’nin çıkarına mı, Türkiye’yi yeniden bir savaş mâcerâsına itmez mi? Bunları düşünmek lâzım. Bir de şunu hiç unutmamak lâzım: Senin Kürt sorunun çözümsüz kaldığı sürece, sen Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak Kürtler ile barış yapamadığın sürece ve bu sorun olduğu sürece, bildiğin bütün dış güçler bu soruna parmağını sokar. Amerika da bu kartı kullanır, İsrail de, Suriye de, İran da, Rusya da kullanır. Bunu barış yolunda çözdüğün vakit bütün onlar etkisiz kalmaya başlar.

Ruşen Çakır: Özellikle şunu sormak istiyorum: Amerika’nın bir medyası, kurumları var ve Trump’a karşı direniyor. Peki, Türkiye’de ne kaldı? Türkiye’de hukuk devleti, özgürlükler ve demokrasi alanı giderek daralıyor. Türkiye için umut var mı?
Cemal: Var. Ben bunu söylediğim vakit eleştiriliyorum. Türkiye’de 31 Mart yerel seçimlerinde CHP’nin başarısı, birinci parti çıkması, İstanbul ve Ankara başta olmak üzere bütün büyük belediyeleri kazanması Türkiye’de bir umut penceresi açtı. Bu umut penceresi, Türkiye’de demokrasinin seçim sandığı yoluyla yeniden kurulabileceğini gösterdi. Bu 31 Mart seçimlerindeki başarı beni umutlandırıyor. Tabiî burada temel koşul, Cumhuriyet Halk Partisi’nin kendi içinde kavga etmemesi, iktidâra dönük kavgayı hedeflemesi. Onun yanında da DEM Parti’yle mutlaka birlikte hareket etmesidir. TİP’in ve bütün demokrasiden yana güçlerin birlikte hareket etmeleridir. Ama bunda da başı çekecek olan Cumhuriyet Halk Partisi’dir.

Ruşen Çakır: 80 ya da 81 yaşındaki Hasan Cemal olarak, bütün bu yaşadıkların, gördüklerin, dışarıdan izlediklerin ve tabiî ki bir gazeteci olarak, olanlara dâir nasıl bir duyguya sâhipsin?
Cemal: Bu kitapta aynı zamanda hüzün var. Girişinde de belirtiyorum. Hatta Stefan Zweig’ın sözünü de en başa koydum. Bir türlü iyi hayatın iyi zamanlarını yaşayamadık. Bugün de hayatın iyi zamanlarından geçmiyoruz. Stefan Zweig’ın 1934 yılında yazdığı o duygular, bugün de devam ediyor. İyi günleri bir türlü göremedik. Düşün, Çetin Altan, “Hayal ettiğim Türkiye ve dünya bu değildi. Türkiye’de demokrasiyi göreceğimi sanırdım. Göremeden vedâ ediyorum” dedi. Bu derin bir hayal kırıklığı. Bu duygu hepimizde var. Sürekli hayal ettik, devrim dedik, demokrasi dedik, hiçbiri olmadı. Ama ben yine de iyimserim, iyimserliğimi koruyorum. Bu yüzden bana kızıyorlar. Arkadaşlarım arasında, “Bu memlekette bir şey olmaz” diyenler var. Ama 31 Mayıs başarısını ileriye götürmek Türkiye’nin elinde.

Ruşen Çakır: Evet, burada noktayı koyalım. Çok teşekkürler. Hasan Cemal’le son kitabı Zamâne Diktatörleri’ni (SRC Kitap, Ekim 2024) konuştuk. Üç dört sene boyunca onu yayımlayacak yayıncı bulamayan kitap sonunda çıktı. Tebrikler.
Cemal: Çok teşekkür ederim. Ben de bu yayın için teşekkür ederim sana.

Ruşen Çakır: Evet, Hasan Cemal ile konuştuk. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
22.12.2024 CHP ne zaman “Türkiye’nin birinci partisi” gibi davranacak?
18.12.2024 Transatlantik: Trump Erdoğan’ı neden övdü? PYD/YPG’nin geleceği Golani’nin zor sınavı
17.12.2024 Mehmet Altan ile Türkiye’nin gidişâtı (4): Suriye’nin geleceği - CHP’li belediyelere haciz
15.12.2024 11 soruda, YPG ya kendini fesheder mi ya da feshedilir mi?
15.12.2024 Murat Yetkin ile söyleşi: Meraklısı İçin Ortadoğu Kitabı
12.12.2024 Bahçeli’nin İmralı hamlesine seçmen nasıl bakıyor? Burak Bilgehan Özpek ile söyleşi
10.12.2024 Transatlantik: Suriye’yi nasıl bir gelecek bekliyor?
08.12.2024 Hamas, Hizbullah ve Esad: İran’ın “Direniş Ekseni” tarihe karışırken
06.12.2024 Behlül Özkan ile söyleşi: 1982’deki Müslüman Kardeşler’in Hama ayaklanmasından bugüne
04.12.2024 Murat Özçelik ile söyleşi: Türkiye Suriye’de ne yapabilir? Ne yapmalı?
22.12.2024 CHP ne zaman “Türkiye’nin birinci partisi” gibi davranacak?
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı