İktidar partisinin, başta Kürt sorunu olmak üzere birçok hayati konuda açılım çizgisinden statükoculuğa doğru meylettiği bir dönemde ana muhalefet partisi ne yapıyor? Normal şartlarda bu fırsattan yararlanması, yani statükoya karşı “değişim”i ön plana çıkarması beklenen CHP’den bir grup milletvekili statükonun da gerisine düşüyor.
Tabii ki Haluk Koç, İsa Gök, Nur Sertel’in de aralarında olduğu 12 CHP milletvekilinin, kendi partilerinden Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün’ün “Dersim katliamı” hakkındaki sözlerine kazan kaldırmalarından söz ediyorum. Koç’un okuduğu açıklamadaki “Amacımız, partimiz tabanındaki ve kamuoyundaki tartışmalara karşı tüm yöneticilerimizi ve milletvekillerimizi söylem ve duruş birlikteliğine çağırmaktır” sözleri ilkin kulağa makul geliyor. Ne var ki kaygıları gerçekten parti disiplini olsaydı herhalde böyle bir ortak açıklama yapmanın dışında yollara başvururlardı.
Öte yandan bu çağrıyı yapanların bir bölümünün olur olmaz konularda sık sık fevri ve tabii ki “ulusalcı” olarak tanımlanabilecek çıkışlar yapmış olmaları, burada amacın üzüm yemek değil, bağcı dövmek olduğunu göstermede yeterli. Diğer bir deyişle onlar Aygün’ün neden konuştuğunu değil, ne konuştuğunu sorguluyorlar.
Madem esas konu Aygün’ün sözleridir, ondan rahatsız olanlar şu soruların cevabını vermek durumundalar:
1) Dersim’de katliam oldu mu, olmadı mı?
2) Dersim’de yaşananları ülkeyi tek başına yöneten CHP’nin ve tabii ki Atatürk’ün bilmemesi ve dolayısıyla dahli olmaması mümkün müdür?
3) CHP, Türkiye’nin ve kendisinin tarihiyle samimi bir şekilde yüzleşmeden nasıl sosyal demokrat ve ilerici bir parti olabilir?
Dersimlilere ayıp
Anlaşılan bu milletvekilleri önceki dönemde Onur Öymen’in Dersim konusundaki sözlerinin partilerinde yol açtığı ağır hasarı ya görmüyor ya da görmek istemiyorlar. Görmedikleri veya görüp de önemsemedikleri bir diğer nokta Dersimlilerin kendi partileri için ne kadar değerli olduğudur. Ne zaman Dersim katliamı söz konusu olsa, yıllarca bu acının izlerini en azından zihinlerinde ve yüreklerinde taşımış olan Dersimlileri rencide edecek söz ve davranışlar sergilemekten ne zaman vazgeçecekler?
Kılıçdaroğlu’nun da Dersimli olması, 12 milletvekilinin çıkışına ayrı bir anlam katıyor. Genel başkanlarına “ya bizden yanasın, ya Aygün’den” gibi saçma bir ikilem dayatan bu kişilerin, “parti içinde muhalefet yaratma gibi bir arayışımız yok” sözleri bana hiç inandırıcı gelmiyor.
Ulusalcıların geleceği
CHP içindeki ulusalcılar pekala bir parti içi muhalefet odağı oluşturabilirler ancak buradan hiçbir yere varabileceklerini sanmam. Çünkü bir dönem kopardıkları onca gürültüye rağmen ulusalcılığı Türkiye’de parlak bir gelecek beklediği söylenemez.
Bir de şu sorular var önümüzde: CHP ulusalcılardan arınmış bir parti olabilir mi? Olmalı mı? Olursa ne olur?
İlk iki soruya cevabım “evet” olacak. Toplumun yerine hep devleti öne çıkaran, çağın hayli gerisinde kalmış anlayışlarla bağını koparmadığı müddetçe CHP “değişimci” bir parti olamaz; “değişimci” olmadığı için de ilelebet muhalefette kalmaya hükümlü olur. İçindeki “gerici” unsurları temizlemesi başlangıçta kuşkusuz CHP’yi zorlayacaktır ancak onların boşaltacağı yerlerin “ilericilerle” doldurulması halinde CHP çağdaş bir sol parti olmaya yönelebilir.
CHP hakkındaki bu yazıda Kılıçdaroğlu’nun TESEV üyeliği tartışmasına bilhassa değinmedim. Çünkü sözümona bu “suçlama”nın dikkate alınabilecek hiç ama hiçbir yönü yok. Hem gülünç, hem ayıp.