Ahmet Şık ile söyleşi: Komisyon umut veriyor mu? AKP ile MHP arasında sorun var mı?

13.08.2025 medyascope.tv

13 Ağustos 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Bugün, Cumhuriyet Halk Partisi Diyarbakır Milletvekili ve komisyon üyesi Sezgin Tanrıkulu ile yaptığımız yayında, https://medyascope.tv/2025/08/13/sezgin-tanrikulu-komisyon-calismalarini-anlatti-video/ Cumhuriyet Halk Partisi’nin komisyona bakışını konuştuk. Bugünkü ikinci yayınımızda, Türkiye İşçi Partisi İstanbul Milletvekili ve komisyon üyesi Ahmet Şık var. Ahmet’le de aynı şekilde ağırlıkla komisyonu konuşacağız, ama onun ötesinde, etrafındaki konulara da gireceğiz. Ahmet, merhaba.
Ahmet Şık: Merhaba, iyi yayınlar.

Ruşen Çakır: Komisyon nasıl gidiyor diye başlayalım. Üç toplantı yaptınız. Dün yine galiba altı saati biraz aşan bir toplantı oldu. Haftaya salı ve çarşamba toplanacakmışsınız. Normalde haftada bir gün diye konuşulmuştu. Haftaya salı günü şehit ve gazi ailelerinin temsilcileri komisyona girecekmiş, o bilgiyi de biliyoruz. İkinci oturum kapalı oldu, onu da biliyoruz, ama üçüncü oturum, kamera olmasa bile gazetecilere de açıktı. Şu ana kadarki gidişattan memnun musun?
Şık: Senin de belirttiğin gibi üç toplantı oldu. Birisi kapalı. Kapalı olanda güvenlik, bürokrasi temsilcileri vardı. Bir sunum yaptılar. Bu arada yeri gelmişken söyleyeyim, toplantının gizli yapılmasına daha önceden karar verilmişti zaten, ama canlı yayınlansa da bence olabilirdi. İçerik anlamında söylüyorum. Şu ana kadar olan üç toplantı, aslında komisyonun çalışmalarının şeklini şemailini belirleyen içerikte gitti. Dördüncü oturumdan itibaren, yani haftaya salı günü başlayacak oturumdan itibaren, yol alıp alamayacağımıza dair bir fikrimiz olacak. Şu ana kadarki gidişata bakarak bir değerlendirme yapmam gerekirse ve sadece üç toplantıyla sınırlı tutarak söylüyorum, ben yedi yıldır Meclis’teyim. Hiç alışık olmadığım bir medeni oturumla karşı karşıyayım açıkçası. Genel olarak böyle olmaz. İktidar ve muhalefetin bir arada bulunduğu komisyonlar, komisyon çalışmaları ya da genel kurulda karşılaştığın sahneleri hatırla. Ama herkesin birbirini dinlediği, aklındakini söyleyebildiği ve karşı taraftan da buna ilişkin, varsa, mukabele etmek gerekiyorsa bunu yapan, ama bunu da kibarlığı bozmadan yapan bir tutum içinde olduğunu görüyorum. İktidarın, daha doğrusu AKP kanadının diyeyim, bir uzlaşı arama gayreti olduğunu görüyorum. Çünkü bu, çok önemli bir sorunun çözüleceğini iddia eden bir komisyon çalışması. Burada da kararların oybirliği ile alınıyor gözüküyor olmasında, politik olarak bir beklentiyi karşılayacağından hareketle, biraz uzlaşmaya açık bir tutum var. Ama bu değerlendirme, şu ana kadar olanlardan ibaret bir değerlendirme bu. Bundan sonra ne olacak? Bizim öne sürdüğümüz taleplere, olması gereken yasal düzenlemelere ve bu yapılacak çalışmanın gerçekten Kürt sorununu bitirmek ve Türkiye’nin aslında demokratikleşmesiyle, hukuk devleti olabilmesiyle ilgili önündeki engelleri kaldıracak bir pozisyon yaratıp yaratmayacağına dair taleplerimizi ilettiğimizde, iktidarın tavrının ne olacağını hep birlikte göreceğiz. Eğer şu ana kadar takınılan tutumla devam ederlerse yol almak mümkün diyebilirim. Ama bunları söylemek için henüz çok erken.

Ruşen Çakır: Yani dananın kuyruğu daha kopmadı diyorsun. Ondan sonra kritik konular konuşulacak. En temel olarak, öncelikle tabii ki örgütün feshi ve silah bırakmasının hukuki altyapısının hazırlanması gerekiyor. Ve şu ana kadar benim duyduklarım ve okuduklarımdan şöyle bir şey var. Var olan yasalarla, yasaların düzeltilmesi ile çözülebilecek bir sorun değil. Yeni yasal düzenlemeler yaratılması fikri galiba öne çıkıyor. Yanılıyor muyum?
Şık: Evet. İktidar cenahından sızdırılan haberlere bakılırsa, çerçeveyi bununla sınırlı tutmaya çalışan bir anlayış var. Bize yapılan sunumlarda da söylenilen, yeni bir süreçle, yeni bir durumla karşı karşıyayız. İlk kez bir örgüt kendi iradesiyle silahları bıraktığını açıkladı. Buna ilişkin de sembolik bir silah yakma törenine adım atıldı. Aynı zamanda örgütün feshini açıkladılar. Dolayısıyla bu yeni duruma uygun bir düzenleme şart dediler. Nedenini de şöyle açıklıyorlar: Mevcut yasalar buna izin vermez. Daha doğrusu, bunu karşılayabilecek yasalar var, ama o yasalar kabaca ‘’gel teslim ol, itirafçı ol, muhbir ol’’ diyor. Şimdi bir sol örgüt mantığıyla bakıldığında, hele ki böyle bir karar almış bir örgüt, bu sıfatların altında birikerek bir düzenlemenin içerisinde olmak istemez doğal olarak. Biraz da sürecin ruhuna uygun ve kabul edilebilecekleri standartlarda yazılmış bir yasal düzenlemeyle bunu giderelim diyorlar.
Dün, T24'te Ceren Bayar’ın kulis haberi https://t24.com.tr/haber/akp-den-surece-ozel-mustakil-yasa-hazirligi-surecin-hukuki-altyapisi-olacak,1254839 vardı. O haber de daha önce Türkiye gazetesine sızdırılan haberlerin içeriğine sahipti ve biraz daha genişletilmişti. Ama şimdi şöyle bir durum var: Sanki bu yapılacak yasal düzenlemenin, ‘’af ya da yasal düzenlemenin’’ sadece PKK’yla sınırlı tutulacağına dönük bir izlenim edindim. Bunu komisyondaki toplantılarda da dile getirdim. Böyle bir şey gerçekten bir toplumsal rıza üretmekte zorlanır. Böyle bir tutum, bu işin kamusal meşruiyetini çok sarsan bir noktaya gelir. Çünkü bu ülkedeki en kolay şey Kürtlere dönük nefreti kazımak. Bu mevcut faşizan iktidar, yıllarca bundan beslenerek yol aldı. Şimdi bu kadar kolay kazanabilen bir nefret hâli varken, sadece PKK ile sınırlı tutulabilecek bir düzenleme, bir kere özlenilen barış havasını yaratmaz. Sadece Kürtlerle olan bir toplumsal barışı, ülke geneline yayılmış bir barış iklimini sağlamaktan çok uzak bir yerde durur ve kimseye anlatamayız. Yani bir yanda, çeşitli eylemlere katılmış kişilerle ilgili, gruplarla ilgili bir düzenleme olacak ve bundan faydalanılacak. Ama öte yandan eline silah almamış insanların hapiste tutulmaya devam edeceği gibi bir süreç çıkıyor karşımıza. Buna Avukat Selçuk Kozağaçlı da dâhil. Şu an hâlen hapiste olan Ercüment Akdeniz de dâhil. Gazeteci Furkan Karabay da, Can Atalay da, Osman Kavala da, Çiğdem Mater de, Mine Özerden de, Tayfun Kahraman da dâhil, Ayşe Barım da dâhil. Burada gerçekten toplumsal anlamda meşruiyet sorunu yaratacak ve buna dair çok fazla eleştiri alacak bir düzenlemeye döner. Buna ilişkin eleştiriler getirildi.
Dün Abdülhamit Gül de vardı toplantıda. Doğal olarak gruba başkanlık ediyor ve açıkça söyleyeyim, Abdülhamit Bey’in orada olmasından memnunum. AKP'nin diğer yönetici kadrolarını düşündüğümde, en azından diyalog kurulabilecek birisinin orada olması kıymetli. Eleştirilere dönük olarak da şu cümleyi etti ve ben biraz aslında umutlandım. “Eleştirileri not ediyoruz. Türk Ceza Kanunu ve Terörle Mücadele esasındaki sorunlu maddeleri de tartışmaya ve gerekli adımları atmaya hazırız” gibi bir cümle kurdu. Ama bu Abdülhamit Gül’ün kendi fikri mi, yoksa parti ya da devlet katından onay görmüş bir karar olarak mı uygulanacak, bunu bilmiyorum. Eğer olursa, önümüzün açık olduğunu ya da birtakım engelleri aşmakta çok daha rahat davranabileceğimizi, bu konuda elimizin güçlü olabileceğini söyleyebilirim.

Ruşen Çakır: Bu bağlamda tam da senin bir diğer uzmanlık alanına gelelim. FETÖ soruşturmaları da var. Mesela özellikle KHK’dan mağdur olanlar var. Hâlâ cezaevlerinde olanlar var ve onların da bir şekilde kapsama alınıp alınmaması meselesi var. Bir iddiaya göre, ‘’Devlet Bahçeli bir şekilde onun da kapsama alınmasını istiyor’’ diye söylentiler var. Ama bu da ayrı bir hassasiyet. Devletin, özellikle iktidarın AKP kanadının bir FETÖ hassasiyeti olduğunu da biliyoruz. Şimdi bunun içine onu da katmak da bir mesele, ayırmak da bir mesele, değil mi? Zor bir durum yani.
Şık: Katmak, AKP açısından mesele olabilir, ama ayırmak hepimiz açısından büyük bir mesele. Mesela parti olarak burada biz tutumumuzu ilk toplantıda da açıkladık. Genel kanaatimiz ve mutabık kaldığımız ve bunda ısrarcı olacağımız şey şu: Devletin af yapma yetkisi, zaten devlete karşı işlenen suçlarda olmalı. Bireyin bireye yaptığı suçlarla ilgili af yetkisinin, devlette olmamasını düşünüyoruz. Bizim parti olarak tutumumuz bu. Dolayısıyla, ayrımsız bir siyasi genel affın doğru olacağını düşünüyoruz. Burada demokrasinin cilvesi de bu. Sevmediğiniz insanlara da birtakım haklardan faydalanmanın yolunu açar böyle bir tutum. Devlet diliyle söylersek ‘’o FETÖ’cü, o bilmem neci, bu bilmem neci’’ deyip bir ayrımcılık içeren bir biçimde bir düzenleme yapmanız, bir kere demokratik normlarla, hukuk normlarıyla çelişir. İnsan ahlâkı ve vicdanıyla da çelişen bir tutumdur. Dolayısıyla burada ne yapacaklarına kendileri karar versinler. Ama böyle bir affın AKP'lilerin de işine yarayacağının da altını çizmek gerekiyor yani. Çünkü gün gelip devran döndüğünde, gerçekten bu Fethullah’ın çete kanadının devlet içine sızması ve AKP'nin iktidarı döneminde o iktidara ortakken işlediği suçlar bağımsız bir yargı tarafından hukuk normuyla soruşturulursa, ortalıkta özgür kalabilecek bir tek AKP yöneticisi bulamayabilirler. O yüzden böyle bir affı desteklemelerinin, onların geleceği açısından da hayırlı olacağını düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Bugün Sezgin Tanrıkulu ile yaptığım yayında, ki Cumhuriyet Halk Partisi'nin komisyon üyesi biliyorsun, ona şunu sordum: Şimdi siz komisyon olarak bir yasa teklifi hazırlıyorsunuz ve Meclise sunuyorsunuz. Normalde şu anda prensip olarak şöyle düşünülüyor değil mi? Bu meclisten geçecek. Yani sizin orada nitelikli çoğunlukla kararlaştırdığınız metinler, çalışmalar Meclis’ten geçecek. Ama Türkiye'de başkanlık sistemi var. Şöyle diyelim: Önce bir taslak geliyor. Herhalde devletin ilgili birimleri önceden birtakım çalışmalar yapmış olacak. Bu taslak, komisyona gelecek. Komisyonda bunlar tartışılacak ve değiştirilerek yeni bir hâl alacak. Öyle görüyoruz. Bir yasa tasarısı çıkardınız diyelim. Ama Beştepe’den ‘’Bu böyle olmaz’’ denilip, AK Parti grup başkanına talimat gidiyor. Diyelim ki ‘’şu A maddesini silin, yerine şunu yazın’’ denilebilir. Bu pekâlâ mümkün, değil mi?
Şık: Senin anlattığın şey, ortalama demokrasi ve hukukun olduğu ülkeler için geçerli. Ya da meclis dağılımının çoğunlukçuluğa değil de çoğulculuğa dayalı olduğu ülkelerde geçerli. Arşivlere girip baksınlar, muhalefetten önerilen yasa tekliflerinin hepsi, AKP ve MHP oyları ile reddediliyor zaten. Ve öyle bir düzen oturtuldu ki, yasa yapma yetkisi sadece iktidara tanınmış bir hak gibi kullanılıyor. İktidardan gelen metinler, ki siz onların altında bir dolu milletvekilinin imzasını görürsünüz, ama onların hepsi âdet yerini bulsun diye atılmış imzalardır. Bütün o yasa metinleri Saray’da bir ekip tarafından ihtiyaca göre, zamanlamaya göre hazırlanıyor ve Meclis’e gönderiliyor. Meclis’te normal prosedür işletiliyor. İşin bürokratik kısmı birtakım vekillere imzalatılıyor, Meclis Genel Kurulu’na sunuluyor. Oradan ilgili komisyona gidiyor ve ilgili komisyon da, Adalet Komisyonu. Orada tartışılıyor. Komisyonda da tıpkı Meclis Genel Kurulu’nda olduğu gibi partilerin aldıkları oy oranı üzerinden bir temsiliyet imkânı var. Ve o imkân da yine iktidarın lehine. Parmak hesabı yapıldığında, muhalefetin önerilerinin hiçbiri ciddiye alınmadan, metin olduğu gibi Meclis Genel Kurulu’na sevk ediliyor. Aynı şekilde orada da yine parmak hesabıyla yasalaşmasının önü açılıyor.
Ama şimdi burada farklı bir prosedür olacağını düşünüyorum. Bana sorarsanız bu sürecin yasası hazır. Yani tahmini bir şey söylüyorum, yorum yapıyorum. Her şey planlanmış, belli bir takvim çizelgesine göre işletilmeye çalışılıyor olabilir. Biraz önce, bu hazırlanan metinle ilgili bir uzlaşı arama çabası olduğunu söyledim. Burada muhalefetin dediklerine ne kadar kulak vererek değişiklik yapıp yapmayacaklarını göreceğiz. Önümüze bir şey gelecek. Ama bu komisyonun yasa yapma yetkisi yok. Sadece yasa yapıcılara ve ilgili komisyona tavsiyede bulunmak üzere bir metin hazırlanacak. Şimdi o gelen metinde, iktidarın hazırladığı ya da hazırlayacağı metinde, muhalefetin önerileri ve yakındığı konular da kapsama alanına alınarak bir içerik zenginleştirmesi olacak mı olmayacak mı bilmiyorum, göreceğiz. Ama hazır metin gelir ve sadece bunun üstünde uzlaşmaz bir tavır olursa bu komisyon kilitlenir. Bunu tehdit için söylemiyorum. Kilitlenir yani, yapacak hiçbir şey yok. Çünkü burada Türkiye'nin çok boyutlu, çok derinlikli bir dolu sorunu var. Bunlardan birisi ve en önemlisi elbette Kürt meselesi ama, Cengiz Çandar'ın ifadesiyle söylüyorum, “Şu anki var olan süreç, Kürt meselesini sonlandırmak değil, Son Kürt isyanını bitirmek üzerine yürütülüyor” diyor ve bence çok doğru bir tespit. Ama siz sadece son Kürt isyanını sonlandırmak üzere, bunu da bir örgütün silahsızlandırılması üzerinden kurgularsanız, arzu ettiğimiz barış gelmez. Türkiye’de herkesin yakındığı adaletle ilgili yaşanan, yargının yarattığı erozyon önlenemez ve ortaya çıkacak şey de demokrasi ve hukuk normlarını barındıran bir devlet anlayışı ya da sistem olmaz. Dolayısıyla bir uzlaşma aramak zorundalar dediğim gibi. Önümüze ne metin geleceğini bilmiyoruz.
Dünkü toplantıda asında ben bununla ilgili bir usul tartışması açmaya çalıştım ve iktidarın önerisinin ne olduğunu bilmek istiyorum dedim. Yani iktidarın bileşenleri olan AKP ve MHP bize somut olarak nasıl bir yasa tasarısı getirecekler? Bununla ilgili hangi düzenlemeleri yapmak istiyorlar? Ne kadar esneyebilecekler? Ben bunları öğrenmek istiyorum ve ona göre pozisyonumuzu takınalım. Kavga etmek manasında söylemiyorum. ‘’Bizim önümüzde şunlar, şunlar, şunlar var’’ desinler. Biz de ‘’evet, onları yapın. İhtiyacımız olan bir de bunlar var. Bunların hangilerinde ortaklaşabileceğiz? Bir ortak paydayla memleketin ve yurttaşın çıkarını gözeten bir pozisyonda nasıl buluşacağız diye tartışmak istiyorum’’ dedim. Ama maalesef yürümedi. Sanırım bundan sonraki süreçte son kerteye doğru hazırlanan ya da hazırlanacak olan bir şey önümüze gelecek. O da tabii ki bir uzlaşı arama çabası olacaktır diye düşünüyorum. İktidarın ne kadar esneyebileceğini, muhalefetin ‘’nelerden vazgeçebileceğini’’ göreceğiz. Ve ortaya çıkan metinden yola çıkarak, iktidarın şu an kafasından geçen eğer 50 kişiyi kapsıyorsa, ben onu 55 kişiye çıkardığımda, açıkçası domuzdan kıl koparmak olarak görüyorum bunu ve kıymetli buluyorum. Yani olabildiğince genişletilmesi için uğraşacağız tabii.

Ruşen Çakır: Ben birkaç gündür konuklarımla ve kendim de yaptığım yayınlarda, bu süreçte CHP-MHP-DEM Parti yakınlaşması ihtimali üzerine kafa yoruyoruz. Yani bunun birtakım işaretleri var gibi. Ama bir yandan da Cumhur İttifakı diye bir realite var. Bu komisyonda, tartışmalarda böyle bir yakınlaşma olabilir mi, ne dersin? Yoksa çok hayâli mi geliyor?
Şık: CHP-MHP-DEM yakınlaşması diye tarif ettiğin şey için ben yakın gelecekte böyle bir ihtimal görmüyorum. Ama Türkiye’de siyasette 24 saat bile çok uzun derler ya, her şeyin olabileceği de bir dönem. Çünkü daha önce seninle konuşurken söylemiştik. Ben bu konuya yaklaşımında MHP'nin tutumunu AKP’ye kıyasla daha esnek buluyorum. Özellikle Feti Yıldız’ın konuşmalarına iyi kulak kabartılırsa, aslında birçok açıdan itiraz edemeyeceğimiz şeyler söylüyor. Ama mesela AKP kanadından bunları aynı açıklıkta duymadık. Ben AKP kanadından bir direnç olduğunu düşünüyorum açıkçası. Nedeni nedir, bilmiyorum. Arada nasıl bir sürtüşme, pürüz, neyse adı, bir sorunlu alan var. Onu bilmiyorum, ama AKP’nin daha dirençli davranmaya gayret ettiğini söyleyebilirim. Şimdi bu sürecin sonu eğer ki mevcut Cumhur İttifakı’nın koalisyonun dağılmasıyla sonuçlanırsa, senin dediğinden yola çıkarak söylüyorum bunu, elbette yeni yeni ittifaklar gündeme gelecektir. Ama buradan yola çıkarak AKP-MHP-DEM mi olur bunun adı, bilemiyorum.
Ama şu son sürecin sahibinin MHP, sözcüsünün de Devlet Bahçeli olduğu gibi bir hava var ortalıkta. Bir parantez açayım: Çok tuhaf biçimde, AKP kanadından sürece dair yapılan her açıklama şöyle başlıyor: “Sayın Devlet Bahçeli'nin, ekim ayında DEM Parti milletvekillerinin elini sıkmasıyla başlayan ve sonra Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğinde başlayan süreç…” Hep bu ibareyle başlıyor. Bunu bozan bir iki konuşma duydum, ama genel olarak hep böyle başlıyor. Ben bunu şöyle yorumluyorum: Olur da, süreç terse dönerse ya da bir siyasal sorumluluk üstlenilmesi gerekirse, bunun yükünü MHP’nin omzuna bırakma gayreti olarak görüyorum bunu. Bu bir. İkinci olarak da, acaba aradaki farkı mı bize anlatıyor? Bu işin bir devlet projesi olduğu ortada. Ama AKP’nin de birtakım çekinceleri olduğu gibi bir izlenim edinmemiz mi sağlanılmaya çalışılıyor? O noktada çok bir netliğim yok. Ama AKP'nin daha dirençli davranmaya gayret ettiğini çok net söyleyebilirim. Bu direnç bir koalisyonun bozulmasına yol açar mı bilmiyorum, ama şöyle bir dedikodu olarak söyleyeyim. Bu sürecin ilk başlangıcında, Devlet Bahçeli’nin, ‘‘Gerekirse bu sürecin yürütülmesi için koalisyonu bile bozarım’ diye bir ifade kullanıldığı bana anlatıldı MHP’li bir isim tarafından. Ne kadar doğrudur bilmiyorum.

Ruşen Çakır: İmralı görüşmelerinde de, Öcalan komisyonun geciktirilmesine çok öfkeleniyor biliyorsun. Hatta Bahçeli'ye bir mektup yazıyor ve hemen yollatıyor. Yani bu komisyonu en çok isteyenin Öcalan ve Bahçeli olduğunu, Erdoğan'ın biraz yavaştan aldığını yaşadık, gördük. Çok daha önceden kurulabilecek bir komisyondu. Peki, bu bağlamda şöyle bir şey var: Hep baştan beri konuştuğumuz ve birçok kişinin sürece olumsuz bakmasına neden olan husus, 19 Mart süreci. Yani iki süreç iç içe geçiyor. Aslında birbiriyle çok alâkası var. CHP, iktidarın yargısı tarafından hedef alınırken, kendi tabanı tarafından, iktidarın düzenlediği bu komisyon olayına girmekle eleştiriliyordu, ama komisyona girdi. MHP’nin de 19 Mart'la ilgili değişik dönemlerde yaptığı açıklamalar var, ki önceki gün yine Bahçeli ve yine Feti Yıldız, ayrı ayrı, bu konuda birtakım şeyler söylediler. En azından yargılamanın bir an önce başlamasını Bahçeli tekrar söyledi. Feti Yıldız da tutuksuz yargılamanın esas olduğunu tekrar hatırlattı. Şunu diyen çok var: ‘’Bunu daha önce de dediler. Bir şey olmadı.’’ Sence bunlar böyle bir zevahiri kurtarmak için edilen laflar mı, yoksa gerçekten MHP kanadının, 19 Mart gölgesini bu sürecin üzerinden kaldırma arayışı mı var?
Şık: Her ikisini de demek mümkün. Ben de bir yorum yapıyorum. Çok bilgiye dayalı değil. Daha çok dedikoduya dayalı ve gördüğüm üzerinden yorum yapıyorum. Evet, böyle bir çaba var, ama önce şunun altını çizmem gerekiyor. AKP ile MHP arasında, CHP'li belediyeleri hedef alan, dolayısıyla CHP'yi hedef alan siyasi operasyonlara dair tutum farklılığı varmış gibi görünüyor. Bu arada Devlet Bahçeli’nin bu operasyonlar başladığından beri aslında daha sık dile getirdiği şey, iddiaların doğru olduğu ve CHP'nin bunu hak ettiğine dönük söylemler. Bu gözden kaçmasın. Son zamanlarda ‘’yargılamalar başlasın’’ diyor. Bu, şuna benziyor: Ergenekon zamanı biz tutuklandığımızda da oluyordu ya, ‘’iddianameyi bir görelim.’’ İddianameyi bekleyelimciler vardı. İddianame çıkardı ortaya. Elle tutulur hiçbir somut delil sunmayan bir şeyle karşılaşılırdı. Bu sefer, ‘’yargılama başlasın’’ denilirdi ve yargılama başlardı. Bize kabaca, “Şuradaki masa, pil” derlerdi. ‘’Hayır kardeşim, o pil değil. Masa aslında’’ derdik. ‘’Ben pil olduğunu düşünüyorum. Sen masa olduğunu kanıtlayabiliyorsan kanıtla’’ biçiminde yargılamalar olurdu. Yani iddianamenin kendisi karar, kararın kendisi gerekçeli karar, gerekçeli karar da Yargıtay’ın onadığı bir kâğıt parçasına dönüyor.
Şimdi aynı şey İBB operasyonları için de söz konusu. Yargılamanın başlayacak olması, bu siyasi operasyonun neden yapıldığı ve siyasi operasyonun hukuki olup olmadığı konusundaki tartışmayı sonlandıracak bir süreci başlatacaksa, eyvallah. Ama ben öyle görmüyorum. Bu arada konu açılmışken ‘’TRT canlı yayınlasın’’ deniliyor ya. Neden yayınlasın? Siz çıkıp oraya iddianameyi yerle yeksan eden beyanlarda bulunursunuz. Gerçekten somut delil olmadığını da ortaya koyarsınız. Ama bu ülkede hem sosyal medyası hem geleneksel medyasıyla hegemonyayı kuran gücün hâlâ iktidar olduğu gerçeğini gözden kaçıran bir anlayış bu. Orada bizim talep etmemiz gereken, mahkemelerin duruşmaları canlı yayınlanması vesaire değil. O mahkemelerde görev alacak hâkim ve savcıların gerçekten hukukun emrettiği gibi tarafsız, bağımsız ve siyasi telkinlerden uzak bir şekilde yargılama yapıp, karar alınacak iradeyi ortaya koymaları olmalı. Ama bunu ortaya koyacak bir yargı mensubu var mı? Olanın başına neler geldiğini görüyorsunuz. Bakın, sürekli hâkimlerin sürgün edildiğini okuyoruz. Şimdi bu işin başka bir yanı. Ama MHP'nin tutumunda, evet, bir farklılık var. Bu farklılığın da bir siyasi denklemi değiştirmeye dönük olduğuna dair endişeyi de biz Rezan Epözdemir’in gözaltına alınmasıyla ilgili olayda gördük. Ortaya çıkan kavganın büyüklüğü aslında bunu gösteriyor.
Sen sormadın ama kısa bir özet geçmek gerekirse: Rezan Epözdemir’den önce gözaltına alınan, rüşvet trafiğinin içerisinde olmakla suçlanan avukatın gözaltına alınmasını sağlayan delilleri, CHP'ye dolaylı yoldan Akın Gürlek'in ilettiğine dair birtakım iddialar var. Çünkü Akın Gürlek’in de, MHP’nin bu davalardaki yaptığı açıklamalara, özellikle Devlet Bahçeli’nin yaptığı açıklamalara bakarak, bir tutum değişikliği olarak yorumladığı ve bu işin siyasi ceremesinin de, yükünün de kendi üstünde kalacağı endişesiyle, başka bir yerden saldırı başlatmaya çalıştığı şeklinde yorumlandı. Bir avukat gözaltına alındı. Adli kontrol kararıyla ev hapsi verildi. Rezan Epözdemir hâlâ gözaltında. Ama Rezan Epözdemir’le ilgili sürekli anlatılan şey, ‘’telefonunun şifresini versin.’’ Neden? Çünkü Mehmet Uçum'la aralarında çok fazla iletişim ve yazışma olduğuna dair birtakım iddialar var. Ve o yazışmaların içeriğinin bu soruşturma vesilesiyle kamusal alana taşınması için bir uğraş olduğunu duydum. Bunlar da muhtemelen Mehmet Uçum’u zor durumda bırakacak şeylerdir. Yani aslında Saray içinde bir kavga var. Kavganın nedenlerinden birisinin de, senin altını çizdiğin, ama benim çok katılmadığım, yani ‘’CHP-MHP ittifakı olur mu?’’ kısmına katılmadığım bir biçimde yürüyen İBB soruşturmalarına dönük tutum değişikliğine dair olduğu konuşuluyor.
Açıkçası ben İBB operasyonlarından yola çıkarak MHP'nin iktidarı bozacağını düşünmüyorum. Ama dediğin gibi, bu süreç meselesinde bir tıkanıklık olursa ve AKP'nin direnci daha sertleşirse, Devlet Bahçeli'nin başka bir tasarrufta bulunması da akılda olması gereken bir ihtimal diye düşünüyorum. Ama AKP için bu iş böyledir. Zorlandığı noktada bir uzlaşı zemini yakalar. Bu Epözdemir soruşturması da bir yerde tatlıya bağlanacak bence. Çünkü her kriz anında biz hevesleniyoruz. Saray içi çatışma, çatlak derinleşsin diye uğraşıyoruz. Ama mafyanın kuralı orada her zaman geçerli oluyor. ‘’Omerta’’ devreye giriyor, herkes kendi alanına çekiliyor ve sulh içinde canımıza okumaya devam ediyorlar.

Ruşen Çakır: Seni bulmuşken şunu da sorayım: Şimdi isimleri zikretmeye gerek yok, ama bu Epözdemir olayında, sosyal medya ya da birtakım medya kurumları üzerinden birbirleriyle çatışan birtakım isimler var. Bu isimler, zamanında sizin yargılandığınız dönemde yine varlardı ve bunlar Fethullahçıların tetikçileriydi, öyle değil mi? İsimlerin hepsi gözünün önüne geliyor.
Şık: Tabii, tabii. Şimdi de bir kısmı Akın Gürlek'in tetikçiliğini yapıyor. Bir kısmı Saray'ın tetikçiliğini, bir kısmı Mehmet Uçum'un tetikçiliğini yapıyor. Bunların işi bu zaten. Haysiyetle doğrudan bir bağları olmadığı için, parasını kim verirse ona tetikçilik yapabilen tıynetsiz insanlar bunlar.

Ruşen Çakır: Bir de öyle de bir şey ki, tetkikçilik yaparken en çok kullandıkları suçlamalardan birisi de FETÖ’cü suçlaması. Yani şimdi bakıyorsun, birisine ‘’FETÖ’’cü diyor. Sen FETÖ’cüydün, FETÖ’cülük böyle bir şeyse. Zamanında hakkınızda böyle suçlamalar yapıldı.
Şık: Bence isim vererek söyleyelim. Şamil Tayyar bir dolu kitap yazdı Ergenekon sürecinde. Çıkıp, Fethullahçıların çete kanadının tezlerinin ne kadar doğru, hukuki ve gerçeğe, akla yatkın olduğuna dair kitaplar yazdı, konuşmalar yaptı, televizyonlarda cemaatin borazanlığını yaptı. Şimdi kalkıp ona buna FETÖ’cü demesin, çok ayıp her şeyden önce. Bir kere, ‘’FETÖ’’cü diye bir tabiri kullanmaması gerekiyor. Kullanıyorsan, FETÖ tanımının altına giren bir çete kanadı var mı, evet, var. Doğrudan onların adını ver ki herkesi hedef gösterme. Bir, burada bile ahlâki bir standardı yok. İkincisi, bu internet çağında, herkesin zamanında ne yaptığı ne ettiği ne söylediği, yazdığı elimizin altında. Biraz ar eder insan. Ama bunu bile yapmıyorlar. Şamil Tayyar'ın adını verdim ama hâlâ ortalıkta gezen bir dolu örnek sıralayabiliriz. Hatta kimi zaman muhalefetin de alkışladığı birtakım insanlar var. Bunların hepsinin ne olduğunu biliyoruz. Herkes, burada dönen kavganın bir menfaat ve iktidar çatışması olduğunu görsün. Burada muhalefet pozisyonunda olanların içerisindekilere de söylüyorum. Sırtları biraz sıvazlansa, anında sarayın yanaşmalığını yapacak bir dolu insan var çevremizde.

Ruşen Çakır: Ahmet, tekrar komisyona dönelim ve toparlayalım. Şimdi yolun daha başındasınız. Başta da söyledin, herkesin birbirini dinlediği, gayet medeni, kibar bir tutum içinde olduğundan bahsettin. Ama herhalde bu salıdan itibaren birtakım tartışmalar da başlayacak. Nasıl bir öngörün var? Ne kadar süre içerisinde bir şeyler çıkartırsınız? Ve bir mutabakata varmak, en azından nitelikli çoğunluklu birtakım kararlar alınmak zorunda kalınacak.
Şık: Bu nitelikli çoğunluk kısmı beşte üç olduğu için biraz netameli. Bizim o yüzden üçte iki olsun diye bir ısrarımız vardı, ama maalesef olmadı. Çünkü üçte iki olduğunda gerçekten nitelikli olduğunu düşüneceğim. Tabii bunun belli oranları var. Şu nedenle söyledim bunu. Kimseyi itham ederek söylemiyorum ama, Meclis’te ve komisyonda bulunan partilerin bir kısmı Cumhur İttifakı’nın bileşeni olarak meclise girdi. Bir diğeri, Millet İttifakı’nın bileşeni olarak girdi, ama AKP'nin bağrından kopan partilerdi. Tutumlarına, konuşmalarına bakarak bir değerlendirme yapmıyorum, ki aslında çok düzgün şeyler söylüyorlar, yanlış anlaşılmasın. Ama iş oylama kısmına geldiğinde, nasıl bir tavır ortaya koyacakları konusunda soru işaretlerim var. Sadece o arkadaşlar için değil, DEM Parti için de bunu söz konusu ediyorum. Sonuçta DEM Parti de bu süreçte öznelerden birisi ve mücadele ettiği alanın da kazancının ne olacağına bakarak bir karar verecek. Onu biraz daha tolere edebiliyorum. Ama elma-armut toplamı yaparak, ‘’komisyonda şöyle bir çoğunluk olur ya da olmaz’’ hesabına kimse girmesin demeye çalışıyorum.
Komisyon ilk çalışmalarına başlamadan önce sızdırılan haberlerde, komisyonun 8 ya da 10 hafta çalışması öngörülmüştü. Ama ilk toplantıda yıl sonuna kadar çalışacağı, gerek duyulursa, iki aylık dönemlerle birlikte uzatılacağı gibi bir ibare eklendi. Yani dolayısıyla takvim biraz sarkmış olabilir. Ama komisyonda yapılan konuşmalara bakarak söylüyorum, biraz acele edildiği de göze çarpıyor. Doğaldır. Birtakım insanların pozisyonunu belirlemek için acele ediliyor olabilir, çünkü hapiste olmak çok zor bir şey. Hapiste olanlar var, dağda olanlar var, yurtdışında sürgünde yaşayanlar var. Bir dolu insanın özgürlüğü ile ilgili bir süreç yürüyor. Görünen o ki, 1 Ekim'de Meclis açılacağı zamana kadar, bir tasarının Meclis’e sunulması ve o tasarının da Adalet Komisyonu’na gidip, Ekim ayı içerisinde bir an önce yasalaşması gibi bir takvim var kafada. Ama bu ne kadar tutar bilemiyorum. Çünkü dün, Meclis komisyonunda dinlenilmesi için çok sayıda kurum ve kişi adı sayıldı. Bunların hepsini, komisyon başkanı olarak Numan Kurtulmuş değerlendirecek ve içinden bir liste yaparak, “Ben bunlara, bunlara, bunlara karar verdim” deyip oylamaya sunacak. Orada, bu listenin ne kadar geniş ve gerçekten sorunu çözme bağlamında, kişileri oraya getirip getirmeyeceğini ve yol alma gayesiyle olup olmadığını tartacağız. Eğer orada çok fazla zaman geçmezse, kısa zamanda bu iş olabilir. Ekim’e, Kasım'a çok rahat yetişir diye düşünüyorum. Ama dediğim gibi, AKP'nin, daha doğrusu iktidarın kafasından geçen yasal düzenleme planı, sızdırılan haberlerdeki gibiyse o sürece de yetişemeyebilir. Ya da yetişirse, komisyon kadük mü kalır, komisyon üyelerinden ayrılacak partiler ve kişiler olur mu olmaz mı gibi tartışmalara da tanık olabiliriz eğer AKP'de bir esneme olmazsa.

Ruşen Çakır: Peki, nasıl bitirelim yayını Ahmet?
Şık: Valla, yolumuz açık, önümüz barış olsun diyorum. Şimdi çok tuhaf da bir Meclis komisyonu kuruldu. Şu nedenle tuhaf olduğunu söylüyorum: Ben bunu ilk toplantıda da biraz eleştiri konusu yaptım. Toplantının ilk günü, Numan Bey başta olmak üzere her konuşmaya başlayan, ‘’barış, barış, barış, barış’’ dedi. Eyvallah. Bu, barışa olan özlemin ve barışın nasıl bir ihtiyaç olduğuna dair de bir tespit olarak önümüzde duruyor. Sonra bizim önümüze bir isim geldi. İçinde barış geçmiyor. Amaç kısmına bakıyorsunuz, içinde barış yok. Bu gerçekten bir paradoks. Milli birlik, dayanışma, demokrasi, bir sürü şey söylenildi. Amaç kısmında demokrasiye, hukuk devletine atıf var. Benim derdim isme, cisme takılmaktan ziyade, biçime değil, zarfa değil, mazrufa bakmak gerektiği, öyle düşünüyorum. O mazrufun içerisinde, gerçekten Türkiye'nin demokratikleşmesini ve hukuk normlarının egemen olmasını sağlayacak bir yola girilecek bir düzenleme olacaksa, o kapıyı açacaksa ve birçok arkadaşımızı hapisten kurtarıp, sürgündekilerin buraya dönmesini sağlayacaksa, en azından bu çatışmasızlık sürecini devam ettirecek bir kapıyı açacaksa, ben bunu çok kıymetli buluyorum.
Ama devlet içerisinde bir kanadın bunun için çaba harcadığı gibi bir algı varken, bir taraftan da özellikle Suriye'yi merkeze alan birtakım açıklamaların, -isim de vererek söylüyorum- özellikle Hakan Fidan ve ekibinden gelen açıklamaların bu süreci baltalamaya dönük olduğunu da düşünüyorum. Çok açık söyleyeyim. Bendeki hissiyat bu. İyi polis-kötü polis rolüyle de bir şeyler söyleniliyor olabilir. Ama Suriye'deki oluşumun ya da Suriye'nin yeni yönetim yapısında seküler bir güç olan Kürt hareketinin orada olması, Türkiye'nin yararınadır; bunu kimse tartışmasın. Ama ısrarla ‘’orada olmayacaksınız’’ diye bastırmak, hele ki burada Kürt meselesi gibi ağır hak ihlallerine yol açan bir meseleyi çözme gayesiyle yola çıkılmışken ve Rojava'da ortaya çıkacak Kürt hareketi açısından bir kazanç buradaki süreci de destekleyecekken, ısrarla orayı kaşımaya dönük açıklamaları gerçekten çok tuhaf buluyorum. Mesela bugün, biraz önce, “Biz enayi değiliz. Dünyanın dört bir yanından topladığınız teröristleri hâlâ orada tutuyorsunuz” demiş. Pardon ama HTŞ'nin içerisindeki, -terörist demeyeyim- militanlar, milisler nereden geldi? Şu an HTŞ yönetimine karşı isyan bayrağı açan Kafkas kökenli Selefiler orada ne için çatışıyor? Kim onları oraya getirdi? Hangi ülkenin sınırları ve istihbarat örgütleri kullanılarak acaba Suriye'ye geçtiler? Onlara silah ve lojistik yardımını yapan devletler arasında acaba Türkiye var mıydı yok muydu? Hem de Hakan Fidan MİT'in başındaydı o dönemde. Bence bunlara gayet vakıf birisi olarak önce bunlara bir yanıt versin. Ondan sonra ona buna terörist desin. Yani burada gerçekten tuhaf bir durum var. Bunun da gerçekten açıklanması gerek. Komisyonda da bunu soru olarak sorduk, ama maalesef yanıt alamadık. Birinin ismini vererek değil, ‘’Devlet içerisinde bu sürecin karşısında olan birtakım odaklar var mı ya da uluslararası odaklar kimlerdir?’’ diye sorduk. Suriye özelinde dönen hikâyede net bir İsrail karşıtı ve oradan duyulan bir endişe var, bunu anlıyorum. Ama mevzu sadece onunla sınırlı değil. ‘’AKP'nin direnç noktasını besleyen odaklar bunlar mı acaba?’’ diye de düşünmeden edemiyorum. MHP eğer iktidarla olan ilişkiyi bozacaksa, bunların yüzünden bozabilir. Buna herkesin dikkat etmesi gerektiğini düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Evet, Suriye meselesi çok önemli. Ben de geçenlerde bunu, güvenlik ekseninden değil, karşılıklı güven ekseninden bakmak diye yorumlamaya çalıştım. Bu gerçekten çok önemli bir husus. İdris Baluken'le yaptığım yayında https://medyascope.tv/2025/08/11/suriyenin-golgesinde-yeni-cozum-surecinin-gidisati-video/ İdris Bey bu konuyu özellikle vurgulamıştı. Çok doğru bir perspektif. Bir de şöyle bir realite var: Irak'ta Kürtler bir statü almaya kalktığı zaman, Türkiye'de kıyamet koptuğunu hepimiz biliyoruz. Irak Kürtleri neredeyse yıllardır Ankara'nın stratejik müttefiki gibi bir şey. En azından Barzani tarafı diyelim. Ahmet, burada noktayı koyalım ama Suriye işi biraz daha gelişirse, ayrıca bir Suriye yayını için şimdiden seninle sözleşelim.
Şık: O konuda Fehim Taştekin gibi bir arkadaşımız varken benim söyleyeceğim sözlerin hepsi ukalalık olur, öyle bir şey yapamam. Sadece kulağımıza gelen bilgiler üzerinden, Suriye meselesini bu işin odağına koymak elbette önemli, ama pozitif değil de negatif bir tutumla ortaya koymanın, süreci baltalamaya dönük, iktidar içi odaklarca yapıldığını düşünüyorum. Ne olduğunu burada söylemeyeceğim, ama mesela Meclisin Dış İlişkiler Komisyonu’nda, acaba hangi bakan yardımcısı, hem de böyle bir süreç yürürken, “Biz terör örgütünde emekli olmayı kaldırdık. Artık doğrudan sarı torbaya koyuyoruz” lafını kullanabiliyor. Kime güvenerek? Hem de böyle bir süreç yürürken... Bakın, bunların hepsinin toplamı, içeride bir odağın kendisini de göstere göstere sürecin karşısında olduğunu ilan etme cesaretidir. Ya da CNN Türk'ün sıklıkla eleştirilen birtakım asparagas haberleri, Mazlum Abdi’yi öldürme haberi gibi, sırtını kime, hangi odağa dayayarak yapılıyor? Bunların hepsi süreci baltalamaya dönük ve hepsi de AKP'nin kontrolündeki yerlerde oluyor. AKP'nin içerisindeki hangi odak buna karşı, bence çıksınlar, bunları daha açık ifade etsinler. Neden karşı olduklarını söylesinler. Biz de göre tartışalım o meseleyi.

Ruşen Çakır: Dün eski HDP Milletvekili Ahmet Yıldırım’la bir yayın https://medyascope.tv/2025/08/12/kurtler-ve-kurt-siyasi-hareketi-surece-ne-olcude-inaniyor-video/ yaptım. O da şunu söyledi ki çok doğru: “Daha önceki süreç Suriye yüzünden bitmişti. Bu süreç Suriye nedeniyle başladı.” Umarız, yine Suriye yüzünden başına bir iş gelmez diyelim ve noktayı koyalım, Ahmet.
Şık: Umarım. Peki, çok teşekkürler.

Ruşen Çakır: Ben teşekkür ediyorum. Sağ ol. Evet, Türkiye İşçi Partisi İstanbul Milletvekili Ahmet Şık'la, komisyonu konuştuk. Ama komisyonun dışında da AKP ile MHP arasındaki ilişkileri, yargıdaki çeteleşme iddialarını ve Suriye'yi konuştuk. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
24.08.2025 Devlet Bahçeli benim gibi düşünenleri tekzip etmeye devam ediyor
24.08.2025 Dindarlar ve CHP: Hiç de zor olmayan bir ilişki
23.08.2025 CHP’de “çifte liderlik” dönemi
22.08.2025 Kutuplaşma CHP’nin işine yarar mı?
21.08.2025 Mitingle olmaz mı, miting yetmez mi?
21.08.2025 Gürkan Çakıroğlu: “Cumhur İttifakı ve barış sürecinin geleceği Suriye’ye bağlı”
20.08.2025 Önce PKK mı, Fethullahçılar mı fesholacak?
19.08.2025 Taşıma suyla AKP değirmeni döner mi?
18.08.2025 Hakan Fidan niçin hedefte?
17.08.2025 Öcalan olmadan olmaz mı?
24.08.2025 Devlet Bahçeli benim gibi düşünenleri tekzip etmeye devam ediyor
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı