Ümit Akçay ile söyleşi: İktidarın geleceğini ekonomi mi belirleyecek?

05.04.2025 medyascope.tv

5 Nisan 1015’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba. İyi günler, iyi akşamlar. İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu ve çalışma arkadaşlarının 19 Mart’ta gözaltına alınmaları ve tutuklanmalarının ardından başlayan kriz, Türkiye'nin gündemini belirlemeye devam ediyor. 19 Mart krizinin önemli bir ayağı da ekonomi boyutu. İlk günden itibaren yaşananlar ortada. 19 Mart krizinden sonra iktidarın geleceğini ne belirleyecek? Ekonomi mi, ekonomik kriz mi? Doç. Ümit Akçay, önce sosyal medya hesabında ‘’Sanıldığının aksine, iktidarı girdiği yoldan çevirecek etkenler sıralansa ekonomik durum ilk 5'e girmez’’ diye bir paylaşım yaptı. Sonra bu konuyu yazıya https://www.evrensel.net/yazi/96658/iktidari-girdigi-bu-yoldan-ne-cevirebilir döktü. Berlin Ekonomi ve Hukuk Okulu Öğretim Üyesi Doç. Ümit Akçay'la tam da bu konuyu konuşuyoruz. İlk beşte ne vardı, önce onunla başlayalım, sonra neden girmediğine bakalım.
Ümit Akçay: Esasında, ‘’kriz gelsin, iktidar düşsün’’ kolaycılığından daha kapsamlı düşünmemiz gerektiğine işaret etmek için onu söyledim. Benim aklıma gelen en önemli etkenlerden bir tanesi, elbette toplumsal muhalefetti. İktidarı girdiği bu yoldan çevirecek temel dinamiğin bu toplumsal muhalefet olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu bir kere harekete geçince, iktidarla bütünleşmiş bir muhalefet görüntüsü sonlanacaktı. Mehmet Şimşek'in ekonomi yönetimine getirilişini hatırlarsak, şu anda CHP'nin, o zamanki ‘’Şampiyonlar Ligi’’ iktisatçıları olarak tabir edilen iktisat yorumcularının hemen hemen hepsi bunu alkışladı; olumlu bir gelişme olarak ilan etti ve Mehmet Şimşek programının uygulanmasında, muhalefetin ciddi itirazlarının olmaması, önemli bir etken oldu. Şimdi, iktidarla bütünleşmiş bir muhalefet görüntüsünün ortadan kalkması önemliydi. İkincisi bence bu. Çünkü bu toplumsal muhalefet bir kere harekete geçince, ilk başta muhalefet partilerini disipline ediyor. Aşağıdan gelen bu baskı, kendi gündemlerini iktidarın gündemlerinden ayrıştırmasına yarıyor.
Üçüncüsü, muhalefetin siyasi koordinasyonu olabilir. Tabii sadece CHP değil. Gerçi iktidar ilk başta CHP içi çelişkilere, çatlaklara oynadı. Ancak CHP onu şu ana kadar iyi yönetebilmiş gibi görünüyor. Yarın da kongresinde herhalde bu yeni yönetime olan desteği pekiştirecek. Ama sadece CHP değil, CHP ve diğer muhalefet partileri arasında, özellikle burada DEM Parti ile CHP arasındaki koordinasyon kritikti. Dördüncüsü, daha uzun vadeli bir mücadele programı gerekiyor. İktidar, şu anda böyle sağlı sollu salvolarla muhalefeti bir şekilde afallattı esasında. Bu, ilginç bir şekilde Trump'ın yönetme tekniğine de çok benziyor. O kadar çok fazla gündem ortaya geliyor ki, muhalefet güçleri hangisiyle başa çıkacağına şaşırıyor. Birine laf yetiştirirken diğeri gündemden kaçıyor. Bunlara anlık tepkiler vermek çok önemli. Zaten bütün bu 19 Mart süreci operasyonuna anlık verilen tepkilerin, özellikle belki üniversite öğrencilerinin tepkisinin süreci başlatması, o anlamda önemli. Onlara tepki vermemek anlamında söylemiyorum, ama ortaya çıkan bu enerjinin, daha orta vadeli bir gündemi olması lazım. Bunun belki ekonomik ve siyasi programa dayanan bir mücadele programı hâline gelmesi lazım. Beşincisi de bütün bunlar sonucunda, belki de iktidar blokunda çatlamaların ortaya çıkması olabilir. Dolayısıyla bu ilk beşi sıraladığımda, benim ilk beşime en azından ekonomi girmiyor.

Ruşen Çakır: Burada şöyle bir mesele var tabii. CHP'nin başlatıp, sonra bütün toplumsal muhalefetin yürüttüğü bir boykot olayı var. Şimdi CHP özellikle medya üzerinden, medya sahiplerinin şirketlerini hedef alan bir boykot çağrısı yaptı. Ama daha sonra gençler, bütün ülke çapında 2 Nisan'da bir boykota çağırdı. ‘’Ekonomi belirleyici olmaz’’ deyince, insanlar, “Bu boykotlar boşuna mı?” dedi. Sen ona da bir rezerv koyarak, boykotu kastetmediğini söyledin. Boykot meselesi gerçekten tahminleri aşan ölçüde etkili oldu. Özellikle iktidarın tepkisinden. Mesela dün biliyorsun, Cumhurbaşkanı Cuma namazı çıkışında, “Her yer çok doluydu, maşallah” dedi. Alışveriş rakamları iki katı, bakanlar alışveriş yapıyor falan. Boykottaki mesele ekonomik mi, siyasal mı? Yani boykotu yapan insanlar birtakım şirketlerin cirolarını düşürüp onları zor durumda bırakmak mı istiyorlar, yoksa bir itibar kaybına mı yol açmak istiyorlar?
Akçay: İkisi de herhalde etkili. Ama ben boykotun makroekonomik açıdan, iktidarı girdiği yoldan çevirecek bir araç olduğunu düşünmüyorum. Aksine, şu anda ortaya çıkan müthiş bir toplumsal enerji var. İnsanların buna katılması, birlikte hareket etme duygusunu pekiştirmesi ve belki de daha sistematik hedefli boykotları olursa çok daha etkili olabilecek. Çünkü şu andaki boykot için, muhalefetin ‘’bunu kazandık’’ demesi ya da iktidarın ‘’bu girişimi bertaraf ettik’’ demesi de mümkün. Çünkü tespit etmek oldukça zor. Örneğin muhalefetin daha yoğun olduğu ilçelerde, şehirlerde boykotun daha yaygın olması normal. Ama Türkiye genelinde, makroekonomik açıdan, bunun, iktidarı girdiği yoldan çevirmesi oldukça zor. Bu boykot yerine, daha genelleşmiş bir grev ya da üretimi durdurma gibi bir etkinliğe, eyleme dönüşme ihtimali tabii işleri değiştirir. Ama ben mevcut hâliyle, muhalefetin birliktelik duygusunu, ortaya çıkan bu enerjinin daha ileriye taşınması için, birliktelik duygusunu pekiştiren bir araç olarak değerlendirdim. Bu daha sürdürülecekse, spesifik olarak belirli markalarla ilgili ya da sizin söylediğiniz bu medya kurumları ile ilgili daha odaklı bir kampanya sürdürülebilir belki. Zaten öyle olursa, sonuç alıp almadığı daha da net olur. Ama bütün ekonomiyi kapsayan bir tüketim boykotu ilan etmek ve bunu uzun süreli sürdürebilmek oldukça zor. Sonuç alması da zor diye düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Boykotta, senin de söylediğin şöyle bir husus var: Mesela sokağa çıkmayan, belki çıkmaktan çekinen birçok insan, boykot yaparak da bu olayın bir parçası olabiliyor. Biraz önce itibar kaybı derken özellikle şunu sormak istiyorum. Geçenlerde Yeni Şafak’ta Aydın Ünal'ın bir yazısı https://www.yenisafak.com/yazarlar/aydin-unal/miras-degil-alin-teri-4691584 çıktı, çok dolaştı, görmüşsündür. “Anadolu sermayesi, bunu artık kabul edin” diye. Hâlbuki boykot edilen firmalara bakıyorsun, Demirören, İhlas, Doğuş… Bunların hiçbirisi Anadolu sermayesi değil. Zaten var olan sermaye grupları. Daha önce başka iktidarlarla iş yapıp, şimdi de AK Parti'ye yanlamış kurumlar. Ama özellikle Demirören ve Doğuş, hatta belki de Habertürk'ün sahipleri söz konusu olduğunda, bunların aynı zamanda iktidara karşı olan kesimlerden de belli bir pay alabilmesi, onlar tarafından da tüketilmesi. Böyle bir maske vardı, sanki o maske düştü.
Akçay: Evet. Bu dediğiniz önemli. CHP ya da muhalefet güçleri bunu bir şekilde deşifre etmiş oldu ve Özgür Özel, “Bizim tükettiğimiz, bizim daha yoğun olarak para kazandırdığımız kesimler, bize karşı hareket ediyor ya da en azından bizim yaptıklarımızı görmezden geliyor” diye sıklıkla vurguluyor. Buna bir set çekmesi ya da zaten doğrudan onlara yöneldiği için, buna itiraz etmesi bence en önemli kısmı. Ama bu sermaye kesimleri arasındaki çelişkilerin ve sizin de söylediğiniz bu iktidar sözcülerinin buna dayanmasının çok maddi bir temeli yok bence. Daha ziyade propagandaya dayanan bir söylem. Elbette çeşitli sermaye gruplarının birbirinden farklılaşan çıkarları var. Ancak bu, onların laik, Batılı sermaye olmasından ya da Anadolu Kaplanı olmasından, Avrasyacı olmasından kaynaklanmıyor bence. Sizinle geçen yıl çıkan kitabım üzerine bir program yapmıştık ve orada da biraz konuşmuştuk. Bu ayrımda onların İslamcı, laik, Batıcı, Doğucu olmalarının dışında, bizzat içinde bulundukları sektörler ve o sektörlerin gerektirdiği para ve büyüme politikaları gereği çıkarlarının farklılaştığını, yani daha maddi, somut temeli olduğunu düşünüyorum. Oradan bakarsak, bir MÜSİAD’cı ile bir TÜSİAD’cı aynı noktada birleşebilir ya da iki TÜSİAD’cı veya iki MÜSİAD’cı birbirinden farklılaşabilir. Bu, belirgin bir özellik değil. Onların kendi konumlarının tanımladığı ayrışmalar bence daha önemli.

Ruşen Çakır: Tabii bu arada, gazetecilikten gelip konser organizasyonu düzenleyen o yeni girişimci diyelim, onun durumu çok acayip oldu. Ama oradaki mesele şu; Kimse onu aklına getirmemişti, o kendisini attığı o tweetle ifşa etti. Hitap ettiği, girdiği alan, yani hepsi olmasa bile, illa ki o konserlere giden iktidar yanlıları da vardır, ama büyük bir çoğunluğu herhalde şu anda iktidara karşı mesafelidir. Bindiği dalı kesmek böyle bir şey. Mesela ben o sektörde böyle insanların önemli yerleri tutmuş olduğunu bilmiyordum. Bu şekilde de gördük. Biliyorsun, ‘’milyon dolarlarım yandı’’ demiş.
Akçay: Evet. Açıkçası ben de bilmiyordum, kendisini tanımış olduk. Ama büyük bir şuursuzluk örneği gösterdi ve bu süreçten de herhalde en çok zarar gören kendisi oldu.

Ruşen Çakır: Peki, Mehmet Şimşek'e dönelim. 19 Mart operasyonunun yapıldığı ilk gün çok büyük bir dolar satışı oldu, bunu biliyoruz. Daha sonra da bir şeyler olmuştur, ama ilk gün o kadar büyük oldu ki insanlar devamını çok fazla ele almıyorlar. Ama mesela bu MASAK raporları meselesinde Özgür Özel bunu açıkça dile getirdi ve Mehmet Şimşek'i dünyaya şikâyet etti. O konuda Mehmet Şimşek'in yaptığı açıklamayı görmüşsündür. Ben savcılığa yolladım diyor. Ama bu cevap ne kadar yeterli. Mesela bende MASAK raporu var, onu bana savcılık yollamadı. Bir de, Mehmet Şimşek’in en son Brüksel'deki bir toplantıya TÜSİAD Başkanı’nı ve Yüksek İstişare Kurulu Başkanı’nı götürmek isteyip de götürememesi. Bunların sembolik olmanın ötesinde bir anlamı var mı?
Akçay: Sanmıyorum. Çünkü Mehmet Şimşek'in haberi bile olmayabilir, onlar protokol icabı davet edilmiş olabilirler. Yoksa Mehmet Şimşek'in TÜSİAD yöneticilerinin başına gelenleri bilmemesi mümkün değil herhalde.  Bence oradaki esas konu şu: Ekonomi meselesi ilk beşe girmez dedim, ama bu ekonomik sorunlar olmadığı ve bunun iktidarı sıkıştırmayacağı anlamına gelmiyor. Birkaç başlıkla onu söyleyebilirim. Mesela ilk olarak, sizin de söylediğiniz, Merkez Bankası'nın dövize müdahalesi konusu sonrasında, şu anda bütün gözler tekrar Merkez Bankası rezervlerine döndü. Bu konu Nebati döneminde gündemdeydi ve Mehmet Şimşek geldikten sonra esasında bu rezervleri geri kazanmak ve enflasyonu düşürmek gibi iki hedefi olduğunu anladık. Bunu söyledi, kamuoyuna ilan etti. Şu anda geldiğimiz noktada, bu toplanan rezervlerin, iktidarın kendi siyasi gündemlerinde ortaya çıkabilecek aksaklıklar durumunda kullanılacak ekonomik cephaneler olduğunu gördük. Dolayısıyla, o açıdan iktidar rezerv biriktirmekteki başarısını kendi siyasi gündemi açısından kullandı. Ama ‘’bunu kaç defa yapabilir?’ konusu şu anda tartışma konusu. Tamam, 25 milyar dolar satıldı. Bunu on defa, yirmi defa yapamazsın. Bunun belli bir sınırı var.

Ruşen Çakır: Pardon bir araya girebilir miyim? Kim söyledi şimdi hatırlayamıyorum, kusuruma bakmasın ama çok önemli bir tespit var ki bildiğimiz bir şey aslında. Erdoğan yerel seçimde ekonomide böyle harakiri gibi bir şey yapmamıştı ve kaybetti. Öyle değil mi? Mesela 19 Mart sonrasında yaşandığı gibi, özellikle emekli maaşı vesaire gibi beklentileri çok fazla umursamadı, beklentilerin altında zam verdi ve gerekçe olarak da ekonomik istikrarı gösterdi. Ama burada ortada seçim yok, bir şey yok. Tabii bu temel, rakibini diskalifiye etmek için, ama burada bu kadar riski görmemiş olabilir mi? Bu, uğruna bu kadar paranın yakılacağı bir olay mıdır?
Akçay: Bence orada hesaplayamadıkları şeyler oldu. Bunun iki boyutu var, ekonomi gazetecileri yazdı bunu. Bir tanesi daha teknik bir boyutu. Şimdi bütün hikâye, 19 Mart sabahındaki ilk birkaç saatte, Merkez Bankası müdahalesi henüz başlamadan, Türk Lirası’nın çok hızlı bir şekilde değersizleşmesi görüntüsünün ortaya çıkması oldu. Esasında buna izin vermeyebilirlerdi. Ancak, basından, bu konunun uzmanlarının anlattıklarından anladığım kadarıyla şöyle bir durum gerçekleşmiş: Çok fazla talep gelince kamu bankalarının hatlarındaki limitler yetersiz kalmış ve bir anda Türk lirası savunmasız kalmış. Daha sonra Merkez Bankası kendi kanallarıyla müdahale edince, bu görüntüyü ortadan kaldırdı. Eğer böyle bir operasyon yapılacaksa ve bunun ekonomik boyutu da bekleniyorsa, örneğin, sadece kamu bankalarına dayanılamayacağının öngörülmüş olması gerekiyordu. Bu kendi açılarından bir hata olarak görülebilir. Ancak, elbette bence beklemedikleri kısım, işin devamı. Yani daha toplumsal olarak buna büyük bir tepki gelmesi ve bunun basit bir siyasi operasyon olmaktan çıkıp, daha siyasi bir krize ve hatta ekonomik krize dönme ihtimali olan büyük bir çalkantı hâline gelmesi. Bunu öngöremediler muhtemelen. Şu anda toplamda en az 25 milyar dolar olduğu söyleniyor. Daha yukarı hesaplayanlar da var. Sanıyorum önümüzdeki hafta açıklanınca daha net bir rakam göreceğiz, ama en az 25 milyar dolar olduğunu biliyoruz. Sonrasındaki günlerde gelen satışlar elbette bu işin biraz daha büyümesiyle ilgiliydi.

Ruşen Çakır: Peki, seni yakalamışken sorayım. Sen Almanya'dasın ve galiba Almanya'da ekonominin en önemli gündemi herhalde Trump'ın yeni tarifeleridir. Tüm dünya bunu konuşuyor. Türkiye nispeten az gözüküyor, ama orada bir husus var. Türkiye aynı zamanda Avrupa Birliği ile Gümrük Birliği içinde olduğu için etkilenmesi daha fazla olabilir. Erdoğan, bakanların ABD’ye gideceklerini açıkladı. Trump'ın bu gümrük tarifelerindeki küreselleşmeye aykırı hamlesi, herhalde birçok şeyi indirip çıkartıyor ya da çıkartacak. Bu bağlamda baktığın zaman, 19 Mart krizinin tam da buna denk gelmesi Erdoğan'ın işini daha da mı zorlaştırır, yoksa Türkiye'deki siyasetçiler için, -bu tabiri sevmiyorum ama mecburen kullanıyorum- fırsat penceresi mi açılır?
Akçay: İlk önce Almanya'yı sonra Türkiye kısmını söyleyeyim. Asında Almanya kısmı bu gümrük tarifelerinin ilan edilmesinden daha önce başladı. Geçtiğimiz şubat ayı sonunda yapılan seçimler sonrasında, yeni hükümet henüz işbaşı yapmadan, eski parlamento hâlen görevdeyken yapılan müzakereler sonucunda bir anlaşmaya varıldı ve şu andaki yeni Alman hükümeti, neredeyse İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra uygulanan Marshall Planı büyüklüğünde ve hatta onu da geçen bir yeni kamu harcaması planı ilan etti. Bu, büyük oranda askeri harcamalara dayanacak. Diğer önemli alan da altyapı yatırımları ve genel olarak altyapı sisteminin yenilenmesi konusunda. Dolayısıyla Almanya 2-3 yıldır krizdeydi, ekonomik büyüme sıfır ya da sıfırın altındaydı; sürekli bir durgunluk söz konusuydu. Bu bir yanıyla, Çin'den gelen rekabet baskısı sonucunda ortaya çıktı, bir yanıyla, Rusya'nın başlattığı savaş nedeniyle artan enerji fiyatlarının yarattığı baskıdan oluştu ve olası bir ek gümrük tarifesinin, Almanya'nın ihracatına da önemli bir darbe vuracağı söz konusuydu. Bu zaten konuşuluyordu. Ancak şu anda şöyle bir durum ortaya çıktı: Bu gümrük tarifelerinin yaratacağı ticari kısıtlamalar, ekonomik büyümeyi birazcık daha aşağı çekecek. Ama bu yeni geçirilen çok büyük harcama programı, ticaret engelleri nedeniyle ortaya çıkabilecek olan büyük ekonomik yavaşlamayı yeniden canlandırabilir, eksileri artıya getirebilir diye bir gündem var. Dolayısıyla şu anda Almanya kendi iç harcama programına kilitlenmiş durumda.
Türkiye'deki konuya gelirsek: Dünyada bu kadar toz duman varken, kimsenin, Türkiye'ye dönüp ‘’orada ne oluyor?’’ diye tartışamadığı bir dönem bence. Bu yeni jeopolitik konjonktür nedeniyle tartışmaya niyetlerinin de çok olmadığını düşünüyorum. Ama özellikle Amerika'nın gündeminin, bundan sonra tamamen kendi iç ekonomik ve küresel jeopolitik gündem olacağı artık aşikâr ve bu gümrük tarifeleri nedeniyle de her ülkede, eskiden, 1960'larda, 70'lerde olan şekilde daha içe dönük ekonomik büyüme modellerinin tekrar gündeme geleceği bir dönem var. Bizim Şimşek programı bütün bunlara hiç uymuyor. Her tarafta korumacılık önlemleri başlarken, Türkiye dünyadan sermaye çekmeye çalışacak. Bana kalırsa bu, önümüzdeki dönemde en önemli sorunlardan biri olacak.

Ruşen Çakır: Yani, Türkiye'ye sermaye akışının, zaten sorunlu olan akışın daha da zorlanması... O zaman tekrar başa dönelim ve sorumuza gelelim. Ekonomide işler iyi gitmiyor. Bariz bir toparlanma yok. Ya da toparlanır gibi olduğu söylenirken yaşanan şeyler var, siyasetle çok alâkalı bir şey var. Mesela arada Suriye'ye yönelik beklentiler vardı, gerçekleşmedi. Orada büyük yatırımlar, inşaatlar yapılması düşünülüyordu, onlar da henüz ufukta gözükmüyor. Belki yavaş yavaş başlar. Zaten siyaseten azınlık durumuna düştüğü söylenilen bir iktidar var. Mesela tam bu krizlerde yapılmış en son kamuoyu araştırmasını gördüm. AKP ve MHP’nin toplam oyları, %40'ın bile çok uzağında. Siyaseten çoğunluğu kaybetmiş bir iktidarın, ekonomide de rahatsızlıkları giderememesi, iktidarda kalmasını epeyce zorlaştırır, öyle değil mi? Tabii seçimsiz otoriterlik, Rusya olmak gibi seçenekleri bir kenara koyarsak, rekabetçi sistemin sürdüğünü varsayarsak… Ya da soruyu şöyle çevireyim, ekonomide bir mucize yaratırsa -ki olacağı yok- iktidar tekrar toplumsal desteğini arttırabilir mi?
Akçay: Demin bıraktığım yerden şöyle devam edeyim. İlk rezervlerin büyük sorun hâline geldiğini söylemiştim. Birkaç sorun daha var. Onları sıralayıp, sonra ‘’buradan nasıl çıkabilir, olası bir şey var mı?’’ diye söyleyeyim. İkinci en önemli sorun enflasyon. Hayat pahalılığı zaten 2021'den beri geniş kesimlerin belini büküyor. Şimdi birazcık toparlanıyor gibi. Mehmet Şimşek en azından bunu sürekli pozitif bir şekilde aşılamaya çalışıyordu. Ancak şu anda bu enflasyon hedefi de tehlikeye girdi. Çünkü geçen yıl zaten %40 enflasyon varken daha düşük bir asgari ücret artışı verdiler, reel olarak ücretler geriledi. Şimdi bu dövizdeki dalgalanma, enflasyon beklentilerini daha da yukarı atacak. Bu döviz talebi sadece yabancılardan kaynaklanmıyor. Yani içeride de insanlar endişeye kapılıp döviz almaya başladılar. Bu döviz baskısı giderek artarsa faizler de düşmeyecek, hatta artmaya devam edecek. Çünkü Merkez Bankası, geçtiğimiz hafta olağanüstü toplanarak örtülü bir faiz artışı yaptı. Bütün bunların sonunda da geciken bir büyüme var.
Bizim anlayabildiğimiz kadarıyla, iktidarın kafasındaki plan şöyleydi: 2025 zor bir yıl olacak, 2026 kısmen toparlanma yılı olabilir. Ama 2027'ye gelindiğinde, Türkiye'de enflasyonun yeniden kontrol altına alınmış, faizlerin geriye doğru çekilmiş olduğu ve neredeyse 2010'lu yıllardaki canlı büyümenin tekrar yakalanacağı bir dönem başlayacaktı. Anladığım kadarıyla seçim takvimini de zaten buna göre ayarlamak isteyeceklerdi. Şimdi burada bu ihtimalin tamamen ortadan kalktığını düşünmüyorum. Bu 2025'in nasıl geçeceğine ve elbette muhalefetin bu süreci nasıl götüreceğine bağlı. Ama iktidar, bu yılı ekonomik açıdan büyük bir kaza geçirmeden tamamlayabilirse, 2026 ve sonrasında, hâlâ bir mucize olmasa da kendi açılarından toparlama ihtimalleri var. Toparlamaktan da kastım şu: Bir kriz yaşamadan, faizlerin biraz daha düşüp, tüketim olanakların biraz daha artırıldığı bir döneme tekrar başlayabilirler. Başa dönersem, vurgulamak istediğim kon şu: ‘’Piyasa güçleriyle karşılaştığında, iktidarın daha da otoriterleşmesinin sınırı budur. Çünkü Türkiye'nin kaynakları yok, doğal kaynağı yok, otoriterleşmede daha ileri gidemez’’ gibi naif bir yaklaşıma sığınmamamız, buna dayanmamamız gerekiyor. Çünkü Türkiye'de ekonomi yönetimi oldukça tecrübelendi. Örneğin Merkez Bankası rezervleri artık makroekonomik istikrarı sağlamak için değil, aynı zamanda siyasi gündemin yönetilmesi için de bir araç olarak kullanılıyor. Dolayısıyla iktidarın elinde çeşitli alet kutuları var ve bunu yönetebilirler. ‘’Ekonomi kötüleşecek ve ekonomik krizle bir kurtuluş gelecek’’ beklentisinin olmaması gerekiyor. Siyasete daha fazla alan açılması gerekiyor. Bu siyasetin, ekonominin de, Türkiye'nin de geleceğinin nasıl şekilleneceğinde daha geniş bir tartışma yaratması gerekiyor bence. Ancak oradan bir şeyler çıkabilir.

Ruşen Çakır: Ekonominin siyasetle ilişkisi, seçmen davranışlarıyla ilişkisi derken, genellikle geçim sıkıntısı, alım gücü vesaire öne çıkarılıyor ve daha genel bir şeye bakılıyor. Ama burada, özellikle Türkiye gibi ülkelerde çok, ciddi bir ‘’ahbap-çavuş kapitalizmi’’ denilen bir sistem var. Bu sistemde sadece büyük şirketlere imtiyaz sağlamak değil, aynı zamanda, birtakım insanlara verilen büyük ihaleler, küçük ihaleler, özellikle artık hem AKP hem de MHP olarak iki parçadan ibaret olan siyasi iktidarın yandaşlarına sunulan birtakım ekonomik imtiyazlar var ve aslında çarkı bunlar da döndürüyor. Biliyorsun biz genellikle, ‘’vatandaşa sosyal yardımlar azalınca, vatandaşın tercihi’’ diye konuşuyoruz. Ama bir de, bu ara kadrolar gibi tanımlanabilecek, daha orta, üst orta ya da üst sınıflardaki al-ver ilişkilerinde de çok büyük aksamalar yaşanıyor. Mesela iktidar belediyeleri kaybedince, iktidar yanlısı birçok vakıf, kurum, şirket, birçok fırsatı kaybetti biliyorsun. Artık oralardan beslenemiyorlar. Hatta İstanbul'a tekrar kayyum atanması beklentisinin çok ciddi böyle bir ayağı vardı. Kaynaklar kısıtlanınca, o klieantalizmin dönmesi de eskisi kadar mümkün olmuyor.  Bu da doğrudan partileri, siyaseti ve siyasi kadroları etkileyebiliyor. Şimdi herhalde birtakım iş çevrelerinde, “Bu iktidar gidici mi? Acaba ben şimdi yanaşsam mı?” diye düşünen çok sayıda insan da vardır.
Akçay: Evet, vardır. Ama bu ahbap-çavuş kapitalizmi ya da yandaşlara aktarılan paralar, dediğiniz gibi bir tabakayı tutuyor olabilir ya da birbirine aktararak çeşitli alt sözleşme ilişkileriyle daha küçük sermaye kesimlerine kadar yayılıyor olabilir. Ama ben bunun seçmen davranışında ya da genel olarak partilerin aldığı oylarda, örneğin bir istihdam kadar, işsizliğin artması ya da artmaması kadar büyük bir etki yaptığını sanmıyorum açıkçası. İktidarın kendini kuvvetlenmesi, kendisini pekiştirmesi, kendisini daha da yaygınlaştırması, sermaye grupları içerisinde kendisine daha kuvvetli taban bulması açısından elbette çok ciddi etkisi olabilir. Ama açıkçası bunun oy desteğine ne kadar yansıdığı konusuyla ilgili bir çalışma okumadım. Ama örneğin KOBİ'lerin durumunun, KOBİ kredilerinin siyasi davranışa etkilerini, örneğin Türkiye'de kullanılan bu Kredi Garanti Fonu’nun, 2017 referandumunda çok etkili olduğunu biliyoruz. Hatta bunu bizzat Binali Yıldırım söyledi. “Biz Kredi Garanti Fonu’yla 30 bin KOBİ'yi kurtarmasaydık, 2017 referandumunda çok zorlanacaktık” dedi. İktidar bu tip şeyleri iyi çalışıyor bence. Hangi toplumsal kesime kaynak aktarmasının kendisi için daha mantıklı olduğunu iyi çalışıyor. O nedenle şehirli orta sınıflardan ek vergi almanın, belki de kendisi için çok büyük oy kaybı yaratmayacağını düşünüyor ve örneğin, içkiye, otomobile, tütüne getirilen ek vergilerin ona çok da oy kaybettirmeyeceğini bildiği için belki de onların üstüne yüklüyor. Yani bu tip bir ince ayarlama hâlen çalışıyor anladığım kadarıyla.
Ama bütün bu kesimlerin, ancak ekonomik büyüme sürdüğü sürece iktidarın yanında kalacağını görmek lazım. AKP o anlamda bir büyüme koalisyonu. İş, büyümenin nimetlerini paylaşmak değil, ekonomik daralmanın külfetlerini, zararlarını paylaşmak olunca, o gemiden ayrılan pek çok toplumsal kesim olacaktır bence. O nedenle bütün dertleri zaten bu büyümenin sürmesi. Ancak çok bilinmez bir döneme başlıyoruz bence. Bu uluslararası ekonomide yaşanan gelişmeler, gümrük savaşları, ticaret savaşları, Türkiye'nin bölgesel durumu, Suriye'deki gelişmeler, ekonominin hâlâ uluslararası sermaye girişlerine bağımlı olması, pek çok bilinmezi bir araya getiriyor bence. Sermayeye dönersek, orada muhalefet açısından da çok karamsar bir tablo yok. Siyasetin kanalları bence hâlen açılabilir, açık. Elbette büyük bedelleri olsa da insanlar bunu kullanıyorlar. Ama diğer yandan, iktidarın da elindeki araçlar tamamen bitmiş durumda değil. Akıllı, stratejik davranarak süreci takip etmek lazım herhalde.

Ruşen Çakır: Evet. Bitirirken, senin bahsettiğin beşinci madde, iktidar içindeki grupların ilişkisi meselesi notunu düşeyim. Orada ilginç şeyler olabilir. 19 Mart'a paralel olarak çok değişik olaylar yaşayabiliriz. Çünkü hakikaten bir kriz var. Bu 19 Mart krizi, aslında siyasi iktidarın krizine dönüştü. Yani muhalefeti krize atmak için yapılan hamle, iktidarın krizine dönüştü gerçekten. Takip etmeye devam edeceğiz. Yayınımıza katıldığın için çok teşekkürler Ümit.
Akçay: Ben teşekkür ederim.

Ruşen Çakır: “İktidarın geleceğini ekonomi mi belirleyecek?” sorusunu Doç. Ümit Akçay’la konuştuk. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler. İyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
20.04.2025 Ben mi iyimserim yoksa siz mi kötümsersiniz?
19.04.2025 Birinci ayında 19 Mart: Bundan sonra neler olabilir?
18.04.2025 CHP mucizesi
16.04.2025 Özgür Özel Medyascope’ta: “CHP’yi yeniden sokakla tanıştırıyoruz, gerekirse 5 milyon da olacağız 10 milyon da”
13.04.2025 19 Mart Erdoğan’ın en büyük siyasi hatası olabilir: İşte hiç beklemediği on sonuç
06.04.2025 Erdoğan’ın CHP ile ilgili hiçbir hesabı tutmadı
05.04.2025 Ümit Akçay ile söyleşi: İktidarın geleceğini ekonomi mi belirleyecek?
04.04.2025 Haftaya Bakış (261): Boykot iktidarı neden korkutuyor? Bahçeli'nin dönüşü & CHP'nin olağanüstü kurultayı
04.04.2025 Siyasi iktidarın boykot paniği biteceğe benzemiyor
03.04.2025 Erdoğan gaza mı basacak, frene mi?
20.04.2025 Ben mi iyimserim yoksa siz mi kötümsersiniz?
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı