Burak Bilgehan Özpek ile söyleşi: Milliyetçi partiler yükselişte, Cumhur İttifakı'nın geleceği belirsiz

14.08.2025 medyascope.tv

14 Ağustos 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. MetroPOLL Araştırma’nın Temmuz 2025 için hazırladığı ‘In Depth-Derinlikli Analiz Raporu’nu Prof. Burak Bilgehan Özpek'le konuşuyoruz. Burak, merhaba.
Burak Bilgehan Özpek: Merhaba, Ruşen Ağabey.

Ruşen Çakır: Rapor gerçekten bomba gibi. Çok husus var, hangisinden başlayacağımı şaşırıyorum ama en çarpıcılarından birisiyle başlayalım. Temmuz araştırmasına süreç ve komisyon, komisyona giren ve girmeyen partiler damga vurmuş. Daha doğrusu, girmeyen bir tek İYİ Parti var, fakat CHP'nin komisyona girmesi meselesi öne çıkmış. Yaptığınız araştırmada, Milliyetçi Partiler diye bildiğimiz partilerden İYİ Parti, Zafer Partisi ve hatta Anahtar Parti’nin çok ciddi bir güç kazandığını, MHP'nin ise bayağı zayıfladığını görüyorum. İstersen oradan başlayalım.
Özpek: Evet, öncelikle muhalif seçmeni rahatlatacak bir cümleyle başlayayım: Cumhuriyet Halk Partisi birinci parti. Bunu söyledikten sonra konuşmaya devam edelim. Çünkü ‘’Cumhuriyet Halk Partisi ikinci parti’’ deyince, insanlar geriye kalan hiçbir cümleyi dinlemek istemiyorlar. CHP bizim temmuz araştırmamızda, hata payı içerisinde, birinci parti olarak çıktı. Ancak, bir husus dikkatimizi çekti. On dokuz Mart'tan sonra Cumhuriyet Halk Partisi ve AKP tarafından domine edilen ciddi anlamda bir siyasi piyasa vardı. Bu iki partinin toplam oyu %75 oranına kadar yükselmişti. Yani yine kafa kafaya, dengeli bir durum vardı açıkçası. Ancak, %35, 36'larda birbirlerine çok yakın duruyordu partiler. Bizim bu ayki araştırmamızda bu iki partinin oy oranının birlikte düştüğünü gördük. Yani kutuplaşma atmosferi aslında AKP ve CHP'yi son derece besliyor. Bu iki partinin bütün siyasi sistemi baskıladığı, egemen olduğu ve daha küçük partilerin pek söz sahibi olamadığı, varlık gösteremediği bir durum ortaya çıkartıyor. Yani hayat, Erdoğan ve Erdoğan karşıtlıkları arasına sıkıştığı zaman AKP ve MHP siyasi sistemi bir şekilde kontrol etmeyi başarıyor. Şimdi b
Bu ay bizim ilk gördüğümüz hadise, bu kutuplaşma dinamiğinin biraz zayıflaması oldu. İki parti birlikte %30, 32 bandına indiler. Bu da son derece normal. Çünkü şu ana kadar gördüğümüz kararsız seçmen profilinden daha başka bir kararsız seçmen profili ortaya çıktı. Yani şimdiye kadar gördüğümüz kararsızlar, daha çok İYİ Parti'ye oy vermekten imtina eden veyahut AKP'ye ağırlıklı olarak oy vermekten imtina eden kararsızlarken, şimdi bu ay ilginç bir veriyle karşılaştık. Milliyetçi Hareket Partisi seçmeninin, yani 14 Mayıs seçmeninin yaklaşık %30'u kendisini kararsız olarak nitelendiriyor veyahut cevap vermeyi reddediyor. Bu çok yüksek bir rakam. Yine Milliyetçi Hareket Partisi seçmeninin %15'i, yani 10 puan aldığını düşünürsek 1,5'luk kesimi, Adalet ve Kalkınma Partisi'ne geri dönme eğilimi gösteriyor. On dört Mayıs'ta Milliyetçi Hareket Partisi'ne oy veren seçmenin sadece %30'u, yeniden Milliyetçi Hareket Partisi'ne oy vereceğini beyan ediyor. Bakın, bu çok ciddi anlamda sorunlu bir durum. Yine, AKP seçmeninin %25'e yakını kararsız durumda. Cumhuriyet Halk Partisi seçmeni, ki aslında çok az kararsızdır; neticede Erdoğan karşıtlığı Cumhuriyet Halk Partisi seçmeni için çok önemli bir motivasyondur, orada %15,16 civarı bir kararsız tespit ettik.
Şunu da söyleyeyim. Aylar sonra ilk defa, İYİ Parti'ye oy veren seçmenin kararsızlık oranının çok düştüğünü tespit ettik. İYİ Parti'ye oy veren seçmenin kararsız oranı sadece %4. Dolayısıyla bu bize milliyetçi seçmenin reflekslerine dair bir şey söylüyor. Yeniden partilerine dönmüşler veyahut Zafer Partisi’ne gidenler var. Ama neticede, 14 Mayıs İYİ Parti seçmeninin yaklaşık yarısı, yeniden kendisini partisinde tanımlıyor ve hiçbir tereddüde mahal bırakmayacak şekilde bir parti tercihinde bulunuyor.

Ruşen Çakır: Siyasi partilerin hepsi kendi imkânlarıyla birtakım araştırmalar yapıyorlardır. Milliyetçi Hareket Partisi’ni çok ilgilendiriyor bu husus. Yani MHP'den çok ciddi bir azalma var ve MHP'nin rakibi olarak varsayacağımız partilere çok ciddi bir yöneliş var. Onu saptıyorsunuz. Peki, MHP bunun farkında olmuyor olabilir mi?
Özpek: Bence bu ay önemli bir kırılma noktası oldu. Çünkü Devlet Bahçeli'nin hem Cumhurbaşkanı yardımcılarına dair beyanatları, yani ‘’bir Kürt, bir Alevi Cumhurbaşkanı Yardımcısı olsun’’ şeklindeki beyanatları, hem de komisyonun kurulması ve bu sürecin artık iyice ete kemiğe bürünmesi, çok ciddi anlamda bir netleşme sağladı ve biz Milliyetçi Hareket Partisi'nde büyük bir düşüş gördük. Milliyetçi Hareket Partisi yaklaşık 40 senedir, sadece ve sadece Türkiye'de siyasetin sigortası olma rolüne soyunmuş durumda. Yani biz MHP'nin ekonomi hakkında ne söylediğini pek bilmeyiz. MHP'nin dış politika hakkındaki görüşleri toplumla pek paylaşılmaz. Milliyetçi Hareket Partisi'nin sosyal politikası, Milli Eğitim politikası pek bilinmez. Milliyetçi Hareket Partisi de bunları insanlara duyurarak kendisini tanımlama peşinde olan bir parti değildir. Bu partinin alâmetifarikası, siyaset kurumuna olan güvensizliği gidermek için Meclis’te bir sigorta işlevi görmesidir. Bu, muhalefetteyken de böyleydi, iktidara geldiği zaman da böyle oldu. Milliyetçi Hareket Partisi 40 yıllık söylemini çok radikal bir şekilde terk etti. Bu, pek öyle medya gücüyle veyahut devlet aklıyla, mistik anlatılarla kamufle edilecek bir durum değil. Günün sonunda, Öcalan'ın makbul ve meşru bir aktör olduğu, komisyonun, muhatabı olarak kendisini gördüğü ve Türkiye'nin idari sisteminin komisyondaki tavsiyeler doğrultusunda revize edileceği bir tablo var. Bunun adına ne derseniz deyin.
Şimdi mesela biz neyi konuşuyoruz? ‘’Türkiye'ye yönelik büyük bir dış tehdit yükseldi’’ diyoruz, değil mi? ‘’İsrail'in bölgedeki saldırganlığı, Türkiye'nin çözüm sürecini başlatmasına vesile oldu. Türkiye'yi buna zorladı’’ gibi bir anlatı var. Öcalan'ın metinlerinde de biz İsrail karşıtlığını görüyoruz. Bahçeli'de de çok ciddi anlamda bir İsrail karşıtlığı görüyoruz. Ben üşenmedim, Alpaslan Türkeş'in eski konuşmalarına baktım. Siz de hatırlarsınız. Mesela Alpaslan Türkeş Filistin davasını sahiplenmek bir tarafa, Arapların ve Filistinlilerin Osmanlı'ya ihanet ettiğini, Türklerin ve Yahudilerin ise tarihte hiçbir çatışma yaşamadığını, dolayısıyla, İsrail'e sırtımızı dönmek gibi bir opsiyonun çok da mantıklı olmadığını iddia eden bir lider. Yani milliyetçi hareketin İsrail karşıtlığı üzerinden kurduğu bir söylem yok. Ama 7 Ekim saldırılarından sonra bakıyoruz, milliyetçiden ziyade bir ümmetçi gibi, Türkiye'yi adeta Gazze'deki olan bitene karşı sorumlu kılan ve askeri operasyon yapmaya teşvik eden bir Devlet Bahçeli görüyoruz. Dolayısıyla şu anda da mesela o İsrail tehdidine karşı bu çözüm süreci sanki elzem bir durummuş gibi sunuluyor, ama insanların hafızalarında, tehdit algılamalarında, İsrail'den kendilerine doğrudan yönelen bir tehdit yok demek ki. Ya da İsrail'i PKK'dan daha büyük bir tehdit olarak tanımlamıyorlar. En azından milliyetçiler için söylemek gerekirse, PKK ile İsrail'i bir karşısına alıp değerlendirdiği zaman bir milliyetçi, kendisine yönelen yakın ve acil tehdidin PKK'dan geldiğini, PKK'dan gelen tehdidi bertaraf etmenin öncelikli olduğunu, İsrail'i desteklemese dahi öncelik sıralamasında PKK'ya yönelik adım atmanın daha önemli olduğunu düşünüyor.

Ruşen Çakır: Şimdi siz vatandaşa sürecin neden başladığını soruyorsunuz. Orada da dış tehdit, vesaire gibi hususlar geri planda kalıyor, değil mi? Yani insanlar ne olarak inanıyorlar? Bu süreç niye başlamış?
Özpek: Bu sürecin başından itibaren farklı anlatılar var. Mesela bir grup, Devlet Bahçeli'nin devleti temsil ettiğini, devletin bir plan üzerinde mutabık kaldığını, dolayısıyla Bahçeli'nin de devletin bu planını siyaset sahnesinde vaaz eden aktör olarak konumlandığını düşünüyor. Öyle ki, o tanımladıkları devlet, aşkın bir devlet. Erdoğan'ın iradesinin üzerinde konumlanan bir devlet ve Bahçeli'yi enstrüman olarak kullanarak Erdoğan'ı bir şekilde disipline etmeye çalışıyor. Kürt meselesi de, çözüm süreci de bu disipline etme yollarından bir tanesi. Günün sonunda Erdoğan buna ya uyacak, yani devletin planı işleyecek veyahut Erdoğan iktidarını kaybedecek gibi bir anlatı var. Dolayısıyla insanların ‘’bu süreci kim organize etti?’’ sorusuna ‘’devlet aklı’’ gibi bir cevap vermesini bekliyoruz, değil mi? Fakat insanlar bu cevabı vermiyorlar. Üstelik başka bir anlatı daha var. Muhalefetin içerisinde önemli bir grup, bilerek ya da bilmeyerek Erdoğan'ın failliğini ya da Bahçeli'nin failliğini bir tarafa bırakıyor ve bu sürecin dış güçler tarafından organize edildiğini düşünüyor. Yani ‘’uluslararası güçler tarafından bir plan oluşturuldu ve Türkiye'ye dikte edildi, Türkiye şu anda bu planı uyguluyor.’’ Buna inanan bir kesim var. Bu kesimin de çoğunlukta olması gerekiyor, ama o da değil. Bizim sorumuz, ‘’bu süreç kimin projesi?’’ sorusuydu ve toplumun %42,8'i Bahçeli ve Erdoğan'ın projesi olduğunu söylüyor. Yani dış güçlere ya da devletin aklına referans yapan insan sayısı, toplumun yüzde üçüne tekabül ediyor. Mesela ‘’devletin projesidir’’ diyenlerin oranı %11,7. ‘’ABD ve dış güçlerin projesidir’’ diyenlerin oranı %25,9. Yüzde 20 fikrim yok, cevap yok demiş. Ama en popüler cevap %42,8 de Bahçeli ve Erdoğan’ın. Dolayısıyla faillik, olduğu gibi bu iki siyasetçinin üzerine yüklenmiş durumda. Yani ‘’bu proje siyaseten tasarlanmış, siyasi motivasyonlarla tasarlanmış. Dolayısıyla sorumluluğu da bu iki lidere aittir’’ diye düşünüyor toplumun önemli bir kesimi. Kararsızlar dağıtıldığı zaman toplumun çoğunluğu diyebiliriz.

Ruşen Çakır: Raporda en çarpıcı yönlerden birisi de CHP ile ilgili elinizdeki bulgular ve yapılan analizler. Şimdi şöyle özetlemeye çalışacağım: CHP kutuplaşma sayesinde Erdoğan karşıtlarının oyunu alıyordu. Komisyona girme kararıyla beraber, kutuplaşmadan normalleşmeye doğru bir dönüş yaptı, ama buna da mecburdu.
Özpek: Evet. Bunu daha önce konuştuk zaten sizinle. Ekrem Bey'in tutuklanması meselesi, birçok insan tarafından bir uyanış olarak görüldü. Sonrasında insanlar sokağa çıktılar, boykot yaptılar. Muhalefet yeniden kenetlendi gibi bir durum ortaya çıktı. Birçok insan Ekrem Bey'in tutuklanmasını bir uyanış, bir dönüm noktası olarak gördü. Tabii zaman geçtikçe bunun böyle olmadığı anlaşılıyor ama o zaman da konuşmuştuk. Ben Ekrem Bey'in tutuklanmasını bir devrim başlangıcı değil, bir devrin sonu olarak görüyordum. Hâlâ da öyle görüyorum. Çünkü İmamoğlu'nun ve biraz da Mansur Yavaş'ın temsil ettiği siyaset, aslında ‘’Erdoğan karşıtlığı’’ çatısı altında bütün muhalefeti bir araya toplayan, tam CHP'li diyemeyeceğimiz, yani CHP ile özdeşleşmiş, o bilindik, tipik CHP'li figürlere benzemeyen, İmamoğlu gibi, Mansur Yavaş gibi kişilerin liderliği altında, Erdoğan karşıtlığında o zeminde birleşmiş, bütünleşik muhalefetin hiç safları bozmadan, hiç cepheyi dağıtmadan, tamamen konsolide bir şekilde seçime gidip seçimi kazanması. Biz bunu yerel seçimlerde gördük mesela. Buna itiraz eden muhalefet partileri dağıldı. Mesela İYİ Parti buna itiraz ediyordu, o dağıldı; bir şekilde zayıflatıldı. HDP normalde %10 civarı bir oy alan partiyken ne gördük? Büyükşehirlerde, HDP'liler CHP adaylarına çok rahatlıkla oy verebiliyorlarmış. İYİ Partililer CHP adaylarına çok rahatlıkla oy verebiliyorlarmış. Çünkü o siyaseti temsil eden Ekrem İmamoğlu, aslında her kesimden oy alabilen bir isimdi.
Bununla birlikte Cumhuriyet Halk Partisi çok güçlü bir medya kurdu. Öyle ki, iktidarın herhangi bir mesajı, iktidara dair herhangi bir bilgi, muhalefet medyasının süzgecinden geçmeden muhalefet seçmenine ulaşmıyordu. Özellikle bunun analizini daha önce yapmıştık. Türkiye'de merkez medyanın ortadan kaybolmasıyla birlikte, o medya artık siyasetin bizzat içine girdi ve insanları örgütleyen, insanların öfkesini diri tutan, insanları adeta siyasetçi gibi, siyasi liderler gibi, siyasi önderler gibi organize eden, onlara söylem veren, argüman veren kişilere dönüştü bu gazeteciler ve bu medya kurumları. Böyle aktörlere dönüştüler. Şimdi Ekrem Bey'in tutuklanmasıyla beraber ve tabii akabinde gelen Fatih Altaylı'nın tutuklanması, Halk TV'nin üzerindeki baskılarla falan bu kutuplaşma oyunu bitti bence. Tayyip Bey, dışarıdan gelen bir adayın parti siyasetini baypas ederek, sadece Erdoğan karşıtlığı üzerinden, güçlü bir medya vasıtasıyla, toplumu seferber etme projesini durdurdu. Bu şekilde seçimleri kaybedecekti çünkü. Yeniden parti merkezli bir siyaset organize etmeye çalışıyor. Cumhuriyet Halk Partisi'nin güçlü olduğu, belediye başkanları tarafından yönetilen değil, belediye başkanlarını yöneten bir Cumhuriyet Halk Partisi'nin sistemde olduğu, dolayısıyla anti-Erdoğan oyunun tamamını alamayan, daha az oy alan bir Cumhuriyet Halk Partisi'nin olduğu bir sistem. Muhalefetin daha bölük pörçük olduğu, dolayısıyla elitler arası müzakereye muhtaç olduğu, yani muhalefetin daha zayıfladığı bir sistemle devam etmeye çalışıyor. Muhalefet o İmamoğlu’lu günlerdeki gibi yekpare, gümbür gümbür Erdoğan karşıtlığı üzerinden bütün ideolojileri, bütün siyasi partileri silerek hedefe odaklanmış bir şekilde artık gidemiyor. Gidemiyor derken, gitmesini istemediğim için söylemiyorum. Yani buna mahkemeler izin vermiyor. Buna RTÜK izin vermiyor. Ve bunu devam ettiren aktörler de çok sert bir şekilde cezalandırılıyorlar. Dolayısıyla o kutuplaşma siyaseti dönemi bitti.
Bir de Cumhuriyet Halk Partisi'nin bu mutlak butlan davası gibi bir baş belası var. Yani sürekli olarak o Demokles’in kılıcı gibi CHP Genel Merkezi’nin tepesinde sallanıyor. Ve bu durumda Cumhuriyet Halk Partisi'nin aslında çok da fazla seçeneği yok. Yani sokak hareketlerine ya da toplumun aylarca süren teyakkuz hâline güvenmeyeceksek, ki ben güvenenlerden değilim, zannediyorum siyasi elit de buna güvenmez. Profesyonel siyasetçiler de bunlara güvenmez; buna bel bağlayarak iş yapmazlar. Müzakere tek seçenekli olarak kalıyor. Müzakereye girerek de Cumhuriyet Halk Partisi kendisini bir anlamda koruyor. Çünkü Tayyip Bey'in dünyası aslında çok basit bir siyasi gerçekliğe dayanır. Dostlar vardır, düşmanlar vardır. Dostlar Tayyip Erdoğan'ın müttefikleridir. Düşmanlar Tayyip Erdoğan'ın müttefiki olmayanlardır. O yüzden, Tayyip Bey çözüm süreci denince şöyle bir şey düşünüyor: MHP'nin, DEM’in ve AKP'nin olduğu, CHP'nin ise bu ittifakın ötekisi olduğu. Dolayısıyla, Cumhuriyet Halk Partisi'ni her türlü cezayı hak eden bir aktör olarak düşünüyor. Belediyeler üzerinden kriminalize edebilir. Dolayısıyla Türkiye'nin yeni ötekisi, yeni milli güvenlik sorunu, Cumhuriyet Halk Partisi olabilirdi, eğer CHP komisyona girmeseydi. CHP'nin komisyona girmesi bu tabloyu değiştirdi. Yani Cumhuriyet Halk Partisi artık bir iktidar koalisyonunun ötekisi değil, Tam tersine, çözüm sürecini nihayete erdirmek için komisyonda bulunan, dışlanmayan, sistemin içerisine giren, yani siyasi sistemin bir parçası olan, parçası olduğu sistemi içeriden değiştirmeye çalışan bir aktöre dönüştü. Bu da o kutuplaşmada elde ettiği kazanımları bir kenara bırakmasını beraberinde getiriyor. Niçin? Çünkü biraz önce bahsettiğim gibi, milliyetçi seçmenin veyahut Kürt seçmenin artık kendi öncelikleri oluşmaya başlıyor ve Cumhuriyet Halk Partisi anti-Erdoğan şemsiyesinin altında biriken seçmenlerin bir kısmından feragat etmek zorunda kalıyor. Yani daha az oy alan, ama daha güvenli bir Cumhuriyet Halk Partisi ortaya çıkıyor günün sonunda.

Ruşen Çakır: Bu raporu okuduğumda, tam böyle bir cümle yok ama, sanki Erdoğan CHP'nin komisyona katılmamasını tercih edermiş gibi bir hissiyata kapılıyorum. Çünkü şöyle bir tespit var: Bu komisyona CHP'nin de katılmasıyla birlikte, Erdoğan'ın rekabetçi otoriterliği tamamen yok etmeye yönelik hamlelerinin büyük ölçüde zayıfladığı tezi var. Doğru söylüyorum değil mi?
Özpek: Orada iki tane ihtimal vardı. Ben bunu hemen 19 Mart'tan sonra yaptığımız yayında https://medyascope.tv/2025/04/18/19-mart-partileri-ve-liderleri-nasil-etkiledi-burak-bilgehan-ozpek-anlatti/ da söylemiştim size. Birincisi, Türkiye'nin artık hegemonik otoriterliğe geçmesi ve muhalefetin topyekûn imha edilerek, iktidarın, Erdoğan tarafından onun istediği kişiye devredilmesinin önünün açılması. Daha somut ve kitabın ortasından konuşayım. Tayyip Bey eğer iktidarı kendisinden sonra ailesinden birisinin devralmasını istiyorsa, muhalefeti topyekûn imha etmek zorunda. İnsanlar temsil edilmediklerini düşünecekler ve geniş toplum yığınları Türkiye'de hiçbir şeyin değişmediğini düşünerek, Azerbaycan'da ya da Rusya'da olduğu gibi sandığa gitmeyecekler. Muhalefet, muhalifleri temsil etmeyen insanlar tarafından yönetilecek. Muhalefetin kaynakları devlet tarafından sürekli sıkı bir takip içerisinde olacak ve muhalefet bu kaynakları siyaseti için harcayamayacak. Dolayısıyla güçsüz kalan muhalefet, rekabet etme özelliğini kaybedeceği için, Tayyip Bey kendisinden sonra Türkiye'yi kimin yöneteceğine istediği gibi karar verebilecek. Seçim senaryolardan bir tanesi buydu.
İkincisi de, Türkiye'nin rekabetçi özelliğini koruması, hatta rekabetçi özelliğini korurken AKP dışındaki partilerin de aktörlüklerini devam ettirmesi. Şimdi bunu ilginç bir şekilde Milliyetçi Hareket Partisi de istiyor gibi gözüküyor. Yani Milliyetçi Hareket Partisi de, hegemonik bir otoriterliğe geçildiği zaman kendisinin bir anlamının kalmayacağının farkında. Ben o mistik devlet anlatılarına inanmadığım için, devlet aklı anlatılarına inanmadığım için, bugün Devlet Bey'in anlamı, milletvekili sayısıyla parlamento çoğunluğuna yardımcı olmasından kaynaklanır. Devlet Bey milli güvenlik söylemini çok hoyratça kullanır, çok etkili kullanır ve Tayyip Erdoğan'ın her eylemini milli güvenlik kılıfına sokarak meşrulaştırır. Devlet Bey'in ağırlığı buralardan gelir. Ama hegemonik bir otoriter sistemde, Milliyetçi Hareket Partisi'nin de bir anlamı kalmayacak. Dolayısıyla, bence bu komisyon meselesinde, sistemdeki diğer partilerin biraz Erdoğan'ı dengelemek, onu bir sistem içerisine alarak kuşatmak, sistem dışında kalan bir Erdoğan'ın gadrine uğramaktansa, sistem içerisine alınan Erdoğan'ın daha yumuşatılarak ya da daha kontrol edilebilir hâle getirilerek, yavaş yavaş daha parlamentarizme yakın bir çizgiye getirilmesi gibi bir senaryoları var. Cumhuriyet Halk Partisi bunu onaylıyor. Yani bunu bir ihtimal olarak görüyor ve komisyona bundan dolayı katılıyor. Buradan hangi ihtimal çıkar? Benim görüşüm, bu masanın dağılacağı üzerine.

Ruşen Çakır: Tam masanın dağılmasına gelecektim. Onunla ilgili paragraf şu anda önümde açık. Çok kritik. Masanın dağılma ihtimalini, CHP'nin sigortası olarak tanımlıyorsunuz. Çünkü masanın dağılmasının esas faturasının Erdoğan'a çıkacağı tespiti var.
Özpek: Tabii. Ben bu masanın dağılacağını düşünüyorum. Beni iki sene önce en son izleyen bir izleyici düşünelim, mesela 2023 senesinin Şubat ayında. Orada da ben masanın dağılacağını düşünüyorum diyordum hatırlarsanız. Altılı Masa dönemi vardı. Şimdi de bu komisyon meselesi var. Yine mesela masanın dağılacağını düşünüyorum. Çünkü bence Tayyip Erdoğan bu oy oranlarıyla devam etmez. Yani milliyetçi partilerin toplam oyunun %15, 16'ya ulaştığı, Milliyetçi Hareket Partisi'nin, yani Erdoğan'ın ortağının %5'e düştüğü, kendisinin oy kaybettiği bir sürece çok fazla tahammül edeceği kanaatinde değilim. Biliyorum, bazı arkadaşlar aktörlerin demokratik dönüşümüne ve onların kişisel dünyalarına çok önem vererek analiz yapıyorlar. Ama bence siyasetçi genel itibariyle sistem içerisindeki ağırlığına ve çıkarına göre hareket eder. Şimdi bu anketler eğer Tayyip Bey'in de önüne gidiyorsa ve sonuçlar birkaç ay daha bu şekilde çıkarsa, Tayyip Erdoğan'ın bu masaya çok fazla tahammül edeceği kanaatinde değilim. Masanın dağılma ihtimali, bence Cumhuriyet Halk Partisi'nin de sigortalarından bir tanesi. Masa kurulmadan önce, yani komisyon kurulmadan önce Cumhur İttifakı’nın hâlini hatırlayalım. Mükemmel bir uyumdan bahsediyorduk değil mi? Şimdi bu komisyon dağıldıktan sonra, MHP ve AKP arasında komisyonun kurulmasından önceki uyumu yeniden yakalayamayabiliriz. Yani Cumhur İttifakı da aslında masayla birlikte dağılabilir. Herkesin bir gece aniden beklediği, Devlet Bahçeli'nin o erken seçim açıklaması veyahut ara seçime MHP'nin onay vermesi gibi, Tayyip Bey'i zor duruma sokabilecek açıklamalar, o zaman gelebilir. O yüzden, Cumhuriyet Halk Partisi'nin masaya otururken aslında aklının bir köşesinde kesinlikle ve kesinlikle bu masanın bir amaca ulaşmayacağı, bir noktada dağılacağı ve dağılmasının da Cumhur İttifakı'ndaki statükoyu bozacağı için CHP'nin menfaatine olacağı düşüncesinin yattığını düşünüyorum. Bilgim yok ama onu kesin düşünmüşlerdir.

Ruşen Çakır: O zaman raporun son cümlesine gelelim. Zaten buna bir şekilde değindin: ‘’Sürece, Cumhur İttifakı olarak giren AK Parti ve MHP, süreçten Cumhur İttifakı olarak çıkamayabilir.’’ Masa dağılsa da dağılmasa da mı?
Özpek: Masanın dağılmaması hâlinde, amaca ulaşması hâlinde, Cumhur İttifakı'nın zaten bir anlamı kalmıyor. Cumhur İttifakı bir iktidar koalisyonu, ötekisi var. Ötekiyi kriminalize ederek ilerleyen bir koalisyon, öyle değil mi? Yani şu ana kadar öyle devam etti. Şimdi masanın başarıya ulaşması durumunda, o başarının DEM gibi, CHP gibi, hatta Yeni Yol gibi ortakları olacak. Eğer masa başarılı olacaksa, artık ötekinin olmadığı bir sistemden bahsedeceğiz. Nasıl başarılı olacak? Mesela Türkiye AİHM kararlarını uygulamayı kabul edecek. Nasıl başarılı olacak? Yargı bağımsızlığı ile ilgili düzenlemeler yapacak. Nasıl başarılı olacak? Seçilmiş belediye başkanlarının, İçişleri Bakanı talimatıyla görevden alınması ilga edilecek, bu uygulama artık kaldırılacak. Bunlar olduğu zaman, zaten o Cumhur İttifakı'nın Türkiye'nin yarısını ötekileştirdiği, yarısını terörist ilan ettiği, yarısını kriminalleştirdiği durum da ortadan kalkacak. İttifakın kendisi Cumhur İttifakı olmaktan çıkıp, komisyonun kendisi hâline gelecek. Ben bu ihtimali düşük görüyorum açıkçası, ama sorduğunuz için söylüyorum. O zaman da, yani masa başarılı olursa da Cumhur İttifakı'nın bir anlamı kalmayacak zaten.

Ruşen Çakır: Evet, çok çarpıcı. Tekrar özetleyecek olursak: Sizin yaptığınız araştırmaya göre, kamuoyunda, süreç nedeniyle masada oturan partilere yönelik bir tepkinin giderek arttığı tespiti var.
Özpek: Evet. Başka şeyler de var. Öcalan'la ilgili toplumun çok olumsuz bir kanaati var. Öcalan, Türklere satılabilecek bir mal değil. Yani Öcalan'ı sevimlileştiremiyorsunuz açık konuşmak gerekirse. Bu sürecin Öcalan üzerinden yürümesi, sürece olan inancı ve sempatiyi oldukça tüketen bir şey. Mesela ‘’Türkiye'de Kürt sorunu var mı?’’ sorusunu 2021 senesinde sormuşuz. 2021 Ekim ayında toplumun %45,8'i, %46'sı, ‘’evet, Türkiye'de bir Kürt sorunu var’’ demiş. Ekim 2021. O dönemi hatırlayın. Muhalefette İYİ Parti'nin, CHP'nin, HDP'nin, birbirinin ayağına basmamak için çok dikkatli davrandığı bir dönemi hatırlıyoruz, değil mi? Acaba bu partiler bir araya gelecek mi? Çünkü İstanbul'da ittifak yapılmış ve başarılı olmuş. Muhalefette de ‘’Türkiye'de Kürt sorunu vardır’’ yargısı hâkim. Yani o milliyetçi muhalefet dediğimiz kesim bunu kabul etmiş. Temmuz 2025'e geliyoruz. ‘’Türkiye'de Kürt sorunu var mı?’’ diye soruyoruz. ‘’Evet’’ diyenlerin sayısı sadece %30. Yani sorunun kendisi, sürece duyulan alerjiden dolayı reddedilir hâle gelmiş.
Dün sizin programda ‘’sürece sempati var’’ gibi bazı beyanatlar duydum. O yüzden zaten sizden bu programı yapmamızı istedim. Bırakın sürece sempatiyi, Türkiye'de Kürt sorununun var olduğunu düşünenlerin sayısı Temmuz 2025'te %46'dan %30'a düşüyor. ‘’Kürt sorunu yoktur’’ diyenlerin sayısı Ekim 2021'de 49,5 iken, şu anda %63,3'e yükseliyor. Yani insanlar sürece duydukları alerjiden dolayı, kategorik olarak sorunun kendisini reddediyorlar. Mesela barış sürecine destek meselesi var. Barış sürecini insanlara sorduğunuz zaman, “Hükümetin Öcalan ve DEM Parti ile yürüttüğü yeni barış sürecini destekliyor musunuz?” şeklinde bir soruyla sormanız gerekiyor. ‘’Destekliyorum’’ diyenlerin sayısı %34,9. ‘’Desteklemiyorum’’ diyenlerin sayısı %59,7. Yani %35 destekliyor sadece, %60 desteklemiyor. Parti kırılımlarına baktığınız zaman daha dramatik bir durum ortaya çıkıyor. Mesela dün Cumhuriyet Halk Partisi tabanından bahsedildi. Cumhuriyet Halk Partisi tabanı, sadece %11,3 oranında ‘’Öcalan ve DEM Parti ile yürütülen bir barış sürecini destekliyorum’’ demiş. Geride kalan %82,2'lik kesim böyle bir süreci desteklemediğini beyan etmiş. Bizdeki rakamlar böyle. Bunu toplumla paylaşmak istedim. Uzun yıllardır hepimiz, Tayyip Bey'in siyaset yapış tarzını izliyoruz, takip ediyoruz, anlamaya çalışıyoruz, öyle değil mi? Toplumun baskın şekilde %60 oranında karşı çıktığı bir sürece, Erdoğan'ın daha ne kadar tahammül edeceği ne kadar bu riski alacağı büyük bir soru işareti tabii ki.

Ruşen Çakır: Evet. Çok teşekkürler, Burak. O zaman ağustos ayı araştırmasını yapıyorsunuz ya da yaptınız anladığım kadarıyla.
Özpek: Ağustos araştırması henüz başlamadı. Sahaya çıkmadılar bildiğim kadarıyla. Ama veriler geldikten sonra konuşuruz.

Ruşen Çakır: O zaman yine bu konu esas belirleyici olacak. Çok teşekkürler, Burak. Evet, MetroPOLL Araştırma’nın Temmuz 2025 ‘In Depth-Derinlikli Analiz Raporu’nu Profesör Burak Bilgehan Özpek'le konuştuk. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
24.08.2025 Devlet Bahçeli benim gibi düşünenleri tekzip etmeye devam ediyor
24.08.2025 Dindarlar ve CHP: Hiç de zor olmayan bir ilişki
23.08.2025 CHP’de “çifte liderlik” dönemi
22.08.2025 Kutuplaşma CHP’nin işine yarar mı?
21.08.2025 Mitingle olmaz mı, miting yetmez mi?
21.08.2025 Gürkan Çakıroğlu: “Cumhur İttifakı ve barış sürecinin geleceği Suriye’ye bağlı”
20.08.2025 Önce PKK mı, Fethullahçılar mı fesholacak?
19.08.2025 Taşıma suyla AKP değirmeni döner mi?
18.08.2025 Hakan Fidan niçin hedefte?
17.08.2025 Öcalan olmadan olmaz mı?
24.08.2025 Devlet Bahçeli benim gibi düşünenleri tekzip etmeye devam ediyor
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı