Artıları ve eksileriyle “yeni İmralı süreci” (2)
Dünkü yazımızda “yeni İmralı süreci”nin üç temel aktörünün, Başbakan Erdoğan, MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve Abdullah Öcalan’ın artıları ve eksilerini ele aldık. Bugün sürecin kamuoyu ayağını tartışmak istiyoruz. Ancak ülkemiz Kürt sorunu ekseninde belirgin bir şekilde kamuoylarının ayrışmasına tanık olduğu için biz de mecburen iki farklı kamuoyunu ayrı ayrı ele almak durumundayız. Şöyle ki belli bir süredir Türkiye’de iç içe geçmiş olan Kürt ve PKK sorunları etrafında yaşanan herhangi bir gelişme, diyelim ki Kürtlerin hatırı sayılır bir bölümünü memnun ederken toplumun Kürt olmayan kesimlerinde genellikle rahatsızlığa yol açıyor. Benzer bir şekilde Türklerin çoğunun sevindiği bazı olaylar Kürtlerin belli bir bölümünün üzüntüsüne yol açabiliyor.
Tabuların sonu
Medyada, PKK’nın silahsızlandırılmasına yönelik olarak Öcalan’la sistemli bir şekilde yeniden görüşülmeye başlandığı haberlerinin çıkması ve hükümetin önde gelen isimlerinin de bunları doğrulamasının ardından da iki farklı kamuoyunun iki farklı tepki verdiğine tanık olduk. İlk ciddi fark şu: Kürtler bu gelişmeyi çok fazla önemseyip üzerinde epey yoğun bir tartışmaya girişmişken toplumun Kürt olmayan kesimlerinde büyük ölçüde bir sessizlik hâkim.
Bu sessizliğin bir nedeni herhalde Meclis’in tatilde olmasıdır. MHP Lideri Devlet Bahçeli muhtemelen ilk grup toplantısında Öcalan’la görüşüldüğü için çok sert eleştiriler sıralayacaktır. CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun da, Bahçeli kadar olmasa da bu yeni süreçle arasına belli bir mesafe koyması beklenebilir. Muhalefetin çıkaracağı itiraz seslerinin kamuoyunda bir ölçüde karşılık bulması da beklenebilir ancak ortada bir infial durumunun olmadığı muhakkak.
Örneğin beş yıl önce hükümet, Öcalan ile görüşmeleri bu aleniyette açıklamış olsaydı küçük çaplı bir kıyamet kopabilir ve bu sokağa da yansıyabilirdi. Bugün böyle bir durumun yaşanmamasının birinci nedenle “teröristle masaya oturulmaz” tabusunun çoktan aşınmış, hatta kırılmış olmasıdır. Hatırlanacaktır, AKP hükümetinin Öcalan’la ve ardından doğrudan PKK ile görüşmeleri açığa çıkınca, başta MHP olmak üzere muhalefet bunları iktidar partisinin aleyhine kullanmaya çalıştı ama ne genel seçimlerde, ne de 12 Eylül anayasa referandumunda beklediklerini bulamadı.
Bu tabunun yıkılmasının ana gerekçesi de Türk kamuoyunun hükümetlerden artık ne yapıp edip bu sorunu bitirmelerini beklemesi ve onlara geniş kredi açmasıdır. Her iki seçmenden birinin oyunu alan bir parti söz konusu olunca işlerin daha da kolaylaştığı aşikârdır.
“Yeni İmralı süreci”nin Türk kamuoyunda bariz bir rahatsızlık yaratmamasının bir diğer nedeni de Başbakan Erdoğan’ın son dönemdeki üslubu olsa gerek. Öcalan imasıyla idamı yeniden tartışmaya açan, açlık grevcilerini aşağılayan, BDP’li milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasında ısrar eden bir Başbakan’ın Öcalan’a fazla taviz vermeyeceği, tam tersine onu kullanacağı ve hatta kullandıktan sonra atacağı beklentisini hiç yabana atmamak gerek. Bir de tabii görüşmeler sürerken bile askeri operasyonlara ara verilmemesi var.
Artan güvensizlik
Tam da aynı nedenlerle Kürt kamuoyunun “yeni İmralı süreci”ne daha kuşkucu yaklaştığını görüyoruz. Bir yanda Öcalan’a şaşırtıcı bir şekilde bağlı olup diğer yandan onun devlet tarafından kandırılması, aldatılması ihtimalinden ürkmek ilk bakışta çelişkili gelebilir ama bu duygu Kürtler arasında çok yaygın.
Öte yandan Başbakan Erdoğan’ın son dönemde değişen üslup ve söylemi Kürtler arasında ona yönelik kuşku ve güvensizliği artırıyor. Seçimle işbaşına gelen ilk cumhurbaşkanı olmak, ayrıca başkanlık sistemine geçmek istediği bilinen Erdoğan’ın bu son süreci de, seçimlere kadar zaman kazanmak için istediği iddiasının Kürtlerde epey rağbet gördüğünü söyleyebiliriz. Bu iddiayı kuvvetlendirmek için Habur ve Oslo süreçlerinin aslında hükümet tarafından sabote edildiği de ileri sürülüyor ve bir kez daha kandırılmama konusunda çağrılar yapılıyor.
Kürt kamuoyunda öne çıkar gibi gözüken bu tür kuşku ve tereddütlerin, sürecin olumlu anlamda ilerlemesi durumunda, örneğin Öcalan’ın konuyla ilgili ilk açıklamasını yapmasının ardından büyük ölçüde ortadan kalkacağını tahmin edebiliriz. Öcalan’ın devlet tarafından basit bir şekilde kullanılıp işi bittikten sonra atılmasının pek de mümkün olmadığının anlaşılmasıyla kuşku ve tereddütlerin, diğer kamuoyunda su yüzüne çıkmasına tanık olabiliriz.
Peki ne yapmak gerekiyor? Daha önce de yaptığım gibi (
Türklerin kaygıları, Kürtlerin haysiyeti 10.5.2010), tam da bu noktada, birçok konuda olduğu gibi Kürt sorununda da tam bir “akil adam” profili çizen dostum Osman Bostan’dan bir formülü ödünç almak istiyorum: Eğer “Türklerin kaygıları ile Kürtlerin haysiyeti arasında bir denge” kurmayı başarabilirsek bu süreçten sonuç almak mümkün olabilir.