Haftaya Bakış (280): Operasyonlar sürüyor, Diyanet kadınların miras hakkına göz dikti, İBB borsası

15.08.2025 medyascope.tv

15 Ağustos 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız Haftaya Bakış’ı yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. ‘’Haftaya Bakış’’la karşınızdayız ve Kemal Can’la, her hafta olduğu gibi haftanın yaşanan olaylarını konuşacağız. Kemal, merhaba.
Kemal Can: Merhaba, Ruşen.

Ruşen Çakır: Bu sabahki operasyonda Beyoğlu Belediye Başkanı İnan Güney’i aldılar. Dokuzuncu dalga deniyor sanırım, artık dalgaları saymayı bıraktım ben. Aynı zamanda Medya A.Ş’nin çok sayıda çalışanını aldıkları söyleniyor. Bu arada şoförler, korumalar…
Kemal Can: Akrabalar filan.

Ruşen Çakır: Evet, akrabalar. Galiba Murat Ongun'un bacanağını almışlar en son. Operasyon devam ediyor. Tam da dün Özgür Özel'in o çıkışının ardından yaşandı bütün bunlar. Normalde cumartesi günleri oluyordu bu operasyonlar biliyorsun, cuma gününe aldılar. Zaten Özgür Özel, “Hâlâ iddianame yok, hâlâ bir şey bulamadılar” diyordu, şimdi operasyonlar sürüyor. Burada tabii ilginç olan hususlardan birisi, Beyoğlu Belediye Başkanı’nı suçlayan kişinin Murat Kapki olması. Murat Kapki, aynı zamanda dün Özgür Özel'in açıkladığı belgenin de sahibi. Yani o şikâyeti yapan da o. Şimdi şöyle şeyler var: ‘’Siz bu adamın lafına güvenerek bilmem ne yapıyorsunuz, ama o adam da sizin hakkınızda şunları, şunları söyledi’’ gibi böyle karman çorman bir savunma hâli var. Onu birazdan konuşacağız. İki milyon dolar meselesi öyle basit bir olay değil. Ona birazdan geleceğiz, ama şu operasyonu biraz konuşalım.
Şimdi biz çözüm süreci ve Meclis’teki komisyonuna yoğunlaşmıştık. Komisyon Salı günleri toplanacak. Önümüzdeki Salı komisyonda şehit ve gazi aileleri dinlenecek. Sonra başka uzmanlar çağrılacak diye bir çözüm süreci ve komisyon muhabbeti yapılırken, bu olay patladı. Burada da ne oldu? Sürece yönelik eleştiri sahipleri, özellikle CHP üzerinden, CHP'nin komisyona girmemesini söyleyenler, ‘’CHP'ye bu operasyonlar yapılırken CHP'nin bu komisyona girmesi doğru değil’’ dediler. Ya da komisyona girmek için 19 Mart konusunu şart olarak koşmasını söylediler. Şimdi bu sabahki operasyonun ardından,  “Gördünüz mü? Siz kendinizi kandırıyorsunuz. AK Parti ile böyle komisyona girilir mi? Yine haklı çıktık” muhabbeti de sürüyor. Tabii olayın bir de başka bir boyutu var: Bahçeli’nin en son açıklaması ya da Feti Yıldız’ın açıklamalarına bakarak, ‘’AKP ile MHP arasında 19 Mart konusunda anlaşmazlık mı var? Anlaşmazlık olabilir mi? Birtakım farklılıklar olabilir mi?’’ muhabbeti vardı. “Gördüğünüz gibi farklılık da yok” diyerek, bu operasyon birilerinin haklılığını çıkartmış gibi oldu. Ya da öyle bir iddiayla çıkıyorlar. Yani bir anlamda memnun oluyorlar, biliyor musun? Kusura bakmasınlar ama öyle yani. Bakın, haklı çıktık gibi bir durum. Hâlâ ortada iddianame yok. Bu sabah 44 kişi gözaltına alındı. Bunların içerisinde, bir ilçe belediye başkanı dışındaki herkes çalışan ya da akraba. Heybeden çok turplar bekliyorduk Çok ya. Daha doğrusu vaat çıkacağı söylenmişti ama turp falan yok tabii. Öyle bir şey olmayınca, çok sayıda kişiyle olayı iyice şişirmeye çalışıyorlar gibi geliyor bana. Ne dersin?
Kemal Can: Bu operasyonlar, ilk başından itibaren nereden baktığına, nereden tuttuğuna bağlı olarak, her türlü argümanın gerekçesi, dayanağı, kanıtı sayılabilir. Oradan alırsın, o tarafından bakarak fili tarif eder gibi,  kuyruğunu tutarsan, kuyruğundan tarif edersin. Hortumunu tutarsan, hortumundan tarif edersin. Bu meseleye, ‘’komisyona girildi, operasyon oldu’’ gibi bir akılla bakılacaksa, zaten komisyona girilmeden önce de operasyonlar sürüyordu. Bu komisyon sürecini kolaylaştırmak için operasyonların biraz yavaşlatıldığı, hatta biraz sayısının ve yoğunluğunun düştüğü söyleniliyordu. Biz de bunu galiba bir iki hafta önce konuşmuştuk Hatta CHP'yi buraya sokmak için bir duraksama olduğu söyleniliyordu. Oradan bakarsan, aslında CHP'nin komisyona girmesi için iktidarın büyük bir heves göstermediği, iddia edildiği gibi, oradan bir meşruiyet temin etmek ve CHP'yi kendisine ortak yapmak gibi bir niyetinin olmadığı sonucunu da çıkartabilirsin başka bir yerden. Tabii bunların haklı tarafları var. Yalnız haklı olabilecek bir şeyi öne sürerek bütünü, olan her şeyi açıkladığını iddia etmek, bunu büyük genellemelere, çok büyük laflara, hatta ileri suçlamalara taşımak artık alışkanlık oldu. Yani kimse bir şey anlamaya çalışmıyor. Kendi baktığı pencereden, olup biteni, kendi iddiasının dayanağı yapacak argümanlar üretiyor. Şu andaki tartışma, Türkiye'nin siyasi tartışma zemini böyle gelişiyor. Bunlara denilecek fazla bir laf yok. Ama hakikaten ne oluyor, ne bitiyor, burada ne olur diye düşünmeye başlamazsak eğer, herkes olarak söylüyorum bunu, gerçekten başımıza gelenle baş etmemiz de, başımıza geleni def etmemiz de çok daha zor olacak.
Şimdi bu operasyon hikâyesinin birkaç ayağı var. Sen başlangıçta söyledin. Birincisi, zamanlama açısından baktığımızda, birkaç şeyin kesiştiği bir yere geldi. Komisyon toplantıları, ki üçüncü toplantı yapılıyor. Üstelik iddia edildiği gibi komisyon, muhalefetin gayet önemlice meseleleri gündeme getirebildiği bir platform. Basına açık kısmı itibariyle de bunun gündem olabildiği bir şekilde ilerliyor. Yani komisyon tartışmasının başladığı o tartışma…

Ruşen Çakır: Kemal, bağlantında bir sorun oldu. Tekrar cümleni başa al.
Kemal Can: Nerede kesildi bilmiyorum, ama zamanlama açısından söylüyorum. Birincisi, komisyon süreciyle örtüştü. İkincisi, Özgür Özel'in biraz sonra konuşacağımız rüşvet iddiasının hemen peşine denk geldi. Bir de yine sen ona da işaret ettin, MHP'den, önce Bahçeli’nin bir iki kere, sonra Feti Yıldız'ın birkaç kere tekrar ettiği ve kimilerince Erdoğan'a uyarı, kimilerince de Erdoğan'a destek diye tarif edilen çıkışlarıyla örtüştü. Şimdi bütün bunların hangisinin belirleyici olduğu tartışılıyor ve herkes de kendi argümanı açısından bunu tartışıyor. Ama birinin geçerli olması, birinin etkili olması, diğerini etkisiz kılmıyor. O yüzden ben şöyle bakmaktan yanayım.
Daha önce konuşmuştuk, bu operasyonlar hikâyesinde çemberi genişletme, yani mümkün olduğunca daha da çeperlere, akrabalara, şoförlere, belediyeyle iş yapan şirketlere, o şirketlerin sahipleri ya da yöneticilerinin yakınlarına doğru iyice çemberi genişletiyorlar. İtirafçı temin etmek ve asıl olarak hem içeride olanları baskı altına almak için hem de CHP'yi, alanda tam tersi bir biçimde güçlü bir direniş gösteren CHP'yi sıkıştırmaya devam etmenin yolu olarak bu operasyonları kullanıyorlar. Aslında şöyle özetleyebiliriz: Konda’nın son araştırmasında da görüyoruz ki bütün bunlar kamuoyundaki algıyı değiştirmiyor. Gene ülkenin %60'ı, %65'i, açıkça bunların siyasi operasyon olduğuna kanaat getirmiş ve bu kanaati turplarla, itirafçılarla, şunlarla bunlarla değişmiyor. Dokuzuncu, on dokuzuncu dalgada da değişmeyecek büyük bir ihtimalle. Ben başından beri şunu iddia ediyorum: İktidar zaten kamuoyunu ikna etme üzerine kurgulamıyor operasyonları. O olsaydı zaten en başta olurdu. Tıpkı daha önce CHP'nin başına gelen İSKİ hadisesinde olduğu gibi. Ama burada yapılmak istenilen şey, kamuoyunu ikna etmek değil, CHP'yi sıkıştırmak. İki türlü sıkıştırmak. Bir, itiraflarla, sürekli içindeki birtakım çürük halkaların kopmasını, bir çözülme hâlini yaratmak.

Ruşen Çakır: Burada şunu vurgulamak lazım: Aydın Büyükşehir Belediye Başkanı Özlem Çerçioğlu tam bunun örneği. Söke ve bir iki ilçe daha var. Bugün Savcı Sayan, “Önemli bir CHP belediye başkanının da her an eli kulağında” diye bir şeyler söyledi. Ve şöyle bir laf etmiş: “Özgür Özel CHP'yi Ekrem İmamoğlu'na kurban ediyor.” Yani çok basit. Ekrem İmamoğlu’na sahip çıkıyorsunuz. İnsanlar risk alıyor, çünkü direniş hattı oluşturuyor. Bunu yapamayacak, yapmak istemeyen ve tabii ki tam da, ‘’sıra bana mı gelecek?’’ diye düşünen kişileri oradan kopartmak. Dün de gördük dün, Özlem Çerçioğlu sanki Türkiye'nin en başarılı, en temiz belediye başkanıymış gibi, Erdoğan rozetini taktı. Yani hakkındaki bütün iddiaların üzeri örtüldü. CHP'yi sıkıştırmanın bir boyutu da etkin pişmanlık. Belediye başkanlarının etkin pişmanlığı da parti değiştirmek oluyor.
Kemal Can: Tabii, tabii. Yani nerede çözülme olabilecekse, nerede zayıf halka varsa, nerede çürük varsa açığa çıksın diye. Bu çok genel bir kural. Baskıyı arttırırsanız, baskı gören çevrenin zayıf tarafları patlak vermeye başlar, çözülmeler, tartışmalar başlar. Şimdi senin söylediğin iddianın, yani ‘’İmamoğlu yüzünden CHP sıkıntıya giriyor’’ iddiasının CHP'deki uzantıları da var. CHP içerisinde tersi tartışmalar da var. Dolayısıyla bütün bu tartışmaların içine oynayan bir tarafı var. Ama özeti şu: Kamuoyunu ikna etmek değil, tabir yerindeyse, CHP'yi sıkıştırarak, 19 Mart'tan bu yana yaptığından başka türlü bir siyasete doğru sürmek. Bu kimilerine göre daha akılcı siyaset olabilir. Ama kimilerine göre ki genel kamuoyuna ve başından beri Özgür Özel'in arkasında duran, onun mitinglerini dolduran kalabalığa göre ise hiç de öyle değil. En azından bunun işaretlerini görmüyoruz. Hatırlarsan, ‘’CHP bu komisyona katılırsa, Özgür Özel mitinglere gelecek adam bulamayacak’’ iddiaları da ortaya atılıyordu. Ama öyle bir tablo da görülmedi. Anlaşılan o ki genel kalabalık, genel itiraz kalabalığı ve CHP’nin tabanı, hâlâ iktidar karşısında kuvvetli durmaktan yana. İş böyle.
ikinci bir şey, o senin söylediğin, işaret ettiğin, iktidar çevrelerinin savunması. ‘’Murat Kapki’nin dilekçesini gerekçe olarak gösteriyorsunuz iddianıza. Demek ki muteber bir şahit. O zaman onun yolsuzluk iddiaları da doğrulanmış oluyor’’ gibi bir tez ortaya sürerek bir savunma yapıyorlar. Böyle davranılacağını öngörerek ya da şimdi böyle söyleyerek, bu tartışmayı muhalefet tarafında da yapanlar var. Yani bunun böyle sunulması hataydı diyenler var. Evet, iletişim açısından bir itirafçı tanığın ifadesi, ‘’bakın size ne kadar doğru bir belge sunuyorum’’ diye ve önceden ilan edilerek sunulmak yerine, ‘’sizin itirafçılarınız bir de bunları söylüyor, bakın’’ diye rahatlıkla sunulabilir ve hem iktidarın böyle bir savunma yapmasının, hem de muhalefet içinde böyle bir tartışma çıkmasının önü kesilebilirdi. Yani ‘’çok önemli bir tanık bulduk. Çok muteber bir sözü size duyuruyoruz’’ demek yerine, ‘’sizin tanık diye kullandığınız adam, aynı zamanda sizin birtakım üyeleriniz, sizin partinizin mensubu birtakım avukatlar aracılığıyla bir borsa oluşturuldu’’ iddiasını da ortaya atıyor. ‘’Eğer tanığınız buysa, bunun söylediklerine de bakın’’ demek yeterliydi.

Ruşen Çakır: Öyle dediler sanki, Kemal.
Kemal Can: Ama altı yeterince çizilmemiş olabilir. Bir iletişim meselesi bu sadece.

Ruşen Çakır: Yakın zamana kadar AK Parti'nin MKYK'sında yer almış ve sürekli televizyonlara çıkan, sosyal medyada iktidar savunuculuğu yapan ve siyasetle bu kadar iç içe olan birisinin, kalkıp böyle birisinin avukatlığına soyunması, ona bir ifade vermesi iddiası ve istediği para. Avukat ücreti, otamamen müvekkiliyle onun arasındaki bir şeydir diyenler var, ama olay tamamen siyasi bir olay ve ilişki olayı. Daha önce Özgür Özel'in dile getirdiği bir başka avukat, ev hapsine alındı biliyorsun.
Kemal Can: Evet.

Ruşen Çakır: Oradaki hikâyede de…
Kemal Can: Hayır, şimdi toplam üç avukat hakkında, yargı mensuplarını dâhil ederek birtakım rüşvet çarkları çalıştırdığı konusunda soruşturmalar var. İki tanesi de tutuklu. Yani olay daha geniş.

Ruşen Çakır: Evet. Bu bağlamda Rezan Epözdemir de var. Şimdi ötekisi ev hapsinde, ama oralarda hep bir soru işareti var. Bunlar bunu nasıl sağlıyor? Adliyede de bunun ayağı var. Bir de öteden beri bildiğimiz bir de medya ayağı var. Aslında FETÖ Borsası’nda da böyleydi biliyorsun. Medya ayağını burada da gördük. Ne diyor? Üç tane isim veriyor. ‘’Bunlar bana saldırıyor’’ diyor. Ötekisi de ‘’Onlar bende merak etme’’ diyor. Mesela ‘’Ben böyle bir şey söylemedim kardeşim’’ diyebilirdi. Ama ne oldu? O üç isimden birisi hemen atladı: ‘’Sen benim adımı nasıl verirsin?’’ diye birbirlerine girdiler. Yazışmalarda seviyenin ne olduğunu da görüyoruz. Hâlâ sürüyor olabilir, bilmiyorum
Kemal Can: Yok galiba sürmüyor, biraz yatıştılar. Şimdi şeye döndüler tekrar. Özellikle suçlanan, yani Özgür Özel'in suçladığı değil de, Murat Kapki'nin ifadesinde yer alan insanlara dair paylaşımlar… Yani Murat Kapki’nin tanıklığı bu. Muteber olmayan birinin tanıklığı ya da diğer söyledikleri ‘’çok kıymetli’’ tezini en çok onlar işliyorlar. Şu anda ona yoğunlaşmış durumdalar.

Ruşen Çakır: Şimdi burada şöyle bir ilginçlik var biliyorsun. Rezan Epözdemir olayında çok çarpıcı bir şey oldu. Aslında o olay çok hayati. Orada doğrudan bir isim kalktı, “Mehmet Uçum başsavcıya baskı yapıyor” dedi. Şimdi adı geçen Mücahit Birinci de, başkaları da ona destek verdi. Sonra, Fuat Uğur denilen kişi Mehmet Uçum'a destek verdi. Sonra bir kavga çıktı ve nedense o kavga bir yerde durur gibi oldu. İki gün sonra olan olayda, birbiriyle kavga eden insanların isimleri birlikte geçmeye başladı ve ortada 2 milyon dolar gibi bir laf var. ‘’İki milyon dolar nedir ki?’’ diyenler var. Şu anda asgari ücretin, en iyi yönetici maaşının ne olduğunu bildiğimiz bir ülkede, 2 milyon dolar hiç öyle bir şey değil. Burada adı geçen kişiler kaç yılda kazanır böyle bir parayı? Ve tabii bir de, bir insan kendisini cezaevinden çıkartmak için 2 milyon doları nasıl gözden çıkarır? Olmamış, ama pekâlâ olabilirmiş. Kim bilir kaç tane böyle milyon dolarlar döndü? Kim bilir kimler çıktı, kimler çıkamadı. Burada çok çarpıcı olan, 19 Mart'ta başlamış bir süreç var. Kaç ay oldu şunun şurasında da borsası oluştu?
Kemal Can: Bunu daha önce de konuştuk ya. Yani bu tezgâhlar kurulmuş. O borsanın oluşması için öyle 5 ay gerekmiyor, iki günde de oluşuyor. Mesela FETÖ Borsası, hatta ondan öncesi de var. Kaç tane böyle topluca bir kesimi kapsayan soruşturma, tutuklama, yargılama dalgalarında, hep birtakım avukatların ortaya çıkıp, birtakım rakamlara işi halletme sözü verdiğini duyduk. Bunu herkes biliyor, bunun haberleri de yapıldı. FETÖ Borsası tartışması yapıldı. Siyasi alana kadar taşındı bu iş. Mecliste konuşuldu, haberleri yapıldı. Çeşitli dosyalara girdi, belgelere girdi hadise. Yargının siyasallaşması diye tartıştığımız şey, aynı zamanda yargının ticarileşmesi, yargının başka eller tarafından başka çıkar ilişkilerinin parçası hâline dönüştürülmesinin de kapısını açıyorsunuz. Çünkü temel kurallara göre işlemeyen, denetlenmeyen, ona göre kendi kurallarını oluşturmayan ağır bir keyfilik alanı yaratırsanız, o keyfilik alanında, bazen iş becerebilen, bazen de iş becerebileceği iddiasında olan birden çok yapı çıkıyor. Zaten senin söylediğin gibi, önce birbirleriyle kavga ediyorlar. Sonra o suçlamaya karşı öbürü onu savunuyor gibi şeylerin arkasında da anlaşılan aynı pastadan pay kapmaya çalışan birkaç tane yapının olduğu ve bunlar arasında…

Ruşen Çakır: Şöyle bir not düşmek istiyorum, sözünü kestim Kemal. Şimdi pasta küçülüyor. Daha doğrusu, şu anda siyaseten baktığın zaman, yapılacak ilk seçimde kim kazanır, kim kazanmaz belli değil. Yani Erdoğan'ın kazanma ihtimali olmayabilir ve dolayısıyla, bir de, giderayak… Şu anda iyi bir pasta var.
Kemal Can: Evet. Akarken doldurmak diye bir tâbir vardır ya. 

Ruşen Çakır: Tam da o, evet.
Kemal Can: Akarken doldurmak için daha kontrolsüz bir açgözlülüğün de devrede olduğu söylenebilir. Ya da bu konudaki çıkar çatışmasının sertleştiği de söylenebilir. İddialı bir şey söylemiyorum, ama bunun politik arka planı da olduğunu düşünüyorum. Birileri bu konuyla alay etmeyi çok seviyor. İşte efendim, ‘’MHP ile AKP arasında sorun var mı yok mu? Çatlak patlak…’’ Çatlak, patlak hikâyesine ben başından itibaren gayet mesafeli yaklaştım. Bir temel hedef farkı olmadığını, hatta daha önce, şimdi alay edenlerin çok ikna olduğu, ‘’bu şey çatlayacak patlayacak, AKP içerisinde başka türlü düşünenler var’’ tezlerine zamanında da itiraz ettim. Ama bu süreç tartışmaları çevresinde ve aslında genel olarak, bu ittifakın, başından itibaren çok net biçimde birtakım öncelik, üslup ve amaca uygun hamle değerlendirmesi açısından ciddi farklar var. Aynı amacı istiyor olmanız, her şeyin aynı biçimde yapılması konusunda mutabık olduğunuzu göstermez. Bu her şeyde böyledir. Yani sadece siyasi ilişkilerde değil, gündelik ilişkilerde de öyle. Aynı amacı güdebilirsiniz, ama oraya varılacak yol konusundaki tartışmalar konusunda çok sert ayrışabilirsiniz. Diyelim,  CHP'nin iktidar olması konusunda hepsi aynı düşünen, ama bunun yolu konusunda birbirlerini ihanetle, veballe suçlayan dünya kadar insan var. Şimdi bunların amaçta farklılaştığını söylemeye ihtiyaç yok, ama oraya gidilecek yol konusunda birbirlerini suçlayacak kadar çelişebildiklerini görüyoruz. Aynı şeyin, bütün iktidar ittifaklarında, özellikle kapalı iktidar ittifaklarında, üstelik böyle otoriter yapılarda çok daha mümkün olduğunu biliyoruz. Bunun küresel örnekleri de var, tarihi örnekleri de var. Yaşadığımız süreçte de karşımızda pek çok var.

Ruşen Çakır: Şimdi o konuda önümde bir yazı duruyor. Ben bugünkü yayınımda https://medyascope.tv/2025/08/15/ozgur-ozel-kavgayi-kizistirdi-parayi-takip-edin-video/ da bahsettim. Biliyorsun, Türkgün gazetesinin başyazarı Yıldıray Çiçek aynı zamanda Devlet Bahçeli'nin basın danışmanı.
Kemal Can: Evet.

Ruşen Çakır: Dün yazdığı yazıda https://www.turkgun.com/basyazi/mhp-papatya-fali-sevmez/314559 bir isimden ve o ismin yazısından bir alıntı yapmış. Bu isim şöyle bir şey yazmış: ‘’Tutuklu bulunan Büyükçekmece Belediye Başkanı Hasan Akgün'ün kardeşiyle MHP'li avukatlar, Büyükçekmece Yat Limanında buluştu mu? Bu buluşmalarda, Hasan Akgün'ü ev hapsine çıkarmak için pazarlık yapılarak anlaşmaya varılan meblağın yarısı alındı mı? Onlar kendilerini biliyor. Bazı MHP'li avukatları uyarıyorum. Ben sizin o borsanızı çökertirim…’’ Bayağı büyük laflar. Bunu yazan kişi, eski bir Fethullahçı tetikçi. Zamanında Fethullahçılar adına bayağı şeyler yapmış. Şimdi de iktidara yanlamış bir isim. Ama burada ne diyor? ‘’MHP'li avukatlar’’ diyor. Yani MHP'li avukatları hedef gösteriyor. Bunu da Yıldırım Çiçek yazmış da oradan öğreniyoruz. Buradaki hikâye şu: MHP’nin 19 Mart'la ilgili sürekli yaptığı uyarılar var ve bu uyarılar soruşturmayı yürütenler tarafından tedirginlikle karşılanıyor. Çünkü ‘’iddianameyi bir an önce yazın, tutuksuz yargılama esastır’’ gibi çıkışlar yapıyor MHP. O yazıyı yazan kişi, bildiğimiz tetikçi birisi. Belli ki bunun üzerinden birileri MHP'ye, ‘’siz böyle yaparsanız, biz de sizin zayıf noktalarınızı biliyoruz’’ muhabbeti yapıyor. Yıldıray Çiçek yine bir isimden bahsetmiş, onun sosyal paylaşımını alıntılamış yazısında. O kişi “Rezan Epözdemir'in MHP içerisinde irtibatlı olduğu isimler olduğu söyleniyor. Bu iddialar doğruysa, Epözdemir’in MHP içindeki irtibatları kimlerdir?’’ diyor. Böyle bir durum var. Hani ‘’siz bunu yaparsanız, bunun karşısında başka şeyler olur’’ gibi bir durum. Burada birbirlerine üç harfli kelimeyle seslenen insanların yaptığı gibi, birbirlerini suçluyorlar, ama sonra dışarıdan baktığın zaman ‘’Bunların ikisi de birbirinden beter’’ diyorsun. Şimdi burada da mesela ‘’sizin avukatlarınız belediye başkanını çıkartmak için bilmem ne yapıyor diyor. Ötekisi de başkasını söylüyor ve herkes elindeki imkânı tutabilmek, yani pastayı daha fazla yiyebilmek için amansız bir savaşa girmiş sanki.
Kemal Can: Evet. Bu yüzden, tabii ki gazetecilik faaliyeti olarak bunu ortaya çıkartan, bu ilişkileri ortaya çıkartan arkadaşların yaptığı işe büyük saygı duyuyorum, emekleri için teşekkür ediyorum. Bunun olması gerektiğini de düşünüyorum. Bu tür haberlerin üzerine giden siyasiler, bunun ortaya çıkması ve gündem hâline gelmesi için çabalayanları da saygıyla karşılıyorum. Ama bu tür şeylerin içine, böyle özel çelişkilere, bu çıkar gruplarının birbiriyle çatışmasına… Çünkü yarın öbür gün bu tür gruplar birleşebilirler de, birlikte de davranabilirler. Sonra bir yerde olan, başka bir kanada da geçebilir. Bu tür detaylardan böyle failler bularak suçlamanın, iktidarla bağını kurmaya çalışmak anlaşılır bir şey, ama yeterli bir şey değil. Asıl problem, bu tür borsaların kurulabileceği bir zeminin var edilmiş olması. Düşünsene, yargıdaki bağlantıları ve medyadaki bağlantılarını referans göstererek, onları gerekçe göstererek, büyük paralarla birilerinin tutukluluğunu bitirmek ya da yargıdaki işini halletmek iddiasında olan birtakım avukatlar ortalıkta geziyor. Bu haber ortalığa çıkıyor. Bu konuda soruşturma başlatılıyor. İki avukat zaten tutuklu. Böyle bir tablo var. Adalet bakanı çıkıp “Bunun yargıyla ne alakası var?” diyor. Peki, neyle alakası var? Yani asıl tartışmaya açılması gereken şey, tam da yargıda yaratılmış olan bu genel atmosfer. Bugün o çetenin borusu öter, o bir şeyleri yapar, yarın öbür çete yapar. Anladığım kadarıyla, bu çetelerin, bu çıkar gruplarının birbiriyle çatışmasını biz bazen başka biçimlerde görüyoruz. Hatta belki operasyonların hızı konusundaki değişimler, sanıldığı gibi muhalefete karşı tavırdaki değişimlerle değil, bunların arasındaki gerilimlerle ilgilidir. Dolayısıyla ben meselelere biraz daha geniş bakıp, bu konudaki iktidar sorumluluğunu ve muhalefetin iktidar üzerinde oluşturacağı baskının, ‘’onu yakaladık, bunu bulduk’’ gibi böyle tekil olaylarla sınırlı tutulmaması, bunun üstüne çıkılması, yani bir şey bulunduğunda, bir şey yakalandığında, tıpkı, daha önce FETÖ borsasında olduğu gibi, bir şey bulunduğunda bunun devamının getirilmesi gerekiyor diye düşünüyorum.
Aslında bu operasyonlarla ilgili demin tartıştığımız şeyde de o var. On dokuz Mart’tan bu yana beş ay geçti. Evet, çok kuvvetli bir muhalefet potansiyeli, sanılanın aksine ya da iktidarın beklediğinin aksine, hiç gevşemeden büyük bir kararlılıkla güçlü biçimde devam ediyor. Mitingler devam ediyor. Diğer taraftan da sonuçsuz operasyonlar devam ediyor. Ama burada bir rutine doğru gidiş var. Evet, bir tarafta sağlam bir direniş, ama o direniş kendini alanlarda filan gösteriyor. Kuvvetli ve dağılmayacağını, çözülmeyeceğini gösteriyor. Bu tarafta da bildiğini okumaya devam eden, edeceğini söylemeye devam eden bir iktidar var. Böyle bir denge içerisinde bu iş böyle gidiyor. Oysa bu hikâyenin, hakikaten iddia edildiği gibi erken seçim talebini bastıran bir muhalefet dalgasının, giderek iktidarı sıkıştırması, asıl, iktidarın sıkışarak bir çıkış aramaya zorlanması gerekiyordu. Şu andaki tablo, evet, iktidar kendi hamlelerinden sonuç alamıyor, ama muhalefet de iktidarı bir şey yapmaya doğru itemiyor. Böyle bir kilitlenme yaşıyoruz ve bu çok sıkıntılı bir tablo oluşturuyor. Ve çeşitli alanlarda bu gerilimler, her iki taraftaki zayıf noktaları açığa çıkartıyor. Oralar patlamaya başlıyor. Transferler başlıyor. Öbür tarafta, çıkar grubu kavgaları, çete savaşları başlıyor. ‘’Bu sırlar dökülsün, her şeyi bir görelim’’ mantığı bir açıdan hayırlı bir şey olarak görülebilir. Ama bu bir yandan da beklenen sonuca, yani politik olarak daha güçlü bir değişim talebinin siyasete hâkim olmasına engel oluyor. Böyle bir durumla karşı karşıyayız.
Mesela Çerçioğlu hadisesi. Son derece süfli bir transfer. Daha önce pek çok örneğini yaşadık. Daha önce mangalda kül bırakmayan teğmenler ya da Atatürkçülük konusunda CHP'yi eksiklikle suçlayan birileri, kalkıp gururla AKP rozeti taktılar. Daha önce Erdoğan'ın kalkıp konuşmasını terk ettiği, hatta CHP'nin genel başkanlığına yakıştırılan baro başkanı, büyükelçilik alıp birdenbire böyle bir hamle yaptı. Sadece CHP içinde değil, muhalefet bloku içerisinde yaşananları da biliyoruz. Sinan Oğan hadisesi mesela. Akşener’e değinmiyorum bile. Bu tür baskı anlarında, çok kuvvetli biçimde, özellikle CHP çevresinde ve CHP'ye dönük olarak, yeterli muhalefet yapıp yapmadığı, muhalefeti kendi kimlik kodlarına uygun olarak kurup kurmadığı tartışması yapılıyor. Ve burada zaman zaman birtakım insanlar, özel olarak tek tek insanlar öne çıkartılarak, köpürtülerek, taltif edilerek, tıpkı, Çerçioğlu’na ‘’Topuklu Efe’’ yakıştırması yapıldığı gibi acayip unvanlar atfediyor. İlginç biçimde, bunları köpürten, bunları parlatan insanlar da üç aşağı beş yukarı aynı. Ama birdenbire, asıl zayıf noktanın burası olduğu, çelik çekirdek olduğu, kurucu değerlere bağlı olduğu söylenilen, ideolojik çekirdeğin en kristalize örnekleri sayılan isimler, patır patır dökülüyorlar. Ama onları parlatan, onlar üzerinden bu eleştirileri köpürten insanların yorumcu değerleri hiç eksilmiyor. Nasıl oluyor, ben bunu anlamıyorum. Mesela Çerçioğlu hadisesi bir ideolojik kopma değil. Yani peşinden bir şeyi sürükleyecek bir kopma değil. Hatta gerekçesini bile açıklamaktan aciz bir transfer. ‘’Tam olarak niye gittin?’’ sorusunun cevabı yok hiçbir açıklamasında. Herkes biliyor ve tartışıyor niye gittiğini, o ayrı mesele.

Ruşen Çakır: Çözüm süreci olmasaydı, ‘’CHP DEM’leniyor’’ diyecekti. Onu da diyemiyor.
Kemal Can: Bunu demeye çok müsait.

Ruşen Çakır: Kürt düşmanı o. Kürt düşmanı olduğunu biliyorum. Yani yıllardır öyle.
Kemal Can: Şimdi Kürt düşmanlığı, süreç düşmanlığı ya da DEM’le yahut da daha önce HDP ile yakınlaşma konularını bir kenara bırak. Mesela, bu iktidarın İslamcılığıyla meselesi olmasıyla itibar kazanmış, hayat tarzı siyaseti yapan, CHP'nin, Kemalizm ile yeterince hemhal olmadığını iddia edenleri de hatırlıyoruz. Giden teğmen öyle biriydi, Feyzioğlu öyle biriydi. Yani sonuçta niyeyse bu gücünden fazla gürültücü, ta Güven Partisi hareketinden beri bu partinin içerisinde var olan, her sefer ayrılma tehdidiyle büyük gürültü kopartan, ayrıldığında hiçbir şey olamayan, ama hep var olup tekrar tekrar aynı tehdit gücünü kullanabilen bir nüve var. Şimdi gene Çerçioğlu hadisesini de CHP'nin yaptığı yanlışlara bağlamaya kalkanlar var. Ama ben buradan bir hasar geleceği kanaatinde değilim. Yani Çerçioğlu kaybı sadece şunu gösteriyor: CHP, iktidar tarafından baskı altına alındığında, böyle patlaklar ve çürükler açığa çıkartabilecek bir yapı ve bu, birtakım sarsıntılar yaratabilir. Ama bu aslında onu destekleyen, onu özellikle 19 Mart'tan sonra destekleyen kitle açısından temel tercihleri değiştirecek bir şey değil. Ama iktidar zaten böyle bir oy transferi meselesi üzerinden yürütmüyor. Hep başından beri söylüyorum. 19 Mart hadisesi, ‘’muhalefeti itibarsızlaştıralım, oy kaybetsinler, biz güçlü görünelim, oy kazanalım’’ hesabıyla yapılmıyor. Tam tersine, taban hareketlerinden çok, tavana ilişkin operasyonlar yürütülüyor. Tavanı sıkıştırmaya çalışıyorlar.  Asıl olarak yönetim kadrolarını zorlamaya çalışıyorlar veya ‘ikna etmeye’ çalışıyorlar. Çünkü aşağıda taban hareketleri yaratmak, yani iktidarın desteğini büyütmek, muhalefetin desteğini küçültmek için yapabilecekleri siyaset yok. Onun için siyaset yapmaları lazım. Siyaset yapamadıkları için, bütün anti-siyaset araçlarına başvuruyorlar. Önümüzdeki günlerde bunun devamı olabilecek şeyleri de görebiliriz. Ama en kötüsü, muhalefetin ‘’sahiden bir şey oluyor’’ hissiyle paniğe kapılarak davranması. Bence bu problem.

Ruşen Çakır: Kemal, son olarak şu Diyanet’in yaptığı şeye gelelim. Bu da bir siyaset aslında. Kadınların miras hakkına göz dikiyorlar. İslam hukukunun miras paylaşımında erkek çocuğa düşen mirasın yarısı, kız çocuğuna verilir. Diyanet’in bugünkü Cuma Hutbesi’nde, ‘’bu paya razı olun’’ diyor ve bunu kul hakkı olarak söylüyor. Bunca yıl sonra, Cumhuriyetin 101. yılında, kalkıp, buna ‘’kazanım’’ demek bile ayıp. Cuma namazlarına kimler gidiyor? Yüzde 99'u erkek. Bu erkeklere hutbe veriyorsun ve aslında onlara sözüm ona müjde veriyorsun. Böyle bir şeyin konuşulabiliyor olması bile çok rahatsız edici. Ama özellikle yaşadığımız onca şeyden sonra, ‘’öyle derler de bir şey olmaz’’ diyebilecek bir hâlimiz de yok. Bir de boşanmayla ilgili de düzenlemeler yapıyorlar. O biraz daha karışık. Ama sonuçta bütün bunların hepsinin kadınların aleyhine olduğu kesin.
Kemal Can: Evet. İstanbul Sözleşmesi'nin iptali süreciyle, yani ona ilerleyen dönemde başlatılan veya böyle adım adım ilerleyen bir şey çalışıyor. Büyük ölçüde, bu cemaatlerin, tarikatların ve ‘İslami referanslı birtakım baskı güçlerinin’ ya da çevrelerinin talepleri etrafında, ağırlıklı olarak Milli Eğitim ve tabii Diyanet başta olmak üzere, böyle adım adım ilerleyen bir şey var. Galiba Dinçer Demirkent söylemişti. Bu, eşitlik korkusu meselesi. Bu, süreç ve Kürt meselesi hadisesinde de böyle, ama kadın meselesinde çok net. Yani bu eşitlik fikrinin yarattığı korkuyu bir politik sonuca çevirmek. Böyle bir sistematikle gidiyorlar. Şimdi bu son hutbeye gelmeden önce birkaç adım attılar. Birincisi, bu ‘’miras devri ve miras anlaşmalarında hukuki süreçleri ‘basitleştiriyoruz, kolaylaştırıyoruz’’ iddiasıyla, böyle bir imzayla feragat gibi imkânlar yarattıklarını, bunu bir hızlandırma operasyonu gibi sundular. Ama çeşitli hukukçular buradaki niyeti işaret ettiler. Çünkü bu, özellikle miras meselelerinde kadın mirasçıların hızla dışarı itilmesini kolaylaştıracak. Peşinden, boşanma işlerini hukuksal arabuluculara devretmenin yolu açılmaya çalışıldı. Sonra, boşanmalarla, mal paylaşımları süreçlerini hukuken ayırmanın hazırlığının yapıldığını öğrendik. Şimdi de Diyanet’in hutbesiyle Allah'ın verdiği hak deyip, dini referanslarla ikiye bir ölçeğinin kabul edilmesi, buna itiraz etmenin de kul hakkına girmek sayılacağı gibi, son derece acayip bir noktaya vardı. Dolayısıyla burada hiç de öyle ‘’gaz alıyorlar, nabza göre şerbet veriyorlar, birilerini memnun edecek çıkışlar’’ yapıyorlar gibi değil. Bir yandan da böyle bir düzenek hazırlıyorlar ve bunun akçalı sonuçlar doğuracak tarafları da var. Mesela bir başka ölçek şu: Ahmet Minguizzi davası vesilesiyle bu çocuk meselesi ortaya çıktı ve çocukların hukuki sorumluluk yaşı ya da hukuki yeterlilik yaşı tartışması, aslında yine benzer biçimde, bu erken evlilikler ve çocuk gelinler meselesine de kolayca kayabilecek bir biçimde konuşulmaya başlandı.
Şimdi bütün bunları bir araya getirdiğimizde, bir yandan, evet, iktidar yolun sonuna geldi. Çaresiz olduğu için muhalefete saldırıyor. Oradaki güçlü adayları elimine etmeye çalışıyor. İşi bitti, tamam. Bütün oy dengesi de değişti. Ama bir yandan da tıpkı senin yargı meselesinde söylediğin gibi, akarken doldurmak ya da giderayak hâli de olabilir. Bir yandan da bir sürü şey, senelerin kazanımı bir anda öyle saman altından, fark ettirilmeden ya da fazla gündem olmasına fırsat verilmeden, önce söylem düzeyinde kullanılıyor, sonra da birtakım hukuki düzenlemelerle, daha önce başka konularda olduğu gibi, hızlı bir geçişle bir gün Meclis’e bir şey gelebilir ve pat diye önümüzde böyle bir şey bulabiliriz. O yüzden, bu gündem derinliği meselesinin ‘’asıl gündem, konuşulması gereken tek gündem’’ meselesinin biraz ihtiyatlı ele alınması ve biraz daha geniş perspektifli bir muhalefet baskısının ve gündemi çeşitlendiren tarafın muhalefet olması gerektiğini ve bir süreliğine aldığı gündem belirleme avantajını tekrar geri alması gerektiğini düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Evet, Kemal, burada noktayı koyalım.
Kemal Can: Koyalım.

Ruşen Çakır: İzleyicilerimize çok teşekkür edelim. ‘Haftaya Bakış’ı noktalıyoruz. Haftaya tekrar buluşmak üzere, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
24.08.2025 Devlet Bahçeli benim gibi düşünenleri tekzip etmeye devam ediyor
24.08.2025 Dindarlar ve CHP: Hiç de zor olmayan bir ilişki
23.08.2025 CHP’de “çifte liderlik” dönemi
22.08.2025 Kutuplaşma CHP’nin işine yarar mı?
21.08.2025 Mitingle olmaz mı, miting yetmez mi?
21.08.2025 Gürkan Çakıroğlu: “Cumhur İttifakı ve barış sürecinin geleceği Suriye’ye bağlı”
20.08.2025 Önce PKK mı, Fethullahçılar mı fesholacak?
19.08.2025 Taşıma suyla AKP değirmeni döner mi?
18.08.2025 Hakan Fidan niçin hedefte?
17.08.2025 Öcalan olmadan olmaz mı?
24.08.2025 Devlet Bahçeli benim gibi düşünenleri tekzip etmeye devam ediyor
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı