Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ile Anayasa Mahkemesi’nin üyeleri, eğer dün Ahmet Türk’ün hastane önündeki açıklamasını izlemişlerse acaba ne düşünmüşlerdir? DTP’nin kapatılmasının hiçbir şeyi değiştirmediği, yerini alan BDP’nin daha güçlü bir şekilde yola devam etmesiyle kısa süre içinde ortaya çıktı. Mahkeme’den, DTP’nin en ılımlı bilinen iki ismi Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk’u siyasi yasaklı yapmış olmasının faturasının ne denli ağır olacağını da yine çok zaman geçmeden görmüş olduk.
Şöyle düşünelim: Eğer Ahmet Türk, saldırının hemen ardından ve dün taburcu olduktan sonra yaptığı açıklamalarda, örneğin BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ve Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir’in söylediklerinin yarısını söylese ülkede neler yaşanırdı? Çok acı bir cümle olacak ancak Samsun’da o alçakça saldırıya uğrayanın Ahmet Türk olması her şeye rağmen şansın bu ülkeden yana olduğunu göstermiştir.
Tabii bu arada Türkiye’nin atlattığı bir diğer badireyi de dile getirmek şart: Bilindiği gibi Türk 68 yaşında ve uzun süredir kalp rahatsızlığı çekiyor. Samsun’da sadece burnun kırılmasını da bir başka teselli olarak düşünebiliriz, zira bu saldırı pekala çok daha kötü sonuçlara da yol açabilirdi ve o zaman Türk’ün bugün yaptığı gibi “kamuoyunun her iki kesimini de yatıştırma” gibi zor bir görevi üstlenebilecek bir başka kişi bulamayabilirdik.
Mesafe açılıyor
“Kamuoyunun her iki kesimi” diyorum, çünkü bir süreden beri Türkiye’de Kürt sorunu ekseninde taban tabana zıt iki duyarlık ve buna bağlı olarak kamuoyu oluşmuş durumda. Her iki kanadın milliyetçileri birbirlerini besleyerek her geçen gün daha da güçleniyorlar. İşin kötüsü, her iki taraf içinden, giderek açılan mesafeyi kapatma güç ve cesaretine sahip kişi ve çevrelerin sayısı da giderek azalıyor.
Bu noktada hükümete çok büyük sorumluluklar düşüyor. Ülkeyi yönetiyor oldukları için her türden toplumsal çatışmayla mücadele etmek zaten görevleri. Öte yandan bu görevi yerine getirebilme konusunda hayli avantajlı oldukları da ortada. Zira son yıllarda yapılan seçimlerin haritalarına baktığımızda, her iki kamuoyuna birden seslenebilen yegane partinin AKP olduğunu görüyoruz. Bu bakımdan geçen yaz startı verilen Kürt açılımı ülke için çok büyük bir şanstı ve başarılı olma ihtimali hayli yüksekti. Ne var ki hükümetin bunu istikrarlı bir şekilde sürdürememesi nedeniyle açılım karşıtlarının eli epey güçlendi.
Açılım başarıyla sürseydi...
Yani Türk’e yönelik saldırı ve daha önceki her türden tatsız olayı açılımın ilan edilmesine bağlamak tek kelimeyle çarpıtmadır. Tam tersine bu olumsuz gelişmeler, büyük ölçüde açılım sürecinin kesintiye uğramış olmasından kaynaklanmaktadır. Eğer Habur’da yaşananlar nedeniyle “iki farklı kamuoyu” arasında sıkışan hükümet bundan sıyrılma becerisini gösterebilse, örneğin Kandil’den, Mahmur’dan ve Avrupa’dan dönüşler tempolu bir şekilde devam eder ve bugün bambaşka şeyler konuşuyor olurduk. Hiç kuşkusuz, açılımın sekteye uğramaması durumunda da birçok taraftan süreci sabote etmek isteyenler çıkardı, ancak, en azından Muş Bulanık’ta o korucu kalabalığa ateş açmaya cesaret edemeyebilirdi; diyelim ki etti, bu dava herhalde Samsun’a taşınmazdı; diyelim ki taşındı, Samsun’daki polisler Türk’ün yumruk yemesine asla yol açmazlardı. Daha önemlisi, dün birçok gazetede fotoğrafını gördüğümüz gibi, sivil polisler Hakkari’nin göbeğinde 14 yaşındaki bir çocuğu hastanelik edemezlerdi.
Milliyetçilik yarışı
Önceki gün çıkan “Ahmet Türk Türkiye’dir” yazıma çok tepki aldım. O yazıda da belirttiğim gibi, bu alçakça saldırıyı önemsiz, mazur, hatta haklı göstermeye çalışanlarla tartışacak bir şey yok. Dün Başbakan Erdoğan, “kanı kanla yıkayamazsınız” dedi. Bense “bir milliyetçiliği başka bir milliyetçilikle bertaraf edemezsiniz” diyorum. Ve bunu her iki kanadın milliyetçilerine birden söylüyorum.
Herhangi bir tarafın, kendi milliyetçiliğini ve bunun yol açtığı saldırganlığı, karşı tarafın milliyetçiliğiyle açıklama, meşrulaştırmaya çalışmasının bu ülkeye çok büyük zararı dokunuyor.