Erken gelen pişmanlık: Başkanlık sistemi

04.07.2019 medyascope.tv

4 Temmuz 2019’da medyascope.tv’de yaptığım değerlendirmeyi yayına Şükran Şençekiçer hazırladı.

Merhaba, iyi günler. 23 Haziran seçimlerinin etkisi yavaş yavaş kendisini daha belirgin bir şekilde göstermeye başlıyor. Ve iktidar cenahında bir arayış var. Bu arayış bana göre “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” diye adlandırılan Türkiye’ye özgü başkanlık sisteminden pişmanlık ve bunun kendileri açısından doğurabileceği kötü sonuçların önüne geçme telaşından. Çünkü öyle bir mantık var ki bu sistemde, oyların yüzde 50’sinden bir oy fazla alan kişi Türkiye’deki, ülkedeki bütün iktidarı elinde topluyor. Ve her istediğini istediği gibi yapıyor. Ne Meclis, ne yargı, ne başka herhangi bir kurum — özel kurumların zaten adları özel, kendileri değil… Ülkeyi tek başına yönettiği bir sistem dizayn etti Tayyip Erdoğan. Ve şimdi kendisinin yüzde 50 artı 1 oyu alamama ihtimalinin giderek yükselmesi nedeniyle bir geri dönüş üzerine kafa yormaya başladıkları kanısındayım.
Biraz kısa yakın tarihimize bir göz atalım. Çok kısa sürede çok hızlı şeyler değişti Türkiye’de. 10 Ağustos 2014’te cumhurbaşkanlığı seçimi ile Recep Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı seçildi. İlk turda seçildi. Her ne kadar başkanlık sistemine geçilmediyse de, de facto/fiilî bir tür başkanlık sistemi hayata geçirdi. Atadığı Başbakan ve Parti Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu’nu çok –nasıl söyleyeyim? – yalnız bırakmak istemedi, serbest bırakmak istemedi. Denetleyemeyeceğini gördüğü anda da zaten onu görevden aldı bir Pelikan operasyonuyla. Çok basit bir operasyondu. Ve yerine Binali Yıldırım’ı getirdi. Fiilen bir başkanlık sistemi vardı. Ama esas başkanlık sistemine 16 Nisan 2017 referandumunda girildi. Ama bu aradaki süreçte, 3 yıl içerisinde 2 tane seçim yaşadık. Bunların birisi 7 Haziran’da yaşandı ve AKP tek başına iktidarı kaybetti 2015’te. Çok büyük bir panik yarattı bu. Ve o arada, Erdoğan bu seçim sonuçlarını kabul etmedi, ülkeyi yeniden seçime götürdü. Ama ülke yeniden seçime giderken resmen bir savaş alanına döndü. Ve burada, 1 Kasım 2015’te Tayyip Erdoğan tek başına iktidarı tekrardan partisine kazandırdı. O sırada da başbakan Ahmet Davutoğlu’ydu, ama kısa bir süre sonra o görevden Erdoğan tarafından alındı, istifa ettirildi. 7 Haziran’da yaşadığı felaket diyelim, felakete rağmen, Erdoğan kısa bir süre içerisinde toparlayabilmiş olduğuna güvenerek bu başkanlık sistemini hayata geçirtti. 16 Nisan 2017’de atı aldı Üsküdar’ı geçti ve kıl payı bir şekilde Türkiye’ye başkanlık seçimini, kendi deyimiyle “Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi”ni dayattı. Burada MHP’nin, Devlet Bahçeli’nin katkıları, desteği çok önemliydi. 24 Haziran 2018’de, ilk defa Türkiye’nin başkanını seçtiği seçimde de, yine MHP’nin desteği ile Muharrem İnce’yi rahat bir şekilde yenerek Tayyip Erdoğan ülkenin ilk başkanı oldu. Ve böyle gideceği düşünülüyordu, ama olmadı. Bir yıl içerisinde, tam bir yıl sonra (24 Haziran 2018 – 23 Haziran 2019) Recep Tayyip Erdoğan siyasî hayatının en büyük yenilgilerinden birisini İstanbul’da yaşadı. Ama İstanbul Türkiye demek olduğu için, aslında tüm Türkiye’de yaşadı. 31 Mart’ta da yaşamıştı; ama 31 Mart’ta yaşadığı bu yenilgiyi ülkenin İç Anadolu, Doğu Anadolu ve Karadeniz bölgelerindeki oy oranlarını göstererek önemsizleştirmeye çalıştı. Ülkenin batısında, metropollerinde yaşadığı bozgunu önemsizleştirmeye çalıştı. Ama çok büyük bir hatayla İstanbul seçimlerini yenileterek, belki de siyasî hayatının en büyük seçim yenilgisini aldı.
Hatırlayalım; Erdoğan sandığı hep kutsadı. Her zaman kendisine yönelik her türlü eleştiride, itirazda, muhalefette hep sandığı gösterdi. Gezi’de bunu yaptı, başka yerlerde bunu yaptı. Ve referandumlara girdi. Referandumlarda kazandı. Ama geçen Salı günü Kemal Kılıçdaroğlu’nun yaptığı bir çağrı var, “Partili cumhurbaşkanlığını halka soralım” diye. Bu çağrıya herhangi bir cevap gelmedi. Eskiden olsa çok rahattı; Erdoğan referanduma girer ve oyların yarısından bir fazlasını rahatlıkla alırdı, alacağını düşünürdü. Ama artık referandum ve sandık Erdoğan’ın istemediği hususlar. Ne diyor sürekli olarak? “Yıllarca ülkede seçim olmayacak, artık 2023’e kadar bekleyeceğiz” diyor. Ama açıkçası 2023’e kadar Türkiye bekleyebilecek mi? Hiç emin değilim. Şu anda yaşanmaya başlananı, tıpkı Erdoğan’ın 2017 referandumu öncesinde yarattığı atmosfere benzetiyorum. Orada da adım adım bir başkanlık sistemini işlemişti. Bunun ne kadar iyi olacağını, Türkiye’nin nasıl hızlanacağını, önündeki engellerin kalkacağını, bürokrasinin sıfıra ineceğini, ekonominin füze hızıyla gideceğini, her şeyin güllük gülistanlık olacağını ilan etti, söyledi. Bu konuda çok yoğun bir kampanya yürüttü. Ama toplumun yarısını ikna edemedi. Kıl payı bir şekilde başkanlık sistemini dayattı. Ve başkan olarak icraata girdiği andan itibaren ülke önce ekonomik krize, ama esas olarak da çok ciddi bir siyasî krize savruldu. Cumhur İttifakı ülkeyi bir yıl içerisinde taşıyamayacağını gösterdi. Ve tabanda çok ciddi bir sorun olduğunu, AKP seçmeninden çok ciddi kaçışlar olduğunu 31 Mart’ta ve 23 Haziran’da gördük. Artık “Reis efsanesi”nin eskisi kadar geçerli olmadığını gördük. Şimdi durum toparlanmaya çalışılıyor. Ne olacak? Başkanlık sisteminden çıkmaya eli varmayacaktır Erdoğan’ın, gönlü varmayacaktır. Ama bir şeyler yapma ihtiyacını da hissedecektir. Yapmak istediği her şeyi bir şekilde yasalaştırmak ve anayasa değişiklikleri yapmak zorunda. Bunun için de Meclis’teki çoğunluğuna güveniyor MHP ile beraber. Ama Meclis’i kendisi işlevsizleştirdi. Zaten Erdoğan’ın 31 Mart’ta yaşadığı yenilginin en önemli nedenlerinden birisi bence Meclis’in işlevsiz kalması. Şöyle bir husus var: Meclis sadece yasa çıkartan bir yer değil. Meclis aynı zamanda yüksek siyasetle aşağıdaki siyaset arasındaki köprü. Yani devletle –siyaset sınıfı ile diyelim genel olarak– halk arasındaki bir köprüdür. İnsanlar Meclis’e gelir, milletvekillerini bulur, dertlerini anlatır; kimi zaman bakanları bulur ya da milletvekillerini bulur, milletvekili danışmanlarını bulur. Milletvekilleri de düne kadar kendileri gibi milletvekili olan bakanlara ulaşır, bazı işleri çözmeye çalışır. Ve böyle bir zincir vardır. Böyle bir şebeke vardır. Ve bu aslında siyaseti dinamik kılar. Partileri toplumla bir şekilde iletişimli kılar, bir irtibat halinde kılar. Erdoğan Meclis’in işlevini sıfırlayarak… –bence sıfırladı, yani eskiden 100 ise şimdi 0 olmadı belki; eskiden 100’se şimdi herhalde 15-20’dir, belki de hatta daha azdır– alabildiğine düşürerek aslında kendi bindiği dalı kesti. Sonuçta Meclis’te çok sayıda AKP milletvekili var. Ama bunlar maaş almaktan ve eğer komisyon başkanı vs. iseler makam otomobillerine sahip olmaktan, bir sekreter, bir danışmana sahip olmaktan öteye çok fazla fonksiyonları olan kişiler değil. Bu sabah Erdoğan kahvaltı yaptı milletvekilleriyle. Belli ki çözülmeyi engellemek istiyor. Ama milletvekillerinin ona sunabileceği herhangi bir katkı olduğunu sanmıyorum. Çünkü bu milletvekilleri seçildiklerinden bu yana hiçbir fonksiyonu olmayan, kendilerini seçen halkla da bağları alabildiğine azalmış insanlar. Erdoğan tabii bu seferberliği ne için yapıyor? Diğer bir husus, iki ayrı parti hazırlığının AKP içerisinde birden gündemde olması, Ali Babacan’ın ve Ahmet Davutoğlu’nun. Buradan bazı milletvekillerinin ve parti yöneticilerinin bu partiler içerisinde, yeni kurulacak partiler içerisinde yer alma ihtimalleri Erdoğan’ı iyice ürkütüyor. Milletvekilleri gittikten sonra yasak çıkartmakta falan çok zorlanacağını sanmıyorum. Çünkü Kanun Hükmünde Kararname’lerle, Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri ile birçok işini rahatlıkla yapabiliyor. Ama AKP grubundan diyelim ki bir 30, 40, 50 milletvekili yeni kurulan partilere doğru yönelirse, bu tabanda da çok büyük bir kopuşu beraberinde getirecek. Ve Erdoğan’ın başkanlığı da fiilen fonksiyonsuz hâle gelebilir. Dolayısıyla bunun bir telaşı var. Ama tekrar söyleyeyim; kendisinin işlevsizleştirdiği milletvekillerinin şimdi Erdoğan’ın yarasını sarma imkânları zaten yok. İsteseler de bir şey yapamazlar. Yapabilecekleri en fazla şey, yeni kurulacak partilere gitmemek olabilir — ki yeni kurulacak partilerin ikisinin de, yani Davutoğlu’nun ve Babacan’ın da büyük ölçüde parlamenter sisteme dönüş sinyalleri verdikleri düşünülürse, milletvekilleri daha etkili pozisyonlara gelebilmek için pekâlâ yeni partilere doğru yönelebilirler.
Peki bundan sonra ne olabilir? Parlamenter sisteme dönüşü Erdoğan kolay kolay telaffuz etmeyecektir. Ancak birtakım düzenlemelere gitmek zorunda kalacaktır. Örneğin Bakanlar Kurulu’nu –ki Bakanlar Kurulu değil aslında, birtakım bakanlar var–, bunlarda değişiklikler yapacaktır ve yerlerine milletvekilleri koyacaktır. Böylece Meclis’e ve milletvekillerine önem verdiğini göstermek isteyecektir. Belki Meclis’in yetkilerinde birtakım iyileştirmelere, güncelleştirmelere gidecektir. Ama başkanlık sistemini iptal etmeye eli varmayacaktır. Ama diğer taraftan da yapılacak ilk başkanlık seçimlerinde yüzde 50 artı 1 oyu alma garantisinin olmaması –ki ihtimal her geçen gün azalıyor–, olmaması gerçekten onu kara kara düşündürüyor olsa gerek. Burada şöyle formüller olabilir belki: İkinci tur uygulaması olmaz, en çok oyu alan aday birinci turda seçilir gibi bir düzenlemeye gitmek isteyebilir. Ama bu düzenlemeyi yapmak için de bir desteğe ihtiyacı var. O desteği bulmasının da garanti olduğunu sanmıyorum. Yani Erdoğan’ın şu andaki var olan sistemde kendi istediği gibi, sadece ve sadece kendisine yarayan birtakım düzenlemeleri yapabileceğini de açıkçası sanmıyorum. Bir şekilde CHP’yi, hatta İYİ Parti ve HDP’yi de ikna edecek birtakım düzenlemeler belki söz konusu olabilir. Bunlar da ancak tekrar parlamenter sisteme dönüşü hedefleyen birtakım düzenlemeler olabilir. Tabii ki parlamenter sisteme dönüş eskisinin birebir aynısı olmayacaktır. Artık bu çok beklenebilecek bir şey değil. Ama partili cumhurbaşkanlığının, her şeyi cumhurbaşkanının yaptığı bir sistemin, erkler ayrılığının ortadan kalktığı bir sistemin artık Türkiye’de daha fazla yürüme imkânı yok. Erdoğan bu gerçeği henüz kabullenmiş durumda değil. Ama bir şekilde bunu kabullenmek zorunda kalacak diye düşünüyorum. Aksi takdirde başkanlık sistemini ilk dayattığı zaman kendi yakın çevresinden de gelen bir uyarı gerçekleşeceğe benziyor. O da şuydu: “Bu bir kişinin her şeyi kazanması sistemi; bugün kazanan biz olabiliriz, ama yarın başkası kazanırsa biz ne kadar güçlü olursak olalım her şeyi kaybedebiliriz” şeklinde bir uyarı yapılmıştı. Şimdi bu sistemde yapılacak ilk seçimde yüzde 50 oyun diyelim ki 10 bin fazlasını ya da 100 fazlasını alan bir başka aday seçilmesi durumunda, Erdoğan’ın bütün aldığı oylar tamamen fonksiyonsuz kalacak — eğer tekrardan aday olursa, ki normal şartlarda olacaktır. Dolayısıyla böyle kendi kendini bir tuzağa hapsetmiş durumda. Ve ilginç olan, bunun hızlı bir şekilde, bir yıl içerisinde, yani başkan olarak seçildiği 24 Haziran 2018’den tam 1 yıl sonra, 23 Haziran 2019’da ortaya çıkması. Bu da bize aslında demokrasinin ne kadar –tabii Türkiye de ne kadar demokratiktir onu ayrı bir tartışma konusu olarak kenara koyalım ama– diyelim ki sandığın, demokrasinin ne kadar sihirli bir şey olduğunu gösteriyor. Erdoğan 7 Haziran’dan 1 Kasım’a kadar oylarını bilmem kaç puan artırabilen –bedeli ne olursa olsun– bir lider olarak, sonra dayattığı, hiç hesapta olmayan bir başkanlık sistemini dayatıp kıl payı da olsa geçiren, daha sonra girilen ilk seçimde açık ara ilk turda başkan seçilen bir lider olarak bir yıl içerisinde çok ciddi, derin bir krizin içerisine girdi. Ve herhalde çok pişmandır. Çünkü şöyle düşünelim: Şu anda Meclis çoğunluğu ellerinde MHP ile birlikte. Eski sistem olsa her istediklerini çok rahatlıkla yapabilecekler. Şu anda da yapıyor gözüküyorlar. Ama artık Erdoğan’ın yanlış bir şekilde kullandığı gibi bir nevi “topal ördek” oldu siyasî iktidar. 31 Mart ve ardından 23 Haziran seçimlerinin sonuçlarının etkisinden kurtulabilmesinin bence imkânı yok. Burada başkanlık sisteminden bir dönüşü bir şekilde gündeme getirmek zorunda.
Burada bir anekdot aktarmak istiyorum. Erdoğan’ın bu başkanlık sistemini hazırlayanlardan birisi eskiden tanıdığım birisiydi. Ve böyle bir sistemi, demokrasiyle, çoğulcu demokrasi ile bu kadar bağdaşmayan bir sistemi nasıl Türkiye’ye dayatabildiklerini kendisine sorduğumda bana, “Sen de kara propagandalara mı kandın? Bu aslında demokrasiyi güçlendirecek” dedi. İlginç bir şekilde demokrasiyi güçlendirme gibi bir hedefi olmadığı açık olan, Erdoğan’ın otoriterliğini güçlendirmeyi hedeflediği açık olan bu sistem bir yıl içerisinde gerçekten demokrasiyi güçlendirdi. Ve Türkiye tekrar, gördüğüm kadarıyla er ya da geç tekrar çoğulcu bir sisteme, Parlamento’nun tekrardan güçlü bir şekilde yer alacağı ve sivil toplumun da etkili bir şekilde yer alacağı bir sisteme doğru dönecek gibi gözüküyor. Bu hem bir temenni, hem de bir tespit diyelim. Yani böyle düşünüyorum, böyle istiyorum ayrı, ama aynı zamanda da böyle düşünüyorum.
Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.




Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
29.06.2025 Erdoğan ile Kılıçdaroğlu’nun birbirlerinden medet umması ne anlama geliyor?
28.06.2025 Kemal Kılıçdaroğlu mucizesi
27.06.2025 “Türkiye’de seçimle iktidar değişimi dönemi kapandı” mı gerçekten?
26.06.2025 Cübbeli olmak değil, Cübbeli kalmak zor
25.06.2025 Fatih Altaylı Ruşen Çakır’ın sorularını yanıtladı: “İspanya’dayken AKP’li bazı dostlar arayıp ‘gelme tutuklayacaklar’ dedi, sinirlendim ve geldim”
25.06.2025 Bir hayal kırıklığı olarak Kemal Kılıçdaroğlu
24.06.2025 CHP oyun bozmaya devam ediyor
23.06.2025 Yanıbaşımızda ülkeler birbirleriyle, biz ülke olarak birbirimizle savaşıyoruz
22.06.2025 “Öcalan Kürtleri satıyor” koalisyonu
22.06.2025 Fatih Altaylı’nın tutuklanması bize neler söylüyor?
29.06.2025 Erdoğan ile Kılıçdaroğlu’nun birbirlerinden medet umması ne anlama geliyor?
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı