Türkiye'nin bir yörüngesi var mı?

09.06.2022 medyascope.tv

9 Haziran 2022’de medyascope.tv'de yaptığım değerlendirmeyi yayına Sara Elif Su Balıkçı hazırladı

Merhaba, iyi günler. Rahmetli babam, zamânında çok gazete okurdu ve gazeteleri okumaya önce Hürriyet gazetesinin ölüm ilânlarından başlardı. Biz de bütün çocuklar, hattâ annem de dâhil olmak üzere, onunla dalga geçerdik; ama muhakkak oradan başlardı, çünkü yaşı ilerledikçe, birtakım tanıdıklarının ve bildiklerinin acı haberlerine bakardı, çok yakın gördüğü kişilerin cenâzelerine de muhakkak giderdi.
Şimdi babamı çok daha iyi anlıyorum. Çünkü siz de burada tanık oluyorsunuz; artık neredeyse her gün, yakından ya da uzaktan tanıdığım, sevdiğim, takdir ettiğim insanların ölüm haberleriyle yaşıyoruz ve artık bir gazete almamıza gerek yok. Sosyal medya ânında bunu bize haber veriyor. Hattâ öyle ki, bâzı durumlarda hayâtını kaybetmeyenler hakkında –ne anlamı varsa– asılsız haberler çıktığı da oluyor.
Şu bir hafta içerisinde… Düşünüyorum da: Latif Demirci, Mevlâna İdris ve Tarhan Erdem’i kaybettik. Tarhan Bey benim çok sevdiğim, çok saygı duyduğum birisiydi. Kendisi ne kadar haberdardı bilmiyorum, ama ondan çok şey öğrenmiştim. Kendisini uzun uzun anlatmak istemiyorum, zîra bu hafta sonu “Gomaşinen”de, Tarhan Bey’le ilgili başlı başına bir bölüm yapacağım, cumartesi günü. Merak edenler oradan dinleyebilir.
Tarhan Bey’le ilgili en önemli hususlardan birisi –ki bugünkü yayınımın da ondan mülhem olduğunu söyleyebilirim, bana gazetecilikte çok ilham vermiştir–, Türkiye’nin yörüngesi var mı? Bu, onun da çok önem verdiği konulardan birisiydi, ama ben başka bir şey söylemek istiyorum. Tarhan Bey, artık Türkiye’de sayıları giderek azalan, herkesin bir şekilde takdir ettiği, ortak değer olarak gördüğü bir isimdi. Muhakkak ki onu sevmeyen, ondan değişik nedenlerle hoşlanmayan insanlar vardır, orası kesin; ama genel olarak bakıldığında o, yumuşak mizâcıyla, işleri ciddîye almasıyla, Türkiye’yi sevmesiyle ve konusunda çok iyi işler çıkartmasıyla, siyâset yaparken siyâsetçi olarak, ama daha çok da en son KONDA’da araştırmacı kimliğiyle öne çıkıyordu.
KONDA, Türkiye’de özel sektörün, ama siyâsetle ilgilenen herkesin bir şekilde önem verdiği, ciddîye aldığı bir kurum. Dolayısıyla Tarhan Bey, bu ülkenin ortak bir değeriydi ve maalesef Türkiye’nin artık ortak değeri, değerleri yok denecek kadar az. Unutulup köşede kalıyorlar, kendilerini öne çıkartmıyorlar; ama onun ötesinde, şahısların dışında, Türkiye’nin birlikte sâhip çıkabileceği bir ortak kurumu da yok. Meselâ, dokunulmaz olan, herkesin birleştiği… diyelim ki Anayasa Mahkemesi (AYM)… böyle bir şey yok. Yüksek yargı yok. Türk Silâhlı Kuvvetleri değil. Sorsanız, tabii büyük bir çoğunluk sever; ama her şey o kadar çok yıprandı, aşındı ki –özellikle AKP iktidârında ve özellikle AKP’nin son yıllarında– tek adam rejimiyle berâber, Türkiye tek adam elinde inşâ edilirken, bu otoriter sistem öncelikle bir şekilde bütün insanları bir arada tutabilecek kurumları ve değerleri yok etti. Çünkü bu tek adam sistemi esas olarak kutuplaşma üzerinden gidiyor.
Türkiye’de hep kutuplaşma oldu, hep farklı hayatlar oldu, çatışmalar oldu: Kürt-Türk, Alevî-Sünnî, sağ-sol vs. ama eninde sonunda bir yerlerde, beğenin ya da beğenmeyin, birtakım sorunlar, krizler olduğu zaman bir ortak akılla sorunlar halledilebiliyor ya da en azından ülke uçurumun kenarından alınabiliyordu. Şimdi, artık uçuruma doğru gidiyoruz ve burada ortak aklın oluşacağı konusunda çok ciddî bir şüphem var. Yörünge derken bunu kastediyorum. Birçoklarının gözünde tabii ki olayın tek sorumlusu Erdoğan, AKP hükûmeti, AKP iktidârı ve seçimle berâber her şey düzelecek. Tabii ki bunlar iyi temenniler, çok basit; ama hiçbir zaman tek sorumlu diyerek bir kişiyi alıp, o kişinin gitmesiyle, kim gelirse gelsin, nasıl gelirse gelsin her şeyin iyi olacağını düşünmek artık iyimserliğin ötesinde bir şey — ki ben kendimi iyimser olarak görürüm. Çünkü Türkiye’nin bir yörüngesi yok — kalmadı.
Şimdi, yörünge meselesine dönmeden önce, biraz öznel bir yayın oluyor farkındayım, ama bu sabah çok erken saatte Tarhan Bey’in konusunda duyduğum üzüntünün de etkisiyle uyandım ve kafamda bir cümle vardı. Şimdi cümleyi söyleyeceğim, konuyla hiç alâkası yok gibi gözükecek. Nasıl bir rüyâ ya da kâbus gördüysem, uyandığımda kafamda şöyle bir cümle vardı: “Türkiye’de gazeteciliğin kıblesi yok”. Kıble lâfıyla berâber, yok.
Şimdi, onun üzerine bayağı bir düşündüm, hazır kalkmışken notlar aldım ve muhtemelen bu başlıkla “Gomaşinen”in 100. nölümünü yapacağım ve “Gomaşinen”i de noktalayacağım. Onu erteledim. “Kıble” lâfını bâzıları çok dinî olduğu için doğrudan yadırgayabilir. Her anlamda, seküler bakanlar da, ya da daha dinî hassâsiyetleri olanlar da böyle konularda “kıble” lâfının kullanılmasını yadırgayabilirler; ama ben uygun olduğunu düşünüyorum. Gazetecilikte kalmadı; ama başlığa dönecek olursak, Türkiye’nin yörüngesi, Türkiye’nin kıblesi kalmadı. Türkiye nereye bakacak?
Birileri diyor ki: “Türkiye, İslâm medeniyetinin…” en son SADAT’çıların, böyle neydi? ASRİKA mı? Öyle birtakım teorileri de var. Erbakan’ın dillendirdiği Dünya İslam Birliği’nin çok daha âmiyâne hâlini Erbakan’dan fersah fersah geride oldukları belli olan insanlar kotarmaya çalışmışlar ve iktidardan da bayağı destek, teşvik vs. almışlar. İktidar kendilerine akıl danışmış. İktidar derken Erdoğan’ı kastediyorum.
Şimdi, onların çizdiği yörünge, işin içinde İslâm da olsa, ne olursa olsun, buralardan bir şeyler çıkmayacağı belli. Türkiye’nin yörüngesi ne? Bir zamanlar vardı: yakın bir zamâna kadar vardı. Çok basit söyleyecek olursak: Çağdaş uygarlık seviyesi diyelim ya da Batılılaşma diyelim. Batılılaşma sadece Cumhuriyet’in eseri değil de aslında Osmanlı’nın son döneminden îtibâren o çökmekte olan imparatorluğu kurtarabilmek için de benimsenmiş bir yörüngeydi ve böyle bir kıblesi vardı. Kıble diyorum, birileri kızacak; ama Türkiye’nin yönü Batı’ya dönüktü.
Şimdi Türkiye, AKP iktidârıyla berâber Batı’ya olan yörüngesini değiştirdi, iptal etti. Halbuki AKP’nin ilk yıllarında da durum aynıydı. Meselâ, Avrupa Birliği için Cumhuriyet’ten sonra en önemli proje olarak tanımladı. Aldatıcıymış, sonra gördük. Belli bir noktaya geldikten sonra, Batı sâdece iş görülecek, iktidarın bekasını sağlamak için ihtiyaç duyulanın alınacağı, gerektiğinde de hırpalanacak ve bu sâyede de iç politikada malzeme üretilecek bir olaya dönüştü ve artık yörünge olmaktan çıktı; ama Türkiye’nin yönü, yörüngesi Doğu da olmadı ya da Avrasya. Bâzılarının Avrasyacılık dediği olayın Erdoğan tarafından ciddi olarak benimsendiğini sanmıyorum. Yani şöyle de diyebiliriz: Keşke öyle bir şey olsa. “Öyle bir şey olsa” dediğim, desteklemek anlamında değil; ama en azından bir yörünge görürsünüz ve onu eleştirirsiniz.
Şu anda Türkiye, kendi etrafında dönen, giderek yalnızlaşan, hiçbir yörüngesi kalmamış bir ülke durumunda. Ülke giderek yoksullaşıyor. Tabii yoksullaşıyor derken, birtakım zenginlerin daha da zenginleştiğini, vahşi kapitalizmin post-modern versiyonlarının yaşandığını kabul etmek lâzım; ama ülkeye bir bütün olarak baktığımızda, insanların büyük bir çoğunluğu yoksullaşıyor. İnsanlar her anlamda, kültürel anlamda, siyâsî anlamda, ekonomik anlamda, sosyal anlamda, her anlamda yoksullaşıyor.
Türkiye çölleşiyor. Bu kadar dinamik bir ülkenin bu kadar hantal bir yere gitmesi, belli bir dinamizm yaşamak isteyen gençlerin otomatik olarak gözlerini yurtdışına çevirmesi ve yurtdışı derken de esas olarak Batı’yı hedef almaları... Sâdece Batı değil, bâzıları nereyi bulabilirse oraya gidiyor; ama tercih şansı olanlar tabii Avrupa’yı, İngiltere’yi, Kanada’yı, ABD’yi tercih ediyorlar. Ama Körfez ülkelerine gidenler de var; Asya’ya gidenler de var. Bunu, bize gelen, Medyascope’a gelen izleyici tepkilerinden anlıyoruz; bize yapılan Patreon bağışlarının, özellikle katkılarının yurtdışından, dünyanın değişik yerlerinden geldiğini görüyoruz ve bu insanların önemli bir kısmı Türkiye’yi çok ciddî bir şekilde kendilerine dert ediniyorlar. Gittikleri yerden yönlerini Türkiye’ye dönmüş durumdalar ve hepsi olmasa bile önemli bir kısmının, Türkiye’nin tekrar kendi ayakları üzerinde durup yörüngesi belli bir ülke olması hâlinde buraya gelmeseler bile, bu silkinişe, ayağa kalkışa, yeniden yapılanmaya katkıda bulunmaya hazır olduklarını görüyorum.
Tabii bu arada yurtdışına gidip, Türkiye’nin son dönemde içinde yaşadığı hâli fazlasıyla, hattâ kraldan çok kralcı bir şekilde benimseyenler ve bulundukları yerlerden, Türkiye’de bir şey yapmaya çalışanlara her vesîleyle sataşanların da olduğunu biliyoruz. Onlar bir kenarda dursun; ama büyük bir çoğunluk da, en azından daha heyecanlı olanlarda Türkiye’ye yönelik bir aşk olduğunu –gerçekten aşk olduğunu– söyleyebilirim. Şimdi, böyle bir yörüngesizlikte, Türkiye’nin kendi yolunu tekrar bulabilmesine imkân olarak seçimler görünüyor. Tamam, çok güzel; ama hâlâ çok soru işâreti var. Seçimler nasıl olacak? Seçim güvenliği nasıl sağlanacak? Erdoğan kaybederse gider mi gitmez mi? Erdoğan kaybeder ve muhâlefet gelirse bu ekonomik enkazı nasıl temizleyecek? vs. vs. Bunların hepsi önemli sorunlar; ama çok daha önemli bir şey var: Muhâlefet bir bütün olarak, Altılı Masa olsun başkaları olsun, ya da tek tek, Türkiye’ye nasıl bir vizyon sunuyor, Türkiye’ye ne diyor?
Güçlendirilmiş parlamenter sistem, demokrasi, hukuk devleti vs… bütün bunların hepsi iyi şeyler, tamam, hepsi iyi şeyler. Birçok yaranın sarılacak olması, bir restorasyon olacağı, hepsi iyi şeyler; ama hâlâ bütüncül bir vizyon, bir yörünge târifi yok. Yani, Türkiye’nin AB’ye tam üyeliği diye bir perspektifi, lâf olsun diye bile –olacağı yok zâten, çok uzaktayız; ama yıllar önce daha ortada hiçbir şey yokken bunu savunabilen insanlar vardı ve bu bir vizyondu– bugün muhâlefetten kimsenin bunu sindirerek telaffuz ettiğini görmüyorum. Özellikle dış politikada, AKP’yle bu “yerli ve millî”lik yarışına girmiş bir muhâlefet var, böyle bir durum var; ama her şey bir yana, dış politikayı falan her şeyi kenara koyalım: Bir bütün olarak bakıldığı zaman Türkiye’yi, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının –kimisi yurtdışına gitmiş olabilir, gözleri burada olabilir, kimisi burada farklı koşullarda yaşıyor olabilir– hepsini berâber heyecanlandıracak, ileriye baktıracak, özellikle genç kuşakların ülkeye daha heyecanla sarılmalarını sağlayacak bir vizyon, bir yörüngeden yoksun bir durumdayız.
Muhâlefet bunu veremiyor. Erdoğan’ın söylediği, 2023’te dünyanın on büyük ekonomisi… Bunu dedikçe, sürekli basamak basamak aşağıya düşüyoruz. Bir de Erdoğan her şeyi ekonomiye kitledi. “Verin yetkiyi, bakın ekonomi nasıl uçuyor” dedi: Evet, ekonomi uçtu, ama havaya doğru değil, yere doğru, uçurumdan aşağıya gidiyor ve hâlâ vizyon diye sunabildiği bu ve bunun da hiçbir şekilde olabileceğinin işâreti yok; ama iktidârın bu kadar insanları heyecanlandıramadığı, onlara ileriye dönük bir perspektif sunamadığı bir yerde, muhâlefetin çok etkili birtakım çıkışlar yaptığını, büyük bir anlatı dile getirdiğini görmüyoruz.
İşte bu bağlamda, dün değindiğim –onunla ilgili bir yayın yaptım biliyorsunuz– Erciyes Üniversitesi, biliyorsunuz daha önce de çok yazdık. Medyascope’taki “İslâmcılar Atatürkçülüğü yendiler, ama Atatürk’e mağlup oldular” yazısı da bunu ele alıyordu. Bu çok önemli bir tema. İşte, böyle bir yerde Atatürk ortaya çıkıyor. Hâlâ insanlara, gençlere bugün kimse bir vizyon sunamadığı için, bir yörünge sunamadığı için, Atatürk’e sarılıyorlar. Bunda bir sakınca yok; ama keşke Atatürk’te gördükleri o vizyon arayışını, yörünge arayışını birileri bugün –kişi ya da gruplar ya da partiler ya da çevreler, sivil toplum içerisinde birtakım kuruluşlar– gençlere böyle bir vizyonu, böyle bir perspektifi sunabilse.
Atatürk bir yere kadar, bir dönemin insanı. Hâlâ bazı fikirleri kimilerine göre geçerli olabilir, kimilerine göre artık onların da aşılması gerekiyor olabilir; ama şunu biliyoruz ki Mustafa Kemal Atatürk o ülkede, o Türkiye’de, inşâ edilen ulus-devlette, herkes katılmasa da, herkes memnun kalmasa da insanlara ileriye yönelik bir vizyon çizdi. Batılılaşma ya da çağdaş uygarlık seviyesini yakalama diye özetlenebilecek bir şey çizdi. Burada çok sorunlar yaşandı, şu oldu bu oldu; hepsi bir yana, o dönemin koşulları içerisinde nelerin nasıl olduğunu tartışmak ayrı bir konu, ama bugün, günümüz Türkiye’sinde kimselerin Atatürk’ü arkasına alarak ya da almayarak ya da karşısına alarak, her ne olursa olsun kendi başlarına bu ülkenin gençlerine, vatandaşlarına bir vizyon, bir yörünge sunamadığını görüyoruz. İşte sorun burada. Türkiye’de gençlerin hepsi olmasa bile bir kısmı, kendini Atatürk üzerinden yeniden tanımlamaya gidebilir; bu belli bir anlamda işlerini görebilir, eyvallah, ama esas olarak bugün, günümüzde birilerinin, günümüz teknolojilerine, günümüz toplumsal hareketlerine, günümüz stratejik sorunlarına, ekonomik sorunlara vâkıf olup ondan hareketle bir vizyon, yörünge sunabilecek kişilere, kurumlara ihtiyacımız var; ama şu hâliyle baktığımızda, kutuplaşmanın, ülkeyi kutuplaştırmanın temel alındığı bir perspektifte genellikle uyuşma değil, çatışma ön plana çıkartılıyor ve böyle böyle, ülke birbiriyle kendi içerisinde kavga ederek, aslında Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları hep birlikte yaşadıkları yeri birlikte çölleştiriyorlar.
Buradan çıkma imkânlarını benim gibi iyimser olmaya çalışanların bile görmekte bu kadar zorlanıyor olmasının çok mânîdar ve acı olduğu kanısındayım. Çok da fazla canınızı sıkmak istemiyorum, bir yerde noktalayayım. Bu yayını biraz erken kaydettim, siz bu yanı izlerken ben Sakarya’da İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in bazı ilçe ziyâretlerini tâkip ediyor olacağım. Hâlâ siyasette umut… Sonuçta Türkiye kendini yenileyecekse, Türkiye kendine yeni bir yörünge bulacaksa ya da eski yörüngesini update edip yeniden belirleyecekse, bunun esas yolu tabi ki kaçınılmaz bir şekilde siyâset olacak ve siyâsetin aktörlerini yerinde görmek de bir gazeteci olarak benim öteden beri çok sevdiğim bir husustur. Pek yapamadığım bir şeydi, bunu da bir tür siftah olarak görüp, başka siyâsî liderlerin, özellikle İstanbul dışındaki faaliyetlerini bundan sonra daha fazla izlemek istediğimi de söyleyeyim.
Meral Akşener’le ilgili izlenimlerimi de herhalde yarın Medyascope’tan sizlerle paylaşırım. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
22.06.2025 “Öcalan Kürtleri satıyor” koalisyonu
20.06.2025 Özel mi, Erdoğan mı? Kim daha önce pişman olacak?
19.06.2025 Öcalan niçin İsrail’in karşısında, Ankara’nın yanında?
18.06.2025 “İç cepheyi tahkim”e İmamoğlu, Demirtaş ve diğer siyasi tutsakları tahliye ederek başlayabilirsiniz
17.06.2025 Ekrem İmamoğlu’nun duruşu
16.06.2025 Nedir şu Fethullahçılardan çektiğim!
15.06.2025 Öcalan’ın İsrail ile, İsrail’in Öcalan ile ne alıp veremediği var?
15.06.2025 İran’ın yanında, rejiminin karşısında
14.06.2025 Erdoğan CHP’yi yeniden istediği kıvama getirebilir mi?
13.06.2025 Gaziosmanpaşa’nın gösterdiği AK Parti realitesi
22.06.2025 “Öcalan Kürtleri satıyor” koalisyonu
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı