Dün CHP tarafından düzenlenen “Değişen Mevsimler: Arap Halklarının Demokrasi ve Özgürlük için Yürüyüşü” başlıklı uluslararası toplantının ikinci ve son gününe katıldım. CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun da ara vermeden izlediği yarım günlük oturum epey renkli, dinamik, öğretici ve özellikle ana muhalefet partisi için son derece anlamlıydı.
CHP yönetimi hemen hemen tüm Arap ülkelerinden siyasetçi, gazeteci ve aydın davet etmiş, bunu yaparken, sadece kendilerine benzeyenleri (yani laiklik yanlısı, solcu vb.) değil, ülkelerinde sahiden belli ölçülerde temsil kabiliyeti olanları tercih etmişler. Dolayısıyla Arap katılımcılarının ciddi bir bölümünü, bir şekilde İslamcılıkla irtibatlı kişiler oluşturuyordu. Hal böyle olunca Arap baharı üzerine tartışma dönüp dolaşıp laiklik-İslamcılık ilişkisi, çelişkisi ve rekabeti ekseninde gelişti.
Zengin ve sahici bir tartışma
Olayı CHP ve CHP’liler için ilginç kılan, İslamcı olmayanların bile konuşmalarında sık sık İslam dinine olumlu anlamda referans vermeleriydi. Örneğin ilk olarak İslamcı olarak tanımlamanın pek mümkün olmadığı Cezayirli milletvekili Kamil Gerguri’nin konuşmasına besmeleyle başladığını gördük. Ardından bazı konuşmacılar ve son panelin ardından söz alan salondaki izleyicilerin büyük bölümü aynı şekilde yaptı, hatta bazıları salavat getirdi.
Arap katılımcılar içinde “Ülkelerimizi en az 100 yıldır laikler yönetiyor. Yaptıkları sadece çalıp çırpmak oldu. Biraz da İslamcılara fırsat verin” diyenler de vardı, “Bu İslamcılar çok şımardı, çok hızlı gidiyorlar, biraz frene basmaları lazım” diye uyaranlar da. Haksızlık etmeyelim, laik ya da İslamcı pozisyonlara yakın olmakla birlikte Arap ülkelerinin geleceğinin, toplumun tüm kesimlerinin barış, hoşgörü ve uzlaşmayla brilikte yaşamasına bağlı olduğunu vurgulayanlar da oldu.
Klişeleri aşmak
Ülkelerindeki mevcut otoriter rejimlere sadık oldukları anlaşılan bazı katılımcıların Arap baharının güç ve önemini düşük gösterme, Arap halklarının arayışlarının gerçek anlamını saptırma gayretleriyse hazindi. Bunlardan birinin, ülkesinde (adını vermeye gerek yok, henüz rejimi değişmeyen herhangi bir ülke olabilir) halkın yüzde 99’unun mevcut rejimin arkasında olduğundan övünçle söz etmesi, hem gerçeklere, hem de toplantının ruhuna son derece aykırıydı. Hazin ve toplantının ruhuna aykırı olan bir diğer husus da bazı Türk izleyicilerin, Arap baharını tamamen bir “emperyalist komplo” olarak görüp buna sert bir şekilde karşı çıkmalarıydı ki CHP yönetiminin, parti içinde bu şekilde düşünen çok kişi olmasına rağmen farklı bir tutum takındığı ortada. Toplantının adının “Arap Halklarının Demokrasi ve Özgürlük için Yürüyüşü” olması tek başına bunu kanıtlıyor.
Sonuç olarak yıllar boyunca siyasal İslam’ı anlamak istememiş, bunun gerek Türkiye’de, gerekse diğer ülkelerde yükselişini klişeler ve komplo teorileriyle açıklamaya çalışmış bir kesimin sözcüsü olan CHP’nin bu tür toplantılar sayesinde gerçeklerle tanışması, yüzleşmesi ve dolaylı da olsa bunları kabul etmesi son derece olumlu bir gelişmedir. Ancak parti tabanının tümünün, hatta yönetici düzeyindeki birçok ismin daha tam olarak bu noktada olduğu söylenemez. Hatta Kılıçdaroğlu’nun dini konularda göstermeye çalıştığı hassasiyetlerin CHP bünyesinde rahatsızlık yarattığına da zaman zaman tanık oluyoruz. “Bize ne Arap baharından?” diyenler, katılımcılara, bunlardan bazılarının söylediklerine itiraz edenler de muhakkak olmuştur. Ama CHP sahiden Türkiye’yi yönetmeye talipse, bu türden çağın gerisinde kalmış tepkilere kulak asmadan, gerçeklerle birlikte yaşamayı öğrenmesi gerekiyor.