Doğan Gürpınar ile söyleşi: Türkiye'de liberalizm: Dün, bugün, yarın

06.06.2025 medyascope.tv

6 Haziran 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler, iyi bayramlar. Bu bayram Türkiye'deki düşünce tarihi üzerine küçük bir tur yapıyoruz. Bir önceki yayınımızda https://medyascope.tv/2025/06/06/kemalizm-dun-bugun-ve-yarin-video/ Türkiye'de Kemalizm’in dünü, bugünü ve yarınını konuştuk. Şimdi Türkiye'de liberalizm, liberalliği konuşacağız. Prof. Doğan Gürpınar, son kitabı Zincirli Hürriyet Diyarında: Türkiye'de Liberalizmin Mazisi ve İmkânları” ile konuğumuz. Hoş geldiniz.
Doğan Gürpınar: Hoş bulduk.

Ruşen Çakır: Liberalizmin mazisi var mı bilmiyorum ama imkânları pek yok galiba.
Gürpınar: Şu anda tüm ideolojilerin krizi bu; şu anki tartışmalar biraz lüks gözüküyor.  Doksanlı yılların tartışması gibi, bir demokratik zemini oturtma önceliği yüzünden, bu kültürel ve entelektüel tartışmalar da bazıları için çok lüks görülüyor. Aslında Türkiye'de çok ciddi bir tartışma kültürü vardı ve bugün de boğulmak istenen buysa, bu entelektüel tartışmanın, Türkiye'de tüm mazisiyle beraber iyisiyle kötüsüyle, farklı taraflarıyla konuşmak her zaman çok sağlıklı ve gerekli.

Ruşen Çakır: Benim gazetecilik hayatımda takip ettiğim kadarıyla liberalizm tartışması hep var, ama liberal bir harekete pek tanık olduğumuzu hatırlamıyorum. Mesela ANAP’ın içerisinde bir kanat olarak liberaller söylendi. Yeni Demokrasi Hareketi liberalmiş gibi düşünüldü, ki ömrü de uzun olmadı. Birtakım vakıflar, dernekler, yayınlar çıktı. Hâlâ bir partisi var; hemen ilk akla Besim Tibuk geliyor. Ama bunlar sanki tartışmanın aktörü olmadılar, liberalizmi hep başkaları tartıştı gibi yanılıyor muyum?
Gürpınar: Liberalizm, Türkiye'de hep bir şey eklemlenerek bir etki etme olarak var oldu. Aslında liberalizm geniş bir siyasal hareketten çok, bir entelektüel temerküz, hatta biraz tekil, adacık entelektüelliğin söz ve itibar gücünden kaynaklı etki etme kapasiteleri üzerinden söz konusu oldu. ANAP’ta da liberal denen kanat, evvel liberal değildi. Aslında ANAP'ta muhafazakâr ve milliyetçi olmayanlara liberal deniyordu. Tam bugünkü klişeyle viski içenlere liberal deniyordu. Ama bir yandan da Özal döneminde, genelde soldan gelen, soldan mesafelenmiş birtakım entelektüellerle Turgut Özal'ın şahsi diyalogu vardı ve buna düşünülenden büyük bir güç ve önem atfedildi belki. Biraz da şeytanlaştırıldığı için, ANAP'ın liberalliği, aslında liberal entelektüellerle Özal arasındaki bir sinerjiden ibaretti. Yoksa ANAP içindeki liberal kanat bugünkü anlamda ya da evrensel anlamda liberal değildi.

Ruşen Çakır: Kitaba baktığımda çok eski zamanlardan başlayarak günümüze kadar gelerek çok zengin bir arşiv taraması var. Gerçekten takdire şayan. Mesela şu anda açtım, Ali Bayramoğlu, Etyen Mahçupyan, Kürşat Bumin, Samanyolu TV’nin alternatif, entelektüelde iddialı prestijli programı “Düşünce Ekseni”nde her hafta program yapıyor’’ diye yazıyor. Kürşat Bumin, Allah rahmet eylesin, hayatını kaybetti, Etyen Mahçupyan ve Ali Bayramoğlu ayrı ayrı bir şeyler yapmaya çalışıyorlar, ama Samanyolu TV ortada yok; FETÖ operasyonları kapsamında gitti. Bir anlamda birçok şey tarih oldu. İstesek de bu arşivlere ulaşamıyoruz.
Gürpınar: Evet. Ben aslında bu kitabın öncesini 2010'lar başında kullanmıştım, bir kısmına şu anda ulaşılamaz. 2013'te daha erken bir çalışması vardı, onda kullandığım bazı datalar var. Şu anda mesela bunların bir kısmı şu an online olarak da mevcut değil. Hatta bunların bir kısmı kütüphanede de mevcut değil. Mesela Zaman gazetesi kütüphanede yok, çok ilginç bir şey. Zaman gazetesini ve tüm Fethullah Gülen hareketini olumsuzlamak ve gerçek yüzünü çıkarmak için de şu anda bir ifşaat yapılamıyor aslında, çünkü kimse onlara ulaşamıyor.

Ruşen Çakır: Evet, bazen çok ihtiyacımız da oluyor.
Gürpınar: Evet. ‘’Bir zamanlar bunu demişti’’ diyemiyorsun, çünkü ortada bunun belgesi yok. Kütüphanede de yok.

Ruşen Çakır: Peki şimdi tekrar liberalizme dönecek olursak, Türkiye'de siyasi hareket olarak etkili olamadı ama dünyada olabiliyor mu?
Gürpınar: Dünyada da şu an pek etkili olamıyor. Şu anda zaten genel olarak Türkiye'de olanla dünyada olanı beraber okumak çoğunlukla kaçırdığımız bir şey. Mesela Türkiye'de 1930'larda, Avrupa'da tek parti otoriter rejimleri yükselirken, 20'lere göre 30'larda Kemalizm ismi altında bunu bir parti devlet bütünleşmesine götürüyorlar. 1945 yılında dünyada tek parti rejimi çökünce, Türkiye de demokrasiye geçiyor. Bunların ikisi de doğal gelişen süreçler. Yerel dinamikleri belki merkeze almak eksik olabilir. Mesela Türkiye, 2000'lerde dünyada genel bir demokrasi dalgasının üzerine yükseliyordu. Bugün ise tüm dünyada zaten aynı kriz yaşanıyor. Demokrasi ve liberalizm hem savunmada hem de kötü bir sınav veriyor. Liberal demek belki eksik oluyor, ama establishment/ müesses nizam diyelim, içinde sosyal demokratları, oradaki iş dünyasını barındıran sistem, gelir dağılımın uçurumlaşmasından, İsrail meselesinde alınan tavırlara kadar, 90'ların, 2000'lerin özgürlükçü söylemleri, popülistlere karşı çok da ayakta kalamıyor. Hem itibar kaybı var hem de şu anda popülist ve aşırı sağ dalga, tüm dünyada yükselen bir dalga. Buna da tam bir çözümü ne sol üretebiliyor ne daha merkezciler üretebiliyor.

Ruşen Çakır: Peki şimdi Türkiye'de liberalizmin tarihini yazma iddiası, bir şekilde mütevazı da olsa bu kitapta var. Türkiye Cumhuriyet tarihine baktığımızda liberalizm sıfatını hak eden şahsiyetler, öne çıkan isimler var mı? Kimler var?
Gürpınar: “Liberal” kelimesi Batı’dan gelen bir kelime. O yüzden çok ithal, yabancı ve dışarlıklı gözüküyor. Fakat Osmanlı'nın son döneminde liberal, sosyalizm gibi sözcükler çeşitli şekillerde Türkçeye tercüme edilmiş. Mesela ilk basın şehidi olarak anılan, Galata Köprüsü'nde İttihatçılar tarafından vurulan, bugün de Basın Günü’nün vesilesi olan meşum olayda Hasan Fehmi'nin çıkardığı Serbesti gazetesi, aslında liberal kelimesinin tercümesi. Çünkü o zaman İngiltere'ye baktıklarında iki tane parti ve siyasi tavır var: Bir tanesi muhafazakârlar, diğeri de liberaller. Konservatif Parti ve Liberal Parti. Bu ikilik, Osmanlı'da da insanların gözünde bir tanım ve bu tanıma çeşitli şekillerde karşılaşıyoruz. Serbesti diyorlar, Ahrar diyorlar, Hürriyetperver diyorlar. Sonra zaten 1930’da Serbest Fırka geliyor, o da aslında Liberal Parti’nin Türkçe tercümesi. Bunlar bugünkü anlamda liberal deyince, kesin böyle çok ideolojik bir şey olarak düşünülüyorsa, bunların hiçbiri o anlamda bu sıfata tam olarak girmez. Fakat o zaman liberal, daha ana akım, daha geniş bir fikriyat olarak mevcut. Ama Serbesti ve Hürriyetperver gibi kelimeler… Mesela Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’ndaki terakkiperver, progresif demek. Aslında o da Fransa'daki kavramlardan ithal. Fakat liberal kelimesinin eşleşmesiyle beraber, çok daha marjinalize edilen bir hâle geliyor. Çünkü Türkiye'de siyasi eksen, 1950'lerden itibaren Kemalizm’le giderek sosyal demokratlaşmaya çalışan, bunu bir türlü tamamlayamayan bir taraf ve bir de sağ, milletçi muhafazakâr eksene kayıyor. Bundan sonra liberalizm kendi başına bir meşru alan bulamıyor. Ancak ve ancak, dediğim gibi belki Özal'la başlayan, söz gücünü kullanarak, birtakım entelektüel etki alanından ibaret oluyor. Bu da tabii liberalizmin daha da dışarlıklı gözükmesine daha vesile oluyor ve Batıcılıkla da özdeş hale geliyor.

Ruşen Çakır: Tekrar şahsiyetlere gelecek olursak, Besim Tibuk liberal değil mi?
Gürpınar: Besim Tibuk, 28 Şubat döneminde sağ kesimle de temas kurmuş, onların dilini de kavramıştı. Aslında bir tam olarak bir sağ liberal diyebiliriz. Sağcılığı rahatsız etmeyen bir liberalizmi vardı. Çünkü liberalizm denildiğinde, sağcılığın gözünde liberalizm aslında çok sol bir kavramdı. Yani kültürel anlamda sol, Batılı olması anlamında sol. Solcuların gözünde de sağ bir şeydi. Mesela Besim Tibuk’a baktığımızda, onu daha sağ anlamda bir liberal olarak konumlayabiliyorsun.

Ruşen Çakır: Peki hiç mi kimse yok?
Gürpınar: Dört başı mamur olmasa da yani çoğu kişi… Doğru liberal pozisyon yok zaten. O liberal çember içinde çok kişi var, ama Türkiye’de insanların liberal denilen çoğu insan, kendisini liberal olarak tanımlamıyor.  Öyle garip bir şey var. Aslında bu ‘’yetmez ama evetçi’’ denen grubun çoğu sol kökenliydi ve kendini hâlâ sol olarak tanımlıyordu. Ama bu evrensel, alışıldık anlamında sol değildi. Türkiye'de çok kullanılan bir ‘’demokrat’’ kavramı var. Zaten Ali Bayramoğlu ve Etyen Mahçupyan bunu teorize ediyorlardı. Bunu aslında sol ve sağın dışında, 90'ların yeni dünyasını anlayabilenler ve anlayamayanlar, geçmişte kalmış zihinler ve bu dönemin dönüşen koşullarını anlayanlar olarak tanımlıyorlardı. Aslında demokrat demek de ‘’o eski soldan koptuk ama liberal değiliz’’ deme çabasıydı. Aslında demokratlık neydi? Türkiye'de öncelikli olarak demokratik alanın önünü açmak. Çünkü bu, eğer AK Parti'ye olan destekse, demokratik alanla AKP arasında bir ilinti vardı, onun meşruiyetini savunmaktı. Bu da aslında ‘’biz bir ideolojik pozisyon almıyoruz’’ demekti. Çünkü ideolojik pozisyon almak da lüks görülüyordu. Bugün de aslında aynı durum geçerli, biraz lüks görülüyor. Şu anda da demokratik alanı korumak ve açmak öncelik olunca, bu tür liberal, sosyal demokrat, sosyalist tartışmaları da tam zemin bulamıyor.

Ruşen Çakır: O bahsettiğiniz ‘’yetmez ama evet’’ hikâyesi travmatik bir olaya dönüştü. Mesela ben ‘’yetmez ama evetçi’’ değilim ama insanlar öyle belliyor. Özgürlükçü bir solu savunduğum için öyle olduğumu düşünüyorlar.
Gürpınar: Aslında ‘’Yetmez ama evet’’ herkesi kapsayan bir şey hale geldi. ‘’Özgürlükçü, daha demokratik bir zemin’’ diyen herkes, o Referandum özelinde pozisyon alsın ya da almasın ya da FETÖ’cülerle olan pozisyondan bağımsız olarak şey oluyor. Mesela tam tersiyken, her zaman barış sürecini Fethullahçılar destekledi diye algılanıyor. Neden? Bir tane paket var, insanlar her şeyi o pakete sokuşturmak istiyor. Kürt meselesinden demokratik alana, kötü olan her şey bir paket ve onları öcüleştiren geniş tabir de liberal.

Ruşen Çakır: Yakın tarihe baktığımız zaman iki ayrı olay var. Biri, Fethullahçılığın güçlenmesi, Ergenekon Balyoz dönemleri. Bir de AK Parti iktidarının zamanla otoriter bir hâle bürünmesi. Dolayısıyla, ‘’liberal’’ diye bilinen, sağdan veya soldan insanların yakın geçmişteki pozisyonlarına baktığımız zaman, Fethullahçılarla birlikte hareket ettiklerini ve AK Parti iktidarını desteklediğini görüyoruz. O günün koşullarını da yaşayan birisi olarak ben, öyle bir tercih yapmalarının zorunlu olduğunu düşünmedim hiçbir zaman. O yüzden de hep hedef alındık. Mesela Fethullahçılarla iş birliği ne gerekçeyle olursa olsun yanlıştı. Ama o dönemde bunu yapanlar, liberal bilinen ya da öyle tanımlanan insanlar buna angaje oldular. Aynı şekilde AK Parti iktidarına da neredeyse kayıtsız şartsız destek verdiler. Ortada bu miras varken, bu yüzleşme yapılabiliyor mu?
Gürpınar: Hayır yapılamıyor. Çünkü buna bazen ‘’tesadüfi faktörler,’’ ‘’denk gelmeler’’ gibi çeşitli mazeretler bulunabiliyor. ‘’O dönemin koşulları’’ argümanı, her zaman herkes için geçerli bir durum. En çok Kemalistler için geçerli ama o argüman liberaller için de geçerli. Pozisyon almak aslında bir siyasi tavırdır. Tarafsız kalmak da biraz kaypakça, korkakça bulunduğundan dolayı düşünülebilir ve mantıklı bir sebep olabilir. Aslında bu, Türkiye'de sol için geçmişin muhasebesinin yüküydü ve solu dönüştüren de temel olarak kendi muhasebesini yapması ya da yapamamasıydı. Aynı durum belki 90'lar ve 2000'lerde o liberal iyimserliğin bugün dağılmasından sonra… Çünkü aslında sol için de aynı yıkım, 12 Eylül'den sonra tüm o iyimserlik, ‘’gelecek bizimdir’’ hissiyatının çökmesi, büyük bir kasvet yarattı ve bu, sonrasında başka şeyler, yeşertecek büyük tartışmaları da tetikledi. Aslında şu anda geniş anlamıyla liberaller de bunu yapmıyor. Çünkü 90'lar çok iyimser bir dönemdi. Tüm dünyada o ‘’tarihin sonu’’ hissiyatı, ‘’gelecek bugünden daha iyi olacak’’ demek aslında. Bu çok da Marksist bir şey. Gelecek, her zaman ilerlemeci bir tarih bakışı. Son 10 yılla karşılaştırdığımızda bunun çöküşü, dünya ve Türkiye için… Ve evet, bunda da o iyimserlikten sonra gelen kasvette, belki iç tartışma, kamuya açık tartışma, her zaman birilerini şahsileştirmeden, daha doğruyu bulmak için kesinlikle gerekli. Türkiye’de genel olarak bu entelektüel tartışmalar belden aşağıya vurmadan duramadığı için, belden aşağının ötesinde anlamlı bir tartışma da yürütüldüğünü görmüyorsun.

Ruşen Çakır: Kitapta ele aldığınız o meşhur ‘’Liboş’’ kavramı var.
Gürpınar: Evet. 

Ruşen Çakır: Bunun sahibini Uğur Mumcu diye biliyoruz, ama değil galiba.
Gürpınar: Benim bildiğim kadarıyla Emin Çölaşan. Mesela Hasan Celal Güzel de ANAP içindeki bir kanat için kullanırdı. ‘’Liboş’’ kavramı, aslında ‘’dönek’’ tabiriyle iç içe. Döneğin dönekliği. Tabii Liboş, çok alenen homofobik bir ifade. O zaman daha homofobik lafı yokken, liboş, bunun öncülüydü. Mesela erkeklikten çıkmaysa bu durum, bu tam soldan da çıkma değil. Çünkü mesela sosyalizmden ulusalcılığa geçenlere kimse dönek demiyor. Çünkü “yeni küresel düzene” adapte olmadıkları için, onlar hiç döndüklerini düşünmediler. Fakat ona döndüklerini düşündüklerine ‘’dönek’’ dediler ve bunun da giderek erkeklikten çıkma, o sol ulusalcı sertlikten çıkma anlamında, ona böyle bir ifadeyi uygun gördüler. Aslında niyeyse liboş tabirinin homofobik olduğu da çok düşünülmeden edilen bir laftı.

Ruşen Çakır: Halâ kullanılıyor değil mi bu kavram?
Gürpınar: Evet, azalmakla beraber kullanılıyor. Çünkü başka konularda çok hassasiyet gösterenler, homofobik ifadesinin anlamını ve yükünü keşfedenler, bu kavramda aynı hassasiyeti göstermiyorlar.

Ruşen Çakır: Peki Liberal Demokratik Parti epeydir var. Bu parti yapabildi mi bir şey?
Gürpınar: 2002 seçimlerinde büyük bir beklenti vardı. Bugünkü anketleri biliyoruz, o zamanki anketler tabii iyice güvenilmezdi. Oyları yüzde 2-3 çıkıyor. Ama aslında onu da bitiren AK Parti oldu. AK Parti tüm sağı birleştirdi. Belki hakikaten %1-2’yi görmüş olabilir bilmiyorum. Çünkü 28 Şubat döneminde muhafazakârlar için liberallik, sağcı lügatten ifade edemedikleri yoksunluklarını, dışlanmışlıklarını liberal lügat üzerinden seslendirdiler. Biraz da onların daha sinmiş hiyerarşik durumu benimsemiş halinde, d aha bir üst otorite olarak seküler, liberal bir şeye teveccüh etmişlerdi. Parti de sanıyorum böyle bir şey üzerine bir potansiyel gördü. Fakat AK Parti tüm o hissiyatı kavradı. Hatırlarsan, 90’larda Yusuf Bozkurt Özal, Hasan Celal Güzel'in partileri gibi birçok küçük sağ parti vardı, hepsi birden çöp oldu. Çünkü 2002’de AK Parti tüm sağı yuttu.

Ruşen Çakır: Bir de birtakım dernek, vakıf gibi faaliyetler var. Şimdi isim vermek istemiyorum ama mesela, benim de burada birkaç kere konuk ettiğim Mustafa Erdoğan Hoca var, ki şimdilerde vebalı muamelesi görüyor. Bir şekilde ana akımdan ya da bu iktidar tarafından dışlandı. Birileri de iktidarın trolü oldu. Böyle garip de bir olay var. Bu örnekler de epey can sıkıcı örnekler olarak ortada değil mi?
Gürpınar: Evet. 2010'larda insanlar, bazısı daha geç, bazısı daha erken, yavaş yavaş ayrıştılar. Bu ‘’demokrat tarih yazımı’’ diye bir şeyden kitapta da bahsediyorum, Türkiye'yi yine bir ikilik üzerinden okumak, bir tarafta merkezi ceberut devlet, öbür tarafta çevre güçleri ve buna karşı orijinalinde çevrede bir çoğulculuktan bahsedildi o zaman. Kürtler de dışlanan muhafazakârlar da, Aleviler de bunun parçası. Bir de bugün artık arkaik olan, sürekli, bir gayrimüslim gündemi vardı. Ermeni Cemaati adına Hrant Dink konuştuğunda, çevre, ‘’mazlumlar ittifakı’’ gibi bir şey düşünüyordu. Sonra, AK Parti iktidarında bunun böyle yürümeyeceği ortaya çıkınca, aslında bu diskurdan, çok kolay sağcı popülist bir şey yanlayarak, bir kısım insanın illa o cenahta kalma ısrarına payanda oldu bu söylem. Hiçbir zaman bu söylemler kariyer inşasına mazeret değildir, ama buna dayanak sağlarlar. Belki aslında böyle söylemsel bir bütünleşme oldu ve hakikaten bazı insanlar başka noktalara vardılar diyelim. 

Ruşen Çakır: Dışarıdan birisi olarak bakıyorum, mesela liberal iddialı birisi, Türkiye'de hukukun, yargının bağımsızlığının ve tarafsızlığının alenen yok edildiği bir ortamda, bunu dillendirmeden nasıl liberal olabilir? Buraya pozisyon almadan ya da buraya pozisyon almayıp, üstelik bunu eleştiren insanların birtakım şeylerinden hatalar türetmek nasıl olabilir?
Gürpınar: İnsanların şahsi fırsatçılığı ya da kendi kendini kandırma kapasitesinden bahsedebiliyoruz. Burada bizim düşüncemiz, fikirler bunlara mazeret oluyor mu? Çünkü aynı durum bir ara sosyalizm için yapıldı. Sovyetler Birliği'nin Kıbrıs için günahları sosyalizmden ne kadar soruldu? Aslında söylemsel örtüşmeler, maddi düzlemde ne kadar bir şey ifade eder? Aslında çok bireysel ve oportünist tavırlardı. Ama tabii ki bu vebal başka insanların da sırtına bir şekilde düşüyor.

Ruşen Çakır: Evet, orada tabii şöyle bir şey var: Dünyada böyle hareketler var. Mesela, sayıca çok küçük bir grubun oluşturduğu, ama çok sistemli bir şekilde davalarına inanan insanlar var ve onlara en azından saygı duyuyorsunuz dışarıdan. Bunların dedikleri dünya ya da Türkiye doğru değil, ama ‘’helâl olsun şunu şunu yapıyorlar’’ diyorsun. Ama burada böyle olunca biraz insanın içi acıyor. Ne demek istediğimi anlatabildim değil mi?
Gürpınar: Anladım, evet.

Ruşen Çakır: Çok hazin. Peki bir gelecek var mı Türkiye'de?
Gürpınar: 12 Eylül'den sonra, yavaş yavaş bir canlı tartışma olmuştu, kavuklardan çıkan, geçmişin muhasebesi üzerine dayanan, ama gelecek inşasına dayalı. 80'lerde bile gelecek inşasına olan bir süreç vardı ve bu, 2010'lara kadar devam etti. Kitapta da 1980'den 2010'a kadar lineer bir süreç olduğundan bahsediyorum. Ama 2010'dan sonra artık yok, inişli çıkışlı başka bir düzleme giriyor. Şu anda belki yavaş ama ısrarlı, yavaş ama kararlı bir sürecin hiçbir ışığını görmüyoruz.
Mesela şu anda muhalefette de her şey oy almak üzerine kurulduğu ve birçok şey stratejik olarak hesaplandığı için, gelecek inşasına dair gerçek bir tartışmanın çok zemin bulamadığını görebiliyoruz. Sadece liberalizm için değil, düşünceye dayanan, tüm belli evrensel ilke ve değerlere dayanan şeyler, bir tartışmanın ve bir kamusal alanın üzerinde oluyor. Şu anda başka bir sıkıntı ki dünyada da aynı sıkıntı var, kamusal alanın yokluğu. Çünkü eskiden, gazeteler ve dergiler küçümseniyordu. Mesela solda da belli dergiler vardı. Aklıma ilk Birikim geliyor, başkaları da var tabii, soldaki her ayrı fraksiyon için de geçerli bu. Onun etrafındaki tartışmaları herkes okurdu ve oradan bir şey çıkardı. Şu anda, tamam, Medyascope var, başka bir sürü dijital platform var, ama bu, bir kamusal alan tartışmasını tetikleyemiyor.

Ruşen Çakır: Evet bu çok önemli bir husus. Dijital medya olayı, yani dijitalin bu kadar güçlenmesi ve herkesin artık içerik üretebilmesine bakarsak, normal şartlarda böyle bir ortamda, fikirlerin daha özgür, daha yaygın, daha sağlıklı tartışılması beklenir.  Beklenir ama olmuyor sanki.
Gürpınar: Ama sosyal medya tüm dünyada aynı sorunu çıkardı, hakaretle fikir tartışması arasındaki ayım kalmadı. Çünkü sosyal medyadaki her kullanıcı buna dahil olduğunda, bunun ne kadar özgürleştirici bir şey olduğundan bahsedildi. Çünkü aslında bu, eski hiyerarşiyi yıktı. Eskiden hani gazeteciye dokunulmazdı, köşesinden yazardı. En büyük entelektüel kült malum Çetin Altan’dı. Ama bugün bakınca, Uğur Mumcu, sağ kesim için Ahmet Kabaklı büyük figürlerdi. Bu tarz bir bilgiç otoritenin yıkılması olumlu oldu belki, fakat her türlü fikri tartışmayı itibarsızlaştılar. Mesela bu ‘’yetmez ama evet’’ meselesinde de böyle. Mesela birisi bir şey yazıyor, bir başkası, hemen altına bir şey yazıyor, hakaret ediyor veya çarpıtıyor, çünkü bağlamından koparılıyor. Tüm entelektüel tartışmayı boğan bir şey oldu bu. İnsanlar, hesap verme hissiyatıyla ya da bunlardan kaçmak için, yazamaz oldu. İktidar korkusundan değil, o ayrı bir şey. Ama birçok insan, çok da provokatif olmayan fikrini, gereksiz yere açık etmekten çekiniyordu. Aslında aynı şey, yazınca bir linç gelmiyor ama yine de uzun yazı, fikir tartışmasının merkezi olmaktan çıktı. Şu an vurucu tek cümle, fikir tartışmasını tetikliyor.

Ruşen Çakır: Bu süreç içerisinde liberalizmi dert edinen, bir kimlik olarak benimseyen insanlar, bu dijitalden hareketle birtakım mecralar geliştiremediler mi? Ben pek takip etmediğim için bilmiyorum, ama mesela birtakım web siteleri olabilir ya da başka şeyler? Bu geniş imkânlar içerisinde öyle birtakım mevziler yok mu, yaratılamadı mı?
Gürpınar: Var. Daktilo 1984’ü, Serbestiyet’i sayabiliriz. Bunlar birtakım adacıklar. Ama 90'larda başka bir şey vardı. İktidarın kendisi değil belki ama, iktidara yakın bir insana eklemlenme vardı ve bu fikir üzerinden oluyordu. Şu anda da insanlar eklemlenebilir, ama bu fikir üzerinden olamıyor. Sorun bu. Çünkü liberaller kendi başlarına bir şey yapabilirler, ama insanlar üzerinde bu kimlikleriyle değil, ancak daha dengeler içinde hareket etme baskısı, şu anda çok daha merkezi hale geldi.

Ruşen Çakır: O zaman nasıl bitirelim? Geleceğe yönelik olarak ne söyleyebiliriz?
Gürpınar: Şu an geleceğe dair konuşmamız gereken, liberalizm değil, demokrasi. Ondan sonra devreye daha sağlıklı tartışmalar girmesini umabiliriz.

Ruşen Çakır: Ama bir de’’ İkinci Cumhuriyet’’ gibi önemli bir tartışma vardı biliyorsun, cumhuriyeti demokratikleştirme perspektifiydi. Cumhuriyetin demokratikleşmesi için girilen yolda, cumhuriyetin otoriterleştiği bir yere evrildik. Şimdi tekrar cumhuriyetin demokratikleştirilmesi perspektifini mi çalışmak gerekiyor?
Gürpınar: Evet. Tabii kavramlar da değişiyor. Mesela bugün ‘’çoğulculuk’’ kavramı, çok popüler bir kelime. Kimlik siyasası, bir yandan da aslında birçok şeyi boğan bir şekilde bir gerçeklik. Tabii 90’larda ‘’İkinci cumhuriyet’’ tartışmalarının hiçbiri yoktu. Çünkü 90'ların gerçekliğinde başka bir kavramsal set vardı. Şu anda, kültürel çoğulculuk, bunun nasıl temsil edilebileceği, kamusal alanın tasarımı üzerinden… Mesela liberalizm de sabit olan bir şey değil. Şu anki güncel liberalizm de aslında bunları dert edinmesi gerekiyor. Aslında ediniyor da insanlar zaten değişiyor, insanlar da zaten yeni gündemlere adapte oluyor. Mesela şu an ‘’demokrat’’ lafı pek kalmadı, ‘’sol liberal’’ kullanılıyor. Sol liberal diyenlerin çoğu kendini sol liberal olarak görmüyor, ‘’sol’’ olarak görüyor, ama insanlar ne dendiğini anlıyor. Mesela şu anda sol liberalin içinde ne var? Kürt meselesinin halen yakıcı temel bir faktör olduğu, bunun dışında, cinsiyet (gender) meselesinin olduğu ve bunların ortak var olmasını sağlayacak çok kültürlü bir kamusal alanın olması, bir gündem. Aslında liberalizm de sol da biraz buna adapte oldu. Eski tarz sosyalizm de kalmadı. Eski tarz liberalizm de kalmadı. Ha bunlar iyidir kötüdür anlamında da değil. Şu anki tartışmalar, şu anki kavram setleri bunlar. Mesela 90'lara baktığımızda başka kavram setleri var. Bugüne bir şey söylüyorlar mı? Söylemiyorlar. Nasıl ki 60’ların kavramları da 90'larda kadük kalmıştı, bugün de 90'ların kavramları kadük kaldı. Ama bu demek değil ki bunlar çöküyor. Yeni zamanlar, yeni tartışmaları tetikliyor. Yeni ortak zeminler yaratmak için de kamusal alan gerekiyor.

Ruşen Çakır: Tabii ama onun için kamusal alan gerekiyor. 
Gürpınar: Evet. Dediğim gibi sadece bu iktidar meselesi değil. Şu anda kamusal alanın yokluğu, dünyada da yaşanan bir şey ve aynı şekilde Amerika'da da yaşanan bir şey bu.

Ruşen Çakır: Evet, çok teşekkürler. Prof. Doğan Gürpınar'la, Zincirli Hürriyet Diyarında: Türkiye'de Liberalizmin Mazisi ve İmkânları” kitabını konuştuk. Kendisine çok teşekkür ediyoruz. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler ve tekrar iyi bayramlar.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
15.06.2025 Öcalan’ın İsrail ile, İsrail’in Öcalan ile ne alıp veremediği var?
14.06.2025 Erdoğan CHP’yi yeniden istediği kıvama getirebilir mi?
13.06.2025 Gaziosmanpaşa’nın gösterdiği AK Parti realitesi
11.06.2025 Yeniden: Özgür Özel mucizesi
11.06.2025 Ferdi Zeyrek’in gösterdiği CHP realitesi
10.06.2025 KHK’lıların yalnızlığı
09.06.2025 Yoksa Ekrem İmamoğlu yanlış mı yaptı?
08.06.2025 CHP’nin önündeki en ciddi engel: “Küçük olsun bizim olsun” anlayışı
08.06.2025 Mümtaz’er Türköne ile söyleşi: Özgür Özel doğru yolda mı?
07.06.2025 Gizli tanıklar ve itirafçılarla adalet tesis edilir mi?
15.06.2025 Öcalan’ın İsrail ile, İsrail’in Öcalan ile ne alıp veremediği var?
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı