Vatan Gazetesi Kitap eki Ekim 2006 sayısı
Ortadoğu’da yaşanan çalkantıları ve bölgede bundan sonra olabilecekleri kendinize dert ediniyorsanız ve eğer İngilizceniz varsa, ne yapıp edin Vali Nasr’ın “The Shia Revival” (Şii Canlanışı) kitabını edinip okuyun. Eğer İngilizceniz yoksa, iyi bir yayınevinin bir an önce bu kitabı Türkçeye kazandırması için dua edin.
Nasr, kitabın altbaşlığı olan “İslam içindeki çatışmalar nasıl geleceği belirleyecek?” sorusunu cevaplayabilmemiz için bizi bir dizi bilgi, gözlem, tahlil ve öngörüyle donatıyor. Bunu alabildiğine yalın bir dille, bizi dipnotlara boğmadan, sorunu geçmişten günümüze taşıyarak ve en önemlisi klişelere rağbet etmeden yapıyor. Öyle ki Şiilik ve İslam dünyası hakkında zaten az bildiğimiz şeylerin çoğunun yanlış olduğunu da kitap sayesinde öğreniyoruz.
ABD Deniz Harp Akademisi’nde öğretim üyesi olan Vali Nasr, İran Devrimi’nden sonra ABD’ye yerleşen saygın İslam düşünürü Seyyid Hüseyin Nasr’ın oğlu. İlk çalışmalarını Pakistan’daki İslamcılık üzerine yaptı. Genç Nasr, 11 Eylül sonrası İslami hareketlere ilginin, dolayısıyla “İslam uzmanları”nın alabildiğine arttığı ABD’de en güvenilir birkaç isimden biri olarak sivrildi. Son dönemde İslam-demokrasi ilişkisi üzerine de yoğunlaşan Nasr, Türkiye’ye de birçok kez geldi ve Milli Görüş hareketini, özellikle de AKP’yi yerinde inceledi. Nasr, Vatan Kitap’ın sorularını şöyle yanıtladı:
“Şii canlanışı”ndan ne kastediyorsunuz?
Nasr: Irak’ta iktidarın Sünnilerden Şiilere kayması, Körfez’den Lübnan’a kadar tüm Şii topluluklarda olumlu değişiklik beklentilerine yol açtı. Söz konusu olan bir Şii hareketi ya da Pan-Şiilik (Şiilerin birleşmesi) değil, İran dışında bölgenin her yerinde Şiiler aynı sorunlarla karşılaşıyorlar: ister çoğunluk, ister azınlık olsunlar nüfuslarına oranla iktidarlardan pay alamıyorlar. Irak yeni beklentiler ve dolayısıyla yeni bir dinamik yarattı. Irak’taki Şiilerin en kutsal mekanlarının ziyarete açılmış olması, Pakistan’dan Lübnan’a kadar ticaret, kültür ve din ağlarının tazelenmesine imkan verdi. Böylelikle hem birey, hem cemaat bazında Şii akidesi de yenilenmiş oldu. Bütün bu gelişmelerin üst üste gelmesi, bölgede olayların akışını şekillendirecek yeni bir gücün doğduğunu düşünmemize yol açıyor.
İran Devrimi’nin ardından da “Şii canlanışı” yaşanmıştı. Ona ne oldu peki?
Nasr: İran Devrimi başlangıçta çok sayıda Şii’yi etkisi altına almıştı ama onlara iktidara uzanmanın realist bir yolunu sunamadı. Daha önemlisi, hemen ve etkili bir şekilde bölgedeki Sünni güçler tarafından öyle bir kuşatıldı ki, örneğin uzun yıllar Irak’ta hiçbir gelişme yaşanamadı.
Dünkü ve bugünkü “Şii canlanışları” arasındaki temel farklar neler?
Nasr: İran Devrimi üst düzeyde ideolojikti ama günümüzdeki Şii canlanışlarının herhangi bir ideolojisi yok. İstedikleri sadece iktidarlardan pay almak. İran Devrimi alabildiğine Humeyni’ye ve onun vizyonuna odaklanmıştı. Günümüz canlanışıysa kültürel ve siyasi açıdan muğlak. İran devrimi zaten Şiilerin yönetimde olduğu ve Arap olmayan bir ülkeyi merkez almıştı. Şimdiyse Arap dünyasında başladı.
Şii-Sünni ayrımının sadece dinsel özellikli olmadığını söylüyorsunuz. Peki ne o zaman?
Nasr: Kuzey İrlanda’da Protestan-Katolik çatışması gibi iktidar ve kaynakların elde edilmesi için bir rekabet söz konusu. Örneğin Irak’ta Şiiler ülkenin yüzde 65’ini, Arap nüfusunun da yüzde 80’ini oluşturuyorlar. Ama iktidardan orantılı bir şekilde pay alamadılar. Aynı şey Lübnan, Bahreyn ve Suudi Arabistan için de söylenebilir. Buralarda mezhepler etnik kimlikler gibi ortaya çıkıyor, topluluklar arasındaki sınırları ve aralarındaki iktidar dağılımını belirliyor.
Kitapta Arap olmayan Şiilere çok önem atfediyorsunuz…
Nasr: Çünkü Şii dünyasının çoğunluğunu Arap olmayanlar oluşturuyor. En kalabalık Şii nüfusa İran sahip. Bunların çoğu Acem, Azeri ve Kürt; küçük bir grup Arap da var. Pakistan ikinci büyük Şii topluluğa sahip. Hindistan’daki Şiilerin sayısıysa nerdeyse Irak’takilere yetişiyor. Afganistan’ın da yüzde 20’si Şii. Kuşkusuz Pakistan, Hindistan ve Afganistan’da farklı etnik gruplar mevcut. Yine de bugün çatışmanın kalbi Arap dünyasında atıyor ve en önemli değişiklikler de orada bekleniyor.
Şii canlanışını Sünni radikal İslamcılığının, özellikle de El Kaide’nin karşısına çıkarıyorsunuz. Ama bize “Şii canlanışı” diye hep Nasrallah, Ahmedinecad, Mukteda Sadr gibi radikaller gösteriliyor… Bunda bir çelişki yok mu?
Nasr: Başlangıçta Şii canlanışın en önemli sesi, seçimleri Şiileri iktidara taşımanın aracı olarak gören ve İslami bir devlete, hele İran’daki gibi “velayet-i fakih” sistemine inanmayan Ayetullah Sistani idi. Ama 2003’den itibaren daha İslamcı sesler daha baskın çıkmaya başladı. Özellikle Lübnan Savaşı’ndan sonra Hizbullah bir model olarak ortaya çıktı.
Ortadoğu’da ana çatışmanın Sünnilerle Şiiler arasında olacağını ve Irak’taki iktidar mücadelesinin bölgenin diğer yerlerinde de tekrarlanacağını söylüyorsunuz…
Nasr: Örneğin Lübnan Savaşı’na baktığımızda Ortadoğu’nun en eski çatışması olan Arap-İsrail anlaşmazlığının Sünnilerle Şiiler arasında derin bir yarık açtığını görüyoruz. Sünni ve hatta Selefi rejimler, Hizbullah’ı bir Şii örgütü olmakla suçladılar ve ilk kez İsrail’le savaşan bir Arap gücünü eleştirdiler.
İslami mezheplerin yekpare olmadıklarını söylüyorsunuz ama son noktada şöyle diyorsunuz: “Çatışmayı belirleyen farklılık değil, tam tersine çatışma toplumsal tavırları belirliyor.” Her topluluk içinde iç çatışmaları kışkırtmak mümkün değil mi sizce?
Nasr: Çatışma her topluluğun içindeki farklılıkları hükümsüz kılıyor çünkü bütün dikkatler diğer topluluğu alt etmeye veriliyor. Mesela Irak’taki şiddet tüm bölgedeki tavırları şekillendiriyor. İslam dünyasının farklı bölgelerinde, Irak’taki mezhep farklılıklarını anlayışla karşılayan ve kendilerinden olmayan mezheplere de sempati duyan topluluklar vardı; artık onlar da mezhep kimliklerini sahipleniyorlar.
Sünni radikal İslamcılar Şiilikten neden nefret ederler?
Nasr: Sünni radikal İslamcılık, İslam hukukunu ve neyin İslami olup neyin olmadığını yorumlamayı temel alır. Bu nedenle çoğulculuğa ve iman ve ibadet çeşitliliklerine daha az hoşgörülüdürler, Ayrıca, Sünni İslamcılık, geçmişinde Şiilikle ser çatışmalar yaşamış ve özellikle Şii karşıtı olan Vahhabilikten derin olarak etkilenmiştir. Nihayet Sünni İslamcılık özel olarak Dört Halife dönemini en mükemmel örnek (Asr-ı Saadet) olarak görürler. Buna karşılık Şiiler aynı döneme farklı bakarlar. Örnek olmak bir yana Hz. Muhammed’in hayata geçirmeye çalıştığı idealden sapma olarak görürler.
Sık sık İslam dünyasında demokrasinin gelişimiyle Şiiliği birlikte anıyorsunuz. Şiiler neden demokratikleşmenin öncüsü olmaya daha yatkınlar?
Nasr: Günümüzde demokratikleşme Şiilerin çıkarına çünkü siyasal süreçlerde nüfuslarına orantılı bir şekilde etkili olabilme imkanları sağlıyor.
Ortadoğu’nun çekim merkezinin neden Mısır’dan İran ve Irak’a kayacağını savunuyorsunuz?
Nasr: Körfez bölgesi sadece Batı için önemli değil. Lübnan Savaşı’nda Körfez ülkelerinin bölgesel politikalarda giderek daha önemli olduklarını gördük. Ayrıca Şii canlanışı İran’ın bölgesel bir güç olarak ortaya çıkmasına yardımcı oldu. İşte takviye olan bu Şii gücü Körfez’de merkezi oluşturacak.
Bu süreçte Türkiye nasıl bir rol oynayabilir?
Nasr: Türkiye tarihsel olarak, Osmanlı-Safevi rekabetinde Sünni iktidarı temsil ediyor. Türkiye bölgedeki çekişmeyi doğrudan etkileyemez çünkü Arap dünyasındaki Sünni kimlikle bağları ne zamandır güçlü değil. Yine de Türkiye, Sünni-Şii rekabetinin yoğunlaşmasını tabii ki yakından izleyecektir.
Ya İran?
Nasr: İran bir yandan Şii canlanışından istifade etmekle birlikte, Şii gücüne karşı Sünni direnişten de olumsuz etkilenecektir. Örneğin Hüsnü Mübarek’in demeçleri ve Selefilerin fetvalarındaki Şii karşıtı söylemde İran’ın fazlasıyla öne çıkartıldığını gözlemliyoruz.
Peter Galbraith “Irak’ın Sonu” kitabında Başkan Bush’un Irak’ı işgal etmeden önce Şii-Sünni ayrımından haberdar olmadığını yazıyor. Bu nasıl mümkün olabilir?
Nasr: Washington’un mezhep çatışması potansiyelini kavrayamadığına ve Irak’ı, en azından buradaki Arapları tekparçaymış gibi görmeyi sürdürdüğüne inanıyorum. Bütün politikalarını Saddam ve onun karşısındaki Irak halkı çelişkisi üzerinden belirlediler. Kürtler ve Araplar, Sünniler ve Şiiler arasındaki bölünmeleri göz ardı ettiler. Kimsenin bundan sonra da nereye gitmekte olduğumuzu tam olarak bildiğini sanmıyorum.