Dünyanın en önemli basın hakları kuruluşu sayılan New York merkezli Gazetecileri Koruma Komitesi’nin (CPJ) “Türkiye’nin Basın Özgürlüğü Krizi” adlı raporundan herhalde bir şekilde haberdar olmuşsunuzdur. CPJ’nin ülkemizde basın özgürlüğü konusunun bir “kriz” halini aldığını saptaması bile başlıbaşına önemli. Bu krizin en kritik ayağını hapisteki gazeteciler oluşturuyor. CPJ’ye göre, halen 76 gazeteci demir parmaklıklar ardında bulunuyor ve bunlardan en az 61'i doğrudan gazetecilik faaliyetleri nedeniyle suçlanıyor.
İlginçtir, CPJ geçen yıl dünya çapında bir liste hazırlamış ve Türkiye’de sadece 8 kişinin gazetecilik faaliyetleri nedeniyle yargılandığını belirtmişti. Türkiye’deki gazetecilik örgütlerinin ve dünyadaki birçok insan hakları kuruluşunun tepkisini çeken bu rakam hükümet tarafından da benimsenmiş ve Adalet Bakanı Sadullah Ergin, ana muhalefet partisinin 70’i aşkın gazetecinin tutuklu olduğu yolundaki iddialarını CPJ’yi kaynak göstererek yalanlamaya çalışmıştı.
Değersizleştirme yarışı
Bu yılki Türkiye raporu, CPJ’nin geçen yılki eleştirilerden ciddi olarak etkilendiğini gösteriyor. Ve tabii ki hükümet bu raporu herhangi bir şekilde referans göstereceğe benzemiyor. İktidar partisinden veya hükümetten şu ana kadar rapora yönelik sert eleştiriler gelmemiş olması, mesela kimsenin raporu bir canlı yayında kaldırıp çöpe fırlatmaması da ilginç.
Hükümet sessiz ama bazı meslektaşlarımız CPJ raporunu değersizleştirme konusunda garip bir yarışa girişmiş durumdalar. Örneğin daha rapor ortaya çıkar çıkmaz bazı gazeteciler sosyal medyada basın özgürlüğü konusunda en çok kendilerinin mağdur olduğundan ama raporda kendilerinden bahsedilmediğinden şikayet ettiler. Basın özgürlüğünün savunulması ve genişletilmesi yolunda daha önce herhangi bir çabalarına tanık olmadığımız bu meslektaşlarımız arasında haklarında dava açılmış olanlar var ama herhangi birinin bir saat bile gözaltına alınmış olduğunu duymadık. Kaldı ki CPJ raporunda onlarınkine benzer durumlardan da geniş bir şekilde söz ediliyor.
Tabii ki taraflı
Daha sonra, raporu “taraflı” ve “siyasi” olduğu için eleştirmeye kalkan gazeteciler gördük. Halbuki kendine “gazetecileri koruma” diye bir misyon seçmiş olan bir kuruluşun basın özgürlüğü konusunda taraf tutmasından daha doğal ne olabilir? Aynı şekilde bir ülkede basın özgürlüğünün durumunu siyasi olmadan tartışmanın imkanı var mıdır?
Sanıyorum bu rapor şu nedenlerle çok rahatsızlık verdi:
1) Daha bir yıl önce CPJ’nin saygınlığı kabul edilmiş olması;
2) 61 tutuklu gazeteciyle dünya rekorunun Türkiye’ye verilmiş olması;
3) Basın özgürlüğünün sadece tutuklu gazeteciler açısından ele alınmayıp işlerinden olan gazeteciler, otosansür gibi konuların da genişçe irdelenmesi;
4) Kürt gazetecilerin yaşadığı hak ihlallerine ayrı ve geniş bir bölüm ayrılması...
5) Kısa süre önce AB İlerleme Raporu’nda da hak ve özgürlükler, bu arada basın özgürlüğü konusunda Türkiye’ye ciddi eleştiriler yöneltilmiş olması...
Gazeteci gazetecinin kurdudur
Başka mesleklerde de böyle midir, bilmiyorum ama 30 yıla yaklaşmakta olan meslek hayatımda “gazeteci gazetecinin kurdudur” sözünün doğruluğunu net bir şekilde gördüm. Örneğin başka meslektaşlarının ihbarı, hatta kimi durumda komplosu yüzünden içeri giren çok gazeteci var. Gazetecilerin tutuklanması başta olmak üzere basın özgürlüğü ihlallerine karşı zorlukla mücadele yürütmeye çalışan gazetecilere en fazla çelmeyi de yine meslektaşları takmıştır.
Peki niye böyle oluyor? Bunun bir dizi nedeni var kuşkusuz. Şimdilik şunu söylemekle yetinelim: Bazı meslektaşlarımız, özgür bir medya ortamında bugün sahip oldukları iktidarlardan mahrum olacaklarını bildikleri için bu statükonun, yani ihlallerin sürmesini yeğliyor...