Değişen Güneydoğu (1) Diyarbakır : Serra Bucak ve Doğan Hatun ile söyleşi: “En önemli gündemimiz yoksullukla mücâdele”

29.05.2024 medyascope.tv

29 Mayıs 2024’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Bugün Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’nde, eş başkanlar Serra Bucak ve Doğan Hatun’un misâfiriyiz. Kendileriyle Diyarbakır’ı, belediyeyi, şehrin sorunlarını, neler yaptıklarını, neler yapacaklarını konuşacağız. Bizi ağırladığınız için teşekkürler. 
Serra Hanım, sizinle seçim öncesinde uzaktan bir yayın https://medyascope.tv/2024/03/12/rusen-cakirin-konugu-dem-parti-diyarbakir-buyuksehir-belediye-es-baskan-adayi-serra-bucak-kayyum-devri-bitti-mi/ yapmıştık. O yayında da, seçildikten sonra sizi ilk fırsatta ziyâret edeceğimi söylemiştim. Sağ olun, bizi kırmadınız, söyleşi isteğimizi kabul ettiniz. DEM Partili belediyeler çok konuşuluyor. Birçok yerde belediye başkanlığını aldınız. Üç büyükşehri ve ilçeleri aldınız. İlk günden îtibâren de olay politik bir yerden konuşuluyor. Politika tabiî ki kaçınılmaz, ama ben daha çok bir belediye olarak neler yapıp ettiğinizle başlamak istiyorum. Önce sizinle başlayalım, sonra Doğan Bey’le devam edelim. Hani “enkaz devralmak” diye bir lâf vardır. Siz herhalde onu yaşıyorsunuz.
Serra Bucak: Öncelikle hoş geldiniz. Nâzik ziyâretiniz için teşekkür ediyoruz. Sizi burada ağırlamak keyifli. Elbette enkaz devraldık. Bunu seçim kampanyası döneminde de hep söyledik, söylüyorduk. Diyarbakır halkı da bunu biliyordu. Ancak seçildikten sonra buraya gelince, Belediye Hizmet Binâsı’nın içerisini ve tüm dış birimlerimizi gezince, hakîkaten bu enkazın ne demek olduğu çok daha berraklaştı bizim açımızdan. İki türlü enkaz var: Birincisi, maddî enkaz. Borçlarımızdan tutun, dış birimlerimizdeki makinelerimizin, araç gereçlerimizin ne kadar hor kullanılmış olduğu ve ne kadar ârızalı aracımızın olduğu, onların bakım onarımının dahi yapılmadığı bir süreç gelişmiş. Çok uzun yıllara yayılmış bir süreç bu maalesef. Arsalarımız, taşınmazlarımızın tahsisleri ve arsa satışları yapılmış. Belediyeye âit olan yerler resmî kurumlara devredilmiş; kullanımı onlara bırakılmış. Maddî enkaz olarak bunları devraldık.
Bir de diğer türlü bir enkaz var. Emekçi, çalışan personellerimiz üzerindeki enkaz. Orada yaratılmış olan ikircikli durumlar. Asıl onunla çok daha fazla ve yoğun ilgileneceğiz bu önümüzdeki süreçte. Bir an evvel o enkazı düzeltmemiz gerekiyor. Psikolojik bir enkaz da var kuşkusuz. Topluma da yansıyor bu psikolojik enkaz. Bunu biliyorduk. Misal, bu kurumda, bu kentli olmayan, bu kentle bir bağ kurmayan, bu kentte bir kökü, târihi, geçmişi olmayan kişilerin varlığı. Bu güzel, ama bu kişilerin entegrasyonu ve iyi niyeti açığa çıkmazsa, bu kötü bir şeye yol açıyor. Bununla da mücâdele etmek durumundayız. Aynı zamanda, bir korku iklimi de yaratıldı. Bu korku iklimi aslında son 10 yılın meselesi. Korku ikliminin bir parçası da kayyum atanan belediyelerde yaşandı. O korku iklimi, o reflekssiz kalma hâli… Belediye çalışanının, emekçisinin, personelinin reflekssiz kalma diye bir lüksü yok. Çünkü belediye bir operasyon alanı, bir hizmet alanı. Her gün, her an yeni bir şeyi sâhada görüp tespit ettiğiniz ve bu sürece cevap almamız gereken bir alan. Müdürlerden çalışanlara kadar, sâha elemanlarından dâire başkanlarına, daha üst düzey yönetime kadar, bu tepki vermeme hâlini ortadan kaldırmalıyız.

Ruşen Çakır: Doğan Bey, size şunu sormak istiyorum: Biliyorsunuz Medyascope Diyarbakır temsilcimiz Ferit Aslan da anlattı, başka arkadaşlar da anlattı. Siz seçildikten bu yana, halkı, tebrike gelenleri bu binâda ağırlıyormuşsunuz. Serra Hanım’ın söylediği o korku ikliminden çıkışın da bir işâreti bu.
Doğan Hatun: Kesinlikle öyle. Öncelikle hoş geldiniz. Gerçekten sizi burada görmek bize hem mutluluk hem de huzur veriyor. Evet, 8 yıldır kayyum yönetimi var. Serra Başkan’ın da bahsettiği psikolojik tahrîbâtın etkisi de burada aslında. Kayyumlar 8 yıl boyunca, halka hizmet üretmesi gereken yapılardan halkı dışarı itmiş, personele psikolojik baskı yapmış. Maalesef, özellikle güvenlik alanındaki arkadaşlarımız, çalışan emekçilerimiz, sanki aslî görevleri buraya kimseyi içeri almamak üzerineymiş gibi hareket ediyor, bunu görev tanımı olarak görüyor kendinde ve bu sıradanlaşmış bir şey. Biz ilk geldiğimizde, binâdan içeri misâfir alınmadığını gördük. Birkaç tartışmaya da şâhit olduk. Aslında adam artniyetli biri değil; görevini yerine getirdiğini düşünüyor. En büyük sorun bu. İki milyonluk bir nüfus var bu şehirde. Ama 8 yıldır kimse gelmemiş bu binânın içerisine. Spesifik bir iki kişi dışında, kimse buraya, “Bize hizmet üretin veya şu sorunumuzu giderin” diyerek gelmemiş. İnsanlar 8 yıl aradan sonra bu binâda ne var, ne olmuş ne bitmiş diye merak ediyorlar. Hattâ uç bir örnek vereyim: İnsanlar duvarlara dokunuyor. O kadar bir mutluluk var halkta. Israrla bizi görmek istiyorlar burada. Kendi irâdesini bu salonlarda görmek istiyor. 

Ruşen Çakır: Biraz sanki gözlerine inanamıyor gibiler.
Hatun: Evet, inanamıyorlar ve gerçekten bizi görmek istiyorlar. Bu elbette hem çok ciddî bir yoğunluk yaratıyor, ama bir o kadar da güven ve mutluluk da yaratıyor, bunu açıkça söyleyebilirim. Bir güven var. Halkın yoğun şekilde gelip bizi ziyâret etmesi, irâde olarak görmesi, bizi güçlendiriyor. Bize bir sorumluluk da yüklüyor elbette.

Ruşen Çakır: Serra Hanım, sizinle yaptığımız önceki yayında, dönüp dolaşıp kayyum meselesini konuşmuştuk. Partinizin diğer adaylarıyla konuştuğumuzda da aynı şey olmuştu. Siz de diğerleri gibi, “Bu kayyum meselesi artık iflâs etti” demiştiniz. Ama insanlar hâlâ “Acaba mı?” diye soruyorlar. Az önce Doğan Başkan’ın da anlattığı gibi yaşadıklarınız, halkın ilgisi ve şu âna kadar geçen süreçler, nasıl bir duygu yaratıyor sizde? Artık hakîkaten “O defter kapandı” diyebiliyor musunuz?
Bucak: Elbette halkın beklentisi ve halkın aklı var ve politik süzgecinden geçiriyor bu meseleyi. Son derece politik bir halk. Bütün gelişmeleri okuyor, değerlendiriyor ve birebir yaşıyor. Bunun deneyimini yaşadı. İki defa kayyumlar atandı bu kentte. Dolayısıyla halkın nezdinde ne durumda kayyumlar? Biraz onu da söylemek lâzım. O zaman röportajda söylediğimiz gibi, politik olarak bu mevzû çöktü. Sistem de bunun farkında, iktidar da bunun farkında, kendisine bir getirisinin olmadığının farkında. Kutuplaştırıcı siyâsetin ve dilin topluma da bir faydasının olmadığı âşikâr. Biz artık işin içinde özneleriz. O gün seçim kampanyası yapıyorduk belki ve seçim kampanyasının kendi içerisinde getirdiği bir dil, bir üslûp, bir tarz var. O moral motivasyonu asla aşağı düşürmememiz lâzım. Zâten bizim mücâdele deneyimimiz de bize bunu söylüyor. Böyle bir dil kurduk. Şimdi, tüm yönetim yapımızla ve meclis üyelerimizle birlikte işin özneleriyiz. Büyükşehir Belediyesi’nin 90’a yakın meclis üyesi var. Burada bir hizmet üretmek durumundayız. Bunun için kolları sıvadık, çalışıyoruz. Dolayısıyla böyle bir yerden konuştuğumuzda, evet, bu kentlerimizde bir daha kayyum atanmayacak. Bunu net olarak söylememiz gerekiyor. Bunu söyleyip bunun bir daha olmaması için önlemlerimizi almamız gerekiyor. Nasıl bir önlem alabiliriz? Bunu toplumun tüm kesimlerinin söylemesi gerekiyor. Aslında Türkiye’nin tamâmının bunu söylemesi gerekiyor. Bir bütünün bunun anti-demokratik olduğunu, yeniden yeniden her konusu açıldığında söylemesi gerekiyor.
Bizim kent olarak güçlü bir sivil dinamiğimiz var. Seçildiğimizden beri, kentin tüm meslek odalarıyla, tüm inisiyatifleriyle, tüm organizasyonlarıyla bir araya geliyoruz. Elbette hepsinin birikmiş birer sorunu var; heybelerinde o sorunlarla geliyorlar ve çözüm üretmek üzerinden bizlerle bir araya gelip buluşuyorlar. Şimdiden pek çok koordinasyonumuzun adımlarını atmış bulunmaktayız. Haziran ayını pek çok çalıştaylarla geçirip bu çalıştayların neticesinde, “Biz filanca koordinasyonu kurduk” demek istiyoruz. Ekonomik Koordinasyon, Sosyal Politikalar Koordinasyonu, Demokratik Koordinasyon ve benzeri. Bunları kentin fotoğrafı açığa çıksın diye söylüyorum. Biz bu kadar hareketliyken, bu kadar bir araya gelip bu çözümleri üretmeye hazırken ve yol yöntemleri bilirken, ülkenin başka bir tarafında, yani iktidarda, Ankara’da bu hazırlıkların olmasının düşüncesi bile bize çok soğuk, çok akıl dışı, vicdan dışı geliyor. İki defa kayyum atandıktan sonra, tepkinin ötesinde, halkın çok daha farklı bir sâhiplenişi olacaktır. Van örneğinde bunu gördük. Halk izin vermeyecektir. Emin olun, bu kentteki her kesim için bunu söyleyebiliriz. “Bu sefer izin vermeyeceğiz” sözünü çok duyduk bu kentte. Bu sefer hiçbirimizin, Türkiye halklarının da izin vermemesi gerekir. Van’da bir mesele açığa çıktı. Ankara’dan, Cumhuriyet Halk Partisi’nden heyetler ânında çok hızlı bir şekilde oraya gitti. Bu refleks çok güzeldi. Hemen cevap vermek ve bir araya gelmek çok güzeldi. Türkiye halklarının bir bütün olup, cevap verip bir araya gelmesi gerekiyor.

Ruşen Çakır: Doğan Bey, kritik bir aşama yaşandı mâlûm: Kobani Dâvâsı. Kobani Dâvâsı’nda çok ağır cezâlar verildi. Birtakım tahliyeler oldu. Onlar pozitif olarak görülebilir belki, ama özellikle Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ başta olmak üzere, ağır cezâlar verildi. Herhalde burada sizler ve size oy veren insanlar bunun ağırlığını birinci derecede yaşamışlardır. Bunun insanlarda kalıcı bir iz bırakma ihtimâli var mı? Nasıl görüyorsunuz?
Hatun: Öncelikle şunu söyleyeyim: Kobani Dâvâsı’nda verilen o uçuk cezâların hiçbirinin hukukta bir karşılığı olmadığını, en iyi anayasa profesörleri bilir. Bu profesörlerin, yetiştirdikleri o hukuk insanlarına bir cevap vermesini bekliyorduk açıkçası: “Biz size böyle bir ders vermedik. Ahlâkî, vicdânî sorumluluğunuzu yerine getirmeniz gerekir” diye bir söylemde bulunmaları gerekiyordu. İddia etmiyorum, ama bu ülkede olası bir hukuk işlerse, hukuksal açıdan bu dâvânın düşeceğini düşünüyorum. Toplumsal kısmında ise elbette bu verilen karar bir cevaptır, karar değildir. Çünkü siyâsîdir. Siyâsînin vereceği cevap, kendisiyle birlikte ülkenin iç siyâsetine, bir de Ortadoğu’da yaşanan büyük soruna bir cevaptır. Kendini güçlü hissettirmeye çalışan, biraz da Kürt halkını sessizleştirmeye çalışan, Kobani sürecinde yaşanan sorunlara da bir refleks geliştirme, kezâ bir İran meselesi var bu hikâyenin içerisinde. Komplike bir hikâye olduğu için, toplumun, en azından Kürt toplumunun buradaki meseleyi okuma şekli bir kırılma değil, aksine bir mücâdele örgütlemenin ruh hâli var şu an; bunu görüyoruz. Gittiğimiz her alanda, kendi öncüsünü koruma, sâhiplenme ve doğabilecek yeni öncüleri daha çok geliştiren bir yapıya dönüşür.
O dönem eş başkanlarımıza verilen cezâlar, Kürt toplumunda bir daha yeni öncülerin çıkmayacağını veya mevcut öncüyü sâhipsiz bırakılacağını düşündürtmesin. Kürt toplumunda her zaman kendi alternatifini düşünen, kendi içerisinden öncü çıkartan bir toplum gerçekliği var. Türkiye’de siyâseti en iyi okuyan kesimdir aynı zamanda. Elbette bu hukuksuz süreç bir an önce siyâsîler tarafından bir geri adımla düzeltilmesi gereken bir süreçtir. Netîcede cezâ verilen yöntemler farklı farklı dâvâ dosyalarıdır. Hiçbiri Kobani meselesiyle cezâ yemediler. Doğru dürüst bir şey yok ortada. Siyâsî bir dâvâya, elbette siyâsetimiz cevap verecektir. Yerelde de halkımız bu konuda olabildiğince duyarlı ve ciddî yaklaşıyor meseleye. Bu bizim için bir “kayıp hikâyesi”, bir korku, bir sindirme hikâyesine dönüşmedi. Aksine, öfke biriktiren, daha çok mücâdele etmesi gerektiren bir alana dönüşüyor. Ortadoğu’da bu kadar büyük bir savaş gerçekliği varken, kendi iç barışını oluşturamayan bir ülkenin yarın kendisine nasıl hisler barındıracağını da gösteriyor bize. Bugün Ortadoğu’da devâsâ savaş örgütlemesi yapan büyük devletler varken, kendi iç huzurunu, barışını, ülkesinde yaşayan bütün halkları ortak bir paydada buluşturan bir akıl olmazsa, maalesef bir gelecek vaat etmez hiç kimseye. Bu sadece Kürtler’in bir sorunu değildir. Çerkezler, Lazlar, Türkler için de, diğer halklar için de bir sorundur. Mesele sâdece Kürt liderlere cezâ verip sıyrılma meselesi değildir. Bunu doğru okumak gerekiyor.

Ruşen Çakır: Tekrar Diyarbakır’a dönelim. Ben Diyarbakır’ı tâkip etmeye çalışıyorum kendimce. Hep şu dikkatimi çekti: Bir yandan acâyip göç veriyor, bir yandan acâyip göç alıyor. Normal şartlarda, Diyarbakır’ın ülkenin batısına verdiği göçten sonra küçük bir şehir olarak kalması gerekirken, her geldiğimde Diyarbakır’ın daha genişlediğini görüyorum. Kaç milyon oldunuz şu anda?
Bucak: 2 milyona yakın.

Ruşen Çakır: Sırf sizin aldığınız oya bakıyorum. 463 bin oy ile seçilmişsiniz, değil mi? Sürekli değişen bir şehir ve çok hareketli. Bu değişimde belediye nasıl bir yerde duruyor? Diyarbakır'ın büyükşehir olması, gelişmesinde belediye tam merkezde mi yer alıyor?
Bucak: Sizin de ifâde ettiğiniz gibi, hakîkaten göç vermekle birlikte çok da göç alan bir kent. Hem kendi kırsalından, ilçelerinden, hem de bölgedeki başka kentlerden göç alan bir kent. Bölgedeki diğer kentlerdeki yurttaşların, vatandaşların buraya rağbet ettiği bir noktadayız biz. Aslında 2006-2007 sonrasında, Türkiye’nin batısından ve diasporadan, yani Avrupa’dan da göç alan bir şehir oldu Diyarbakır. Uzun yıllar Avrupa’da yaşamış Kürtler’in ve bu coğrafyanın insanlarının da tercih ettiği bir yer. Tabiî ki pek çok açıdan önemli bir kent. Bölgenin kalbi, Mezopotamya’nın kalbi. Hem kültürel açıdan hem târihsel açıdan hem politik açıdan önemli bir kent. Ekonomik açıdan da kezâ öyle. Dolayısıyla, bu kadar büyüyen, gelişen bir nüfusla, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi olarak 17 ilçeye hizmet götürmemiz gereken bir noktada duruyoruz. 17 ilçe yetmiyor, seçildiğimizden bu yana, bize komşu olan yakın olan ilçelerin ve kentlerin de kimi sorunlarını bizlerle ortaklaştırmak istediklerini biliyoruz. Şimdiden gündemlerimize gelen kimi belediye hizmetleri açısından sıkıntılar, sorunlar ve proje önerileri var.
Bu açıdan, “Bölgedeki pek çok kentle –tabiî Türkiye’de de olabilir bu– örneğin ‘Kardeş Kent’ olabilir miyiz?  Ekonomi, kalkınma, kültür-turizm anlamında ortak projeler yapabilir miyiz?” diye çalışmalarımızın olduğu bir noktada, böyle bir önemde bulunuyor Diyarbakır. Sâdece bölge açısından değil, Türkiye’nin batısıyla olan buluşmada da önemli bir kent. Aynı zamanda, demokrasinin ve barışın kurulabileceği ve örgütlenebileceği bir kent. Geçmişte de böyle oldu. Hatırlarsınız, geçmişte de müzâkere görüşmelerinde, toplantılarında burası hep bir merkez oldu. Böyle baktığımızda misyonu çok ağır ve büyük. Bu kadar göç verdiği, göç aldığı bir yerde, bu kadar sorunların da biriktiği bir yerde, bir cevap olabilecek mi? Muhakkak cevap olmak için üstün bir çaba sarf edecek. Söylediğiniz gibi, belediye tam da merkezinde duruyor. Bütün bu birikmiş meselelerin çözümüne dâir, bu kentin ekonomik kalkınmasından tutun, “kültürel hâfızamız” dediğimiz Sur’un yeniden doğru inşâsına kadar, doğru bir kentleşmeyle Sur’da yüzyıllardır yaşayan insanların yeniden orada kalması, göç eden insanların yeniden Sur’a gelip yerleşebilmesi bizim için çok elzem bir mesele. Sur’u yeniden kendi demografik yapısına kavuşturmak, mevcut demografik yapıyı korumak, nüfûsunu yeniden büyütebilmek, geliştirebilmek. Sur bizim için sâdece gündüz turizmin olduğu, gündüz bir ticârî sirkülasyonun olduğu, ama akşamlarının çekildiği bir şehir değil. Bizim için önemli bir yer. Sur, bu kenti her zaman korumuş. Kalemiz bizi korumuş. Bu kentin nüfûsunu korumuş. O korunaklı yerine ve târihsel kimliksel yönüne, hâfızasal yönüne yeniden dönmemiz gerekiyor.
Aynı zamanda, Sur ve Hevsel Bahçeleri, UNESCO Dünya Mîrâsı listesinde biliyorsunuz. Onu doğru bir biçimde inşâ ederek, mîrâsımızı koruyarak, bu temelde doğru iyileştirmeleri yaparak yeniden orayı güçlü kılmak, kentin ekonomik kalkınmasına güç katabilmek istiyoruz. Belediye bu açıdan tüm çalışmaların merkezinde bulunuyor. Bugün Organize Sanayi Bölgeleri’nden, Ticâret Odası’ndan, çeşitli odalardan, meslek odalarından ve ticâretle uğraşan tüm inisiyatiflerden bahsettiğimizde, belediye bunun orta yerinde merkezinde duruyor. Bu koordinasyonu sağlayan, kolaylaştıran, öncü olan ve bu kente ekonomik ve turizm yatırımlarını çekebilecek bir noktada olan bir misyonu var. Aynı zamanda bizim kardeşlerimizin yaşadığı Duhok ve Hewler (Erbil) var. Onlarla da doğru temas hâlinde ilişkileri kurmak ve bu bahsettiğimiz ekonomik kalkınma, turizm yönüyle gelişebilmek, kültürel gelişim, kültürel mîras birlikteliklerini onlarla da geliştirebilmek ve sürdürebilmek istiyoruz. Meselâ Tarım Fuarı’nda Erbil Vâlisi bizleri ziyâret etti. Mardin’i, Diyarbakır’ı, Van’ı ziyâret etti. Buradaki işbirliklerimiz ve belediye hizmetleri yönündeki işbirliklerimiz de çok büyük önem taşıyor bizim için.

Ruşen Çakır: Doğan Bey, seçilmenizin üzerinden yaklaşık 2 ay geçti. Çok sorun olduğunu biliyoruz. Devraldığınız enkazdan değişik boyutlarıyla bahsettik. Ama en âcil meseleniz nedir? “Her şey bir yana, öncelikle çözmemiz gerekiyor” dediğiniz ne var?
Hatun: Çözmemiz gerekenlerden ziyâde, çözmeye başladığımız süreçleri anlatayım. 17 ilçemiz var. 4’ü merkez, 13’ü kırsal. Kırsal ilçelerimizde, özellikle köylerimizde çok ciddî su sorunları var. Yanı başımızda, neredeyse 3 ülkeyi besleyen Kral Kızı ve Dicle Barajı var. Birçok vatandaşın evinde hâlâ çeşme, musluk yok. Bunların çalışmalarını gelir gelmez başlattık. Hattâ ilk işi buradan başlattık. Bu konuyla ilgili biz şunu düşünmeye çalışıyoruz: Dünya bir gıda krizi yaşayacaktır. Dünya yaşadığı zaman, bizim ülkemiz de, şehrimiz de yaşayacak bu sorunu. Bizler de yaşayacağız.
Serra Başkan’ın bahsettiği o göçlerle alâkalı olarak, kırsal alanlarımızı üretime, yani halkın kendi üretimini kendisinin yapabileceği bir teşvik alanına dönüştürmeye çalışacağız. Ama öncelikle oraları bir yaşam alanına dönüştürmek lâzım. Suyu olmayan, yolu olmayan bir köye kimse gidip yerleşmez. Birçok alan, 90’lı yıllarda köy yakma döneminde terk edilmiş. Aslında gidenlerin çoğu dönmek istiyor; ama su ve yol imkânları olmayan köylerimiz var. O nedenle hızlı bir şekilde, Çermik’ten başladık. Çermik ilçemiz seçimde kaybettiğimiz bir ilçe, ama ilk projemizi oradan başlattık. Şu an 7 ilçede su ve yol olmayan yerlerin su ve yollarını çözmeye başladık. Bir sonraki adımımız da tarım üzerindeki kooperatifleşme mantığıyla, tarım ve hayvancılık politikalarımızı geliştirmek. Bir yandan, ilçenin ve yerelin özgünlüğü geliştirmek ve insanların bir ekonomik döngüye dönüştürebileceği bir alan yaratmak için hızlı bir şekilde bunların AR-GE’sini yapıyoruz. Bir yandan da hızlı, pratik projeye dönüştürüp, faaliyete geçirebileceğimiz bir zemin hazırlıyoruz.
Bir örnek vereyim: Türkiye’nin en iyi ipeği Diyarbakır’ın Kulp ilçesinde. İpekböcekçiliği. kayyumdan önceki süreçte belediyeler bizdeyken, atölye tarzında iki tâne mini fabrika yatırımı yapılmıştı. Oradaki potansiyelin çok güçlü olduğu ve bununla birlikte daha büyük bir yatırıma dönüşebileceğinin öngörüsü var bizde. Benzer şekilde, Türkiye’de küçükbaş hayvanın en çok yetiştirildiği yer Çermik ilçesi. Ama küçükbaş hayvan katmadeğeri maalesef Çermik’te olmuyor. Bir süt üretim tesisi bile yok orada. İlçeden hem şehir merkezine göç veya başka şehirlere göç veya başka ülkelere göçü önleyebilecek ve tarımı, hayvancılığı hızlı bir şekilde kendine yetebilir ve ilerideki süreçlerde ihrâcâtına dönüştürebilecek bir zemin yaratmaya çalışıyoruz. 

Ruşen Çakır: Buna çok bağlı bir başka husus var Serra Hanım. Son seçimlerde Türkiye’nin dört bir tarafında, özellikle büyükşehir adayları, “sosyal belediyecilik” kavramını çok ön plana çıkardılar. Yani belediye eliyle, daha çok yoksullara birtakım imkânlar sağlamak. Diyarbakır, yoksulu da zengini de olan bir yer. Ama yoksulluk bayağı yaygın. Hem bahsettiğiniz köyler hem kent yoksulluğu da çok ciddî bir şekilde var. Bildiğim kadarıyla daha önceki dönemlerde de bu konuda birtakım çalışmalar yapılıyordu. Kayyum döneminde ne yapıldığını bilmiyorum. Sizin bu konuda devraldığınız ya da yüklendiğiniz ne tür projeler var? 
Bucak: Bahsettiğiniz konu çok önemli. Sosyal politikalar ve yoksullukla mücâdele, daha önceki belediyelerimizin 20 yıllık yerel yönetimler pratiğinde de çok önemli bir yer teşkil ediyor. Ülkemizde bu biraz, “Veren el, alan el” şeklinde işletiliyor ve sürekli bir sadaka kültürü geliştiriliyor. Kuşkusuz bunun olmadığı yeni yöntemler geliştirmek istiyoruz. Yeni yöntemler derken, kentin kendi başına yetmesi ve kendi kalkınmasından söz ediyorum. Yani kentte yerel ekonominin gelişmesi. Az önce Doğan Başkan da bunu ifâde etti. Bunu yaparken de akut gelişen şeyleri, gözümüzün önünde olan derin yoksulluğu ve bu ekonomik krizin içerisinde bu kadar yüksek enflasyonla mücâdele, özellikle çok temel olan gıdayı evine götürememek, faturalarını ödeyememek, çocuklarına bir servis aracı tutamamak, çocuklarına bir beslenme kutusu hazırlayamamak gibi çok ciddî, önemli sıkıntılarımız var. Bu anlamda çok yoksul mahallelerimiz var. Biz öncelikle bu yoksul mahallelerimizden başladık. Sosyal politikalar üretecek ve yoksullukla mücâdele edecek olan Sosyal Hizmetler Dâiremiz, birkaç haftadır sâha taraması yapıyor ve evlerde tespitler gerçekleştiriyor. Buna dönük çeşitli çalışmalarımız olacak. Bâzı evlerin gıda desteklerini üstleneceğiz. Bâzı evlerin çocuklarla ilgili olan ihtiyaçlarını üstleneceğiz. Bâzı mahallelerde kadın yaşam evlerimiz var; oraların içine yoksullukla mücâdele edeceğimiz alanları yerleştireceğiz. Çamaşır evleri kuracağız. Evinde çamaşır yıkama imkânı olmayan kadınlar, âileler var, bunları yaygınlaştırmak istiyoruz.
Şu an önümüze koyduğumuz iki projemiz var. Halk Ekmek fırınları kurmak ve bu Halk Ekmek satış noktalarını, özellikle daha yoksul kentlerimizden başlayarak yaygınlaştırmak. Kent Lokantaları kurmak. Bunun da çalışmalarını yapmak istiyoruz. Bunları yerinde tespit etmek ve bununla ilgili görüş alışverişinde bulunmak üzere, bir iki gün içerisinde bu alandan bâzı arkadaşlarımız İstanbul’a gidecek. Hem bizim ulaşım meselemizle ilgili bir fuara katılacaklar, hem de bu sosyal politikalar konusundaki projelerimize dâir fikir alışverişinde bulunacaklar. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni ziyâret edecekler ve oradaki belediyelerin bu işleri nasıl yaptığına bakacaklar. Bizim de deneyimlerimiz var. Ama yeninin gerektirdiği birtakım şeyler var. Dünya değişiyor, Diyarbakır değişiyor. Büyük bir kent. Beklentiler değişiyor. Gençlerin ve çocukların beklentileri değişiyor. Dolayısıyla bütün bunları filtreleyebilecek ve bir araya getirebilecek bâzı çözüm önerilerimizin çok âcil gelişmesi lâzım.
Biz bir yandan stratejik plan çalışması yürütüyoruz. Biliyorsunuz, belediyeler seçildikten sonraki ilk 6 ay içerisinde, önümüzdeki 5 yıl neler yapacaklarını ve bu stratejik plan doğrultusunda önümüzdeki 5 yılın bütçesinin nasıl açığa çıkacağı konusunu tamamlamak durumundalar. Biz bütün belediye yönetimlerimizle ve Meclis üyelerimizle bu konuda mutâbıkız. Önümüzdeki süreçte meslek odaları ve sivil toplum kuruluşlarıyla da bu yönde geniş toplantılar ile bir araya geleceğiz.
En önemli gündemimiz, sosyal politikalara ayıracağımız, yoksullukla mücâdeleye ayıracağımız bütçemizin yükselmesi. Kadın hakları, kadın politikaları ve kadına yönelik şiddetle ilgili hem politikalarımızın ve çalışmalarımızın hem de bütçemizin yükselmesi. Çocuk ve gençlik alanına dâir çalışmalarımızın, politikalarımızın ve buna dâir bütçemizin yükselmesi. Bağımlılıkla mücâdele. Bununla ilgili bir önemli çalışmayı gündemimize aldık. Şimdiden hem içeriden hem dışarıdan fon kaynaklarını araştırıp bir çalıştay yapmayı planlıyoruz. Haziran ayında bu alanla ilgili önemli bir çalıştay yapıp, bu çalıştayın çıktısından sonra, kentin dinamikleriyle; Tabipler Odası’yla ve bağımlılıkla mücâdele edecek diğer uzmanlık alanlarıyla bir araya gelip çok hızlı bir biçimde kentin tespit ettiğimiz önemli noktalarında bu çalışmaları yapmak istiyoruz. Sosyal politikalar, yoksullukla mücâdele ve kadın politikaları hepsi öncelikli gündemlerimizin arasında.

Ruşen Çakır: Serra Hanım'ın bahsettiği bağımlılık meselesi, bildim bileli gençlerde ve yaşı küçük çocuklarla ilgili olarak hep konuşulurdu bölgede. Ama şimdi anladığım kadarıyla, özellikle gençlerde çok ciddî bir şekilde bir bağımlılık olduğu söyleniyor. Neden böyle oldu? Bir patlama var sanki. Doğru mu bu?
Hatun: Gerçekten böyle ve hattâ daha fazlası. Uyuşturucu meselesini sâdece uyuşturucu olarak ele almak yetersiz kalır. Kentlerdeki “Getto bölgeleri”ni oluşturmak, getto bölgelerini yönetmek veya o gettoyu yavaş yavaş bertaraf edip “rant alanlarına dönüştürmek” hikâyelerin başladığı noktalardır. Bu, sistemsel bir sorun. Bir birey ortada hiçbir şey yokken uyuşturucu içmez. Bunun elbette ekonomik, psikolojik, sosyal birçok sorunları var. Bir genci uyuşturucuya sürükleyen şey, kendini ifâde edememek, ekonomik kriz, gelecek kaygısı olabilir. Ama 8-9 yaşındaki bir çocuğu uyuşturucuya sevk eden hiçbir gerekçe yoktur. Onu doğru okumak gerekiyor. Bu sâdece Diyarbakır’ın sorunu değil, bütün dünyanın sorunudur. “Getto” diye lanse edilen bütün alanlara bir bakın. O güvensiz ortamı yaratan şey nedir?
Son 8-9 yıl, kayyumlarla, kentimizin bir bölümü getto mantığı ile yönetilmeye çalışıldı. Güvensiz bir kent. Siz de görmüşsünüzdür, TÜİK verilerine göre son 2 yıldır kentimiz 81 ilin en mutsuz kenti. Gerçekten böyle midir bilmiyorum; TÜİK’i referans alarak söylüyoruz. Bir kenti mutsuz eden şey, kendisiyle birlikte tekrar mutsuzluk üreten kavramlar getirir. Siz bir topluma, “Bu yılın en mutsuz kenti” dediğinizde, bu, psikolojik bir tahrîbat da yaratmaktır aynı zamanda. Bu tahrîbâtın bin bir çeşit yöntemi vardır. Detay detay konuşabiliriz. Bu konuda, bilimsel anlamda, teknik anlamda, sosyal psikolojik anlamda master düzeyinde cümleler kurabiliriz. “Bir kent güvensizse, güvenli birileri tarafından yönetilmeli” algısı. Bir alan getto ise, orası güvensizse, toplumun oradan çıkması gerekiyor ki yapılmak istenen süreç başlasın. Hikâyenin kaba hâli bu.
Bu konu, sistemsel bir şeydir. Burada bağlarda yaşayan bir çocuğun, laboratuvar ortamında oluşan sentetik bir uyuşturucuyu elde etme imkânı, kendi koşullarına göre neredeyse sıfırdır. O uyuşturucunun buraya gelme şeklini tartışmak gerekiyor. İçişleri Bakanlığı’nın, şapkasını önüne koyup, yerel yöneticilerle oturup tartışması gereken bir meseledir. Meclis’in konuşması gereken bir meseledir. Elbette bizlerin de en aktif hâliyle içerisinde olmamız gereken bir süreçtir. Bu ülkede hangi laboratuvarlar sentetik uyuşturucu oluşturuyor? Hangi ülkeden bu ülkeye sentetik uyuşturucular geliyor? Mesele sâdece ekilen esrar değil. Daha tehlikelisi, metamfetamin denilen, zombiye dönüştüren bir hikâye var sokaklarda. Maalesef şu an çoğunlukla yoksul halkın olduğu mahallelerde, uyuşturucuya bağımlılık oluşturan yapılar var. Zenginlerde olunca onlar biraz farklı değerlendiriyor. O mahallelerde üst ölçekli, “keyif verici” diye adlandırılır; hiç kimse uyuşturucu demez, “keyif verici maddeler” derler. Birçok okul köşelerinde uyuşturucu satılıyor. Diyarbakır’da uyuşturucu kullanımı şu an 9 yaş altına inmiş. Dokuz yaş ne demek? Daha kendini ifâde edemeyen bir çocuk, kendi başına marketten bir sakız almaya gidemeyen bir çocuk, nasıl oluyor da uyuşturucuya erişebiliyor da kullanabiliyor? Bu mesele bizim birinci öncelikli mücâdele edebileceğimiz bir konu, ama önce anlamakla alâkalı bir şeydir. Bu meseleyle baş edebilmek için önce onun can damarlarını kesmek gerekir. Bu kente uyuşturucunun gelmesi, o laboratuvar ortamında oluşturulan sentetik uyuşturucuların kesilmesi belediyelerin görevi değildir. Emniyet’in, İçişleri Bakanlığı’nın, Cumhurbaşkanımız’ın, Meclis’in görevidir. Toplumun, 81 milyonun, herkesin görevidir. Dünyada da her bir bireyin görevidir bununla mücâdele etmek. Bize düşen, toplumu bilinçlendirmek, buna karşı hemfikir olmak ve ortak zemini oluşturmak, mümkün mertebe bunun tedbirlerini geliştirebilecek başta sivil toplum örgütleri, kamu kurum kuruluşlarıyla birlikte hareket edip, bu kenti güvenli bir ortam hâline getirmektir.

Ruşen Çakır: Bu olay çok çarpıcı bir şekilde gösteriyor ki, birtakım toplumsal sorunlarda, ekonomik sorunlarda, yoksulluk ya da bu tür olaylarda belediyelerin bir sınırı var ve belediyelerin, merkezî idâreyle ortak hareket etmesi gerekiyor. Meselâ uyuşturucu konusunda, suç boyutu çok olan bir olayda, belediye cezâlandıramaz. Belediye, en fazla tedâvi ya da engelleme konusunda bir şeyler yapabilir. Henüz 2 ay oldu seçimle başa gelmeniz. Çok fazla bir deneyim yok; ama bundan sonrası için Diyarbakır’ın her türlü sorununu çözmede merkez yönetimle ya da onların buradaki temsilcileriyle, bakanlıkların temsilcileri, Vâlilik’le bir eşgüdüm kurma konusunda çalışmalarınız var mı? Bu konuda umutlu musunuz, yoksa kendi başınıza yapmak zorunda kalacağınızı mı düşünüyorsunuz?
Bucak: Sizin de ifâde ettiğiniz gibi kendi başımıza yapmak zorunda kalmak, bir kere bütün belediyelerin sınırlarını aşan bir noktada duruyor. Tek başımıza kimi sıkıntıları, sorunları aşabiliriz, kimi projeleri hayâta geçirebiliriz, ancak daha büyük ölçekli veya eşgüdümlü, berâber, kolektif çalışacağımız alanlar muhakkak olmalı. Var. Bu diyaloğun, bu konuşma zemininin, bu iletişim zemininin, ortak iş yapma zemininin, kentimiz açısından Diyarbakır’daki tüm resmî kurumlarla gelişmesini istiyoruz. Örneğin, sağlık politikalarıyla ilgili bir değerlendirme yapmak istediğimizde, önleyici halk sağlığı çalışması yapmak istediğimizde, mobil sağlık hizmetlerimizi köylerimize, kırsallarımıza göndermek istediğimizde, İl Sağlık Müdürü ile iletişime geçmek, onların da deneyim ve tecrübelerini dinlemek ve bizlerle ortaklaşacakları yerlerde birlikte gezebilmek, birlikte çözüm üretebilmek istiyoruz. Çünkü biz çoğulculuğa, katılımcılığa inanıyoruz. Bu çoğulculuğu vee katılımcılığı sâdece sivil toplumdan ibaret görmüyoruz. Diğer hususlarda da böyle.
Kent Konseyi çalışmamız yürüyor şu anda. Kent Konseyi, bildiğiniz gibi belediyenin çağrısıyla yapılıyor. Ama kentteki tüm sivil toplumu, illerdeki vâlilik ve resmî kurumların temsilcileri, muhtarların temsilcileri ve en geniş kapsamda, sivil toplumun, derneklerin temsilcilerinin oluşturduğu bir birliktelik, bir konsey. Bu kentin sorunlarının bu düzlemde, bu genişlikte, bu ferahlıkta tartışılıyor olmasını, gündemlerin buralarda tüketiliyor ve çözüm önerilerinin de olmasını istiyoruz. Sâdece gündemlerin konuşulması yetmiyor. Aynı zamanda ortak çözüm önerilerimiz ve hamlelerimizin olması gerekiyor. Kuşkusuz, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi olarak bu kentte yapacağımız tüm çalışmalarda hem merkezî hükûmetin hem buradaki vâliliğin hem de buradaki resmî kurumların ortak çalışmasına zaman zaman ihtiyaç duyacağız. Zaman zaman bir araya gelmek gibi bir beklentimiz var. İki aydır buradayız, şu âna kadar böyle bir şey gerçekleşmedi. Henüz böyle bir çalışma içerisine girmedik. Size çok somut bir örnek verelim. Geçen hafta, Dicle Kent’te Kayapınar’da, bir ilkokulun hemen yanında bulunan bir ev, depremde zarar gördüğü için ağır hasarlı ya da orta hasarlı olarak tespit edilmiş. Çevre ve İklim Dâire Başkanlığı’nın bünyesinde bulunan Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü tarafından gerçekleştiriliyor bu yıkımlar. Bütün bu yıkımlarda bu müdürlükle ortak hareket etmek istiyoruz. Çünkü bu yıkımları yaparken, etraftaki binâların güvenliğini düşünmek zorundayız. Etraftaki okulların güvenliğini düşünmek zorundayız. Gündüz okul saatinde çocukların beden dersi esnâsında, o molozların yaratmış olduğu duman, toz, kirlilik, asbest ve benzeri kimyasal sıkıntıların aşılması için bizden teknik destek istemelerini, bizimle ortaklaşmalarını talep ediyoruz. “Bu yıkımları gerçekleştirirken, İtfâiyemizle, Âfet İşleri Dâire Başkanlığımızla, Zâbıta Dâire Başkanlığımızla iletişime geçiniz” diye bu yönde bir talep yazısı yazacağız buradaki Çevre ve İklim Müdürlüğü’ne.
Bizim bu kent için, bu halkın en yüksek faydasını gören bir yerden ortaklaşmamız gerekiyor. Tek bir kurumun bu halka faydası dokunamayabilir, eksik kalabilir. O fayda %50’de kalabilir. Ama kurumlar arası birliktelik ve dayanışma gerçekleşirse, biz bu faydayı %90-95’lere çıkartabiliriz. Ortak paydamız bu halka hizmet değil mi? Sağlık Müdürlüğü’nün de, Belediye’nin de, Vâliliğin de, diğer birimlerin de. Şâyet böyleyse, dayanışabileceğimiz, ortaklaşa ekipman araç gereç, personel gibi konularda gönül rahatlığıyla bir arada olabilmeli ve çalışabilmemiz gerekiyor. Geçen hafta yaşanan bu örnek bize bunu gösterdi. Hemen müdâhil olduk. Gittik okul yönetimiyle görüştük. Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü’nü aradık. Oradan bir kanal bulmak ve geliştirmek istiyoruz ve bundan sonraki çalışmalar için de bir ortak konsensüs içerisinde ilerlemek istiyoruz. Bugüne kadar belediyelerin süreçlere dâhil edilmediği bir dönem yaşadık. Sekiz yıllık kayyumlar sürecinde, hep tek elden kararlar alındı. Vâli, aynı zamanda kayyumdu. Böyle bir yöntemle yönetildi kentimiz. Biz diyoruz ki: Hem Vâliliğin hem belediyelerin hem farklı kurumların ortak bir araya geldiği platformlarda, kentimizin ekonomik sorunlarına, sağlık sorunlarına, çevresel sorunlarına, ulaşım sorununa çoğulcu bir yöntemle, çoğulcu bir akılla çözüm bulabilmeliyiz.
Meselâ önemli bir ulaşım sorunumuz var bizim. Çok ciddî bir sorun. Bu kent büyüdü. Bu kentin îmârı genişledi. Bu îmâra özgü, yeniden bir ulaşım etüt planını revize etmemiz gerekiyor. Bu revizyon için TMMOB, sivil toplum, şehir plancıları iki haftadır birlikte çalışıyoruz. Karayolları’nı da çağırmak istiyoruz. Geçen hafta “Karayolları’nı da dâvet edelim” dedik. Onlarla da sohbet etmek istiyoruz. Karayolları Genel Müdürlüğü ile görüşmek istiyoruz. Ulaşım Dâiresi’nin buradaki ilgili müdürlüğüyle görüşmek istiyoruz. Çünkü ulaşım sâdece kent merkezinden ibâret değil. Aynı zamanda çevre yollarımızın da yeniden revize edilmesi lâzım. O çevre yolları revizesi bizim kent merkezi revizemize ve hafif raylı sistem projemizle bir bütün olarak ortaklaşması lâzım. Devlet Demiryolları’nın buradaki ilgili müdürlüğüyle bir araya gelmemiz lâzım. Çünkü kesişen şeyler var. Bütünlüklü bakmak lâzım.
Bir kentin hizmetine tâlip olmak demek, bu kentin sorunlarını çözmek istemek demek, bütünlüklü bakmayı gerektiriyor. Bütünlüklü bakma meselesinde kurumların hazır olması lâzım, kendi katabileceklerini katmaları lâzım. Ancak böyle başarılı olabiliriz. Bunu yapabileceğimize inanıyoruz. Şimdiye kadar olmadı, ama bu bahsettiğim yıkımlar ve ulaşım meselemizi çözmek üzere biz bu adımları atmak istiyoruz. Bunun önünü açarsak gerisinin de gelebileceğine biz inanıyoruz.

Ruşen Çakır: Şu âna kadar Diyarbakır’da az vakit geçirdim, ama gördüğüm kadarıyla yerli turistler var. Zâten hep çatışmanın olmadığı dönemlerde, bir de yaza doğru Diyarbakır’a bayağı bir turist geldiğini görüyorum. Bu, ekonomiye epeyce katkı sağlayabilecek bir şey. Bu konuda umutlu musunuz? Bununla ilgili çalışmalarınız var mı Doğan Bey?
Hatun: Biliyorsunuz, Diyarbakır’ın 7 bin yıla dayanan bir geçmişi var. Yedi bin yıllık kesintisiz bir yaşam. Elbette ki mevcut UNESCO süreci de Dünya Kültür Mîras listesiyle birlikte, sâdece yerli değil uluslararası arenada da bir turizm beklentimiz var. 2015 sürecinde yurtdışından ciddî bir turist akını vardı Diyarbakır’a. Ama son 7-8 yıllık süreçte yaşanan mevcut sorunlardan kaynaklı ve kayyumların farklı turizm potansiyellerini geliştirmek gayeleri nedeniyle, maalesef şu an neredeyse yurtdışından yok denecek kadar az turist geliyor. Daha çok Mardin’i tercih ediyorlar. Ama en az İstanbul kadar, Mardin kadar, turist potansiyelinin gelebileceği bir kentiz. Bu ülkede kaç tâne UNESCO Dünya Kültür Mîrâsı listesine giren kaç yer var? Böyle bir gerçekliğimiz var. Ama maalesef Diyarbakır, bu ülkenin tanıtımı içerisinde alması gereken nasibini alamıyor. Bu konuda önümüzdeki süreçte, turizm açısından, kentimizdeki sivil toplum örgütleri, Turizm Otelcilik İşletmeleri ve benzeri yapılarla çalışmalar yapacağız. Kırsal ilçelerimizde de yüzlerce târihî kültürel tescile değer yapılarımız var. Bunlarla ilgili bir çalışma yürütüp turizm akslarımızı yeniden güncelleme gibi bir çalışmamız var. Belki bu yaz yetişmez, ama ilerideki süreçte bu revizyonu gerçekleştireceğiz. Yalnız başımıza kalırsak, ülke genelinde yapılan çalışmalardan yine nasibimizi alamazsak, turistlerin buraya gelmesi için ciddî politikalar üretip, kendi tanıtımlarımızı fuar alanlarında, dünya kamuoyuna, Türkiye kamuoyuna ciddî katılımlarla gerçekleştirmeyi düşünüyoruz. Belediye olarak öyle bir hazırlığımız var. Bu konuda fena da sayılmayız.

Ruşen Çakır: Diyarbakır’ın dışarı açılan bir yüzü var: Amedspor. Şu âna kadar büyük bir başarı elde etti, Birinci Lig’e çıktı. Herhalde önümüzdeki sezon gözler onun üzerinde olacak. Daha önce çok tatsızlıklar da yaşandı. Ama çok güzel görüntüler de oldu. Kötüsü de oldu, iyisi de oldu. Önümüzdeki dönem herhalde sizler için de önemli bir olay olacak, değil mi? Amedspor bir üst ligde daha fazla konuşulur, görülür olacak.
Bucak: Doğru, öyle olacak. Amedspor’un bu başarısından ötürü biz de çok mutluyuz. Bütün bir halk mutlu. Hakîkaten o günleri târif etmek zor. Herkes tek bir ruhla o stadyumda buluştu. Sâdece Diyarbakır değil, bölgenin tüm kentlerinden insanların geldiği ve sâhiplendiği bir takım Amedspor. Önemli de bir geçmişi var. Büyükşehir Belediyespor’dan başlayan, Diskispor’dan başlayan, adını değiştire değiştire bugünlere gelen bir takım. Geçmişi ve deneyimi önemli bu kentte. Tabiî ki tüm olumsuzluklara rağmen tüm karşılaştıkları zorlu futbol müsâbakalarına ve orada mâruz kaldıkları yaklaşımlara rağmen bugünlere geldiler. Önemli bir başarı elbette. Tüm takımı, yönetim kurulunu ve emeği geçen herkesi yeniden kutluyoruz. Şimdiye kadar hem halkın hem de belediyelerin önemli bir sâhiplenmesi var. Elbette Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’nin çok daha fazla sâhiplenmesi söz konusu. Çünkü kayyumlar atanmadan önce, zâten Belediye’nin olan bir spor takımı. 2016 sonrası belediyeden mecbûrî bir kopuş başlıyor. Çünkü kayyum yönetimleriyle bir araya gelmiyorlar; ortak bir dil, bir çalışma usûlü tutturamıyorlar. O süreçler tükendikten sonra hiçbir şey eskisi gibi olduğu yerde kalmıyor.
Amedspor, artık geride yarışan, müsâbakalar yapan bir takım değil; artık 1. Lig takımı. Bu yönüyle de kendi içinde bir profesyonellik getiriyor. Bu muhâtaplıkları yürütecekler, yeni bir yönetim kurulu oluşturacaklar, yeniden bir seçime girecekler. Birinci Lig’in gerektirdiği birtakım transferleri yapılacak Amedspor’da. Uluslararası ilişkiler gelişecek orada ve başka bir noktaya evrilecek. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi olarak, belediye mevzûâtının bize vermiş olduğu sportif faaliyetleri destekleyecek binde 7’lik bir bütçemiz var. Bunu tüm sportif faaliyetlere sağlayan bir yerde duruyoruz. Bunu yaparken de Amedspor’un 1. Lig’de hem başarısı için hem gelişebilmesi için hem de sporun barışçıl ve demokratik bir mecrâda yürüyebilmesi için, özellikle futbolun böyle bir mecrâda yürüyebilmesi için, fikirsel katkılarımızı, süreçlere dâhil olarak perspektif bakımından katkılarımızı sunabilmek istiyoruz. Bu kentin demokratik barışçıl rûhunu oralarda da temsil etmesini elbette ki öncelikle önemsiyoruz. Birinci Lig’de başarılı olmasını önemsiyoruz. Dediğim gibi profesyonel bir takım. Bundan sonraki süreçte, belediye olarak desteklemekle birlikte, başka bir mecrâda yol yürüyeceğini de görmemiz lâzım. Bu bir realite. Ama her zaman kent olarak, halk olarak ve belediye olarak arkasındayız. Kendi bütçemiz oranında ve desteklerimiz, imkânlarımız oranında ne yapılabiliyorsa bunu gerçekleştireceğiz.

Ruşen Çakır: Birçok mesele var konuşulacak, ama bir yerde bitirmemiz lâzım. Doğan Bey, “Şunu söyleyemedik” diyeceğiniz şeylerden bir tânesini söyler misiniz? Çok olduğunu tahmin ediyorum.
Hatun: Bir tânesini söyleyeyim: Osman Baydemir döneminde projelendirilen ve kentin yılan hikâyesine dönen tramvay projemizi raftan indirdik. Konuyla ilgili revizyonlarımızı yapıyoruz. Bütçe için çalışmalar başlattık. Bunu kamuoyuna da bildirdik. Bu konuda kararlıyız. Kendi bütçemizle bile olsa, yıllara da yayılsa, biz bunu yapacağız; bu konuda kararlıyız. Parça parça da gitse bunu yapacağız. Bunun için gerekli altyapı çalışmalarımıza başladık. Daha önce Diyarbakır’da, belediye bünyesinde hiç raylı bir sistem olmadığı için, konuyla ilgili biraz teknik altyapı oluşturmak gerekiyor. Mühendis getirmek gerekiyor. Bu çalışmaları başlattık. Toplantılarını aldık. Hızlı bir şekilde Türkiye’de bu işi iyi yapan belediyelerle fikir alışverişinde, resmî yazışmalarda bulunmaya çalışıyoruz. Bu konuda daha önce tecrübemiz olmadığından, gerektiğinde bâzı yerlerden destek taleplerimiz de olacaktır. Bu kentte Devlet Demiryolları dışında raylı bir sistem yok. Bugüne kadar olmamış. Biz bu ilki gerçekleştirmek istiyoruz. Bunun için kararlıyız. Çalışmalarımızı başlattık. Projemiz de şurada duruyor. Her iki eş başkanımızın da odasına astık, her gün rüyâlarımıza girsin diye. Bu, kararlılıkla alâkalı. Her gün görmek istiyoruz bunu.
İkincisi, Türkiye’deki bütün belediye başkanlarına bir çağrıda bulunmak istiyoruz. Ülkenin gerçekten kırsal kalkındırma, tarım ve hayvancılık politikalarına yönelmelerini önemsiyoruz, çünkü biz böyle yapacağız. Bu ülkenin geleceği hepimizin ortak sorunu. Bu ortak sorunla ilgili birlikte ortak çalışabiliriz, projeler geliştirebiliriz ve ülkeyi yeniden kalkındırabiliriz. Tabiî ki barış ve kardeşliği de esas alarak.

Ruşen Çakır: Siz ne söylemek istersiniz Serra Hanım?
Bucak: Aslında pek çok mesele var değinemediğim. Ama belki, gündemde olduğu için ve seçim döneminden beri bizim de gündemimize yerleştiği için, sokak hayvanlarıyla ilgili bir şeyler söylemek istiyorum. Sokak hayvanlarını koruma ve bu konuda, başta kendi barınağımız olmak üzere, bütün barınaklarımızın koşullarını iyileştirme ve tüm 17 ilçemizde teşvik etme, ilçe belediyelerimizin kendi hayvan barınaklarını kurması, kurulamıyorsa bizim mobil ekiplerimizle aşılama kısırlaştırma ve aynı zamanda koruma ve beslenme noktalarımızın olacağı bir çalışmayı başlattık. Haziran ayında tüm hayvan hakları savunucularıyla, Diyarbakır Barosu Hayvan Hakları Komisyonu’yla ve kentin diğer dinamikleriyle, hattâ İstanbul ve Tatvan’dan dâvet edeceğimiz gönüllülerle bir çalıştay yapmak istiyoruz. Bunu çok önemsiyoruz. Sokak canlılarının, sokak hayvanlarının haklarını savunmak, burada gençlerin ve çocukların bu sâhiplenmeyi en güzel şekilde yapacaklarına inandığımız için, bizim için özel ve önemli bir çalışma olacak. Sürdürülebilir bir çalışma açığa çıkarmak istiyoruz.
Engelliler konusu var. Diyarbakır engelli nüfusun çok olduğu bir kent. 10-16 Mayıs haftasında engellilerle bir araya geldik. Bu sorunları bu sefer çok ciddiyetle ele alıp, hattâ belediye bünyemizde bir Engelli Dâire Başkanlığı kurmak istiyoruz. Şimdi arkadaşlarımız mevzûat olarak bunun mümkün olup olmadığının araştırmasını yapıyorlar. Bu mümkün olabiliyorsa, Engelli Dâiresi’ni kurmak istiyoruz. Bu Dâire Başkanlığı bünyesinde, tüm bu negatif engellilik algısını değiştirmek, farkındalık yaratmak, erişilebilirlik noktalarını güçlendirmek ve engelli istihdâmını, başta belediyede olmak üzere, bütün kentte teşvik etmek istiyoruz.
Son bir cümle etmek istiyorum. Yaşadığımız son 10 yılda ve kayyumlar döneminde, evet, bu bölge kayyumları gördü, ama Türkiye’nin batısı da bu kayyumlardan etkilendi. Çünkü buradaki anti-demokratik zemin, anti-demokratik koşullar, OHAL koşulları, kuşkusuz Türkiye’nin batısına da sirâyet etti. Bu sebeple, Türkiye’deki tüm belediyelere, yerel hizmetleri yürüten yöneticilere ve bu alana gönül vermiş herkese şu çağrıyı yapmamız gerekiyor: Türkiye’nin batısında ve doğusunda yerel yönetimlerin önemini, yerelin önemini ve yerel yönetimlerin yeniden demokratikleşmesi gerektiğinin altının çizilmesini vurgulamak istiyorum. Yerelin demokratik damarları, çoğulculuk ve katılımcılık damarları ne kadar kısılırsa, hizmetler de o kadar etkisiz ve verimsiz olur. Yeniden bu kanalları açmak gerekiyor. Misal, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi, eskiden Sur Kültürel Mîras Alan Daâiresi’nde söz sâhibiydi. Bu söz sâhipliğinin yeniden Büyükşehir belediyelerine verilmesi gerektiğini savunuyoruz. Az önce bahsettiğimiz bu resmî kurum ve kuruluşlarla olan ilişkilerimiz de, ancak bu demokratik zeminde mümkün olacaktır. O yüzden yerel yönetimler, âcil bir biçimde, demokratik kanalları ve iletişim kanallarını açmalı. Yerelin yapabileceklerinin ve yerelin elinde olan imkânların neden önemli olduğunu tekrar vurgulamak ve Türkiye’deki tüm yerel yönetimleri, tüm belediyeleri ve tüm yöneticileri, bu merkeziyetçi bakış açısından kurtarmak gerekiyor diye düşünüyorum. Teşekkür ederim.

Ruşen Çakır: Çok teşekkürler. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi eş başkanları Serra Bucak ve Doğan Hatun bizi misâfir ettiler, sorularımızı cevaplandırdılar. Kendilerine çok teşekkür ediyoruz. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
20.10.2024 Doğrusuyla yanlışıyla Kürt hareketi üzerine yedi öne çıkan önerme
14.10.2024 Türkiye’nin Selahattin Demirtaş’a ihtiyacı var
13.10.2024 “Ben senin, beni sevebilme ihtimalini sevdim!”
09.10.2024 Transatlantik: ABD seçimlerine son 26 gün - 7 Ekim’in birinci yılında Ortadoğu
08.10.2024 Burak Bilgehan Özpek ile söyleşi: Türkiye’nin gündeminde “muhâlefet boşluğu” var
08.10.2024 Mümtaz’er Türköne ile söyleşi: Silivri Postası
06.10.2024 Özgür Özel üzerine bazı gözlemler ve notlar: Pirinç/bulgur paradoksu
03.10.2024 Aydın Selcen ile söyleşi: İran-İsrail gerginliğinin geleceği
03.10.2024 Arzu Yılmaz ile söyleşi: Ortadoğu alt üst olurken Türkiye ve Kürtler
02.10.2024 Transatlantik: İsrail İran’a cevap verir mi? Lübnan’da Hizbullah’ın geleceği – Walz-Vance münâzarası
20.10.2024 Doğrusuyla yanlışıyla Kürt hareketi üzerine yedi öne çıkan önerme
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı