Ahmet Yıldırım anlattı: Kürtler ve Kürt siyasi hareketi sürece ne ölçüde inanıyor?

12.08.2025 medyascope.tv

12 Ağustos 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Gülden Özdemir hazırladı

Ruşen Çakır: Ahmet Yıldırım'a bağlanıyoruz Diyarbakır'dan. Ahmet Bey, merhaba.
Ahmet Yıldırım: Merhabalar.

Ruşen Çakır: Evet, siz deneyimli bir siyasetçisiniz. Uzun yıllar Meclis’te de görev yaptınız ve bu hareketin içerisinde gözlemleriniz de var. Öncelikle şunu sorayım. Nasıl gidiyor süreç?
Ahmet Yıldırım: Merhabalar öncelikle, bizi şu an izleyen ve sonra izleyeceklere. Yalnız şu anda ben görüntü anlamında problem yaşadım. Görüntüyü sağlayamadım. Siz görüyorsunuz sanırım.

Ruşen Çakır: Evet, şu anda ben sizi görüyorum. Buyurun. Dinliyorum.
Ahmet Yıldırım: Yalnız ben sizi hâlâ göremiyorum.

Ruşen Çakır: Beni görmeniz şart değil. Sorumu duyuyorsanız, soruma cevap verin.
Ahmet Yıldırım: Tamam, tamam. Tekrar sorarsanız sevinirim Ruşen Bey.

Ruşen Çakır: Tabii. Nasıl gidiyor sizce süreç? Devlet Bahçeli'nin Ekim ayında başlattığını varsaydığımız, belki kökleri daha eskiye gidiyor ama olayın popülarize olması o zaman. O günden bugüne yaşananları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ahmet Yıldırım: Ben de öncelikle tekrar şu an canlı yayında bizleri izleyen ve bundan sonra izleyecek olanları içtenlikle selamlayarak başlamak istiyorum. Bir de Ruşen Bey, gerçekten 8-9 ay oldu ve bu süreci birçok farklı mecradan takip ediyoruz. Çok farklı siyasi görüşe mensup olan siyasileri, yazarları, çizerleri, akademisyenleri takip etmeye çalışıyorum. Bu arada özellikle Medyascope'un ve sizin hakkınızı teslim etmem gerekiyor.

Ruşen Çakır: Sağ olun.
Ahmet Yıldırım: Çok anlamlı, değerli bir yayın çizgisinde önemli bir toplumsal sorumluluk üstlenerek, yani ülkenin geleceğini düşünen bir yayın çizgisiyle güç vermeye çalıştınız. Bugün tabii bu sürece inananların oranı biraz artmış olsa bile ama inananların çok az olduğu bir dönemde siz bu fedakârlığı gösterdiniz. Hâlâ yapmaya devam ediyorsunuz. Umarız başarıya ulaşır. Umarız kalıcı olarak 100 yıllık bir mesele çözülür. Bu 100 yıllık ateşe her kim ki su taşırsa, bu 100 yıllık yaraya her kim ki merhem sürerse, gerçekten tarihsel bir rol oynamış olacak. Onu ifade etmek isterim ben. Bütün eksikliklerine rağmen iyi gidiyor. Yani dört başı mamur gitmiyor elbette. Karşılıklı her taraftan kaynaklanan eksiklikler var ve bu eksiklikleri belki yayın akışı içerisinde birlikte konuşacağız. Ama şu anda en önemli eksiklik nedir diye sorarsanız, bu işin tarafları var elbette. Bugün komisyon üçüncü toplantısını yapıyor. Ama komisyonda Meclis’te grubu bulunan bir parti hariç, ki Meclis’te grubu bulunan en küçük, bunu öyle bir nicelik üzerinden tartışmayayım, küçümseme anlamında algılamayın ne olursunuz siz ve izleyenler, ama sayısı en az olan, Meclis grubu sayısı en az olan, sandalye sayısı en az olan parti hariç, grup olan, olamayan, grup kuramayan partilerin de temsilcileri var. Bunlar içerisinde ben özellikle iki partinin çok fazla hassasiyet ve duyarlılık gösterdiğini, bu partilerin MHP ve DEM Parti olduğunu, bu sürecin başarıya ulaşması için gerçekten kendilerinden, MHP'nin de DEM Parti'nin de ciddi fedakârlıklar yapmaya çalıştığını gözlemliyorum. Bundan sonraki sürecin açık söyleyeyim, kendi kişisel kanaatim bu benim, bundan sonraki sürecin ne kadar ilerleyeceğini veya ilerleyip ilerlemeyeceğini, ilerlerse ne kadar ilerleyeceğini ise ben CHP ve AKP'nin tavırlarının belirleyeceğini düşünüyorum. Onu öncelikle ifade edeyim. İkincisi ise ‘‘Nasıl gidiyor?’’ sorusunda hâlâ benim gönlümce istenilen noktada olmayan konu, partilerden azade bir şekilde, 86 milyon insan için söylüyorum, parti tabanlarını ayırt etmeksizin ben toplumsal rıza düzeyinin hâlen istenen düzeyde sağlanmadığını düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Bu bağlamda şunu sorabilir miyim Ahmet Bey? Toplumsal destek derken özellikle şeyi sormak istiyorum. Geçen süreci eleştiren bir akademisyen "Kürtler bile coşkuyla sahiplenmiyor" diye bir cümle kurdu. Siz şu anda Diyarbakır'dasınız. Zaten o coğrafyanın insanısınız. Kürtler hakikaten bu sürece çok büyük bir heyecanla inanmıyor mu?
Ahmet Yıldırım: Şöyle söyleyeyim ben Ruşen Bey. Gerçekten belli bir süre yaz tatili olması hasebiyle bizim bölgede — ben coğrafyacıyım onu da söyleyeyim, coğrafya akademisyeniyim — bu son iki aylık süre içerisinde yoğunlukla bizim Serhat dediğimiz Doğu Anadolu'nun yukarı kesimleri, Botan dediğimiz işte Van'dan daha güneyde olan Hakkari-Şırnak bölgesi, Mardin, Diyarbakır'da zaten ikamet ediyorum, Diyarbakır, Urfa, bölgeyi, yani Kürt coğrafyasını önemli ölçüde gezdim ve sadece siyasi yapılar ve siyasi aktörlerle değil, kendi eskiden beri ilişkimin var olduğu akademisyen gruplarıyla, çevresiyle görüşüyorum. Akraba çevremle görüşüyorum. Bazen birkaç arkadaşla birlikte rastgele, tanıdıkların olduğu olmadığı kahvehanelere gidiyorum, sohbet ediyorum. Elbette elimde bilimsel bir ampirik veri yok ama bu konuda akademisyen arkadaş hangi bilimsel veriye dayanarak Kürtlerin destek vermediğini söyledi bilemem ama ben bunu iki boyutlu ele alıyorum, bu toplumsal desteğin olup olmadığı konusunu. Toplumsal rıza istenen düzeyde değil derken ben iki kavram üzerinden değerlendirmek isterim: istek düzeyi ve inanç düzeyi. Şunu söyleyebilirim; sadece DEM Parti tabanı açısından değil, farklı siyasi eğilimleri olan Kürtler içerisindeki oranın, isteyen oranın, yani bu sürecin başarıya ulaşmasını isteyen oranın gerçekten %90 üstü olabileceğini düşünüyorum, yani yapılacak bir saha araştırmasında. Ama buna mukabil siyasi eğilim ayırdı yapmaksızın söylüyorum, istek yani başarıyı isteme, bunun başarıya ulaşmasını isteme oranı %90 üstüyken başarıya ulaşacağına inanan oranın düşük olduğunu görüyorum ben Ruşen Bey. Yani bir taraftan gerçekten başarıya ulaşmasını, silahın, şiddetin yöntem dışına çıkarılarak Kürt sorununun ilanihaye çözümünü isteyen oran çok çok yüksekken, ama buna mukabil başarıya ulaşacağına inanan oranın, elimde yine bir veri yok ama %50 altı olduğunu düşünüyorum, belki daha düşük, öyle söyleyeyim ben.

Ruşen Çakır: Peki, o zaman şöyle bir şey sorayım. Mesela varsayalım ki bu olay, diyelim ki son bir ay içerisinde kayyum atanan belediyelere belediye başkanları iade edilmiş olsaydı – ki bu bir İçişleri Bakanlığı kararıyla olabilecek bir şey – diyelim ki AİHM, AYM kararları uygulansa ve mesela Selahattin Demirtaş tahliye olmuş olsaydı inanma oranı herhalde bayağı bir yükselirdi, değil mi?
Ahmet Yıldırım: Elbette, elbette. Bu projenin bir devlet projesi olduğunu söylüyoruz artık. Hani hükümet veya iktidar değil de, hükümet kavramının değil de, bu kabinenin veya Cumhur İttifakı'nın veya AK Parti iktidarının süreci değil, bir devlet süreci olduğu konusuna birçok çevre mutabık. Çok farklı yayınlarda da bunu gözlemleyebiliyoruz. Ama bunun dışında bu devlet politikasına rıza üretmenin, toplumsal rıza üretmenin, özellikle de Kürtlerdeki desteği arttırmanın üç parametresinin var olduğunu düşünüyorum. Bunu siz de sıklıkla dile getirdiniz çok farklı yayınlarınızda ve farklı mecralarda da dile getiriliyor. Birincisi, gerçekten bir yasal mevzuata, yasal mevzuat değişikliğine ihtiyaç duyulmaksızın tahliye edilmesi gerekenler var. ATK raporları olan hasta tutsakların bırakılmaması veya 30 yılını doldurup işte infaz süresi bittikten sonra infazı yapılanların hâlâ var olması, bunun yanı sıra özellikle 31 Mart 2014 seçimlerini kazanmış olan DEM Partili ve CHP'li belediyeler açısından kayyum atanmış belediyelerde göreve iadelerin olmamış olması; bu işe toplumsal rızayı arttırma, inandırıcılığı, toplumsal desteği arttırma konusunda engel. Bir de Ruşen Bey, eğer müsaade ederseniz şunu da söylemek isterim. Hem bölgede hem de geçen ay belli bir süre Avrupa'da bulundum. Bizim dönemden siyaset yapan bazı arkadaşlarla bir araya geldik ve orada bir an önce ülkeye dönme arzusunda olan bazı siyasi kişiliklerle bir araya geldik. Hem bölgede bize bir parametre, bir gösterge olması açısından başta Sayın Selahattin Demirtaş olmak üzere 4 Kasım 2016 darbesi ile tutuklanmış olan HDP'li tutsakların tahliyesi, yani legal demokratik siyaset, ki legal demokratik siyaset yaparken tutuklanmış olan ve tutuklulukları 10 yıla yaklaşanların tahliye edilmesi. Ki mesela iki buçuk ay sonra Selahattin Başkan 9 yılını dolduracak, Figen Başkan 9 yılını dolduracak. Ama bunun yanı sıra onlardan önce tutuklanmış olan, örneğin Van Büyükşehir Belediye Başkanımız Bekir Kaya, farklı belediye eş başkanlarımız ve onun dışında da çok sembol oldukları için söylüyorum, Osman Kavala ve Can Atalay'ın tahliyelerinin bu sürece dair toplumsal desteği arttıracak olan parametreler olduğunu ifade etmek isterim. Ki Avrupa'daki bazı siyasetçi arkadaşlarımız ise, yani buradayken son 10 yılda yurt dışına çıkmak zorunda kalmış olan arkadaşlarımızdan bazıları ise özellikle Selahattin Başkan'ın bırakılıp bırakılmamasının bir turnusol kağıdı görevi göreceğini, yani kendileriyle ilgili soruşturma ve kovuşturmalar düşmüş olsa bile, onlar için turnusol kağıdının bu olduğunu ifade ettiklerini sizlerle paylaşmak isterim.

Ruşen Çakır: Burada yurt dışı dediniz. Dün İdris Bey'le de konuştum, ona da sordum. Yurt dışında birtakım bireysel ya da küçük gruplar halinde sürece ve Türkiye'deki Kürt hareketine ve tabii ki Abdullah Öcalan'a yönelik çok sert eleştiriler görüyorum, özellikle sosyal medyada, siz de biliyorsunuzdur. İdris Bey bunların çok münferit, marjinal olduğunu, karşılığı olmadığını söyledi. Siz de aynı görüşte misiniz?
Ahmet Yıldırım: Ben şöyle söyleyeyim. İdris Bey'in de sözünü ettiği ve sizin de az önce bana sorduğunuz ve sabah sizinle konuşurken ondan sonra İdris Bey'in programını da izledim, birey olarak sosyal medya dışında siyaset yapma imkânı olmayan bazı eski PKK'liler, hatta PKK'de bazıları üst düzey görev almış olanların sosyal medya üzerinden varoluşsal olarak Abdullah Öcalan karşıtlığı doğal olarak bu süreç karşıtlığına dönüşüyor. Bunlar öyle ki bugün Abdullah Öcalan silahı ve şiddeti tümüyle yöntem dışına çıkaran çok cesur kararlar aldı ve bunların uygulama aşamasına geçilmek üzere. Aksi istikamette bir karar almış olsa yine karşı çıkacak bu kişilikler. Yani bir yönüyle varoluşsal Abdullah Öcalan ve PKK karşıtlığı bunlarda bir nevi şeye dönüşmüş durumda; hangi karar alınırsa alınsın karşıt görüşü beyan etme ve sosyal medyada paylaşma. Bunun dışında ben biraz daha DEM Parti'nin o açığı kapatmaya çalıştığını görüyorum. Belki yeterli değil ama böyle sosyal medya — lütfen ağır kaçmış olmasın ama — trollüğüne düşmüş olanları hariçte tutarak bu sürece dair bazı telkinleri, eleştirileri olan farklı Kürt yapıları var. Kürt partileri, Kürt siyasi çevreleri var. Onların farklı düşünceleri var. Onlar varoluşsal olarak karşı çıkmak yerine bu güven veya güvensizlik üzerinden şekillenen eleştirilerini ve kaygılarını, eleştirilerini anlama, kaygılarını giderme konusunda DEM Parti'nin başlatmış olduğu bir süreç var. Onlar Kürtler arasında birliği sağlayabilecek, bunu da bu süreçte vesile kılarak sağlayabilecek bir çalışma içerisindeler. Eğer bu çalışmalar biraz daha derinleştirilir ve ilerletilirse benim de önemsediğim farklı Kürt çevrelerinin bu sürece ortak olmasının anlamlı olacağını düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Şunu sorabilir miyim? Siz Selahattin Demirtaş'la çok eskiden beri yakınsınız, hem arkadaş olarak hem siyasi harekette de birlikteydiniz. Hatta onun içeri alınmasından kısa süre öncesine kadar da yurt dışında bir programda birlikteydiniz vesaire ve bildiğim kadarıyla da değişik vesilelerle kendisini ziyaret de ettiniz.
Ahmet Yıldırım: Doğrudur.

Ruşen Çakır: Burada süreç… Ben başından beri bunu söylüyorum, süreç başladığından beri hatta birkaç yayın yaptım. Hatta bir yayını doğrudan Selahattin Demirtaş'a da ithaf ettim. "Bu süreç tam Selahattin Demirtaş süreci" diyorum ama çıkmıyor. Ve dün İdris Bey'le de onu biraz tartıştık. Kimileri Kürt hareketinin de bu konuda çok da fazla ısrarcı olmadığı yönünde spekülasyon da yapıyorlar. Spekülasyonu bir yana bırakalım ama Selahattin Demirtaş hakikaten şu anda olsa bambaşka bir şeyler olmaz mı?
Ahmet Yıldırım: Ben açık söyleyeyim, elbette bu süreç bir şekle bürünüyor ve ilerliyor. Her şeye rağmen ilerliyor ve ilerlemesinde iki önemli aktörün hakkını tekrar teslim edeyim. Birincisi Sayın Öcalan, diğeri Sayın Bahçeli. Gerçekten onlar olmazsa bu süreç çok ilerlemeyecekti. Yani Bahçeli'nin hem kişi olarak hem de partisinin bugün üçüncü toplantısını yapan Meclis’te kurulmuş olan komisyondaki rolünü çok önemsiyorum. Komisyonda bir parti eksik dedik, değil mi Ruşen Bey? Önce bu anekdotu belirterek sorunuzu daha somut cevaplandırayım. Mesela İYİ Parti eksik, Meclis’te grubu bulunan partiler içerisinde. İYİ Parti bu sürecin içerisinde olmuş olsa, komisyona üye verse, bu süreci desteklese, şayet MHP olmamış olsaydı, Cumhur İttifakı'nın ortağı olmasından azade olarak söylüyorum, gerçekten bu süreç ilerlemezdi. Yani MHP'nin varlığı çok farklı bir sosyolojik taşıyıcı güç, bir ideoloji ve bir hareket. Düşünün, parti kurmadan önceki süreci de ele alırsak, 65 yıllık bir hareket ve bu hareket 65 yıllık siyasi hikayesinde sadece iki genel başkan gördü ve devlet içerisindeki, bürokrasideki gücü itibarıyla ve devletteki mobilize edebileceği bu süreci kolaylaştıracak rolleri itibarıyla ben önemsiyorum. Yani İYİ Parti var olsa veya bir başka partiler, Zafer Partisi var olsa bile, MHP olmasaydı bu süreç olmayacaktı. Özellikle bu hakkı teslim ederek devam edeyim. Ama bana kalırsa bu süreç elbette ilerliyor, ete kemiğe bürünüyor ve umut ediyoruz, inanıyoruz ki başarıya ulaşacak ve 100 yıllık bir yara her tarafı, 86 milyon insanı ve Türkiye'nin güneydeki komşularını, doğudaki komşularını ve oradaki demografik yapıları da mutlu edecek şekilde kapanır. Ama bana kalırsa, ‘‘Bu süreç nasıl hızlanır?’’ diye söylerseniz Ortadoğu düzleminde bir rıza üretmek, toplumsal destek üretmek, siyasi destek üretmek adına keşke bugün Sayın Talabani sağ olsaydı, gerçekten çok çok önemli bir rol oynardı. Bu süreçler onun işiydi, ifade etmek isterim. Ama Türkiye'de hem Türkiye'nin batısından hem de Kürt coğrafyasında eksik olan toplumsal rızanın daha güçlü bir şekilde açığa çıkarılması anlamında Selahattin Başkan'ın rolünün çok çok önemli olacağını düşünüyorum. Kaldı ki Selahattin Başkan sadece Kürtler üzerinde etkili değil, Türkiye'nin batısında, demokrasi güçlerinde, özellikle Alevilerde, solda güçlü bir ikna gücüne sahip. Onu ifade etmek isterim. Ama ben dün İdris Bey'e sorduğunuz soruyla alakalı olarak biraz daha İdris Bey'den karşıt noktadan değil ama farklı düşündüğüm bir noktayı paylaşmak isterim. Ben, İmralı'da yapılan görüşmelerde elbette Selahattin Bey'in tahliye edilip edilmemesinin gündeme gelip gelmediğini gerçekten bilmiyorum. Ama gelse bile bu bir Selahattin Demirtaş yandaşlığı ya da karşıtlığı dışında Sayın Öcalan bu süreçlere hep kolektif haklar üzerinden baktığı için — en nihayetinde 35 yıldır takip eden biriyim, okuyan biriyim, anlamaya çalışan biriyim — hep kolektif haklar üzerinden yürüdüğü için çok fazla bireysel pozisyonları belki şu ana kadar gündeme getirmedi. Bu kendisi için de geçerli. Yani kendi kişisel koşulları için de şimdiye kadar, birinci çözüm sürecinin önemli ayrıntılarına sahip biri olarak söyleyeyim, yani kendisinin ev hapsi tahliyesi, ki bu süreç içerisinde bunlar da konuşuldu, onu da gündeme getirmeyen biri. Yani buradan bakılırsa bunun Kürt hareketi içerisinde, belki de kimilerinin farkında olmadan, kimilerinin ise maksatlı olarak yaratmaya çalıştığı bu ikiliğe hiç mahal bırakmaksızın biraz daha iyi anlam ve izahat sahibi olurlar diye düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Peki, şunu sormak istiyorum. Siz bu hareketin yıllardır içindesiniz ve hareketin bütün ayaklarını da biliyorsunuz. Yani ben şöyle özetliyordum: yasal ayak, yasa dışı ayak, bir de yarı yasal ayak da vardı. Yani böyle iki arada... Şimdi Öcalan'ın bu çağrısıyla beraber her şey tamamen yasallaşacak. Bütün herkes, bütün yarı yasal ve yasa dışı bütün şeyler dağılacak ve hepsi bir şekilde belki de yeni bir isimle, yeni bir partiyle yepyeni bir şekilde olacak. Burada bir uyum sorunu olmayacak mı? Şimdi, yıllardır yasal alanda faaliyet gösteren insanlar var, kadrolar var, şeyler var. Bir de dağdakiler var. Şimdi dağdakiler de gelecek, şu olacak, bu olacak. Sürecin başarılı olması halinde hareketin böyle bir sorunu bugün için çok mu gereksiz bir sorun? Ben açıkçası çok önemsiyorum.
Ahmet Yıldırım: Açıkçası önemli bir noktaya temas ediyorsunuz. Ben öyle sanıyorum ki Sayın Öcalan'la devlet yetkilileri arasında yapılan görüşmelerde silah bırakacak olanların bundan sonraki siyasi hikâyelerinin nasıl şekilleneceği, hangi mecrada siyasi mücadele verecekleri konusu çok önemli bir parametredir. Düşünün, yani orada çok şey konuşuluyor, işte son günlerde Mahmur Kampı’nda 90’lı yıllarda göç etmiş olan, koruculuğu kabul etmediği, devlet baskılarına boyun eğmediği için göç etmiş olan on binlerce insanın, Birleşmiş Milletler denetiminde olan bir kampın kapatılması da gündeme geliyorsa, elbette sizin söylediğiniz husus da önemli. Bütün dünyada Ruşen Bey, gerçekten Kürtlerin barış arayışı tarihi hep böyle 2013-15 arası başlayan süreçle ilişkilendirilir. Ben buna şiddetle karşı çıkıyorum. Veya 1999'un 15 Şubat'ında Sayın Öcalan'ın tutsak edilerek Türkiye'ye getirilmesi sonrası böyle bir iradeyi geliştirdiğini düşünenlere de karşı çıkıyorum. Unutulmamalı ki 17 Mart 1993'te Bar Elias'ta bir basın açıklamasıyla ilk ateşkes ilan edildiğinden 15 Mart 1999'a kadar Sayın Öcalan tarafından ilan edilmiş olan dört ateşkes var. Yani en iyi hâliyle biz 17 Mart 1993'e götürebiliriz ki o tarih aslında Sayın Öcalan'ın silahı ve şiddeti yöntem dışına çıkarma iradesi ve çabasının tarihi olarak, milat olarak nitelendirilebilir. Bütün dünyada bir çatışmalı süreçten barış sürecine geçmenin ve bunu bir barış ve demokratik toplum ortamına tahvil etmenin çok güç olduğunu biliyoruz. Bütün dünyada barış zordur Ruşen Bey. Ama hepimiz kabul etmeliyiz ki Ortadoğu'da barış çok daha zordur. Gerçekten Ortadoğu'da barış meselesi ateşten gömlek gibidir. Bu işe soyunanlar ateşten gömlek giymiş gibi bu işe girerler. Yani barış bir de başarıya ulaşma olasılığı çok yüksekken el atılacak bir iş değil. Yani %51 ve üstü olasılığa sahipse başarı şansı, işin içine girilecek bir şey değil. Bence bilakis yani savaş olasılığının %99, barış olasılığının %1 olduğu koşulların uğruna bile çok fedakârlık yapılabilir, yapılmalıdır da. Ortadoğu biraz böyle bir şey. Şimdi mesela PKK 50 yıllık bir örgüt ve hareket ve silahı ve şiddeti 40 yılı aşkın bir süredir yöntem olarak kullanmış ve zamanın ruhuna göre belli pozisyonlar ve mücadele konseptleri geliştirmiş. Onların hemen toplumsal entegrasyonunun ve siyasi entegrasyonunun kolay olmadığını bu işin, bu sürecin aktörleri de elbette biliyor ve tahmin ediyordur. Aynı şekilde biz legal demokratik siyasetçilerin de tümüyle onların kodlarını anlayabilme, yorumlayabilme ve tümüyle kendilerini legal demokratik siyaset reflekslerine göre hareket etmelerini beklemenin de eksik kalacağını düşünüyorum. Ve bu işin bir süreç işi olduğunu ama sürecin ilk adımının halisane niyetlerle gelişebileceğini, ilerleyebileceğini, başarıya ulaşabileceğini düşünüyorum. Yoksa barış bütün dünyada zordur. Yani çatışmalı süreçlerin sonlandırılması ve kalıcı ve onurlu bir barışa dönüştürülmesi süreci Ortadoğu'da gerçekten çok daha zordur. Bir de siz, yani Ortadoğu'yu çok iyi bilen, Kürt meselesini çok iyi bilen biri olarak iyi biliyorsunuz ki artık uluslararası bir sorun olarak Kürt sorunu var ve Ortadoğu'da uluslararası bir güç olarak Kürt siyasal hareketi ve onun özellikle silahı yöntem olarak belirlemiş olan gücü olarak, öncü gücü olarak da PKK var. Hatta Ortadoğu'yu aşan düzeyde Avrupa'da, dünyanın farklı yerlerinde de örgütlenme ve diplomasi gücüne sahip. Bunun çok kolay olmayacağını elbette biliyoruz ama bu gibi işler daha kolay yerlerden başlanarak daha girift olan alanlara ve sorun alanlarına doğru ilerlenerek çözülebilir. Eğer niyet hâlisse bunun nihayete ulaşabilmesi daha kolay olur diye düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Son olarak şunu sormak istiyorum. Geçen süreçte siz milletvekiliydiniz. Yanılmıyorum değil mi?
Ahmet Yıldırım: Ben geçen 2013-15 arası süreçte genel merkez yöneticisiydim. 7 Haziran'da süreç bitmek üzereyken milletvekili oldum. Ama partinin genel merkez yönetimindeydim.

Ruşen Çakır: Şunu soracağım. Türkiye'de parlamenter sistem varkenki süreçte parlamento yoktu. Şimdi başkanlık sistemi var, parlamento merkeze alınıyor. Burada bir gariplik var tabii. Ve sonuçta şimdi parlamenter sistemde parlamentoyu devreye sokmayıp başkanlık sisteminde parlamentonun devreye sokulması, her hâlükârda iyi bir şey tabii komisyonun kurulmuş olması ama, Meclis’in bu çabaları başkanlık sisteminin bir engeline uğrayabilir mi?
Ahmet Yıldırım: Şöyle söyleyeyim, eğer öyleyse müsaadenizle 2013-15 arasındaki süreçle bugünkü süreci çok kısa kıyaslayarak sorunuza cevap vermiş olayım ben.

Ruşen Çakır: Tabii.
Ahmet Yıldırım: 2013-15 ile bugünkü süreç arasında gerçekten çok ciddi yapısal farklar var. Birincisi, 2012 yılı içerisinde Sayın Öcalan'ın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'e ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a yazmış olduğu, yanılmıyorsam 5 mektup var. Yani bir Arap Baharı adı altında Ortadoğu'da rejimler, sınırlar, statüler değişiyorken ‘‘Kürtler ve Türkler birlikte kazansın, kazan kazana oynayalım’’ çabasıyla başlamış bir süreç. Ki 3 Ocak 2013 yılında Sayın Ahmet Türk ve Sayın Ayla Akat Ata’nın İmralı Adası'na gitmesiyle başlayan süreçten 10-12 ay önceyi söylüyorum. Başlatan farklı. Bugün ise Öcalan'la bu süreci yürütmek isteyen ve kapısını çalan bir devlet var. İsteyenler farklı o güne göre. İkincisi, o günkü süreci sonlandıran Rojava'daki gelişmeler oldu. Benim kanaatim o ki, bugünkü belki program süremiz içerisinde imkan olmadı, ama bugün bu sürecin başlamasının temel sebeplerinden biri Rojava. Birinde bitiren diğerinde, ikinci süreçte başlatan oluyor. Üçüncüsü, toplumsal destek çok farklı. Yani o zaman çok korkunç, güçlü bir toplumsal destek, hem istek anlamında hem de başarıya ulaşacağı inancı anlamında fazlaydı. Bugün, elbette küçümsemiyorum, ama hem toplumsal desteğin o günkü kadar güçlü olmadığı hem de başarıya ulaşacağı inancın o günkü kadar güçlü olmadığı bir durum var. Son olarak da iki süreç arasındaki farka dair bir parametre ifade edeyim. Çok güçlü bir iktidar vardı o zaman. Dominant bir iktidar vardı. Sizin sözünü ettiğiniz işte tahakkümcü bir anlayışa tekabül etmesine rağmen başkanlık sistemi, halk desteği azalmış olan bir iktidar var Ruşen Bey bugün. Yani o güne göre daha güçlü değil, daha zayıf bir iktidar var. En azından hem bunu Sayın Cumhurbaşkanı açısından hem de partisi ve iktidarı açısından ifade ediyorum. Bu Meclis’teki komisyona elbette CHP çok ısrar etti ama bu işin Meclis ayağını çok önemseyen, işte görüyoruz, heyetteki arkadaşlarımızın açıklaması veya ulaşabildiğimiz belli görüşme notlarından anlıyoruz ki Meclis ayağı ve kurulacak bir komisyonu ilk günden itibaren çok çok arzulayan Sayın Öcalan. Sayın Öcalan birinci çözüm sürecinde de Meclis ayağının tamamlanmaması durumunda bu sürecin başarıya ulaşması şansının az olacağını o zaman da ifade ediyordu. Bütün bunlara rağmen belki de bu sistemden vazgeçmeyi, yeniden eski parlamenter sisteme dönmeyi belki de Cumhurbaşkanı Erdoğan gündemine alacaktır. Belki de bu süreç kendi doğallığında Türkiye'yi oraya götürecek olan bir iktidar değişikliğiyle neticelenecektir. Kim bilir, önümüzdeki günler ülkenin önüne neler getirecek.

Ruşen Çakır: Çok teşekkürler Ahmet Bey. Çok sağ olun. Çok verimli bir yayın oldu.
Ahmet Yıldırım: Ben teşekkür ederim. Çok sağ olun.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
24.08.2025 Devlet Bahçeli benim gibi düşünenleri tekzip etmeye devam ediyor
24.08.2025 Dindarlar ve CHP: Hiç de zor olmayan bir ilişki
23.08.2025 CHP’de “çifte liderlik” dönemi
22.08.2025 Kutuplaşma CHP’nin işine yarar mı?
21.08.2025 Mitingle olmaz mı, miting yetmez mi?
21.08.2025 Gürkan Çakıroğlu: “Cumhur İttifakı ve barış sürecinin geleceği Suriye’ye bağlı”
20.08.2025 Önce PKK mı, Fethullahçılar mı fesholacak?
19.08.2025 Taşıma suyla AKP değirmeni döner mi?
18.08.2025 Hakan Fidan niçin hedefte?
17.08.2025 Öcalan olmadan olmaz mı?
24.08.2025 Devlet Bahçeli benim gibi düşünenleri tekzip etmeye devam ediyor
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı