Bundan birkaç ay önce Türkiye’de incelemelerde bulunan bir yabancı gazeteci heyeti AKP’nin üst düzey bir ismiyle bir araya gelir. Kendisine doğal olarak Ahmet Şık ve Nedim Şener’in durumunu sorarlar. Aldıkları yanıt şaşırtıcı ama bir o kadar da inandırıcı olmaktan uzaktır: “Kimmiş onlar? Bu isimleri ilk kez sizden duyuyorum.”
Tıpkı o AKP yöneticisi gibi siyasi geçmişi ülkücü harekete dayanan ve son seçimlerde iktidar partisi listesinden Amasya Milletvekili seçilen Prof. Naci Bostancı da kendisine tutuklu gazeteciler sorulduğunda “Gidip bakın kim bunlar, neden tutuklanmışlar. Birçoğu cinayet işlemiş. Polis öldürmüş, asker öldürmüş. Elinde bir tane gazeteci kimliği var, ne diyeceğiz polis, asker öldüren birine” cevabını vermiş.
Prof. Bostancı, “özgürlükçü” bildiğim/bildiğimiz bir akademisyendir. Bu nedenle milletvekili olmasına şahsen sevinmiş ve bu duygumu kendisine de iletmiştim. Bu sözlerini duyunca hem Prof. Bostancı, hem de hepimiz adına üzüldüm.
Haksızlık etmeyelim, kendisi canlı yayındaki bu sözlerinden sonra pişman olmuş ve şu açıklamayı yapmış: “Tutuklu gazetecilerin çoğunun örgüt üyeliğinden yargılandığı beyanı doğrudur. Bir kişi cinayetten yargılanmıştır. Ancak aralarında ‘polis ve asker şehit edenler var’ ifadesi bir yanlış enformasyon neticesinde söylenmiştir. Bunun için üzgünüm. Bu yanlış beyandan dolayı kamuoyundan özür dilerim.”
Bu özürün de kendi içinde bir dizi yanlışı ve tutarsızlığı barındırdığı kanısındayım. Her şey bir yana, Prof. Bostancı’nın basın özgürlüğü konusunu “liberal” değil “devletçi”, yani “baskıcı” bir perspektiften ele aldığı anlaşılıyor.
AKP ile ne değişti?
Bu ülkede yıllardır Kürt medyasında ve sosyalist solun farklı yayın organlarında çalışan kişiler “örgüt üyesi” oldukları gerekçesiyle tutuklanır, yargılanır, bir kısmı da mahkum olur. Yani bu durum AKP iktidarıyla başlamış değil. En önemli fark, bunlara son dönemde bazı Ergenekon sanıklarının da eklenmiş olmasıdır. Fakat son 10 yılda Türkiye’de birçok şey kökten değişmişken AKP’nin “tutuklu gazeteciler” konusunda eski hükümetlerle hemen hemen aynı, hatta birçok durumda daha geri bir pozisyonda bulunması son derece yadırgatıcı.
“Tutuklu gazeteciler” üzerine dün Milliyet’te Kadri Gürsel, Radikal’de Pınar Öğünç tarafından kaleme alınmış iki dikkat çekici yazıyı hatırlatıp buradan son KCK operasyonlarında tutuklanan Özgür Gündem yazarı Cengiz Kapmaz’a selam yollamak istiyorum. “Öcalan’ın İmralı Günleri” kitabıyla, bu konuyla ilgilenenlere çok değerli bir katkı sunmuş olan Kapmaz’a bir sohbetimizde “Kürtler niye medya konusunda bu kadar yetersiz?” diye sormuştum. Onun başına gelenler bu sorumun kısmi bir cevabı olabilir ama siyasi baskılar hiçbir zaman iyi gazetecilik yapmamanın mazereti olamaz.
“Yandaş medyaya koz”
Öyle bir ülkeyiz ki basın özgürlüğü ihlalleri sadece siyasi iktidardan kaynaklanmıyor. İşini yapmayan ya da kötü yapan herkes gazetecileri günah keçisi olarak kullanmak istiyor. Bunun son örneği Bugün Gazetesi muhabiri Ezelhan Üstünkaya’nın TBMM’de CHP Gençlik Kollan Başkanı İrfan İnanç Yıldız ve Milletvekili Faik Tünaydın’ın danışmanı Yavuz Demir’in sözlü saldırısına maruz kalması. (Bu çirkin olay sayesinde CHP’nin gençlik kolları olduğunu da öğrenmiş olduk!)
Ezelhan’ın hangi haber yüzünden saldırıya uğradığını bilmiyorum, merak da etmiyorum. Çünkü siyasi iktidardan kaynaklı basın özgürlüğü ihlallerinin takipçisi olması beklenen ana muhalefet partisinden bu tür bir saldırı gelmesi tek kelimeyle utanç verici ve hayli düşündürücü.
Bu arada CHP Lideri Kılıçdaroğlu’nun olaydan üzüntü duyduğunu biliyoruz ama saldırganların görevlerine devam edecekleri yolunda çok güçlü iddialar var. Söylenenlere göre, kimi CHP’liler “yandaş medyanın eline koz vermeyelim” diye istifa veya azil seçeneklerine karşı çıkıyorlarmış. “Herhalde bu söylentiler doğru değildir” diyelim ve olayın takipçisi olalım.
*****
Arap Adnan da gitti
Erken yaşta aramızdan ayrılan gazeteciler kervanına Adnan Akgünel de katıldı. Kısa bir dönem Cumhuriyet’te çalıştığımız ama hep dost kaldığımız bu çilekeş meslek büyüğüme Allah’tan rahmet, yakınlarına başsağlığı diliyorum.