Cengiz Çandar ile söyleşi: İsrail-İran savaşı Türkiye'yi neden ve ne ölçüde ilgilendiriyor?

17.06.2025 medyascope.tv

17 Haziran 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. İsrail-İran Savaşı'nı bir uzmanla, bölgeyi yıllardır çok iyi takip eden bir gazeteci ve aynı zamanda DEM Parti Diyarbakır Milletvekili olan Cengiz Çandar’la konuşuyoruz. Cengiz Ağabey, merhaba.
Cengiz Çandar: Merhabalar.

Ruşen Çakır: Bu savaşın Türkiye'yi ilgilendirdiği kısmına girmeden önce, İsrail-İran meselesine gelelim. İsrail’in, İran’ın nükleer tesislerine ve füze üslerine düzenlediği saldırının beşinci günündeyiz ve karşılıklı saldırılar bitmek bilmiyor. Bu boyutta bir savaşı bekliyor muydun? Bir beklenti vardı ama açıkçası saldırı değil de savaş tanımını hak eden bir noktadayız sanki. Ne dersin?
Çandar: Evet ve hayır diyeceğim, ama hem evet hem hayır demek anlamsız bir cevap olacak. Bugün beşinci günündeyiz. Beş gün önce, şimdi yaşadığımız hâliyle, ‘’tam bu zaman diliminde böyle bir savaşı bekliyor muydun?’’ diye sorsan ‘’hayır’’ derim. Ama ‘’İsrail-İran savaşını, İsrail'in İran'a saldıracağı türden bir savaşı, bir gün bunun olabileceğini bekliyor muydun?’’ dersen, ‘’evet’’ demem icap ediyor. Çünkü 7 Ekim 2023'ten beri olan bütün gelişmeler aslında İsrail'in İran'la savaşıydı. İran’ın bölgedeki uzantılarını iptal ederek, onları ezerek, yok ederek, devre dışı bırakarak İran'a karşı savaşıydı ve esas olan da karargâh, İran'ın kendisi. Dolayısıyla İsrail'in bir gün İran'a saldıracağını, hele Netanyahu yönetiminde bir İsrail'in ve hele hele de Trump'ın iş başına geldiği bir Amerika'yla birlikte ortaya çıkan dünya tablosunda, bu saldırıyı tahmin etmek gerçek dışı olmazdı. Ama tam zamanlaması, günü itibariyle, ‘’şu içinde bulunduğumuz günlerde bunu bekliyor muydun?’’ dersen, ‘’hayır’’ diyeceğim.

Ruşen Çakır: Özellikle İsrail savaşa ABD'yi de katmak istiyor yorumu çok yapılıyor. Buna katılıyor musun?
Çandar: Eğer İsrail, İran’ın Fordo’da bulunan ve nükleer silah yapımında gerekli olan yeraltı uranyum zenginleştirme tesislerini vurmadığı takdirde, bu savaş esas amacına ulaşmayacak ve İsrail kendisine mutlak bir askeri başarı sağlamış olmayacak. İsfahan'ın hemen kuzeyindeki Natanz nükleer tesislerini ve bir sürü başka yeri de bombaladılar. İran Silahlı Kuvvetler hiyerarşisinde en üstte bulunan nükleer bilim adamları ve bir sürü insanı devre dışı bıraktılar. Ama madem bu çapta bir savaş başlatıyorsunuz, yine de yüzde yüz askeri başarı elde etmiş olmak için, İsrail’in, Fordo'daki tesisleri ortadan kaldırması, yani İran'ın nükleer güç olma imkânlarını yok etmesi gerekiyor. Bu, Amerika olmadan olamıyor. Çünkü dünyada bunu halledebilecek tek askeri ve teknolojik imkân Amerika Birleşik Devletleri'nin elinde var. Amerika Birleşik Devletleri ,2004 yılından beri GBU-57 olarak bilinen bir silah geliştirdi. Bu silah, 30 bin pound. Kilo hesabına vurursak 15 bin kilo demek. Yani 15 ton ağırlığında bir bomba ve bu ancak B52'lerle  taşınarak hedefe bırakılabiliyor. B52'lerin bunu taşıyıp hedefe yöneltmesi için dalga dalga B52 akımlarının olması ve bu silahın kullanılması, yani dağı yarıp içine girerek İran'ın nükleer imkânını sıfırlaması gerekiyor. Bunu Amerika'dan başka yapabilecek hiçbir güç yok. Dolayısıyla ‘’İsrail Amerika'yı savaşa dâhil etmek istiyor mu?’’ derseniz, amacı bu ise ki amacın bu olduğu apaçık ortada, tek başına bu değil, ama en önemli amacı İran'ın bir nükleer güç olma potansiyelini yok etmek, ortadan kaldırmak, o zaman Amerika’sız olacak bir iş değil bu.
Buradan aslında başka bir tartışmaya da gelebiliriz. Açıkça söyleyeyim, ben Netanyahu'nun Trump'a rağmen bu işe kalkıştığına ve Trump'ın bunu istemediği söylemlerine hiç prim vermiyorum. Biraz tavşana kaç, tazıya tut hesabı gidiyor aralarındaki ilişkiler. Bunu birkaç noktadan da anlayabiliyoruz. Trump, İsrail saldırısı başlamadan birkaç gün önce bölgedeki Amerikan diplomatik personelini boşalttı. Niye boşalttı? Saldırı olacağını bilmiyor muydu? Mutlaka biliyordu ve boşalttı. İkincisi, Amerika çok kesin bir ağırlık koyduğu takdirde, İsrail'in böyle bir savaşı başlatması mümkün değil. Dolayısıyla bu biraz Amerika'yla İsrail arasında bir rol dağılımıyla yürüyen bir şey gibi geliyor. O yüzden eğer Amerika'nın kendisi bu işe kalkışmayacaksa, yani Trump'ın kararıyla az önce ifade ettiğimiz bu bombayı İran'ın nükleer kapasitesini tümüyle ortadan kaldırmak amacıyla Fordo'ya kullanmayacaksa, o zaman İsrail Amerika'yı dâhil etmek istiyor diyebiliriz.

Ruşen Çakır: Peki, Amerika katılır mı buna? İsrail dâhil etmek istiyor, ama Trump buna dâhil olur mu? 
Çandar: Ama zaten sorun burada. Amerika galiba zaten dâhil bu işin içine.

Ruşen Çakır: Hayır, hayır. Demin anlattığın şekilde, Amerikan Ordusu uçaklarının bilfiil savaşa dâhil olması anlamında soruyorum.
Çandar: Bugün New York Times gazetesinde ‘’Diplomatik seçenek mi yoksa Fordo'nun bombardımanı mı?’’ diye önemli bir yazı var. Trump Kanada'daki G7 toplantısını erken terk etti, bir de birtakım laflar etti: "Öyle bir şey göreceksiniz ki yakında, hayretler içinde kalacaksınız” dedi. Bir yanıyla da İsrailliler birtakım açıklamalar yapıyorlar. Hizbullah liderlerini ortadan kaldıran bu bombalı, bubi tuzaklı, cep telefonlarında kullanılan teknolojiyle öyle bir şey yapılacak ki bundan söz bile edilmeyecek deniliyor. Şimdi sanki Trump'ın böyle bir yöne gittiğine doğru işaretler var. Dolayısıyla biraz nefesimizi tutup iki üç gün beklememiz gerekiyor. Ben Amerika Birleşik Devletleri'nin, Trump'ın Amerika’sının, İran'ı tamamıyla devre dışı bırakmak için böyle bir savaşa girmesinin çok ciddi bir ihtimal olduğu kanısındayım açıkçası.

Ruşen Çakır: İsrail'in istihbarat anlamında çok güçlü bir devlet olduğunu biliyoruz. Ama aynı şey İran için de geçerli ve sadece devrim değil, devrim öncesinden itibaren istihbarat devleti olarak bilinen bir İran var. Bölgede yaptığı operasyonların büyük bir kısmında da bunu gördük. Ama şimdi, önce Hamas saldırısının ardından yaşanan süreçte, mesela Lübnan'da olanlar, Tahran'da, Haniye'nin öldürülmesi gibi olaylar ve bu son olayda da görüyoruz, komutanlar öldürülüyor, nükleer bilim insanları öldürülüyor, komutanın yerine gelen komutan öldürülüyor gibi, İsrail'in, istihbarat anlamında olağanüstü bir gücü var. Övmek için söylemiyorum ama çok şaşırtıcı değil mi? Yani her şeyi bu kadar bulabilmeleri, nokta atışı saldırılar yapabilmeleri ve İran'ın bu konuda bayağı bir çaresiz olması.
Çandar: İsrail'in dış istihbarat ağının çok güçlü olduğunu biliyoruz. Bir de İsrail teknolojik bir devlet. Bundan 10 yıl, 20 yıl önceki İsrail'le, şimdiki İsrail çok farklı. Tel Aviv'den kuzeye Netanya'ya doğru gittiğiniz zaman, Hayfa yolundan ilerlediğiniz zaman, bundan 20 yıl önce orada gökdelen yoktu. Şimdi bir gökdelenler ormanı ve Amerika'daki Silikon Vadisinin yerine geçen, adeta onun kadar etkili olan bir teknolojik merkez hâlinde orası. Ve İsrail önemli bir teknolojik güç. Özellikle Rusya'dan gelen Yahudi göçüyle ve Amerikan Yahudilerinin de etkisiyle bu teknolojik üstünlüğünü sağladı ve bütün dünyanın her yerinde Yahudi unsurunun üzerinden çok güçlü bir istihbarat ağı örgüsü oluşturdu. Türkiye'de son yıllarda bizim dilimize çok yapışan bu ‘’beka’’ sorunu, bizde genellikle iktidar odaklarını konsolide etmek için biraz demagojik ve popülist amaçlarla kullanılıyor, ama İsrail'in gerçek bir beka sorunu var. İsrail kendisine hasım olan ya da kendisinin öyle hissettiği yahut da kendisinin o hâle getirdiği bir husumet denizinin ortasında bir ada gibi. Arap ve İslam unsurunun ortasında bir ada gibi. Bir de bunlara İslam devriminden sonra İran eklendi ve İran on yıllardır ‘’biz İsrail'i yeryüzünden kaldıracağız’’ diyor. Böyle bir devletin çok sabırlı, dikkatli, titiz bir çalışmayla kendi güvenliğini sağlam alması gerekiyor. Bunun bir yolu, çok sağlam bir istihbarat örgüsü. İkinci yolu da teknolojik üstünlük. Şimdi bunu İran'la olan bu çatışmada görüyoruz. ‘’İran istihbarat devleti değil miydi?’’ diyeceksin.
Üçüncü dünyanın otokratik yapılarının istihbarat devleti olması, kendi nüfusları üzerindeki baskı mekanizması anlamında bir sonuç veriyor. Yoksa açıkçası İran'ın dış dünyaya ilişkin muazzam bir istihbarat ağı yok. İsrail nasıl Yahudi diasporası üzerinden bir bilgi ağı oluşturmuşsa, İran'ın esas istihbarat gücü de Şii unsuru üzerinden oluşturulmuş. Onun da sınırları, belli. Meşhur ‘’Şii hilâli’’ lafından söz edilirdi hatırlarsan; Irak, Lübnan, Yemen. Yani İran'ın dış istihbarat alanının ulaşabileceği, doğal insan unsurundan kaynaklanarak yayılabileceği alan bu kadar. İran'ın esas istihbarat gücü, kendi nüfusuna, kendi otokratik, hatta totaliter yapısını, İslam Cumhuriyeti'ni sağlama almaya yönelikti. İsrail'le baş etmeye yönelik ne o teknolojik gücü, ne de o istihbarat ağı vardı ve İsrail açıkçası bir beka sorunundan yola çıkarak, kendisini ortadan kaldıracağını, haritadan sileceğini ilan etmiş olan bir devlete karşı herhalde on yıllardır hazırlanıyordu. Fakat hazırlanmasının, başarısının ölçüsü nokta atışları. Az önce konuştuğumuz gibi, İran Silahlı Kuvvetleri’nin en üst kademesini neredeyse iptal etti, nükleer fizikçileri, bilim adamlarının önemli bölümünü devre dışı bıraktı. Şu anda da İran hava sahasının en azından yarısına hükmeder durumda. Bu teknolojik ağırlıklı savaşı İran'ın içine mütemadiyen taşıyarak gösteriyor.

Ruşen Çakır: Burada önemli hususlardan bir tanesi, hedefin sadece nükleer program mı olduğu, yoksa aynı zamanda bir rejim değişikliği mi olduğu meselesi. Netanyahu bunu açıkça telaffuz etmekten çekinmiyor, hatta İran halkına çağrılar da yapıyor. Yurtdışında, özellikle Batı’da, rejim muhalifi ama Şah yanlısı olanların bir hareketlilik içerisine girdiği görülüyor. Bu olayı hakikaten ciddiye almamız gerekir mi? Yani burada bu savaşın gidişatına bağlı olarak, rejimin ortadan kalkması gibi bir olay yaşama ihtimalimizi görüyor musun?
Çandar: Tümüyle ihtimal dışı olmadığını söylemek gerçekçi olur. Çünkü nereden baksanız, İran'daki sistem çok sağlam, sert ve güçlü bir merkezi yönetime ve onun pazı gücüne dayanıyor. Şimdi siz o unsurları, Devrim Muhafızları’nı ortadan kaldırıyorsanız… Çünkü İran’ı devrim muhafızları yönetiyor esas olarak. İran'ın dini lideri ya da en önemli lideri olarak bilinen Hamaney’in dayanak noktası ve iktidar aracı, esas olarak Devrim Muhafızları. Ekonomiye de onlar hükmediyor. Şimdi onların bütün üst kademesi temizleniyor. İran'ın askeri gücü çok ağır darbeler yiyor. Hâl böyleyken, İran'da on yıllardır artan sayılarda büyük bir gayrimemnun nüfusun da bulunduğu biliniyorsa, merkezi devletin zayıflaması ve sarsılmasının birtakım rejim değişikliğine uygun bir zemini yaratacak gelişmeleri hareketlendirebileceğini görebiliriz. Ama bunun için zaman erken. Tabii ki İsrail'in söylediği bu. Hani ‘’kremanın üzerindeki çilek’’ diye bir laf vardır ya, İran’da bir rejim değişikliği, kremanın üzerindeki çilek gibi olmuş olacak. Siz İran'ı bir potansiyel nükleer tehdit ve nükleer güç olmaktan çıkaracaksınız, rejim değişikliği hedefini de sağlıyorsanız, yeme de yanında yat.
Biraz hafızamızı zorlarsak… Gerçi siz çok genç bir nüfusa yayın yapan bir mecrasınız. Türkiye nüfusunun üçte ikisi ya da yarısından fazlası 30 yaşın altında galiba. İsrail'in bölgedeki en yakın müttefiki on yıllar boyu İran'dı. İran Şahlık rejimi altındayken, İsrail'in en yakın müttefikiydi. Şimdi İran’da bir rejim değişikliği olursa, illa Şah rejiminin tekrar kurulması değil ama bu mevcut rejimin dışında, İran İslam Cumhuriyeti’nin dışında bir rejim olursa, herhalde İran, Arap da olmadığı için, İsrail'i çevreleyen bir Arap alanı var, ki onların bazıları İbrahim Anlaşmalarıyla İsrail'le uzlaşmaya doğru gidiyordu, Körfez'in karşı tarafında İsrail'e düşman olmayacak bir İran rejiminin oluşması, tıpkı kuzeyindeki Azerbaycan gibi ki Azerbaycan'la İsrail ilişkisi mükemmel, Güney Kafkasya'da nasıl İsrail'e dost bir Azerbaycan varsa, hemen onun altında, yine Azerbaycan olan koca bir İran, rejim değişikliğiyle bir Avrasya gücü olarak İsrail'e dost bir şekilde yer alırsa, bu İsrail için en ideal çözüm olmuş olur ve bu savaş o anlamda amacına kesinlikle ulaşmış olur. Ama bunu da Amerika'yla birlikte yapabilir. İsrail, tek başına sürüklediği bu askeri tırmanmayla bunu elde edebilecek güce sahip mi, ondan çok emin değilim. Bu rejim değişikliği Amerika'nın müdahil olması, yani bütün askeri dengeyi kesinlikle İran'ı ezecek şekilde değiştirmesiyle mümkün olabilir. O olacak mı? Amerika bu planın içinde mi ya da Amerika'nın böyle bir planı zaten var mıydı, Bunu en yakın vadede, birkaç gün içinde ya da haftalar içinde göreceğiz.

Ruşen Çakır: Türkiye'ye gelelim. Aylar önce Erdoğan, “İsrail'in hedefinde Türkiye var’’ dedi. Hatta Mecliste kapalı oturum tartışmaları oldu. Sonra Bahçeli bu son saldırının ardından, “Sırada Türkiye var” dedi. Sonra baktık ki Abdullah Öcalan, Nisan ayındaki görüşmesinde Pervin Buldan ve şimdi soyadını hatırlamadığım Avukat Ömer’e de aynı şeyi söylemiş. Öcalan bunu “Gazzeleştirme süreci” olarak açıklıyor. “Önce Gazze, sonra Lübnan, sonra, Suriye'yi halletti. İsrail bölgenin hegemon gücü yapılmak isteniliyor. Sırada İran var, ondan sonra da Türkiye” diyor. Bu yaklaşımı nasıl buluyorsun? Yani İran'dan sonra Türkiye. Böyle bir sıralama sana gerçekçi geliyor mu?
Çandar: Gelmiyor açıkçası. Bunu benim söylemem birçok insana garip de gelebilir, ama gerçekçi gelmiyor. Az önce senin hatırlatmasını yaptığın, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 1 Ekim 2024’teki açılışında, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın konuşmasındaki bu sözlere, ben 2 Ekim’de yine Meclis kürsüsünden bunların doğru ve geçerli olmadığı şeklinde cevap vermiştim. Tabii Cumhurbaşkanı sıfatı taşımadığımız için bizimki yankılanmıyor. Ama Cumhurbaşkanı’nın gönderme yaptığı, ‘’vadedilmiş topraklar.’’ Yani İsrail'in kuruluş doktrini vadedilmiş topraklara dayalıdır. O, ‘’ta Fırat'a kadar, Türkiye'nin içlerine kadar’’ diye ifade edilen bir anlamı vardır. Dolayısıyla İsrail de ortaya koyduğu bu politikayla yayılmacılığını ortaya koymaktadır. Arz-ı Mev’ûd’a, yani ‘’vadedilmiş topraklar,’’ doktrine göre, Anadolu da tehdit altındadır, kapımıza doğru geliyor’ gibi sözler söyledi Erdoğan. Ben de o zaman tekrar ederek söyleyeyim. “İsrail'in kuruluş doktrini Arz-ı Mev’ûd, yani ‘vadedilmiş topraklar’’ değildir” diye açıklamıştım. İsrail Siyonist bir devlettir. Temelleri 1897’de Basel'da yapılan ve Theodor Herzl'in başkanlık ettiği I. Siyonist Kongresi'nde atılmıştır. Daha sonra David Ben-Gurion, İsrail'in kurucu lideri olarak Siyonist esaslara göre İsrail'i var etmiştir. Siyonizm’in tam Türkçe ifadesi, Yahudi Ulus Devleti’dir. Yahudilik bir dini kimliktir, ama ilginç olan, Siyonizm, Yahudi ulus devlettir ve İsrail bir Yahudi Ulus Devleti’dir. Öyle ‘’Arz-ı Mevûd, ta Nil'den Fırat'a kadar orayı işgal edecek’’ sözleri doğru değil.  Böyle bir şey yok. O yüzden, koskoca Türkiye Cumhuriyeti'ni de İsrail'in saldırısına hedef gibi görmek, Türkiye'yi çok küçültücü bir bakış açısıdır ve yanlıştır’’ demiştim. Aynı kanıyı gene muhafaza ediyorum.
Ama bunu güçlendirecek çok daha önemli bir husus var. Biz Türkiye'de sürekli olarak bir şeyi unutuyoruz. Türkiye bir NATO ülkesi. Türkiye Cumhuriyeti, uluslararası askeri kolektif güvenlik sistemi ve Batı’nın kolektif güvenlik sistemi olan, bütün Avrupa ülkelerinin, neredeyse ileri gelen Avrupa ülkelerinin ve en başında da Transatlantik güç olarak Amerika Birleşik Devletleri'nin bulunduğu, Soğuk Savaş döneminde var olmuş ve Soğuk Savaş sonunda Sovyetler Birliği dağılmış olmasına ve rakip askeri güvenlik paktı olan Varşova Paktı ortadan kalkmış olmasına rağmen hâlâ devam etmekte olan NATO'nun üyesi. Şimdi siz İsrail'in bir NATO üyesine saldırabileceğini nasıl aklınıza getirebilirsiniz? Mümkün değil böyle bir şey. En azından görebileceğimiz bir vadede mümkün değil.
İkincisi, Türkiye ile İran aynı konumda değil ki İsrail'e karşı. Türkiye, "Biz İsrail'i topraktan sileceğiz" deyip, ona göre bölgede İsrail'in yok edilmesi hedefine yönelik olarak Hizbullah'ından Hamas'ına kadar birtakım unsurlarla ilişkiler kurdu mu? Aynı şey değil yani. İran'ın İsrail'e aldığı pozisyon ve araçsallaştırdığı vekilleriyle, bölgesel vekâlet unsurlarıyla Türkiye'nin İsrail'e yaklaşımı ve Türkiye'nin bölgesel vekil unsurları aynı şey değil. Yine tekrar ediyorum ve altını bir daha büyük harflerle, yüksek sesle çizerek söylemek istiyorum: Türkiye bir NATO ülkesi. İsrail’in Türkiye'ye saldırısı söz konusu olamaz. Akla bile gelmemeli.

Ruşen Çakır: Bu savaş büyüyor. Birbirlerine karşılıklı darbeler indiriyorlar, ama en büyük yarayı İran'ın aldığı kesin. Türkiye’de bu duruma bakıldığı zaman kimileri şöyle söylüyor biliyorsun: “Bunların ikisi de bizim bölgedeki rakibimiz. Birbirlerini yesinler, zayıflasınlar. Bu bizim işimize yarar.” Bu akıl yürütmeye ne dersin?
Çandar: Bu, bir tavla müsabakası değil. İki tarafa da para koymamışsınız, ikisi de sizin rakibiniz, ‘’birbirlerini yesinler’’ gibi bir durum yok ortada. Bölgenin iki önemli aktörü, teknolojik olarak şimdiye kadar hiç görülmemiş bir savaşı yaşıyorlar. Bu arada unutmadan söyleyeyim, İran çok ağır darbeler yiyor ama, biz İsrail'in ne darbeler yediğini çok iyi bilmiyoruz. İsrail'de ne olup bittiğine dair muazzam bir karartma var. Hayfa'da, Tel Aviv'de, Rehovot'ta, Bat Yam'da, başka yerlerde ne olduğunu bilmiyoruz. Ama İsrail 1948'de kurulduğundan bu yana, herhalde askeri anlamda bir savaşın en şiddetli sonuçlarını yaşıyor şu anda ve belki İsrail'i çok sarsıcı birtakım gelişmeler de oluyor. İsrail'in bu demir kubbesinin, hava savunma sistemlerinin yer yer delindiği, Tel Aviv'de, Hayfa'da, belli yerlere inen o koca balistik füzeler ve onların patlayıcı gücü, İsrail'in zihnini de ruhunu da ciddi olarak sarsıyor. Şimdi o kadar basit bir durum değil. İsrail almış altına İran'ı dövüyor gibi de görmememiz lazım.
Ama sorunun can alıcı noktasına dönersek, bu gerilim hâli nedeniyle bölgede en büyük sıkıntıyı kim yaşayacaktır? Birkaç gündür adını duymaz olduk tabii ki Filistin halkı yaşıyor en büyük sıkıntıyı. Gazze'de apaçık bir soykırım var. Gazze halkı, Filistin halkının bir bölümü ve diğer kısmı bu kadar saldırgan ve insafsız bir İsrail'in zulmü altındayken, Türkiye, ruhen, ahlâken ve en azından kültürel olarak duruma bigâne kalamaz. Dolayısıyla, İsrail'in elde ettiği bu durumun bundan sonra bölgede yaratacağı titreşimler, Türkiye'yi pozisyon almaya itecek. Bu kadar saldırgan bir güçle aynı mahallede, aynı coğrafyada yaşamak ve aynı zamanda da bu saldırı savaşının İran'da yol açacağı istikrarsızlık ve muhtemel gelişmelerin, koskoca komşu ülkesini etkilememesi mümkün değil. Dolayısıyla Türkiye bu savaşta, ‘’yesinler birbirlerini’’ diye, locada gladyatör dövüşü seyreden Romalı konsül gibi davranamaz. Son derece tedirgin edici, Türkiye'yi sürekli gerilimde ve teyakkuzda tutması gereken çok can sıkıcı bir gelişme.

Ruşen Çakır: Şimdi savaşı takip ederken, İsrail’in, İran hava sahasını istediği gibi kullandığını görüyoruz. Öte yandan, İran'ın, hava savunma sistemleri anlamında bir zaafı olduğunu görüyoruz. Öteki taraftan, İran'ın cevabı füzelerle saldırmak oluyor. Bir kısmı, İsrail'in o sözü çok edilen demir kubbesine takılıyor, ama takılmayanlar da oluyor. Şimdi bu olaya baktığımız zaman, Türkiye'ye dönüyoruz. Türkiye'de, İsrail'in elinde olan F-35'ler yok. Türkiye'nin elinde hava savunma sistemleri de yok. S-400'ler var ama onlar da hangarda. Dün Cumhurbaşkanı’nın yaptığı açıklamadan da anlıyoruz ki, Türkiye'nin, İran'daki gibi saldırı amaçlı füze anlamında da birtakım sorunları varmış. Dünkü açıklamayı takip etmişsindir. Bu konuda sabır telkin ediyor ve bunların halledileceğini söylüyor. Son dönemde Türkiye'de savunma sanayii çok öne çıkartılıyor. Evet, çok önemli gelişmeler var. Ama bu olaya baktığımız zaman, ben bu işlerden çok anlamayan birisi olarak, üç temel unsurda Türkiye'nin ciddi sorunu olduğunu görüyorum. Ben mi bir şeyleri yanlış okuyorum?
Çandar: Doğru okuyorsun. Mesela bu savaş aynı zamanda iki şeyi eşzamanlı olarak ortaya koydu. Bir, şimdi senin altını çizdiğin husus. Türkiye'nin, çok ciddi bir hava savunma sistemi ve savaş uçağı eksikliğinin bulunduğu ortada. F-35 programından çıkarılmış bir Türkiye var. Onu bir türlü kompanse edemedi. Onun yerine F-16 modernleşmesi peşinde koştu, gitti geldi Biden döneminde. Trump'tan medet umdu, ama F-16 modernleşmesi hâlâ daha sağlama alınmış değil. F-16 da F-35'in çok gerisinde ve zaten F-35'ten de çıkarıldı. Çıkarılmasına sebep olan S-400'ler de dediğin gibi hangarda duruyor. Türkiye'nin hava savunması evlere şenlik, öyle diyelim. Allah göstermesin bir savaşa maruz kalsa, İran'dan beter bir görüntü verebilir. Bu zaaf, apaçık ortaya çıkmış durumda.
Eşzamanlı olarak gündeme gelen unsur nedir? Az önce sen yine işaret ettin, Cumhurbaşkanı dünkü konuşmasına orta ve uzun vadeli olarak kendi savunma teknolojimizi, sanayimizi geliştirerek, füze sistemleri imal edilmesinden bahsediyor. Türkiye bunu yapmaya mecbur. Bu ne demek? Muazzam bir harcama kalemi Türkiye'nin önüne dikiliyor olacak. Türkiye açısından baktığımız zaman, bu savaş, hiçbir şey yapmadıysa, Türkiye'yi böyle büyük harcamalara yöneltecek sonuçları kendiliğinden getirdi. Şimdi kalkıp, panellerde, sempozyumlarda ‘’önemli olan barıştır, şudur budur’’ demek güzel cümleler. Ama siz bir devlet yönetiyorsanız ve kafanızı kaldırıp bir tanesi İsrail, öbürü İran olan komşularınızın böyle bir savaşı bu balistik füzelerle, bu hava savunma sistemleriyle, bu imkânlarla ve teknolojinin geldiği noktayı ele alarak seyrediyorsanız, o zaman kendinize bir dönüp aynaya bakacaksınız ve diyeceksiniz ki: “Yarın öbür gün böyle bir duruma muhatap kalırsak, bizim kendimizi savunmamız ve ‘kim olacaksa’ düşmanı caydırıcı silah sanayimize sahip olmamız lazım. Ona buna güvenemeyiz. Kendimiz bunu yapalım.” Peki, kendimiz yapalım. Bedava yapılmıyor bu işler. Türkiye'deki ekonominin hâli malum. Siz bu ekonomiyle muazzam yeni bir ekonomik yük altına gireceksiniz.
İkincisi, mesela KAAN uçakları imal ediliyor. Motorlarını da mı biz imal ediyoruz bunların? Birtakım parçaları oradan buradan geliyor. O zaman bu da belli dış bağımlılıkları beraberinde getiriyor. Rusya'dan mı, Çin’den mi alacaksınız? Amerika Birleşik Devletleri'ne ya da Eurofighterlar peşinde Avrupa ülkelerine gideceksiniz. Dolayısıyla dış politikanızı da etkileyecek. Hem savunma sanayinizin hem dış politikanızın hem de ekonominizin büyük ölçüde etkileneceği yepyeni bir geleceğin eşiğinde bulunuyoruz. Bundan böyle, kim olurlarsa olsunlar bütün siyasi partilerin, bunu bir iç politika tartışması, birbirine laf yetiştirme ve polemik malzemesi olmaktan çıkarıp, stratejik bakarak, Türkiye'nin kendisini nasıl koruyabileceğine, koruması gerektiğine kafa yorması gerekiyor.

Ruşen Çakır: Son olarak, Kürtleri konuşmadan olmaz, onunla bitirelim. Malum PJAK'tan, rejime karşı mücadeleyi yürüteceklerine dair açıklamalar var. Şu ana kadar birtakım haberler geliyor, ama İsrail saldırıları nedeniyle çok öne çıkmıyor. Kürtler bu olayın içerisinde, ki Öcalan o görüşme notlarında, İsrail'in yeni hegemon güç yapılma sürecinde Kürtlerin çok kritik bir öneme sahip olduğunu söylüyor. Yani sadece İran değil, aynı zamanda Suriye, tabii ki Türkiye ve Irak da. Kürtlerin içerisinde kimileri, İsrail'in İran'a saldırmasından memnun olduklarını da gizlemiyorlar. Özellikle yurt dışında daha Kürt milliyetçisi olarak tanımlanabilecek kesimler. Burada, bu yeni süreçte Kürtleri nasıl okumak lazım?
Çandar: Dediğin bütün unsurlar çarpıcı unsurlar. Ben de sosyal medyadan izlediğim kadarıyla, özellikle diasporada ve PKK hattının dışında kalan, Öcalan'a karşı olan milliyetçi Kürt ortamının, koyu bir İsrail yanlısı ve gelecek beklentisi ortaya koyan ifadeler kullandığını görüyorum. Şimdi Kürtler, Irak'ta artık Saddam döneminde olduğu gibi değiller, özerk yönetimlerini kurdular. Suriye'de belli bir güç oldular; onları hesaba katmadan ülkede bir şey yapılması mümkün değil. Şimdi sıra İran'a geldi. ‘’İran'dan sonra da İsrail'le beraber olursak, Kürtlerin, Türkiye içinde de geleceğe yönelik bazı şansı olabilir’’ gibilerinden ifadeler ve beklentiler ortaya koyan çıkışlar yapılıyor. Yalnız burada benim söyleyeceğim şu. Az önce sen de bu görüşme notlarına ilişkin olarak, daha önceki bir soruda gönderme yapmıştın. Türkiye için en büyük şans, Abdullah Öcalan'ın İsrail karşıtı olması. Niye derseniz? Sen adına ‘’süreç’’ demeyi seviyorsun, yayınlarından biliyorum. Bu içinde bulunduğumuz süreci harekete geçiren en önemli nedenlerden biri, Türkiye'deki karar vericinin, Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli ikilisi, özellikle Bahçeli diyelim, 7 Ekim 2023 sonrası bölge okumasıyla, Kürtlerin Ortadoğu'da bir aktör hâline geldiği, en büyük bölümünün Türkiye'de olduğu, Suriye'de durumun ne şekilde evrileceğinin netleşmediği bir ortamda, Kürtlerin, bir İsrail-Amerika kartı olarak Türkiye'ye karşı kullanılabileceği, dolayısıyla bunu ortadan kaldırmak için ‘’iç cepheyi güçlendirelim, bin yıllık Kürt-Türk kardeşliğinden söz edelim, ‘Terörsüz Türkiye’ diye tanımladığımız hedefe doğru PKK'nın silahlara son vermesi ve kendini feshetmesiyle birlikte bir birlik ortamı yaratalım…’’ Yani belli ölçülerde İsrail’e ve hatta Amerika'ya karşı bir defansif mantık vardı bunda.
Abdullah Öcalan buna çok uygun bir söyleme sahip. Abdullah Öcalan'ın senin de gönderme yaptığın o görüşme notlarında olsun, başka konuşmalarında olsun, İsrail hakkında bir kez olumlu dil kullandığı gözükmüyor. Tersine, İsrail'in kendisini düşman bellediğini, kendisi ve kendisinin şahsında da Kürtleri önünde bir engel olarak gördüğünü ima ediyor. Dolayısıyla, Türkiye eğer bu süreci sağlama alacaksa ve iç cepheyi gerçekten güçlendirecekse, bugüne kadar fazlaca orta sahada top dolaştırarak, gereksiz zaman harcayarak tükettiği imkânları, bu lükse sahip olmadığını, bu son İsrail-İran savaşı sonrası ortaya çıkan manzarayla düşünmeli ve iktidar sahipleri açısından söyleyeyim, bir an önce, kendi tabiriyle, ‘’iç cepheyi tahkim edici şekilde’’ Kürtlerin, Türkiye'ye daha da kuvvetle entegre olabilecekleri birtakım adımları atmaları gerekiyor. Yoksa Abdullah Öcalan'ın bu görüşleri de istenilen sonuçları vermeyebilir. Çünkü netice itibariyle Abdullah Öcalan da ‘’Türkiye, Kürt konusunda bugüne kadar izlediği politikalara devam etsin, Kürt haklarını görmezden gelsin, binlerce Kürt aktivist hapislerde ve sürgünde sürünmeye devam etsinler ve ‘’Vatan, millet, Sakarya nutuklarıyla hayat devam etsin’’ demiyor. Artık böyle bir durum yok. O yüzden bu mesele, özellikle Kürtlerin oynayabileceği rol açısından, kendini bir an önce Türkiye'de devletin adım atması noktasına getirip dayatmış durumda. Ben öyle görüyorum.

Ruşen Çakır: Çok teşekkürler, Cengiz Çandar. Çok doyurucu bir yayın oldu yine, eksik olma. Evet, gazeteci ve DEM Parti Diyarbakır Milletvekili Cengiz Çandar'la, İsrail-İran Savaşı'nı ve bunun Türkiye'ye muhtemel etkilerini konuştuk. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler. İyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
13.07.2025 Bu da “yepyeni-Osmanlıcılık”: Türk-Kürt-Arap ittifakı
13.07.2025 Öcalan: “Biz, ‘kaybet kaybet’ yerine ‘kazan kazan’ temelli bir demokratik çözüm politikasını esas alıyoruz”
11.07.2025 Öcalan: “Atatürk’ten sonra tek devlet adamı var Bahçeli’dir”
11.07.2025 Silah yakılacak olmasının tarihi anlamı
10.07.2025 Öcalan aslında ne dedi?
10.07.2025 Zeydan Karalar Ruşen Çakır’ın sorularını yanıtladı: “Adana demek Zeydan demek, Zeydan demek Adana demek”
09.07.2025 Tunç Soyer ile söyleşi: “Herkes bilsin bu da geçer, güçlenerek çıkarım”
09.07.2025 Mümtaz’er Türköne ile söyleşi: Erdoğan “CHP ile savaş PKK ile barış” çizgisini sürdürebilir mi?
09.07.2025 Gazze’nin bir geleceği var mı? Yusuf el Şerif ile söyleşi
09.07.2025 İktidar-muhalefet savaşı: Frene ilk kim basacak?
13.07.2025 Bu da “yepyeni-Osmanlıcılık”: Türk-Kürt-Arap ittifakı
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı