Bir Mozaik Olarak Türkiye (53): Türkiye'de Abhaz olmak üzerine Levent Belin, Erol Kılıç ve Selçuk Sol ile söyleşi

24.02.2025 medyascope.tv

24 Şubat 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Gülden Özdemir hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. ‘‘Bir mozaik olarak Türkiye’’nin 53. bölümüne geldik. Bugün bir Kafkas halkı var, topluluğu var. Abhazları ele alacağız. Stüdyoda 3 konuğumuz var: Erol Kılıç Bey, Levent Belin Bey ve Selçuk Sol Bey. Hoş geldiniz hepiniz. En kalabalık yayınımız sizlerle oluyor. Çok dinamik bir topluluk Abhazlar, biliyorum, ama gerçekten merak ettiğim çok şey de var. İsterseniz sizinle başlayalım Selçuk Bey. Hiç bilmeyen birisine Abhazları anlatsanız, ama mümkün olduğu kadar özlü bir şekilde, kimdirler, neredeler? Yani bir Çerkes kimliğine de sahipler diye biliyoruz ama Abhaz kimliği daha fazla öne çıkıyor. Nedir Abhaz olmak?
Selçuk Sol: Öncelikle Ruşen Bey'e teşekkür etmek istiyorum, bizi burada konuk ettiği için, misafir ettiği için. Değerli büyüklerim de müsaade ederlerse ben sorunuza cevap vermek istiyorum. Tabii bu soru biraz stratejik bir soru. Özellikle bu konuda çok ciddi bir bilgi kirliliği var, kavram kargaşası da var ve hatta bununla alakalı, bu tanımlamalarla ilgili, yani "Abhazlar kimdir?" sorusunun cevabıyla alakalı bunu manipüle eden, istismar eden çevreler de var. Bu anlamda, Abhazların gerçekten kim olduğunu anlatabilmek adına bu fırsatı da bize verdiğiniz için tekrar teşekkür etmek istiyorum. Her şeyden önce Abhazlar, yani sizin bize sorduğunuz şekliyle Abhazlar, Kuzeybatı Kafkasya'nın ve Transkafkasya'nın otokton, yerli halklarından bir tanesidir. Kendilerine verdikleri ismin yanında farklı halkların da onları adlandırmaları vardır. Tek bir isme sahip değildirler bu sebepten ötürü. Abhazların kendilerine verdikleri isimler, yani bu da endoetnonim olarak adlandırılıyor. Abhazlar kendilerine kendi dillerinde "Apsua" ismini verirler, kendi ülkelerine "Apsnı" ismini verirler, kendi dillerini de "Apşua" olarak adlandırırlar. Vatanlarına "Psadgil", tabiata da "Apsabara" derler. Şimdi, bu örnekleri niye verdim? Bu verdiğim beş örnekte de her bir tanımlamanın kökü ve hecesi olan "psı" bizim için çok önemli. "Psı" Abhazcada ‘‘ruh’’ anlamına geliyor, ‘‘can’’ anlamına geliyor. Abhazlar kendilerini tanımlarken ‘‘ruhun insanları, canın insanları’’ olarak tanımlarlar, ülkelerini de ‘‘ruhlar ülkesi, canlar ülkesi’’ olarak ifade ederler. Bu muhakkak bir yerde karşınıza çıkmıştır. Özellikle bunu bu şekilde belirtmek istedim. Abhaz diline de ‘‘ruhun dili, ruhun şarkısı’’ olarak bir taraftan da bir tarif yaparlar, vatanlarına da ‘‘ruhun olduğu yer, ruhun yaşadığı yer’’ derler. Şimdi Abhazya'da bugün mevcut tarihî toprakları ve eski Abhaz topraklarını incelediğimizde, bütün toponomiler, bütün hidronimler, bitki isimleri, hayvan isimleri, özel isimler en az %50-60'ı bu "psı" hecesiyle ilintili. Yani hepsinin kökünde bu "psı" var. Bu da bir nevi otokton olduğunun da bir delilidir. Şimdi bunun yanında diğer halkların, diğer milletlerin de Abhazları adlandırmaları vardır. Bunu da "exoetnonim" olarak ifade ediyorlar. Diğer halkların adlandırması olarak olaya bakacak olursak, en yakın komşuları Gürcüler, daha doğrusu Kartveller, kendi dillerine yani fonetik dil yapılarına uygun şekilde Abhazları "Abhazi", ülkelerini de "Abhazeti" olarak adlandırmışlar. Bu şekliyle, başta Rusça olmak üzere dünya dillerine girmiş. Sizin de sorduğunuz şekliyle Abhaz ve Abhazya kavramı da aslında buradan çıkmış. Ama bunun yanında daha bir sürü farklı ismi var. Sizinle ilk görüştüğümüzde de sizin kullandığınız, mesela ‘‘Abaza’’ tabiri; Roma, Bizans, Türk ve özellikle Arap kaynaklarında da bu halk ‘‘Abaza’’ olarak adlandırılır. Abaza ve onun türevleri olarak aynı ismi verirler.

Ruşen Çakır: Peki, ne kadar bir insandan bahsediyoruz? Yani Abhazya'da yaşayanlar var. Ama bir de diaspora mı diyorsunuz, bilemiyorum.
Selçuk Sol: Evet, diaspora.

Ruşen Çakır: Ne kadar kişi var şu anda?
Selçuk Sol: Abhazya'nın tarihi vatanında şu an toplam 250.000 nüfusu var ülkenin. Bunun 100 ile 150.000 arasında olduğu söyleniyor Abhaz nüfusu. Fakat asıl Abhaz nüfusu, Abhazya sınırlarının dışında yaşıyor. Birinci diasporası yine Rusya sınırları dahilinde, bugün Karaçay-Çerkes Cumhuriyeti olarak adlandırdığımız, Abazaların "Abazaşta" olarak ifade ettikleri bölge, orada 30.000 civarında, bizim "Aşua Aşharı" olarak adlandırdığımız, deminki etnonimlerin bir nevi alt kolları olarak bahsettiğimiz kardeşlerimiz. Ondan sonra asıl en büyük kitle, yani niceliksel olarak olaya baktığımızda, Türkiye diasporasıdır. Çünkü 19. yüzyılda, özellikle Kafkas-Rus savaşları başta olmak üzere, aslında 19. yüzyılın başı itibarıyla, ta 1810'lı yıllardan itibaren Osmanlı coğrafyasına o bölgeden sürekli sürgün ve göç hareketleri olmuş, kitlesel göçler bunlar. Bunların bazıları ailesel sebepler, bazıları hanedanların arasındaki problemler, bazıları da politik sebeplere bağlı olarak; işte Osmanlı-Rusya, Rusya veya Kafkasyalılarla olan savaşı neticesinde. 1810 aralığıyla ta 1880'li 1890'lı yıllara kadar peyderpey bu sürgünler, göçler devam etmiş. 1810 yılında ilk defa 5.000 Abhaz o dönem Türkiye'ye geliyor, Osmanlı'ya geliyor daha doğrusu. Bunların bir kısmı Trabzon tarafında ikamet ettiriliyor, bir kısmı da İstanbul'da Tophane, Galata tarafında ikamet ediliyor. Bu niye önemli? Genelde 1864 ve o dönemi adlandırırlar ama baktığınız zaman 1810'lara kadar dayanıyor. 1820'li yıllara geldiğinde Osmanlı'daki Abhaz nüfusu 20 binlere ulaşıyor. Ondan sonra bu sürekli devam ediyor. Fakat en büyük kitlesel sürgün ve göç hareketleri, herkesin çok dillendirdiği, sembol bir tarih olan 1864 ve ondan sonraki tarihlerle başlıyor. 1864'e kadar da çok ciddi benzer göçler, sürgünler oluyor. 1877, yani bu 93 Harbi diye sizin de demin tabir ettiğiniz savaş ve sonrasında, pardon, onun öncesinde de 1867, bunların toplamına baktığımız zaman o zamanki veriler, 150.000 ile 200.000 arasında Abhaz'ın Osmanlı coğrafyasına geldiğini gösteriyor. Fakat Osmanlı derken de tabii bugünkü mevcut Anadolu sınırlarından bahsetmiyoruz. Osmanlı o zaman Ortadoğu coğrafyasında Rumeli'yi de kapsıyordu. Birçok yere dağıtılıyorlar. O arada yaşanan savaşları, geçirdikleri süreçleri, hastalıkları da hesaba katacak olursak, bugün otoritelerin kabul ettiği Türkiye Cumhuriyeti sınırları dahilinde 500 ile 600.000 civarında Abhaz'ın olduğu ifade ediliyor. Bu sayının belki bir kısmı genetik olarak Abaza olarak adlandırabileceğimiz… Genetik olarak Abaza nedir? İşte 1810 yılındaki örneği verecek olursak, aradan belki 6 kuşak geçmiş, 7 kuşak geçmiş, asimilasyona maruz kalmış. Abhaz olduğunu da bilmiyor, Abaza olduğunu da bilmiyor; ama genetik olarak o köke sahip.

Ruşen Çakır: Bunu tam da Levent Bey'e sormak istiyorum. Belli bir tarihten itibaren Kafkas halkları Türkiye'de örgütlenmeye başladılar, sivil toplum kuruluşları yayınlar çıkartmaya başladılar ve Abhazların da bunlarda bayağı bir dikkat çekici olduğunu biliyoruz. Şimdi Selçuk Bey'in bahsettiği gibi Abhaz köklü olduğunu bilmeyenler de var bilenler de var ama bunu çok da önemsemeyenler var. Türkiye'deki bu Abhaz kimliği etrafındaki yapılan sivil toplum çalışmaları nasıl bir seyir izledi? Burada Abhaz kimliğine sahip çıkma, özellikle tabii Sovyetlerin dağılmasından sonra Abhazya’nın orada neşet etmesiyle beraber işin rengi de değişmiştir herhalde.
Levent Belin: Önce ben de davet ettiğiniz için teşekkür ederek başlamak istiyorum sözlerime. Gerçekten bu çok kadim halkın kültürünün tanıtılması anlamında bizim için büyük bir fırsat. Eksik olmayın davet ettiğiniz için. Ben Abhaz Dernekleri Federasyonu Başkanıyım. Abhaz Dernekleri Federasyonu, 2 yılda bir federasyonun genel kurulunun toplanmasıyla yönetiminin belirlendiği, yönetim kurulunun da ayrı bir seçimle yönetim kurulu başkanını görevlendirdiği bir yapı. Tabii Abhaz Dernekleri Federasyonu çok eski bir yapı değil. Biz çok eskilerden, 1810'lu yıllardan başladık buraya geldiğimizi ifade etmeye. Fakat tabii ben 8. dönem Abhaz Dernekleri Federasyonu başkanıyım. O anlamda bir sivil toplum örgütü yapılanması kimliğiyle federasyon çok eski değil. Fakat federasyonun çok önemli misyonu şudur ki; Abhaz diasporasının çatı örgütüdür, en örgütlü kuruluşudur. Bu anlamda yapılan çalışmaların en büyük oranda destek gördüğü ve aynı zamanda kabul gördüğü bir yapıdır. Bu anlamda gayet tabii bir sivil toplum örgütü olarak diaspora Abhazlar için son derece önemli, Abhazya için de son derece önemli. Abhazya'nın diaspora ile ilişkilerinde federasyonun çok önemli bir misyonu var. Abhazya'nın jeopolitik durumu sebebiyle, Türkiye'nin dış politikaları da göz önünde bulundurulduğunda, aslında Abhaz Dernekleri Federasyonu aynı zamanda bir sivil toplum örgütü olmanın üzerinde diplomatik misyonları da zaman zaman üstlenmek durumunda, yürütmek durumunda kalan bir yapılanmadır, bir örgüttür. Bu anlamda belki diğer sivil toplum örgütleriyle ayrışan yönleri vardır. Tabii bu yapılanma mümkün olduğu kadar diaspora coğrafyasında Abhazların yaşadığı her yerde bir dernekle temsil edilebilir olsun diye geçmişte çok yoğun çalışmalar yürütüldü. Dil anlamında, kültür anlamında Abhazya'nın tanınması, Abhaz kültürünün tanınması anlamında çok farklı alanlarda ciddi misyonlar yürüttü bu federasyon. Şu an 21 dernekle temsil ediliyor.

Ruşen Çakır: Bu, 21 il anlamına mı geliyor?
Levent Belin: Bazı illerde birden fazla dernek var. Köy dernekleri var. Ağırlıklı olarak bu dernekler hattı İstanbul'la Bolu arasında yoğunlaşan, nüfusun da çok kalabalık olarak bulunduğu bir bölgeyi ifade etmesi sebebiyle doğal olarak böyle gelişen bir süreç izledi. İşte İstanbul'da varız, Kocaeli'de varız, Sakarya'da varız, Düzce'de varız, Bolu'da varız. Bu güzergâhta iki köy derneğimiz de var, Kayalar ve Darıyeri derneklerimiz var. Oradan biraz Karadeniz'e çıkıyoruz. Zonguldak'ta, Çaycuma'da Karaelmas Derneğimiz var. Karadeniz çizgisi devam ediyor, Sinop ve Samsun'a kadar devam ediyor. Sonra İç Anadolu'ya dönersek, Ankara var. Yozgat'a iniyoruz, orada üç derneğimiz var. Genellikle köy dernekleri, hatta bir tanesi üç köyün birleşerek oluşturduğu bir dernek statüsünde. Yelbudak Derneğimiz var, Fındıcak Derneğimiz var. Aşağıda Tufanbeyli Derneğimiz var, Adana'da. Yine Yozgat’ta Osmaniye Derneğimiz var bir de, atlamamak lazım. En güneyde Antalya Derneğimiz var, yeni derneklerimizden. En son İzmir Derneği açıldı. Marmara Bölgesi'ne dönersek oradan, işte Bursa, İnegöl, Bilecik, Eskişehir hatlarında derneklerimiz var. Bu derneklerin bir kısmı amiral gemisi statüsünde kuruluşları eski olduğu için, örgütlenmeleri eski olduğu için, yoğun ve kalabalık nüfusun bulunduğu yerlerde daha etkili, daha güçlü bir performans sergiledikleri için, STK anlamında. Bazı derneklerimiz amiral gemisi statüsünde, bazıları da yeni kuruldu. Bu kültürü yaşatmak için, var olmak için çok ciddi bir çaba sarf ediyorlar. Türkiye'de sivil toplum örgütlerinin ayakta kalması için sarf edilen çabanın, biliyorsunuz, ağırlıklı olarak gönüllü çabalar ve gönüllü destekler olduğu da varsayılırsa…

Ruşen Çakır: İsterseniz Erol Bey'le biraz devam edelim. Erol Bey, siz en yaşlı ve arkadaşlardan da biliyorum, Abhazlar içerisinde dikkat çeken, öne çıkmış bir isimsiniz. Tarihe daha hâkimsiniz, kültüre daha hâkimsiniz. Şunu merak ediyorum: Zaman içerisinde sizin gözlemlerinize göre Türkiye'de yaşayan Abhazların kimliklerine sahip çıkmasında nasıl bir grafik görüldü? Özellikle Abhazya Cumhuriyeti’nin kurulması herhalde birçok şeyi değiştirmiştir. Ama insanlar bu kimliklere sahip çıkmada daha açık mıydılar, daha kapalı devre bir hayat mı sürüyorlardı ve nasıl bir grafik, tarihçe var?
Erol Kılıç: Teşekkür ederim, bize bu imkânı tanıdığınız için. Ben 10 yıl Kafkas Abhazya  Dayanışma Komitesi’nde görev yaptım, 6 yıl da Dünya Abhaz Abaza Halkı Kongresi'nde ikinci başkan olarak görev yaptım. Biz önce insanız. Abhazlarda ‘‘agula’’ sözcüğü ‘‘komşu’’ anlamındadır. Ama dünya dilleri içerisinde "agula" sözcüğü kadar derin anlamlı bir kelime komşuyu tarif edemez. ‘‘Agula’’ sözcüğü bizde ‘‘kalp kardeşliği’’dir. Abhazlar, Kuzey Batı Kafkasya'nın otokton halklarıdır, Selçuk kardeşimizin belirttiği gibi. Aynı zamanda Abhazlar, Lazlar, Megreller, Svanlar ile birlikte Kolhida halkıdır. Kolhida medeniyetinin, bakın medeniyetinin diyorum, evrensel bir medeniyet Kolhida medeniyeti, onun ortaklarındandır. Biz Abhazlar, Kafkas-Rus Savaşları ile Osmanlı-Rus Savaşları’ndan sonra Osmanlı İmparatorluğu'na geldik, yani tek devlete geldik. Osmanlı İmparatorluğu yıkılınca bizim bir kısmımız Ortadoğu'da kaldı. Bugün Suriye'de, Ürdün'de, Lübnan'da, Mısır'da, Libya'da Abhazlar var. Endişe duyuyoruz Suriye'deki Abhazlardan, Lübnan'daki Abhazlardan. Diasporik yaşamak öyle kolay değil. Ortadoğu'daki Abhazlar, yani Suriye, Ürdün, Lübnan, Mısır'daki Abhazlar kimliklerini Abaza olarak korumuşlardır. Adların yanında soyadları ‘‘Abaza’’ olarak biter. Ama Türkiye'de bildiğiniz gibi 1934 yılında bir soyadı kanunu uygulandı. Bu soyadı kanunu ile aynı dedenin iki torunu aynı soyadını alamadı. Bu sadece Abazalara, Çerkeslere, Gürcülere, Lazlara mahsus değil; herkese böyle uygulandı. Şimdi Abhazya Cumhuriyeti kısmen tanınan bağımsız bir devlettir. Abhazya'da 10.000 Türk etnik kökenine bağlı insan yaşıyor, Türkçe konuşuyorlar. Ama Abhazya Cumhuriyeti'nin onlara verdiği kimlikte etnik kökenleri ‘‘Türk’’ yazıyor. Şimdi bizim için hedef kitle çocuklardır. Çocukların ulusal kimliklerini unutmaması lazım. Şimdi çocuklar bizi sorguluyor. Diyor ki, "Erol amca, biz filanca familyadanız, sülaledeniz ama bu familyada 8 tane 10 tane Türkçe soyadlı insan var." Şimdi çocuklarımız kökenlerini sorguluyorlar. Ama dijital teknolojinin gelişmesi, sosyal medyanın oluşması onların işini kolaylaştırdı. Ben 1962'den beri Kafkasya ile yazışıyorum. Abhazya'dan bir mektup bir ayda gelmezdi. Ki o zaman biliyorsunuz bazı mektuplarda zarfta ‘‘uçak ile’’ ibaresi de vardı. Öyle olmasına rağmen bir buçuk ayda gelmezdi. Ama şimdi sosyal medyada dijital teknolojinin gelişmesi ile Abhazya'da veya Kafkasya'nın bir yerinde olan bir olayı birkaç dakika sonra ekranlarda görüyoruz. Bundan yararlanmamız lazım, bunu iyi kullanmamız lazım. Bunu iyi kullanırsak biz köklerimizi unutmayız. Abhazya-Gürcistan Savaşı'nda biz yeni Abhazların, yeni Çerkeslerin olduğunu gördük. Bunu savaş ortamı ortaya çıkardı. Ben gelecekten ümitliyim; yeni nesil, yeni jenerasyon bizden daha iyi olacaktır. Onlara güveniyorum, ümitliyim. Çünkü dijital teknolojinin gelişmesi dünyayı küçülttü. İnşallah barışı büyütür.

Ruşen Çakır: Tekrar size geleceğim. Sırayla devam edelim. Selçuk Bey, şu anda Abhazlar denince, tabii en kalabalık yer neredeyse Türkiye ama esas olarak Abhazya var ve siyasi olarak da inişli çıkışlı bir grafik izliyor, birtakım sorunlar yaşanıyor, vesaire. Ve dünyanın dört bir tarafında Abhaz kimliğine sahip olan insanların da yakından izlediği bir yer herhalde. An itibariyle ve yakın vadeye bir projeksiyon yapacak olursanız, nasıl bir gelecek görüyorsunuz orada? Ülkenin kendisinin ötesinde tüm Abhazların bir kültürlerinin korunması, geliştirilmesi gibi birtakım misyonları da var herhalde.
Selçuk Sol: Kesinlikle var. Yani sorunuzu iki kategoride değerlendirmek lazım; Abhazya'ya ayrı bir perspektif açmak lazım, diasporaya ayrı bir perspektif açmak lazım. Çünkü farklı şartlara ve farklı dinamiklere bağlılar. Abhazya açısından öncelikle değerlendirmek gerekirse, yani tarihte bu aslında hep böyle olmuş; Abhazya, stratejik konumu nedeniyle doğu ile batı kültürlerinin tam kesişme noktası. Eski dönemlerde ticaret yolları üzerindeki mevcut lokasyonu ve bugün bunun üzerine, ticaret yollarının üzerine enerji yollarının da stratejik durumunu eklediğimiz zaman ve geçmişte incelediğimiz zaman, işte Bizansla Sasanilerin, Bizansla Perslerin, Osmanlı Türkleriyle Rusların mücadele alanına dönüşmüş. Gerek niceliksel olarak gerek kapasite anlamında nüfusu az olan halklar, genelde bu coğrafyada bu genel çekişmenin içerisinde hayatta kalabilmek adına, kendi kimliklerini, kendi varlıklarını sürdürebilmek anlamında ustalıkla siyaseti gütmeleri gerekiyor. Tarihe baktığımızda da milattan sonra 6-7. yüzyıldan itibaren bu çekişmeler başlıyor. Aslında büyüğümüzün bahsettiği gibi, yani Kolhida dönemine gidecek olursak, bu geriye de dayanıyor. Ama bunlar çok ayrıntılı konular olduğu için… Yani o dönem itibarıyla sürekli çalkantılı bir bölge olmuş. Şimdi bunun bugüne projeksiyonuna baktığımız zaman, bugün de Abhazya, Gürcistan, Rusya ve Türkiye'nin arasında coğrafi anlamda kendini konumlandırmış küçük bir cumhuriyet. Son olaylar perspektifinde değerlendirdiğimiz zaman, Abhazlar kendi reflekslerini, bu anlamda kendi siyasi dinamiklerini ortaya çıkartmışlar. Geçtiğimiz Kasım ayında Abhazya'da yaşanan özellikle sorunlar, problemlerde — bu dünya medyasına da yansıdı, Türkiye'de de özellikle bununla alakalı çok haberlere konu olunduğunu biliyorum, gazetelere konu olunduğunu biliyorum — Abhazların kendine özgü bir duruşu oldu orada. Yani, bundan 1000 sene önceki duruşları neyse, bugünkü duruşları da aynıydı. Abhazlar, her zaman kendi haklılıklarının yanında ahlaklı olmanın ve zorbalığa karşı durmanın mücadelesini vermişlerdi. İşte Abhazya'da bu son dönemde yaşananlar da bunun en bariz örneklerinden bir tanesi. Özellikle Abhazların kendi ekonomik, sosyal dokularına uygun olmayan bazı yasa teklifleri, başta halkın, sonra sivil toplum örgütlerinin de direnişiyle birlikte orada büyük protestolara vesile oldu ve bir hükümet değişikliğini aynı şekilde tetikledi. Bu, onların o tarihi duruşlarıyla alakalı, arka plandaki o tarihi birikimle alakalı bir durum. Tabii, Abhazya ile alakalı uzun uzun konuşabiliriz. Diaspora açısından olayı değerlendirecek olursak, diasporada özellikle Türkiye diasporası nüfusu itibariyle Abhaz diasporasının en yoğun yaşadığı coğrafya. Demin Levent Başkanım'ın da belirttiği gibi, özellikle bu Sakarya-İstanbul arasındaki hat, nüfusun en yoğun olduğu yer. Abhazların burada çok ciddi derecede kültürle alakalı, kimlikle alakalı, dille alakalı problemleri var. Artı, ana vatanla, tarihi vatanlarıyla ilişki konusunda da biraz sonra…

Ruşen Çakır: Bunları Levent Bey'le konuşmak istiyorum. Özellikle şeyi merak ediyorum. Artık Osmanlı, daha sonra Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı bir Türk kimliğine sahip insanlardan bahsediyoruz ve benim şu ana kadar gördüğüm – ki 53. yayın oluyor bu – Türkiye'de bir sorunu olan bir halk topluluğu olmadığını görüyorum. ‘‘Nelerle iştigal ediyorlar?’’ sorusunu da merak ediyorum. Yani özel olarak, mesela geçen Tahtacılarla da konuştum, onların bir özellikleri var; tarım, hayvancılık gibi falan. Genellikle Çerkeslerde sanki serbest meslek de var ticaret de var, hatta devlet memurluğu da var gibi. Abhazlarda böyle öne çıkan hususlar var mı? Mesela dediğiniz coğrafyada tarım da var ama ticaret de var. İstanbul hele zaten bambaşka bir şey. Mesela üniversitede hocalar herhalde vardır diye tahmin ediyorum, orduda subaylar vardır diye tahmin ediyorum. Bir onu merak ediyorum. Bir de Selçuk Bey'in bıraktığı yerden tabii… Dertleri ne, yani beklentileri ne?
Levent Belin: Şimdi, aslında homojen bir profesyonel yapı yok Abhazlara veya Kafkaslara özgü. Ama belki şunun ön plana çıkarılması lazım: Hem Osmanlı'ya gelmeden önceki halleriyle de hem de Cumhuriyet'te, Sivas ve Erzurum Kongreleri’nden de başlayarak, Kurtuluş Savaşı'nın bütün sürecini kapsayan bir dönemde, Abhazların ve diğer Kuzey Kafkas halklarının subay olarak, asker olarak bulundukları coğrafyaya çok önemli katkılar sunduğunu görüyoruz. Sadece Türkiye özelinde değil, diğer diasporalarda da böyledir, bugün Ürdün'de de öyledir, Suriye'de de öyledir. Askerlik mesleği biraz kültürel olarak Abhazların, Kuzey Kafkasyalıların yaşadığı coğrafyaya, toprağa, ana vatan gözüyle bakıyor ve onu korumaya, her şeye rağmen kollamaya yönelik kültürel ve içgüdüsel bir yaklaşımla yol alıyor olmaları belki böyle bir tercihe sebep oldu. Bulundukları bütün coğrafyalarda, bütün yönetimlerde, istihbarat ve askerlik konularında, iş güvenliği konularında devletin güvendiği, devletin kendisine emanet ettiği, bu anlamda özel halk çizgisi profili oluşturuyor, o kesin. Tarihi kültürel anlamda baktığınız zaman da belki demircilikten bahsedebiliriz. Her ailenin, her sülalenin kendi demirhanesi, kendi demircisi vardır. Geçmişte hep böyle oldu. O bir kutsiyet de atfedilen bir meslek. Pazartesi günü, 4 gün sonra bizim "Ajırnıhua" dediğimiz, bu bir bakıma ismini demircilik geleneğinden alan, Abhaz yeni yılı kutlaması var. Sayın Kutalia, bu anlamda bizim toplumumuzun bilgesidir. Her Ajırnıhua’da İstanbul Abhaz Derneği'nde bizi, bizden sonraki jenerasyonu, bu kutsal günle, bu ritüelle ilgili olarak aydınlatır, bilgilendirir. Aslında bu ritüel, Abhazların topluma, insana, canı ve ruhu olan her şeye, doğaya nasıl baktıklarıyla da çok yakından ilgili. Bu anlamda önemsiyoruz. Eğer fırsat verir de Sayın Kutalia’ya, bu Ajırnıhua’yı kısaca bize özetlemesini sağlayabilirsek halkımız da bunu duysun, öğrensin isteriz, çok önemli bir ritüeldir.

Ruşen Çakır: Evet, sizi dinleyelim o zaman.
Levent Belin: İsterseniz sonra da ben "Ne istiyorlar, ne bekliyorlar?" kısmına bizim açımızdan…

Ruşen Çakır: Ona sonra gelirim ben. Siz anlatın o zaman.
Levent Belin: Tamam, lütfen. Teşekkür ediyorum.
Erol Kılıç: Evet, teşekkür ederim. 13 Ocak, Abhazların geleneksel yılbaşı günüdür. Abhaz inancına göre dünyanın kurulduğu, yaşamın başladığı gündür. Bu özel günde her ailenin bir büyüğü vardır, kanaat önderidir. Kanaat önderi, o ailenin toplanacağı yeri tespit eder. O ailenin genci bir demir parçasını evinde saklamıştır. O demir parçası gelir, meşe ve kayın ağacı ile ateş yakılır, üstüne defne yaprakları serilir ve katılanlar o defne yaprağının dumanını yüzlerine aktarırlar. Isıtılan demiri bir örste tahmada, yani kanaat önderimiz döver, örste döver. Döverken de dua eder Tanrı'ya, yani Abhaz diliyle Ançua’ya. Önce barış ister, sağlık ister, güzellikler ister. Arkasından toplu yemek yenir. O yemekte Tanrı'ya şükredilir verdiği nimetler için. Tahmada kadehini dünya halklarının barışı için, sağlığı için kaldırır ve der ki: "Tanrım, dünyayı barışsız, sevgisiz, sağlıksız bırakma, biz Abhazları da unutma" der ve kadehi orada içer. Gelecek yıl kutlanması için o demir parçasını ailenin bir gencine teslim eder ve o ailenin o genci o kutsal demir parçasını müteakip yıla kadar saklar. Abhazlarda demircilik mesleği çok köklü bir meslektir. Kuzey Kafkas halklarında sadece sudan çelik yapmak yoktur. Kuzey Kafkas halklarında, özellikle Abhazya halklarında ‘‘hava çeliği’’ dediğimiz bir çelik türü de vardır. Kafkas kamalarda da tercih edilen hava çeliğidir.

Ruşen Çakır: Evet, çok teşekkürler. Levent Bey, sizinle kaldığımız yerden devam edelim. Beklentileri, sıkıntıları nedir?
Levent Belin: Şimdi, diasporada yaşayan bir halk olmanın güzellikleri var, sorunları da var. Güzellikler açısından baktığınız zaman bizim iki tane birbirinden güzel ülkemiz var. İki büyük kültürün ikisini birden yaşıyoruz. İki tane çok güzel bayrağımız var, iki büyük şanlı tarihe sahibiz ve iki büyük liderimiz var: Mustafa Kemal Atatürk ve Vladislav Ardzınba. Ben baktığım zaman, belki Vladislav Ardzınba Atatürk'ün yaptığı devrimleri de gerçekleştirecek kadar yaşayamadı, böyle bir fırsatı olmadı ama öyle hissediyorum ki daha uzun yaşasaydı, ikinci bir Atatürk çizgisi Abhazlar adına çizecekti bizim coğrafyamızda. Zorlukları neler? Tabii, biz hem kadim hem de bu devletin kurucu halkı olarak bahsetmiştim. Sivas, Erzurum kongreleri, Kurtuluş Savaşı, cepheler, bu Cumhuriyetin kuruluşu, kurucuları, kurucu değerleri anlamında kesinlikle asli unsuruz. Bu topraklarda yaşayan hiç kimseden kendimizi ayırt etmiyoruz. Onların da bizimle ilgili bir ayrımcılıkları olduğunu düşünmüyoruz. Fakat bu kültürün bugüne kadar gelirken katettiği yolda uğradığı aşınmalarla ilgili belki bir şeyler söylemekte fayda var. Tabii bütün halklar, hangi ölçüde kendi kültürlerini, dillerini yaşatmak anlamında birtakım zorluklar yaşadıysa, altında değil, üstünde değil, ortalama olarak bir Abhazlar olarak, Kuzey Kafkasyalılar olarak benzer bir sıkıntı yaşadık. Bunu bir serzeniş olarak söylemiyorum. Bunlar herhalde devletlerin hayatında yaşanan, devlet hayatında olan bir süreç olarak değerlendirilebilir şeylerdir. Bugün tabii Türkiye'nin dış siyaseti üzerinden yaşadığımız aktüel sorunlar var. Bu sorunların da aşılamayacağını düşünmüyoruz. Gerçi çok uzun zamandır en üst seviyede dile getirmiş olmakla birlikte, henüz bir çözüm noktasına geldiğimizi düşünmüyoruz ve çözüm noktasını çok yakın görmüyoruz. Ama bunu belki tekraren söylemekle ifade etmekle bu anlamda bize verdiğiniz katkı da yadsınamaz, teşekkür ediyoruz ayrıca onun için. Şimdi efendim, bir kere ata yurdumuza ulaşım sorunu yaşıyoruz, doğrudan ulaşım sıkıntısı yaşıyoruz. Bu iletişim, ulaşım köprüsü fiziken de önemli ruhen de önemli sosyal ve kültürel anlamda da çok önemli. Diasporasından kopuk bir ata vatan, ata vatanına ulaşamayan bir diaspora, bu kültürün tez zamanda büyük zarar görmesinin bence en önemli faktörlerinden biri olarak çıkıyor karşımıza. Bunun çözülmesi gerekir. İnanıyoruz önümüzdeki günlerde, önümüzdeki yıllarda çözülecektir. Bütün hükümetlerin, bugünkü hükümetin, bundan sonraki hükümetlerin bunları öncelemesi gerektiğini çok kalben hissediyoruz ve talep ediyoruz. Bu çok önemli bir sorun. Onun dışında şimdi Dışişleri Bakanlığımızın dışişleri siyasetimizin, Gürcistan'ın toprak bütünlüğünü önceleyen bir çıkış noktasıyla inşa edilmiş olmasından kaynaklanan bazı dezavantajları yaşıyoruz. Bizim ülkenin, devletimizin dış siyasetini eleştirmek veya yok saymak ya da bir saygısızlık ifade etmek gibi bir yaklaşımımız hiç olmadı. Ama bu Abhaz toplumunun beklentilerini, isteklerini de görmezden gelmeyecekleri bir noktaya artık mental olarak taşınmalarını istiyoruz, bekliyoruz. Şöyle zorluklar yaşıyoruz; biz mesela geçmiş dönemde Abhaz Devlet Senfoni Orkestrası'nı İstanbul'a getirip diasporada halkımızla buluşturmak istedik ve bu işte dış siyasetteki Gürcü yaklaşımı ve Gürcü lobisinin etkileriyle — çok üzülerek söylüyorum, yani bu bir devlet senfoni orkestrası, bir sanat kültür etkinliği — biz salon bulamadık ve gerçekleştiremedik bu konseri. Bir büyük kültür buluşması gerçekleştirdik İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin katkılarıyla. Abhaz ve Kuzey Kafkas halklarının, Güney Kafkas halkları, Gürcüler de dahil olmak üzere birlikte var olduğu bir kültür etkinliğiydi. Orada mesela ‘‘Abhaz bayrağı kaldırılsın’’ diye bir talepte bulunuldu Gürcistan Büyükelçiliği tarafından ve böyle bir baskıyla karşılaşmak üzüntüsünü yaşadık o festival havasında, her şeyin çok iyi gittiği ortamda. Türkiye Cumhuriyeti büyük bir devlet, Abhazlar da bir kadim millet. Biz birbirimizi tamamlıyoruz, bizim birbirimizle ilişkilerimizi zannediyorum bugüne kadarki pratiklerin çok üzerinde, çok daha olgun, çok daha istenilen bir yerde gerçekleştirme şansımız her zaman var. Bu beklentileri sıcak tutuyoruz. Sıcak tuttuğumuz başka beklentiler de var. Abhazların, diasporadaki Abhazların vatandaşlık süreçleri, bu işte ulaşımla ilgili sorunların ve ekonomik baskıların da getirdiği olumsuzluklarla biraz zor, aksayarak yürüyor. Mümkün olursa biz burada ya temsilcimiz üzerinden veya federasyon üzerinden bu vatandaşlık işlemlerini gerçekleştirmek, bu bağı güçlendirmek istiyoruz ata vatanımızla. 5 yılda bir Abhazya'da seçimler var, Cumhurbaşkanlığı seçimleri var. Türkiye'de yaşayan diaspora Abhazlarının da doğal olarak anayasal haklarının bir parçası olarak bu seçimler için oy kullanması gibi hukuki bir durum var. Fakat bu seçimlere iştirak anlamında da çok olumsuz, üzüntü verici deneyimlerimiz var geçmişte. Bunun da artık uygar hukuk toplumu çizgisinde bir sona ulaştırılmasını çok çok istiyoruz, çok arzuluyoruz. Başka şeyler de var tabii. Dille ilgili konuda bizden kaynaklanan, alfabeden kaynaklanan, dilin zorluğundan kaynaklanan, dilin sonraki nesillere aktarılmasında ailelerin belki üzerlerine düşen sorumluluğu tamamıyla üstlenmemiş olmalarından kaynaklanan birtakım zorluklar var. Belki bu anlamda bize bir destek verilebilir. Abhazya ile ilgili olarak, eğer bir akraba topluluk istiyorlarsa bizden iyisini bulamazlar, bizden daha yakın akraba bulamazlar. Bizim için komşunun literatürde nasıl yer bulduğunu Sayın büyüğüm ifade ettiler. Bizden iyi komşu olmaz hiç kimseye. Abhazya bizim ata vatanımız. Abhazya ile ilgili yapılabilecekler varsa TİKA üzerinden, Abhaz ile ilgili yapılabilecek bir şey varsa akraba topluluklar üzerinden Türkiye Cumhuriyeti Devleti bunları esirgemesin. Bu mutluluğu bize çok görmesin istiyoruz.

Ruşen Çakır: Çok sağ olun. Ben son sözü Erol Bey'e bırakmak istiyorum. Şunu sormak istiyorum: Sizleri pek bilmeyen, az bilen, yanlış bilen insanlara özetle, ‘‘Abhazlar kimdir?’’i nasıl anlatırsınız ve onlara, yani komşu dediğiniz topluluklara nasıl bir mesaj vermek istersiniz kapanış mesajı olarak?
Erol Kılıç: Evet, ‘‘agula’’ yani ‘‘komşu’’ sözcüğü Abhazlar için çok derindir. ‘‘Agula’’ demek ‘‘komşu’’ demek, ‘‘gönül kardeşim’’ demektir, ‘‘gönül kardeşliği’’ demektir. Bakın, Abhazya Cumhuriyeti'nde 1992'de savaş çıkınca Abhazların tüm komşuları Abhazların yanında yer aldı. Lazı da, kısmen Megreli de Türkü de Don Kubanski Kazakları da Ruslar da Hemşinliler de Ermeniler de Abhaz komşularının yanında yer aldı. Çünkü Abhazlar komşuluk ilişkisine çok önem verirler. Sayın Başkanımızın belirttiği gibi, Türkiye Abhazlardan iyi komşu bulamaz. Trabzon ile Abhazya'nın başkenti Sohum denizde 240 km. Savaş zamanında gidip geliyorduk, ama şimdi gidemiyoruz. Seyahat hürriyeti doğal insan haklarındandır. Biz barıştan yanayız, kardeşlikten yanayız, komşudan yanayız. Tanrı bize inşallah en kısa zamanda doğal insan haklarımızı kullandığımız bir ortamı gösterir. Şimdi kullanamıyoruz. Şimdi bakın, Kafkasya'da diğer Türk etnik kökenleri de var: Karaçay Türkleri, Balkar Türkleri, Nogay Türkleri, Kumuk Türkleri. Kuzey Kafkasya'nın kuzeyinde Başkırdistan var, Türk. Bunlar da bize destek veriyorlar; çünkü onlar bizi seviyor, biz de onları seviyoruz. Yine bilmenizde fayda görüyorum, Abhazya'nın Guma boyunda familyaların, sülalelerin %20’si 25’i Megrel soyadlıdır. Megrel soyadlı, yani Laz soyadlıdır. Biz iç içe girmişiz, ayrılmamız mümkün değil. Bugün Gürcistan'da bir kargaşa var, işte ‘‘Batı yanlısı mı, Rus yanlısı mı?’’ Ona da üzülüyoruz. Gürcistan da bizden uzak bir kültür değil, bizim komşumuz. Ama dünyanın barışa ihtiyacı var. Bu dünyada sadece insanların da değil, hayvanların da değil, bitkilerin de değil; bu dünyanın suyunun da artık barışa ihtiyacı var. Dünyamız savaştan yoruldu, tek çıkar yol barıştır. Barış için de birbirimizi sevmek, birbirimize saygı duymak zorundayız.

Ruşen Çakır: Çok teşekkürler.
Erol Kılıç: Ben teşekkür ederim.

Ruşen Çakır: Hepinize ayrı ayrı teşekkür ediyorum; Selçuk Sol Bey, Levent Belin Bey ve Erol Kılıç Bey, bize Abhazları, Abhazların tarihini, bugününü, muhtemel geleceğini ve sorunlarını anlattınız. Hepinize ayrı ayrı teşekkür ediyorum.
Levent Belin: Biz teşekkür ediyoruz, bütün diaspora Abhazları ve Kuzey Kafkasya adına, diasporadakiler adına kendimizi ifade etme şansı verdiğiniz için. Başka programlarda belki tekrar bir araya gelebiliriz. Belki sizinle bir Abhaz mutfağı tatmak üzere, belki pazartesi akşamı sizi Ajırnıhua kutlamasında görmek üzere…

Ruşen Çakır: İnşallah diyorum. Herkes çağırdı, hiçbirine gidemedim. İnşallah. Ben kendi Laz yemeklerimi bile yiyemez oldum. İnşallah. Evet, Türkiye gerçekten bir mozaik ve ben burada herkesle, etnik, dini, farklı farklı kesimlerle konuştum. Sizler 53. topluluk oldunuz. Daha birkaç tane daha kaldı, 60'a kadar galiba gideceğim. Hepsinin birbirinden ilginç öyküsü, sorunları, beklentileri var ama bu ülkeye bağlılıkları var, bu çok önemli. Çok teşekkür ediyorum.
Erol Kılıç: Biz teşekkür ederiz.
Selçuk Sol: Biz teşekkür ediyoruz.

Ruşen Çakır: Evet, ‘‘Bir mozaik olarak Türkiye’’nin 53. bölümünde Abhazları bize Erol Kılıç, Levent Belin ve Selçuk Sol anlattı. Kendilerine çok teşekkür ediyoruz, sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
09.03.2025 Türkiye’den, Suriye’deki Alevileri hedef göstermenin sakıncaları
05.03.2025 CHP soruşturma yağmurundan nasıl etkileniyor? Hatem Ete ile söyleşi
02.03.2025 Yeni çözüm sürecine yönelik bazı itirazlar ve bunlara cevaplarım
28.02.2025 Haftaya Bakış (256): İmralı'dan tarihi çağrı: Şimdi neler olacak? | İmamoğlu'na “sahte diploma” soruşturması
26.02.2025 Kardeşim Ahmet Sever’e veda
25.02.2025 AK Parti diye bir parti kaldı mı?
24.02.2025 AKP’nin transferleri: “Kazan kazan” mı?
24.02.2025 Bir Mozaik Olarak Türkiye (53): Türkiye'de Abhaz olmak üzerine Levent Belin, Erol Kılıç ve Selçuk Sol ile söyleşi
23.02.2025 AKP Türkiye’yi dönüştürürken kendisi de dönüştü
23.02.2025 AKP Kongresi: Dağ da yok fare de
09.03.2025 Türkiye’den, Suriye’deki Alevileri hedef göstermenin sakıncaları
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı