Erdoğan’ın İsrail’e son meydan okumasının anlamı

29.07.2024 medyascope.tv

29 Temmuz 2024’te medyascope.tv'de yaptığım değerlendirmeyi yayına Gülden Özdemir hazırladı

Merhaba, iyi günler, iyi haftalar. Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, dün memleketi Rize’de partisinin ilk teşkîlât toplantısında yaptığı konuşmada, İsrail’e çok açık bir şekilde bir meydan okudu. Ne dedi? “Biz çok güçlü olmalıyız ki bu İsrail Filistin’e bunları yapamasın. Biz nasıl Karabağ’a girdiysek, nasıl Libya’ya girdiysek, bunun benzerini aynen onlara da yaparız. Yapmamak için hiçbir şey yok. Sâdece biz güçlü olmalıyız ki bu adımları atalım.” Şimdi, bu çıkış Rize’de yapıldı ve kısa bir süre içerisinde önce Türk medyasında, ardından Arap medyasında ve sonra uluslararası medyada bayağı bir dolaşıma girdi. İsrail Dışişleri Bakanı Katz, Erdoğan’ı Saddam Hüseyin’e benzetti biliyorsunuz ve sonunun Saddam Hüseyin gibi olacağını söyledi. Çünkü ona göre Saddam Hüseyin de İsrail’i hedef almış ve kaybetmişti. Böyle bir olay bu ve sürüyor, daha da süreceğe benziyor. Kimileri 2009 Ocak ayında Davos’taki “one minute”e benzetiyor, öyle bir olay olduğunu sanmıyorum. Tabiî ki benzer yönleri var; ama 15 yıl içerisinde çok şey değişti. Bu daha farklı bir şey. “One minute” olayında, bir kere her şeyden önce şunu kabul edelim ki Erdoğan orada Batı dünyası tarafından kabul edilen, önem verilen bir liderdi ve İsrail Cumhurbaşkanı’nın yanına çıkartıldı Davos’ta. Davos dünya sisteminin en önemli yerlerinden birisi; Davos toplantıları, zirveleri böyle bir yer. Orada Şimon Peres’in yanına Erdoğan’ın çıkartılmış olması –ki sunucu da Washington Post’un bir gazetecisiydi, çok ünlü bir gazeteci– uluslararası Batı sisteminin Erdoğan’ı bir şekilde kayırmasıydı ve Erdoğan, ona rağmen orada yaptığı bu çıkışla birçok şeyi kopardı, attı. Aradan geçen 15 yıl içerisinde bambaşka bir Erdoğan var. Batı bambaşka bir şekilde bakıyor Erdoğan’a. Erdoğan’dan genel olarak çok hoşlanmıyorlar. Mecbur oldukları için ilişki kuruyorlar, öyle diyelim. Hele İsrail-Filistin meselesinde, o konuda Erdoğan’a herhangi bir anlam yüklemiyorlar. 15 yıl önce Şimon Peres ile aynı toplantıya çıkarılması, Erdoğan’a Filistin meselesinde bir anlam yüklemenin sonucuydu. Ama Erdoğan artık onun çok uzağında kaldı. Nitekim son dönemde, Hamas’ın 7 Ekim saldırılarıyla başlayan süreçte Türkiye’nin uluslararası alanda hiçbir etkisi olmadığını görüyoruz. Varsa, bana îtiraz eden insanlar bunların kanıtlarını göstersinler bana, rica ediyorum. Ama herhangi bir şekilde Türkiye’nin aldığı pozisyonlardan sonra Filistinlilerin lehine herhangi bir şey değişmedi. En son NATO Zirvesi’ne gitti Erdoğan. Orada da Filistinliler lehine herhangi bir açıklama çıkartamadı. Herhalde denemiştir, ama böyle bir şeyi yapamadı. Ne oldu? Geçen sene 28 Ekim’de Atatürk Havalimanı’nda büyük bir miting düzenledi Erdoğan. Orada bir anlamda kendi tabanının “havasını aldı” diyelim. Ama ondan sonra, belli bir yerde İsrail’in Gazze işgali sona erer, çok uzamaz diye bekleniyordu. Ama o zamandan bu zamâna sürdü ve şimdi savaşın Lübnan’a bile sıçrama ihtimâlinden bahsediliyor; hattâ “3. Dünya Savaşı” lâfı –ki iktidar yanlıları, meselâ Dışişleri Bakanı Hakan Fidan bunu açıkça telaffuz etti– bayağı söyleniyor. Böyle bir bağlamda Erdoğan’ın çıkışı…
Ben bunu önemli bir çıkış olarak paylaştım dün ve birçok kişi neden önem verdiğimi anlamadığını söyledi. Klasik, “iç politikaya yönelik klasik bir hamle” falan dendi. Tamam, bunların hepsi var. Birazdan bunların hepsini konuşacağız. Ama özellikle böyle bir dönemde, işlerin bu kadar kritik bir noktaya geldiği bir dönemde, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin en tepesindeki ismin, aynı zamanda Başkomutan’ın, Libya ve Karabağ örneklerini vererek İsrail’de de aynısını yapabileceklerini söylemesinin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Buna isterseniz “blöf” deyin, isterseniz “iç politikaya yatırım” deyin, ne derseniz deyin; sonuçta bu lâflar ağızdan çıktı. Çok ciddî bir şekilde Türkiye, ilk defa bildiğim kadarıyla bir devlet, burada İsrail’e karşı böyle bir çıkış yaptı. İran’ın da yaptığını sanmıyorum. Yani İran kalkıp kendisine yakın birtakım çevreleri silâhlandırıyor vs.; ama kalkıp İsrail’le savaşma ihtimâlini gündeme getirdiğini görmedim. Türkiye’nin böyle bir çıkış yapan ilk ülke olmasının bir önemi var. Peki, bu gerçekleşir mi? Bu ayrı bir tartışma konusu. Öncelikle şuna bakalım: Bu hazırlanılmış bir şey mi? Yani Erdoğan bunu hazırlayarak mı yaptı, konuştu? Açıkçası böyle düşünmüyorum; biraz irticâlen konuşulmuşa benziyor. Bir kere her şeyden önce, prompter’dan okumadı, onu gördük. Orada vatandaşlarla, partililerle, kendi hemşerileriyle konuşurken söyledi bunu… Öfkeli Erdoğan. Kime öfkeli? Yeniden Refah Partisi’ne öfkeli. Yeniden Refah Partisi Milletvekili Doğan Bekin –ki o hareketin önde gelen isimlerindendir–, Erdoğan’ı ya da iktidârı eleştiriyor: “Niye Mahmud Abbas’ı Meclis’te konuşturmadınız?” diye. Çünkü biliyoruz ki Netanyahu’nun Amerikan Kongresi’nde konuşmasına bir misilleme olarak bunu söylüyor. Orada Erdoğan, çok sert lâflar etti Doğan Bekin’e, kişiliğini hedef alan sözler etti ve Yeniden Refah Partisi’ne kızdı. “Onlar bizim sâyemizde birkaç milletvekili soktular” dedi. Biliyorsunuz ki son genel seçimde, Cumhur İttifâkı içerisinden kendi adaylarıyla girdiler ve yanılmıyorsam 5 milletvekili çıkardılar. Bunlardan bir tânesi olan İstanbul milletvekili de yakın bir dönemde AK Parti’ye geçti. Ama Yeniden Refah Partisi Erdoğan’ı çok korkutuyor. Bu konuyu bu akşam Edgar Şar’la konuşacağız. Artık ona Dr. Edgar Şar diyelim, siyâset bilimi doktorasını nihâyet yaptı, eski Medyascope çalışanı. Edgar ile Yeniden Refah Partisi-AK Parti meselesini akşam 20.00’de konuşacağız. Onu not olarak düşeyim. Burada belli ki tabandan gelen öfkeye ve îtirazlara, “Neden bir şey yapmıyoruz?” sorusuna bir cevap var. Erdoğan burada, önceden hazırlanmamış bir şeyi söyledi diye düşünüyorum. Çünkü böyle bir şey önceden hazırlanabilecek bir şey değil. Sonuç olarak baktığımız zamân çok riskli şeyler söylüyor. Bunu söyledikten sonra tabiî, bütün AK Partililer buna sâhip çıktılar ve özellikle de sosyal medyada “AK troller” hemen devreye girdi. Erdoğan başkomutan olarak orduları götürüyor, Mescid-i Aksâ’nın önünde Türk bayrağı açılmış, vs. falan… böyle şeyler oldu. Bunun önceden hazırlanmış bir şey olduğunu düşünmüyorum, ama sonradan sâhiplenildi. Özellikle de İsrail Dışişleri Bakanı’nın verdiği tepkiden sonra buna sâhip çıktı AK Parti tabanı. Öyle ki buradan hareketle, bir tür tüm Türkiye’yi bu duruşa dâvet ediyorlar, CHP’yi de. Öyle örnekler var. Yani bunu bir millî duruş olarak tanımlıyorlar. Açıkçası Filistin dâvâsına destek verme konusunda Türkiye’de çok az istisnâ dışında kimsenin bir îtirâzı olduğunu düşünmüyorum. Şu âna kadar da bunu gördük. Burada özellikle İsrail’in Hamas’a cevap olarak yaptıkları, Gazze’nin işgali ve orada binlerce, on binlerce insanı göz göre göre katletmesi, sivilleri katletmesi, bir tür soykırım hayâta geçirmesi ve savaş suçları işlemesi karşısında Türkiye’de kamuoyunda bir birlik ve berâberlik var. Ama buna nasıl cevap verileceği konusunda o birlik ve berâberliğin sağlanması mümkün değil. Hele Erdoğan’ın, “Libya’da, Karabağ’da yaptığımızı yaparız” sözlerine tüm Türkiye’nin katılması beklenemez. Şahsen ben de bunu biliyorum; çok kızacaklar, ama kızsınlar, bunun hiçbir mantığı olduğunu düşünmüyorum.
Bir kere Libya ve Karabağ örnekleri çok farklı örnekler. Libya’da savaşan bir grup vardı, ülke bölünmüştü, en azından ikiye bölünmüştü ve gruplardan birisine Türkiye destek verdi. Karabağ’da ise doğrudan Azerbaycan’a destek verildi; onlarla berâber, Azerbaycan ordusuyla hareket edildi. Burada kiminle hareket edecek Türkiye? Hamas’la mı hareket edecek? Hamas zâten, biliyorsunuz, büyük ölçüde tünellerde yaşıyorlar, ortada değiller. Belki şöyle bir şey olabilir: Savaşın Lübnan'a sirâyet etmesi durumunda, Lübnan devletinden bir çağrı gelmesi durumunda filan… gibi uzatılabilecek bir şey olabilir. Ama orada da Türkiye’nin doğrudan bir mâlik güç olarak böyle bir savaşa dâhil olmasının gerçekçi olmadığını; hadi diyelim ki yaşandı, sonuçlarının ne Türkiye’ye ne de bölgeye kısa ve orta vâdede ve uzun vâdede hayrının olmayacağını düşünüyorum. Yalnız olmadığımı da biliyorum. Her hâlükârda, tartışmaya açık bir şey bu. Bunun hamâset bakımından bir karşılığı olabilir, iç kamuoyuna yönelik bir mesaj olabilir. Tamam, bunların hepsi doğru; ama lâf bir kere ağızdan çıkınca, bir yerde insanlar soracaklardır. Şimdi bir ara, biliyorsunuz Erdoğan Gazze’ye gidecekti. Sürekli tekrarladı ve gitmedi, gidemedi, unutuldu. Şimdi bu sözü hatırlayacağız. Şimdi burada bir reel politiğe ne derece uygun hareket edip etmediği tartışması var. Erdoğan’ın bir dönem biliyorsunuz, yine Gazze konusu dünyanın gündemindeyken ve uluslararası çapta bir faaliyetle gönüllüler Gazze’ye yardım götürmeye gittiler ve Mavi Marmara’ya İsrail operasyon düzenledi, çok kişiyi katletti, tutukladı vs.. Ve sonra ne oldu? Erdoğan dedi ki: “Bana mı sordular gitmek için?” dedi ve Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkiler belli bir süre sonra tekrar normalleşmeye başladı. İsrail tazmînat ödedi ve olay bir şekilde kapatıldı. Daha sonra baktık, 7 Ekim saldırısından sonraki süreçte de önce biraz tereddüt etti Erdoğan, daha sonra açık bir şekilde Hamas’tan yana destek verdi. Eyvallah, bunu gördük. Ama ne çıktı ortaya? Türkiye ile İsrail arasında ticâret tam gaz devam ediyor. Bunu bir gazeteci –uzaktan bir yurttaş gazeteci diyelim–, birtakım belgeler üzerinden Metin Cihan çıkarttı. Tebrikler, yani hakîkaten helâl olsun. Uzun bir süre bu yok sayıldı ve sonra kabullenilmek zorunda kalındı ve sonra bu iptal edildi. Şimdi Erdoğan Rize’de diyor ki: “Biz ticâretimizi kestik”. Ama ticâreti ne zaman kesti? Çok çok geç bir şekilde ve kamuoyu baskısıyla kesmek zorunda kaldı. Yani bir taraftan ticâreti sürüyordu… şu anda da meselâ meşhur İsrail’e Türkiye üzerinden akaryakıt gitmesi meselesi var. Bu konu da hâlâ çok tartışmalı bir şekilde ortada. Sonuçta Erdoğan bu çıkışı, bütün bunlardan sonra ve Filistin konusunda yaptıkları ve yapamadıklarının bir faturası önüne çıktığı için yaptı. Bu fatura özellikle yerel seçimlerde önüne çıktı ve daha çok da Yeniden Refah Partisi bundan istifâde etti. Bâzı belediyeleri kazandı; Yozgat’ta, Şanlıurfa’da AKP’nin elinden belediyeleri aldı ve burada Filistin propagandası da etkili oldu. Bir önceki genel seçimlerde de, her ne kadar Cumhur İttifâkı’yla girmiş olsalar da, bunu kullanmışlardı. Filistin meselesi Erdoğan’ı bayağı bir zorladı. Şu hâliyle bakıldığı zaman, Filistin meselesini Erdoğan iç politikada, oylarını artırmaktan ziyâde, oylarının azalmasını engellemek için kullanıyor. Çünkü Filistin meselesi çok kolay bir şekilde Erdoğan aleyhine döndü ve bunu döndürmeye çalışıyor.
Peki, Erdoğan bunu söyledi. Ne yapabilir, yapar mı? Şimdi, askerî uzman değilim, uluslararası ilişkiler konusundaki bilgim bir gazeteci bilgisinin ötesinde çok fazla değil. Ama bakıldığı zaman, böyle bir ortamda, bu karışık ortamda, siz nereye nasıl giriyorsunuz? Ve Erdoğan söyledi: “Mahmud Abbas’ı çağırdık, gelmedi” dedi. Yani Filistin’in her ne kadar gücü çok fazla olmasa da, başındaki isim sizin çağrınıza şu ya da bu nedenle icâbet etmiyor. Muhtemelen Erdoğan’ın Hamas’a angaje olması nedeniyledir. Ve siz böyle bir durumda, Filistin adına, Filistinliler adına bir askerî operasyona tâlip olduğunuzu söylüyorsunuz ve buradan bir güç devşirmeye çalışıyorsunuz. Bunu yapacağını düşünmüyorum, ama açıkçası şunu özellikle söylememe izin verin; ben dün bu paylaşımı yaptığımda birçok kişi bana dedi ki: “Suriye’de de Şam’da Emevî Câmii’nde namaz kılacaklardı. Ne oldu?” dediler. Tamam, Erdoğan namazı kılmadı; ama ne oldu? Suriye’nin bu hâle düşmesinde Türkiye’nin birinci derecede rolü oldu ve Suriye’nin bu hâle düşmesinden Suriye’den sonra olumsuz anlamda en çok etkilenen ülke Türkiye oldu. Ve nitekim, Emevî Câmii’nde namaz kılınmadı belki, yani Türk ordusu Şam’a kadar gitmedi; ama Türk ordusu uzun bir süredir özellikle Suriye’nin kuzeyinde. Birçok bölgede var ve bu çok ciddî bir tartışma konusu. Özellikle Esad’la yapılacak müzâkerelerde, görüşmelerin en temel konularından birisi bu. Yani sizin söylediğiniz gibi, ilk söylediği gibi o câmide namaz kılmayabilir, böyle bir şey yaşanmayabilir; ama eğer siz böyle bir çıkış yapıyorsanız, bu sizin bu konuda çok aktif bir şekilde olaya dâhil olduğunuz anlamına geliyor. Dolayısıyla Türk Silâhlı Kuvvetleri’nin bir şekilde İsrail-Filistin çatışmasına doğrudan müdâhil olması söz konusu olmasa bile –“söz konusu olmasa bile” diyorum ama yine de ne olur ne olmaz diye bir ihtiyat payını bırakıyorum– ama Türkiye bu çatışmaya, bu savaşa bir şekilde dâhil olmaya hazır olduğunu en baştaki isim tarafından bir şekilde deklare etmiş oldu. Neye yol açar bilmiyorum. Ama burada iç kamuoyuna yönelik ne murat ediliyorsa, bunun şu hâliyle çok fazla işe yarayacağını sanmıyorum. Şimdi tamam, İsrail Dışişleri Bakanı’nın sözlerine cevap olarak peş peşe açıklamalar yapılıyor, tamam. Devlet Bahçeli de dâhil oldu, eyvallah. Ama bunun ötesinde buradan çok büyük bir seferberlik, çok büyük bir hareketlilik, Erdoğan etrâfında toparlanma vs. gibi bir olayın olmasını beklemek çok akıl kârı değil.
Sonuç olarak Erdoğan bir hamle yaptı, önceden düşünmediğini düşündüğüm… yani belki hep aklımdaydı da, hani irâdî olarak yapılmış bir şey değil gibi geliyor bana. Ama sonra sâhiplenilmiş bir duruş bu. Fakat şunu düşünüyorum: Şu anda dünyanın dört bir tarafındaki diplomatlar herhalde bunu açıklamakta bayağı zorlanıyorlardır. Tabiî “diplomatlar zorlanıyordur” dedim; ama birçokları Erdoğan tarafından atanan, kariyer diplomatı olmayan kişiler, meselâ en son Lefkoşa’dan sonra Prag’ı fethedecek olan Feyzioğlu gibi isimler herhalde bunda çok zorlanmayacaklardır. Ama kariyer diplomatları çok ciddî bir şekilde zorlanacaktır bunları îzah etmekte, Erdoğan’ın bu sözlerini te’vil etmekte zorlanacaktır. Ama Erdoğan bunu yapıyor. Türk dış politikasını da tek başına eline aldı. Ve şimdi Türkiye’yi doğrudan, kimsenin doğrudan dâhil olmak istemediği… askerî anlamda tabiî ki: Sivil anlamda dâhil olan çok insan var, dünyanın dört bir tarafında çok insan var; öğrenciler var, her türlü aktivist var. Özellikle Batı’daki sol hareketler bu konuda çok aktifler. Gerçekten İslâm dünyasının ölgünlüğü göz önüne alınırsa Batı’daki hareketlilik çok olağanüstü bir hareketlilik; Filistin dâvâsına sâhip çıkma ve İsrail’e karşı durma anlamında. Ama bu duruşların hiçbiri askerî değil. Dikkat edin; IŞİD, El-Kaide gibi yapılar bile herhangi bir şey yapmadılar şu âna kadar yansıyan. Meselâ İsrail hedeflerine yönelik dünyanın dört bir tarafında pekâlâ yapabilecek durumdalar, onlar bile kaçınıyorlar. Ama Türkiye’nin birden bir şekilde askerî olarak pozisyon almaya hazır olduğunu söylüyor Erdoğan, “Yeter ki biz birlik olalım” diyor. Bizim birlik olmamız tek başına yetecek mi? Açıkçası böyle düşünmüyorum. Erdoğan şimdi bir şişenin kapağını açtı, uzun bir süre bu gündemde olacak ve Erdoğan’ın bu sözlerini sürekli tâkip edecek. Tabiî biliyoruz ki Erdoğan daha sonra hiçbir şey olmamış gibi pekâlâ başka şeyler yapabiliyor — şu anda Esad’la olduğu gibi. Yarın öbür gün İsrail’le de belki, çok yakın zamanda olması mümkün değil ama tekrar İsrail’le normal ilişkiler kurmaya girişebilir. Burada da herhalde kilit nokta Netanyahu’nun iktidardan gitmesi olur. O zaman bunu şekilde anlatabilir. Ama şu hâliyle ortaya atılmış bir söz var. O söz de çok açık. “Nasıl Karabağ’a girdiysek, nasıl Libya’ya girdiysek, bunun benzerini aynen onlara da yaparız” sözünü Erdoğan söyledi ve bu söz artık masada. Evet, saat 20.00’de Edgar’la, dediğim gibi, Edgar Şar’la AK Parti ve Yeniden Refah Partisi rekabetini, kavgasını konuşacağız. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
15.09.2024 Erdoğan’ın “din düşmanları”na ihtiyacı var
08.09.2024 Erdoğan genç teğmenlerden rahatsız
06.09.2024 Ruşen Çakır, Kemal Can ve Kadri Gürsel ile Haftaya Bakış (230): CHP iktidara yürüyor mu? Sisi-Erdoğan kavuşması - Teğmenlerin kılıçlı yemini
05.09.2024 Bir mozaik olarak Türkiye (4): Pakrat Estukyan Türkiye’de Ermeni olmayı anlatıyor: “Yegâne talebimiz eşit yurttaşlık”
04.09.2024 31 Mart’ta AKP ile seçmeni arasında ne oldu? Feyza Akınerdem ile söyleşi
04.09.2024 Transatlantik: Sisi-Erdoğan kardeşliği, BRICS Türkiye’ye ne katar? Netanyahu neden ateşkes istemiyor?
03.09.2024 “Erdoğan iyi, çevresi kötü” önermesinde son durum
02.09.2024 Kara Harp Okulu’ndaki “Subaylık Yemini” olayı: Hakan Şahin ile söyleşi
01.09.2024 Ayrılar aynı yerde: Kuvvet komutanları, HÜDA PAR, MHP…
31.08.2024 Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın Atatürk’le alıp veremediği ne olabilir?
15.09.2024 Erdoğan’ın “din düşmanları”na ihtiyacı var
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
11.02.2016 Hesabên herdu aliyan ên xelet şerê heyî kûrtir dike
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı