Yüksel Taşkın yanıtladı: CHP boykot kararında ne kadar ısrarcı?

01.04.2025 medyascope.tv

1 Nisan 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Gülden Özdemir hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler, iyi bayramlar. Özel yayınlarımıza kaldığımız yerden devam ediyoruz. Bugün, ‘‘CHP boykot kararında ne kadar ısrarcı?’’ sorusunun cevabını arayacağız. Profesör Yüksel Taşkın konuğumuz. Yüksel Taşkın tabii ki bir siyaset bilimci ama aynı zamanda Cumhuriyet Halk Partisi Milletvekili. Yüksel, merhaba.
Yüksel Taşkın: Merhabalar.

Ruşen Çakır: Şimdi milletvekili olmasan seninle sadece bir siyaset bilimci olarak bu yaşananları konuşurduk. Çünkü Türkiye siyaset tarihinde çok önemli bir dönem yaşanıyor 19 Mart krizi ile beraber. Şimdi Cumhuriyet Halk Partisi kimliğini bir kenara bırakmaya çalışarak, çalışmanı rica ederek şunu sormak istiyorum: Burada siyaseten olup bitenleri nasıl okuyorsun? Daha sonra parti ile ilgili sorular soracağım.
Yüksel Taşkın: Şimdi şöyle; bir türlü seçimlerden vazgeçemeyen, seçimlere dayalı bir meşruiyet elde etmek zorunda olan ama bunun risklerini de kabullenemeyen bir rejimle mücadele ediyoruz. Yani mücadele açısından, siyaset bilimi açısından bakıldığında otoriter bir rejime karşı gücünü, diriliğini, yaratıcılığını koruyan, korumak zorunda kalan, 2019'lardan itibaren çok değişik yöntemlerle otoriter rejimle mücadele etme repertuarını genişleten, genişletmek zorunda olan, çıkan her bariyere karşı yaratıcı bir yöntem bularak o bariyeri aşıp toplumun seçme seçilme hakkını korumaya çalışan, barışçı şekilde iktidarın el değişmesi için gayret eden bir muhalefet ve bunun karşısında da seçimin son 24 saati dahil hiçbir şekilde eşit koşullarda yarışmaya yanaşmayan bir iktidar. Yani burada muhalefetin başarılı olması, son dönemde iyice görünür hale gelen demokratik gerileyiş, seçimle gelip otoriterleşen ve seçimle gitmek istemeyen, bütün dünyayı saran sağ popülist liderler vesaire ile ilgili eğer Türkiye'de bir başarı elde edilirse bunun küresel de bir mücadelenin parçası olacağını görüyoruz. Yani Maltepe'de 2 milyon, 2.2 milyonun üzerinde yurttaş toplandığında örneğin Amerika'dan birisi tweet atarak diyor ki: ‘‘Türkiye'de böyle güçlü bir dalga oluyor, biz ne duruyoruz? Biz niçin bu kadar pasifiz?’’ falan diyor. Bir yandan da küresel bir boyutu var bu mücadelenin. Dolayısıyla bir de Türkiye siyasi tarihi açısından bakarsak şunu görüyoruz: Genellikle sağ iktidarlar demokrasi ve hürriyet ve kalkınma vaadiyle gelirler ve zaman içerisinde de özellikle demokrasi vaadini, hürriyet vaadini arka plana atarlar ve sınırları zorlarlar, sıkıntıları artar ve bir şekilde de iktidarlarını sürdüremez hale gelirler. İktidarlarını sürdüremez hale gelmelerini halk sağlamaz ama, çeşitli nedenlerle çok farklı saikler devreye girerdi. Bu defa ise otoriterleşen bir rejime karşı halk, yegane gücü olan kendi gücüne sahip çıkarak, milli iradesine sahip çıkarak bir zafer elde ederse Türkiye'de çok ama çok önemli bir milat açılmış da olacak. Yani halkın öz gücüyle eğer bir iktidar değişimi, sandık zorlanabilirse, sandık yoluyla değişim olabilirse Türkiye siyasi tarihinde bu kırılmadan sonra demokratikleşme anlamında, demokratikleşmenin sahiplenilmesi, başka vesayet aktörleri vesaire devreye girmeden, direkt halk tarafından "Bunu ben kazandım, bunu ben sahiplenmeliyim, bunu ben gözüm gibi korumalıyım" anlamında muazzam bir iş olur. O yüzden şu anda şöyle enteresan bir şey var: AK Parti ve lideri Türkiye'nin refahı, barışı, demokrasisi, adaleti ile arasına bir engel olmuş durumda, bir takoz gibi kendilerini oraya koymuş durumdalar. Toplum onları aşmak zorunda hissediyor kendini. Aştığı zaman başka bir şey mümkün olacak, yani hürriyet ve ekmek mümkün olacak. Ama aşamadığı zaman Türkiye giderek daha otoriter bir rejim haline gelecek ve Türkiye'nin bence bugün, en azından bir çoğunluğu diyelim, yani ciddi bir çoğunluğu ikinci seçeneği asla istemiyor. Ekrem İmamoğlu burada bir sembol haline geldi. Onun seçme ve seçilme hakkını koruyarak Türkiye aslında bugüne kadar 150 yıldır parlamentosu olan bir şekilde, uzun süreli bir demokrasi tecrübesi olan bir ülke olarak şu andaki mücadelenin geriye gidiş bakımından, riskleri bakımından ne kadar kritik olduğunu biliyor. Bunu kazandığı zaman elde edeceğinin ne olduğunun da gayet farkında. Ben Maltepe'de vesaire, orada burada toplanan kalabalıkları gördüğümde şunu görüyorum: Ne yaptıklarını çok çok iyi biliyorlar, gerçekten niçin orada olduklarını çok çok iyi biliyorlar, neyin kavgasını verdiklerini çok çok iyi biliyorlar. Medyada çarpıtmalara baktığınızda onların da ikna edici olmadığını görüyoruz. Bence çok tarihi bir kavşaktayız, çok tarihi bir kavşaktayız.

Ruşen Çakır: u noktada şeyi özellikle sormak istiyorum, sen aynı zamanda hocasın, yani yapmıyorsun bir süredir ama üniversitedensin. Burada ilk ateşleyen, ilk günden itibaren ateşleyen gençler ve üniversiteli gençler oldu. Ve baktığımız zaman da bu gençlerin politikayla ilişkileri, mesela CHP'li ya da solcu ya da Erdoğan'ın falan yapmaya çalıştığı gibi, Bahçeli'nin yapmaya çalıştığı gibi marjinal sol grupları manipüle ettiği falan bir gençlik yok. Çok karma bir gençlik var. Sen de Saraçhane'de, Maltepe'de herhalde bunları görmüşsündür. Nasıl bir gençlik? Ve şu anda çok sayıda genç bayramı cezaevinde geçirdi. Ne kadar daha içeride kalacaklarını bilmediğimiz 300'ü aşkın genç de var. Yani burada olayın bir anlamda taşıyıcısı olarak gençler öne çıkıyor.
Yüksel Taşkın: Şimdi bir kere 2019'dan bu yana, hatta referandum sürecinden bu yana bakarsak, apolitik olmayan, gerçekten rahatsız olan, %75 civarında Erdoğan ve yönetiminden asla memnun olmayan ve değişik evrelerde siyasete müdahale etmeye çalışan bir gençlik vardı. Örneğin 2019’da İmamoğlu'nun seçiminde sembolleştiler, vesaire. Fakat hiçbir zaman, yani sahaya inme anlamında bu kadar aktif değillerdi. Fakat ben aynı zamanda gençlik çalışıyorum ve gençlik çalışmalarını da yakından takip ediyorum. Enteresan bir kuşağın şekillendiğini görüyoruz biz burada. Yani bunlar çok öfkelilerdi, çok umutsuzlardı ve bunların fail veya aktör olma anlamında çabaları olduğunu, kendilerini aktörleştirmek için uğraştıklarını ve sadece seçimlerle sınırlı aktivizmden, fail olma durumundan da çok da memnun olmadıklarını gözlemliyordum. Yani aslında bu kuşak ve bir süredir seküler milliyetçilik vesaire gibi kategoriler üzerinde ne oluyor ne bitiyor diye anlamaya çalıştığım bir yapılanma vardı ve şunu söyleyeyim, 90'lı yıllarda üniversitelerde koordinasyon sürecine ben öğrenci olarak katılmıştım, o zamanlarda dahi çok yakalayamadığımız kalabalıklar var. Bunların bir kısmı çok farklı düşünüyorlar fakat çok rahat yan yana geliyorlar; biz farklı düşündüğümüz gruplarla kolay yan yana gelemiyorduk, uzun saatler müzakerelerde bulunuyorduk, asgari müştereklerde yan yana gelemeyip doktriner ideolojik tartışmalar yapıyorduk. Şu andaki gençler ise hedeflerinin onlara bu kabusları neyin yaşattığını, nasıl yaşattığını bilip birkaç tane temel unsur etrafında yan yana gelebiliyorlar. Ve hiçbir zaman devletin sertliğiyle de karşılaşmamışlardı bu anlamda. Bunu da tecrübe etmiş oldular, bunu da kendileri açısından büyük bir haksızlık olarak görüyorlar, kabullenmiyorlar. Dolayısıyla şunu söyleyeyim, çıplak güçle, tankla, tüfekle bir yere kadar ilerleyebilirsiniz ama insanları ikna edemediğinizde çok ciddi bir erozyon, yani ciddi bir kayıp yaşıyorsunuz. Şu anda bu ülkenin zaten %75 itibarıyla anti-Erdoğan olan gençleri, kendilerine yönelik kullanılan güç araçları, çıplak güce karşı da farklı bir bilinç elde etmiş oldular. Böyle bir Türkiye’de yaşamama arzuları ve umutları da serpilmiş oldu. Yani bu kuşağa umut gerekiyordu, bu son direnişte o umudu da elde ettiler ve bu kavgayı kazanmak istiyorlar. Kazanmadıkları takdirde bu mücadeleyi, yani olacakları da düşünmek dahi istemiyorlar. Yani o anlamda onlar da bu mücadelenin öneminin farkında. Zaten Saraçhane'de ilk gün İstanbul Üniversitesi'nde başlayan direniş Saraçhane'nin omurgasını tutmasaydı — sen de biliyorsun, bütün gün oradalardı — o omurgayı tutmasalardı, toplumun diğer bileşenleri de belki o kadar cesaretle oraya akmayacaklardı. O anlamda tarihi bir başlatma efekti, tetik, yani trigger dedikleri bir çakmak çakar ve alev almaz ama bir noktada alev alır ya hani, öyle bir başlatma işlevleri olmuş oldu. O anlamda siyasi tarihe de geçmiş oldular açıkçası.

Ruşen Çakır: Peki, partinize gelelim. Açıkçası, siyasi iktidar bu operasyonu yaparken herhalde Cumhuriyet Halk Partisi'nin bunu, nasıl diyeyim, taşıyamayacağını düşünüyordu. Daha önceki örnekler var; Esenyurt, Beşiktaş örnekleri, oralarda CHP ile sınırlı birtakım protestolar olmuştu, büyük bir ülke çapında bir harekete dönüşmemişti, CHP’ye yönelik iktidarın yargı eliyle hamleleri. Burada da benzer bir şeyi umup, hatta daha ötesinde CHP içerisinde bir çalkantı ve iç kavgalar yüzünden iyice küçülen, etkisini kaybeden bir CHP hesabı yaptı diye düşünüyorum, bilmiyorum katılıyor musun. Peki, bu nasıl geri tepti?
Yüksel Taşkın: Şöyle, sen de biliyorsun, toplumsal hareketlerin şöyle bir enteresan özelliği var: öngörülemezler. En güçlü istihbarat şirketleri dahi kıvılcımın nerede çakacağını, ne olacağını öngöremiyor. Biz gerçekten sokağa iniyorduk sürekli olarak, yani mitingler vesaire, tepkilerimizi ortaya koymaya çalışıyorduk, toplumu da aktörleştirmeye çalışıyorduk. Bir kere şöyle söyleyeyim, bu akıl, yani ‘‘CHP zaten kendi içine düşer, konsolide olamaz, toplum da zaten tepki koymaz’’, bu “inertia” diye bir kavram vardır, yani kızgınlık ama hareketsizlik, yani hareketsizliği aşamayan bir kızgınlık hali, ‘‘Onu aşamaz toplum’’ falan gibi bir hesaplama söz konusuydu. Ama bence kendi kurgularında diplomayla başlamaları çok çok büyük hata oldu, yani bunun kabul görmesi imkansız. İşte birilerine baskı yapıldı, direnenler oldu, onlar elimine edildiler. Böyle bir şeyin vicdanlarda kabul görmesi mümkün değildi. Oradan başlayarak art arda darbelere gelince toplum şöyle düşündü: “Ben ya burada bir barikat kuracağım, bu olanlara dur diyeceğim ya da benim seçme seçilme hakkım kalmayacak.” Yani Ekrem Bey de burada bunun bir sembolü haline geldi. Bu defa da çok güçlü ve dirençli bir karşı koyuşla aslında toplum belli bir yere kadar — bunun devamı da gelecek diye umuyorum — alan çizen, yön tayin eden bir konuma gelmiş oldu. Şimdi asıl hakem milletse, burada devreye girerek, 15,5 milyon oy vererek ve şimdi de bir imza kampanyamız var, 2 milyonun üzerinde insan alanlara akarak – ki o insanların bir kısmı oradan da tatile gittiler, yani arife günüydü – bu insanlar şunu söylediler: “Benim adıma, benim seçme ve seçilme hakkıma asla zarar veremezsin, benim bu kazanımıma dokunamazsın” dediler ve insanlar bunun için meşru bir şekilde sahaya inmeleri gerektiğinin çok çok farkındalar. Bu defa karşı taraf afalladı ve şunu görüyorum; birisine tokat attığınız zaman bile niye tokat attığınızı kahvehanede vesaire anlatmak zorundasınız. Hiç kimse buna ikna olmuyor. Yani kendi trolleri dahi profesyonelce işlerini yapmaya çalışıyor. Burada toplum sahaya çıktığı anda karşı tarafa bir mesaj verebildiğinin gücünü de hissettiği anda veya Maltepe’de meydana giderken “Ya az insan gelirse” diye bir tedirginlik oluyor doğal olarak ama kalabalığı gördüğü zaman bu “empowerment” dediğimiz, birbirlerine güç verme, oradan güçlenmiş şekilde ayrılıyorlar ve imza kampanyası için bir motivasyonları oluyor. Dolayısıyla şu anda aslında top karşı tarafa tekrar gitti. Orada ciddi bir ikilem olduğunu ben düşünüyorum. Baskı ortamını sürdürseler, er ya da geç sandık gelecek ve meşruiyetleri daha da zayıflayacak. Ama yaptıkları, Türkiye değil, dünya tarihine bir garabet olarak geçen, bu ellerine yüzlerine bulaştırdıkları kumpasa devam ederlerse, orada da başka bir sıkıntı olacak. Yani toplum aktör olduğunu, asıl hakem olduğunu hissetti ve sahadan çekilmeyecek diye ben düşünüyorum. Bu anlamda da Türkiye siyasi tarihi bakımından da tarihi günler yaşadığımızı ben an an, gün gün ne oluyor bitiyor kaydetmeye çalışıyorum. Tarihi bir dönem yaşıyoruz doğrusu.

Ruşen Çakır: Burada sen demin bahsettin, ön seçim CHP'nin bu süreçte yarattığı çok yaratıcı bir fikirdi ve çok da başarılı oldu kendi açılarından. 15 milyon 500 bin diye açıklandı rakam. Bir diğer hamle boykot hamlesi. Boykot hamlesi ilk başta biraz kafa karıştırdı, acaba tutar mı diye, ama sanki başarılı oluyor gibi. Nedir buradaki motivasyon, boykottaki CHP'nin bunu yapmadaki akıl yürütmesi ve insanların boykot çağrısına yönelik gösterdikleri ilgi ya da tepki?
Yüksel Taşkın: Şimdi şöyle, aslında üretimden gelen gücümüzü kullanmak kadar bir de tüketimden gelen gücümüzü kullanmak diye bir kategorizasyon var. Uzun yıllar çeşitli yerlerde deneyler oluyor, yapılıyor. Örneğin Sırbistan’da haftanın iki günü alışverişe gidilmiyor. Biz de aslında dünya örneklerini takip ediyoruz. Bizim burada yapmaya çalıştığımız şey aslında bu “sivil itaatsizlik” denen, kimseye zarar vermeden kendi meşru haklarımızı talep etmek. Şimdi bu boykot dediğimiz şey o kadar ahlaki bir zemin ve destek buldu ki, özellikle gençler arasında. Bir tane örnek vereyim: biz muhalefet olarak, işte Fernas işçileri 10 gün yalınayak yürüyorlar Manisa’dan, yani örnek veriyorum şimdi, Ankara’ya geliyorlar. “Ankara’ya alamayız kardeşim, almıyoruz” işte... ‘‘Biz milletvekili...’’ Ya bunlar haber değeri olan şeyler değil mi? Benim işte TRT’nin vesaire bunları yayınlamamasından tut mitinglere kadar, aslında toplumun büyük bir kesimini boykot eden örneğin kanallara karşı, toplum da “Şimdi ben de sizi boykot ediyorum” diyor. Ve bunu yaparken de birbirleriyle yan yana gelmenin, aynı anda senkronize şekilde bunu beraber götürmenin ve çok da kalabalık olmanın, haklı olmanın ve niceliksel ve niteliksel bakımdan doğru yerde olmanın da gücünü hissediyorlar. Mesela Genel Başkan’ın boykotla alakalı olarak yaptığı çıkışlarda meydanda gençler birdenbire dalgalanıyor. Yani gençler özellikle son dönemde, nasıl anlatayım, işte bir tüketim, işte kahve vesaire, “Kafeizasyon” deniliyor buna; bütün dünyada bu görülüyor ve gündelik yaşamlarının önemli bölümünü oralarda geçiriyorlar. Mesela oraya dair tepkiler geliştiriyorlar. Ve ben bu boykotun şöyle bir şey olduğunu düşünüyorum; insanlar sekronize ve beraber hareket ederek kendilerinden para kazanan, kendileri üzerinden zenginleşen, büyüyen ama onların en temel demokratik haklarına sırt çeviren, bu anlamda iktidarla, belki iktidara da çok inanmadığı halde, ikiyüzlü bir şekilde iş birliği yapan yapılara karşı seslerini çıkarmış oldular. Bence herkes burada bir düşünmeli. Ben şunu tekrar gündeme getirmek istiyorum; 2 milyon insanın her şeye rağmen toplandığı bir yeri boykot ederseniz, o insanlar da sizi boykot ederler. Mesela burada RTÜK’ün şöyle enteresan bir tavrı var; halkın haber alma hakkını savunması gereken RTÜK’ün, belki de bu meydanı göstermeyen kanallara ceza vermesi gerekirken tam tersi işler de yapıyor. Ve Gezi’de de fark etmiştim Ruşen, bu çok önemli, hemen hemen kimin nerede durduğuna dair, kimin ruhunu kimlere peşkeş çektiğine dair insanlarda çok derin bir farkındalık var. Ve meydanda toplumsal hareketlerde şunu fark ediyorsun, diyorsun ki; ‘‘Böyle sıradan, işinde gücünde görünen insanlar nasıl her şeyin çetelesini tutmuşlar, nasıl bu kadar olan biteni izlemişler?’’ Uzatmayayım. Yani özünde bu şekilde bir müdahale edebileceklerini, önümüzdeki süreçlere dair bir güvenle bu boykota büyük bir coşkuyla katıldılar. Biz de doğrusunu söylemek gerekirse mitingleri sürdürmeyi düşünüyoruz. Ama imza kampanyası ve boykotlar gibi paralel süreçlerle insanları da bu sürecin içerisinde tutmanın yollarını arıyoruz. Şu ana kadar düşündüğümüzden daha fazla failleşerek özne olarak işin içinde yer alma anlamında katıldılar. Bu arada bizim üye sayımız 2 milyonu geçmek üzere. O anlamda da Cumhuriyet Halk Partisi’ni ciddi bir sahiplenme söz konusu. Dolayısıyla hani, ‘‘Niye sahaya inmiyorlar?’’ diyorduk,  burada insanlar çok çeşitli kanallardan sahaya inmiş oldular. Bu imza kampanyası çok çok kritik. O imza kampanyasında da…

Ruşen Çakır: Onu soracaktım tam şimdi. İmza kampanyası iki boyutlu; bir, Ekrem İmamoğlu’nun özgürlüğü, ama esas olarak erken seçim. Yeni başladı. Nasıl gidiyor, ne umuyorsunuz? 30 milyon gibi rakamlar telaffuz etti Özgür Özel. Buna ulaşmak mümkün mü gerçekten?
Yüksel Taşkın: Şimdi bizim, biliyorsunuz, 15,5 milyona ulaşmamızı hayal gibi görenler bu sefer şunu söylediler, insan siyasi rakibinde biraz nezaket ve tutarlılık istiyor, dediler ki; ‘’15,5 milyon ne ki? Geçen seçim CHP şu oyu almıştı’’ gibi tavanlar koydular. Şu anda benim gördüğüm şu: İnsanlar seçme ve seçilme haklarına, Ekrem İmamoğlu üzerinden seçme ve seçilme haklarına sahip çıkma mücadelesinde mutlaka zafer elde etmek istiyorlar, sonuç elde etmek istiyorlar. Bunun için hangi enstrümanı devreye sokarsak sahipleniyorlar. Bunun başarılı olmamasının Türkiye’ye maliyetini biliyorlar. Bakın, AK Parti ve CHP meselesinin çok ötesinde, Türkiye’ye maliyetini. Şimdi mesela ben sürekli şununla uğraşıyorum, diyorlar ki; ‘‘Online imza mümkün mü?’’ diye insanlar soruyor. ‘‘Hayır’’ diyorum, ‘‘Bir link var, oradan sayfayı indiriyorsunuz. Orada arkadaşlarınıza da imza attırabilirsiniz. Verilerinizin paylaşılması bakımından da sakıncalı değil bu. T.C. kimlik konmuyor’’ vesaire gibi sürekli böyle mesai halindeyiz. Ama gördüğüm kadarıyla bu da çok ciddi bir yere ulaşacak. Yani toplum her anlamıyla, her bakımdan bu büyük haksızlık karşısında kendi meşru haklarına sahip çıkıyor. Cumhuriyet Halk Partisi de burada bu büyük dalgaya senkronize olmak gibi bir maharet gösteriyor. Yıpratmıyor, yormuyor ve yaratıcı bir şekilde bu dalganın önünü şu ana kadar açmayı başardı. Ama bu tür toplumsal hareketlerde değişik evreler olur. O değişik evrelerde bazen yorgunluk vesaire olur, doğru tepkiyi kanalize etmek, örgütlemek de önemli. Bu, uzun bir süreç olacak diye düşünüyorum açıkçası.

Ruşen Çakır: O zaman son olarak şunu sorayım. Uzun bir süreç ve değişik aşamaları olacak diyorsun. Sonuçta bir sonuç alıcı hamle, mesela erken seçimin gerçekleşmesi ya da Ekrem İmamoğlu’nun tahliyesi gibi önemli dönüm noktaları için herhangi bir öngörüde bulunabiliyor musun? Son olarak bunu sorayım.
Yüksel Taşkın: Şöyle söyleyeyim: %55’lerden başlamış, 60’lara dayanmış erken seçim isteyen topluluk, toplumun %64-65 civarına geldiğine dair ölçümler geliyor, yeni ölçümler de gerekiyor. Erdoğan bu hamlesiyle toplumsal psikoloji, ekonomi vesaire her şeyi erken seçime endeksledi zaten. Yani 23 Mart’ta olacak depremi hissettiği için mi bilmiyorum, bazı süreçler çok daha geç olabilirdi, belki daha erken oldu. Yani tam bir erken seçim atmosferine Türkiye girmiş oldu, buradan asla çıkamaz. Biz, Meclis çalışmalarını da belli sayıda arkadaşlar takip edip daha çok sahada olma eksenli gideceğiz. Çünkü nereye gidersek gidelim, argüman üstünlüğü bizde. Yani biz, toplumun en temel haklarını savunur bir yerdeyiz ve karşı taraf da devletin çıplak güç enstrümanlarını kullanan ama inandırıcı bir argüman üretemeyen bir yere kendisini sıkıştırdı. Yani ben buradan Menderes üzerinden de gidebilirim, darbelerden de gidebilirim. Ve yani şunu söyleyeyim, bunu mutlaka söylemeliyim, yani vakit dar olabilir ama; bu hareketin, Milli Görüş hareketinin, daha sonra AK Parti’ye evrilen bu hareketin tarihsel meşruiyet dayanaklarını kendi elleriyle bir bir yerle yeksan etmesi, göreceksin, yakında, yakın, orta ve uzun vadede onlara çok büyük darbeler vuracak. Ve bütün bunlar yaşanırken az buçuk tarih bilinci olanların sessiz, suskun kalması da not edilmesi gereken bir şey. Böyle zamanda konuşmayacaksınız da ne zaman konuşacaksınız? Hatırlarsan Ahmet Kaya’ya çatal bıçak fırlatanlar daha sonra öz eleştiri furyasına katılmıştı. Şimdiden “Bu yapılanlar yanlış” diyebilenler bence tarihte belli bir saygınlık elde edebilir; ama “Reis’in bir bildiği vardır, aman sesimizi çıkarmayalım, rahatımız bozulmasın” diyenleri de çok güçlü bir hüsran bekliyor diye ben düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Çok teşekkürler Yüksel. Ben de birkaç gündür, hatta bu sabah yaptığım yayında da AK Partililerin vicdanı meselesini sorguladım. Gemi eğer batarsa, battığını görürlerse vicdanlarını hatırlayanların sayısı çoğalabilir. Ama hâlâ Erdoğan’ın vadettiği yeni heybe ve yeni turpları bekliyor olabilirler. Bakalım, göreceğiz. Evet, Cumhuriyet Halk Partisi İzmir Milletvekili Profesör Yüksel Taşkın’la konuştuk.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
27.04.2025 Türkiye Venezuela olur mu?
23.04.2025 Transatlantik: İran'la nükleer müzakere | Harvard Trump'a direniyor
20.04.2025 Ben mi iyimserim yoksa siz mi kötümsersiniz?
19.04.2025 Birinci ayında 19 Mart: Bundan sonra neler olabilir?
18.04.2025 CHP mucizesi
18.04.2025 19 Mart partileri ve liderleri nasıl etkiledi? | Burak Bilgehan Özpek anlattı
18.04.2025 Haftaya Bakış (263): Cumhur İttifakı'nın geleceği | 19 Mart'ın bilançosu | Kanal İstanbul yeniden gündemde
18.04.2025 Mehmet Şimşek'in koltuğunu kim sallıyor? Ümit Akçay anlattı
17.04.2025 Nezih Onur Kuru yanıtladı: 19 Mart seçmende neyi değiştirdi?
17.04.2025 Troller “CHP’ye kayyum” konusunda neden ve nasıl çuvalladı?
27.04.2025 Türkiye Venezuela olur mu?
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı