Cemaat yeni bir dönemin eşiğinde: Sivil itaatsizlik

24.07.2014 rusencakir.com
Kurdî bixwîne

Daha önce anlatmış olduğum bir anekdotu günün anlamına binaen hatırlatmak istiyorum: 28 Şubat sürecinin etkilerinin sürdüğü günlerde, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı 9-11 Temmuz 1999 tarihlerinde 2. Abant Toplantısı’nı düzenlemişti. Prof. Mehmet Aydın’ın başkanlığındaki toplantıya ben de tartışmacı olarak davetliydim. Oturumların birinde, 28 Şubat sürecinde İslami hareketin pasif tavrını tartışmaya açmak istedim. “Türkiye’de devletten bağımsız sivil bir İslami hareket olmuş olsaydı, 28 Şubat sürecine karşı sivil itaatsizlik eylemleri düzenlenebilirdi” deyince o dönem Fethullah Gülen cemaatinin etkili isimlerinden olan, vakfın eski başkanı Latif Erdoğan (kendisi ne zamandır siyasi iktidarın Cemaat’e karşı savaşta kullandığı itirafçılardan biri. Yeni misyonunu iyi yerine getirip getirmediği tartışılır ama itirafçılığın kendisine pek yakıştığı muhakkak) epey hiddetlendi ve 11 Temmuz 1999 tarihli Hürriyet Gazetesi’nin de kayıtlara geçirdiği gibi “Sen ne demek istiyorsun? Ayaklanma mı olması gerekirdi? Provoke mi ediyorsun?” diye gürledi. Bereket katılımcılar arasında “sivil itaatsizlik” teriminin anlamını ve Thoreau, Gandi gibi teorisyen ve uygulayıcılarını bilenler vardı. Nitekim Prof. Niyazi Öktem “sivil itaatsizlik”in silahlı ayaklanma değil de pasif direnme anlamına geldiğini söyleyince Erdoğan susmak zorunda kaldı.
İstanbul’da Vatan Caddesi’nde Emniyet Müdürlüğü binasının karşısında toplanmış olan, önceki gün gözaltına alınan polislerin yakınlarının görüntüleri 15 yıl önceki bu olayı getirdi aklıma. Son dönemde Vatan’daki İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde radikal sol gruplardan, Kürt hareketinden, ulusalcı hareketten (ki büyük kısmı TSK ile irtibatlıydı) çok sayıda kişi sorgulandı. Gözaltındakilerin aileleri de zor şartlar altında yakınlarına destek vermek için binanın çevresinde toplandılar. Gülen cemaatinin, bunlardan hiçbirine empati göstermemiş olduğunu biliyoruz. Cemaat sözcülerinin/medyasının söylediklerini pekala, "Herkes evinde mahkemenin kararını beklesin" diye özetleyebiliriz. Kaderin garip cilvesi şu ki, dünkü sorgucuların birçok önde gelen ismi aynı binada sorgulanıyor, yakınları da onları binanın dışında bekliyor. Çünkü Türkiye’de tarafsız ve bağımsız bir yargının olmadığını en iyi bilen bir çevreden geliyorlar ve verdikleri destekle oluşturacakları kamuoyunun yakınlarının durumunu iyileştirmesini umuyorlar.

15 yıl önce Abant’ta Latif Erdoğan sadece kişisel görüşlerini değil Cemaat’in yerleşmiş yaklaşımını dile getiriyordu. Çünkü Gülen cemaatinin en dikkat çeken özelliklerinden biri, kurulduğu andan itibaren "sokak"tan uzak durması olmuştur. Cemaat yöneticileri değişik dönemlerde devletle sorunlar yaşamalarına rağmen ya sineye çekmiş, ya geri çekilmiş, ya da el altından pazarlıklarla bunları çözmeye çalışmışlardı. Öte yandan İslami camianın bazı kesimlerinin şu ya da bu nedenle (örneğin başörtüsü yasağı) sokağa çıkmalarından rahatsız olmuş, kendi tabanlarını, özellikle gençleri onlardan uzak tutmak için ellerinden geleni yapmışlardı.
Bu nedenle Vatan Caddesi’ndeki görüntülerden Cemaat için yepyeni bir dönemin başlamakta olduğunu ve bunun ana zemininin de muhtemelen "sivil itaatsizlik" olacağını söyleyebiliriz. Ancak bu hiç de kolay olacağa benzemiyor. Çünkü:

1)  Sözünü ettiğimiz gibi Cemaat tabanı sokağı bilmiyor, ondan ürküyor.
2)  Başbakan Erdoğan her türden sivil itaatsizlik eyleminden son derece rahatsız oluyor ve uzlaşma arama yerine polisin orantısız şiddeti yoluyla bunları bastırmak, en azından yolundan çıkarmak istiyor.
3)  Sivil itaatsizliği hayata geçirmek esas olarak Cemaat’in "sivil kanadı"nın uhdesinde olmak durumunda. Ancak Cemaat’e yönelik operasyon, en azından şimdilik "sivil olmayan kanat"ı hedef alıyor. Dolayısıyla, örneğin gözaltındaki polis şeflerine yönelik iddialar, suçlamalar hakkında sivil kanadın büyük bölümünün fazla bilgisi yok. Her iddiayı külliyen reddediyor, hükümetin komplosu olarak niteliyorlar. Bunların bazılarının tartışmasız bir şekilde kanıtlanması halinde ciddi kırılmalar yaşanabilir.
4)  Zaten Cemaat devlet içinde ayrı bir hiyerarşik yapı kurulduğu iddiasını kategorik olarak reddediyor. Örneğin gözaltındaki polislerin Cemaat’ten olduğunu söyleyenlere "Deliliniz var mı? Kesinlikle öyle bir şey yok" diyorlar. O halde onları neden destekledikleri sorulduğundaysa "yolsuzlukla, haksızlıkla mücadele" gibi genel cevaplar veriyorlar.
5)  Gülen cemaati içindeki sivil ve sivil olmayan kanat arasındaki denge, en azından dışarıya karşı, sivil kanadın lehineydi: Cemaat denilince akla ilk olarak yurt içi ve dışındaki okullar, dershaneler, medya, Abant toplantıları, dinler arası diyalog faaliyetleri, Türkçe olimpiyatları vb. geliyordu. Ergenekon, Balyoz vb. süreçlerde bile durumun böyle olmasının nedeni hiç kuşkusuz AKP hükümetiyle kurulmuş olan ittifaktı. Fakat yollar ayrılınca siyasi iktidar (bizzat Erdoğan) Cemaat’in lokomotifinin sivil değil sivil olmayan kanat olduğunu, okullar, medya vb.’nin büyük ölçüde kamuflaj için var olduğunu işlemeye başladı. Sonuçta Cemaat’in bir "hizmet hareketi" değil de "organize bir suç örgütü" olduğu algısı yerleştirilmek istendi. Bu algının devlet eliyle alabildiğine pompalandığı bir atmosferde sivil itaatsizliği örgütlemenin iyice zorlaştığı açıktır.

Özeleştiri olmadan olmuyor

Birkaç noktanın altını çizmek istiyorum:
·  Dün Ergenekon, Balyoz, Odatv, KCK vb. davalar hukuki olmaktan çok siyasiydi. Bugünkü soruşturma da öyle.
·  Dün bu dava süreçlerinde temel hak ve özgürlükler, hukuk devletinin temel ilkeleri hoyratça ihlal edildi ve bu durum siyasi gerekçelerle meşrulaştırılmak istendi. Şimdi de aynısı yapılmak isteniyor.
·  Dünkü soruşturmaların arkasında siyasi iktidar vardı, Başbakan o davaların savcısıydı; polis şefleri, savcılar attıkları adımlardan siyasetçilerin haberi olduğunu gizlemiyorlardı. Bugün de benzer bir durum var ama gözaltına alınanlar değişti.
·  Dün de soruşturmaların zemini belli medya kuruluşları ve "gazeteciler" tarafından hazırlanıyordu. Bugün de aynı şey yaşanıyor ama hükümete yakın medyanın performansı Cemaat’in geçmiş performansının hayli gerisinde.
·  Bir tek yargıda durum biraz farklı gibi: Dün yargı bağımsız ve tarafsız olmaktan uzaktı, bugün hükümet Cemaat’in yargıdaki gücünü tam olarak kırabilmiş değil.


Bunun sonucunda: Cemaat dün ne ekmişse bugün onu biçiyor. Eğer Cemaat yarınını kurtarmak istiyorsa dünüyle yüzleşmesi şart. Fakat Cemaat bugüne kadar kendisine yapılan bütün çağrılara, eline geçen nice fırsata rağmen samimi, kapsamlı ve inandırıcı bir özeleştiri yapmadı, yapacağının işaretlerini de vermiyor.
Eğer bugün Cemaat kendisinden olmayan kesimlerden kayda değer bir destek alamıyorsa, bunun esas nedeni, sütten çıkmış ak kaşık olmadığının büyük ölçüde biliniyor olmasıdır. Kaldı ki AKP ile ittifakı sayesinde gücünün zirvesinde olan Cemaat’in farklı toplumsal kesimleri ve siyasi hareketleri mağdur ettiğini de biliyoruz.
Dolayısıyla Cemaat’in bugün mazlum görünüyor olması, dünkü zulümlerini yok saymamızı gerektirmez. Bugün kelepçeli ellerini havaya kaldırıp masum olduklarını haykıran polis şeflerinden bazılarının yakın geçmişte çok kişiyi sudan gerekçelerle, sahte delillerle, şaibeli gizli tanıkların ifadeleriyle kelepçelemiş olduklarını bilen biliyor.

Son olarak: Vatandaşın devletten gelen baskı ve zulme karşı en etkili silahı gerekirse hayatını riske ederek direnmek, bunu da olabildiğince diğer mağdurlarla birlikte örgütleyebilmektir. Bugüne kadar toplumsal direniş hareketlerinin önündeki en ciddi engellerden biri Gülen cemaatiydi. Onların da sivil itaatsizlik noktasına gelmiş olmaları Türkiye’nin hayrınadır. Ancak işe sivil olmakla, yani içlerindeki sivil olmayan kanadı en azından etkisizleştirmekle başlamaları şart.




Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
22.12.2024 CHP ne zaman “Türkiye’nin birinci partisi” gibi davranacak?
18.12.2024 Transatlantik: Trump Erdoğan’ı neden övdü? PYD/YPG’nin geleceği Golani’nin zor sınavı
17.12.2024 Mehmet Altan ile Türkiye’nin gidişâtı (4): Suriye’nin geleceği - CHP’li belediyelere haciz
15.12.2024 11 soruda, YPG ya kendini fesheder mi ya da feshedilir mi?
15.12.2024 Murat Yetkin ile söyleşi: Meraklısı İçin Ortadoğu Kitabı
12.12.2024 Bahçeli’nin İmralı hamlesine seçmen nasıl bakıyor? Burak Bilgehan Özpek ile söyleşi
10.12.2024 Transatlantik: Suriye’yi nasıl bir gelecek bekliyor?
08.12.2024 Hamas, Hizbullah ve Esad: İran’ın “Direniş Ekseni” tarihe karışırken
06.12.2024 Behlül Özkan ile söyleşi: 1982’deki Müslüman Kardeşler’in Hama ayaklanmasından bugüne
04.12.2024 Murat Özçelik ile söyleşi: Türkiye Suriye’de ne yapabilir? Ne yapmalı?
22.12.2024 CHP ne zaman “Türkiye’nin birinci partisi” gibi davranacak?
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı