Ergenekon soruşturmasının ilk başından beri şu soru kafaları kurcaladı: Gerçekten ülkeyi kaosa sürükleyip darbe yapmak isteyenlerden oluşan bir “terör örgütü” mü etkisiz hale getirilmek isteniyor, yoksa AKP iktidarının en gözükara muhalifleri olan ulusalcılar mı tasfiye edilmek isteniyor?
Dün 12. dalgayı yaşadık. Her dalgada farklı profillerde kişiler gözaltına alındı, farklı kurum ve kuruluşlar hedefe konuldu ve farklı suçlamalar dile getirildi. Bunlara paralel olarak yukarıdaki soruya da neredeyse her dalgada farklı cevaplar verildi. Bazen savcılar zanlıları harmanlayıp aynı dalga içerisinde birbirleriyle uyuşması pek mümkün olmayan isimleri kapsama alanlarına alınca kafalar iyiden iyiye karıştı.
Açıkçası hayli savruk olan ilk iddianame durumu netleştireceğine daha da belirsizleştirmişti. Mahkeme safhasında da kamuoyu neyin ne olduğunu pek anlayamadı. Fakat emekli orgeneraller Hurşit Tolon ve Şener Eruygur’la birlikte işin içine darbe iddiaları; İbrahim Şahin’le de “Susurluk” ve faili meçhuller girince Türkiye’nin karanlık geçmişiyle yüzleşmekte olduğunu ileri sürenler daha haklı gibi göründüler. Nitekim 2. İddianame’de darbe girişimi iddialarının merkeze alınmasıyla birlikte şüpheler büyük ölçüde ortadan kalkar gibi olmuştu...
Prof. Saylan’ın sözleri
Ama dün işin rengi yine değişti. Ergenekon savcılarının darbe girişimleri konusunda sonuna kadar gidip gitmeyeceğini; Özden Örnek ve Mustafa Balbay günlüklerinde isimleri geçen diğer eski subayları da sürece dahil edip etmeyeceklerini umutsuz bir merakla beklerken dün sabah ülkenin dört bir yanından eski ve aktif görevde rektörler, ÇYDD, ADD, ÇEV ve 68’liler Vakfı gibi kuruluşlarla irtibatlı kişilerin isimleri yağdı.
Daha önce de öğretim üyeleri, yazarlar ve sivil toplum kuruluşlarının temsilcilerinin ev ve işyerleri basılmıştı, ancak Prof. Türkan Saylan’ın adını duyduğum andan itibaren dünkü operasyonun öncekilerden özü itibariyle çok farklı olduğu duygusuna kapıldım. Neden böyle hissettiğimi keşfetmem için Prof. Saylan’ın evinde gazetecilerle yaptığı sohbeti izlemem yeterli oldu. Prof. Saylan orada bize çok ama çok önemli birkaç noktayı hatırlattı:
1) Cumhuriyet mitinglerinin düzenleyicileri arasında olmasına rağmen İzmir mitinginde kürsüde konuşma yapmasına izin verilmemişti zira o “ne şeriat ne darbe” diyerek tercihini açık ve cesur bir şekilde demokrasiden yana yapmıştı.
2) Kurucu başkanı olduğu ÇYDD’nin eğitim alanındaki faaliyetleri bazı çevrelerin hiç hoşuna gitmiyordu ve sırf bu yüzden gerek kendisi, gerekse ÇYDD aleyhine sürekli ve sistemli olarak karalama kampanyaları yürütülüyordu.
Hem demokrat, hem laikçi
Prof. Saylan ve arkadaşlarıyla laikliğe bakışımda derin farklılıklar bulunuyor. Onları kabaca “laikçi” bulurum. Bununla birlikte onların laikliği ve buna bağlı olarak çağdaş yaşamı koruma, destekleme ve güçlendirmek için sivil toplum faaliyetlerini temel almalarını; müthiş bir diğerkâmlık performansı göstermelerini ve eğitim alanındaki başarılarını hep takdir etmişimdir. Ama Prof. Saylan ile onun ÇYDD’deki yol arkadaşlarının Türkiye’ye en büyük katkıları bize şunu öğretmiş olmalarıdır: Laikliğe duyarlı herkes illa çözümü demokrasi dışı yollarda aramak ve illa ulusalcı olmak zorunda değildir.
Evet bazıları her “laikçi”yi ulusalcı ve hatta darbeci olarak görüyor ve göstermek istiyor. Ama ÇYDD pratiği bize bunun şart olmadığını çok açık bir şekilde kanıtladı. Doğrudur, her ulusalcı, laiklik konularını öne çıkarıyor olabilir ancak ulusalcı akımın en belirgin rengi, birilerinin bize ısrarla göstermeye çalıştığı gibi “laikçilik” değil demokrasi karşıtlığı, yani otoriterlik ve hatta totaliterliktir. Halbuki Prof. Saylan bize ısrarla “12 Eylül’ü yaşamış kişiler olarak darbeleri savunmamız asla mümkün değil” diyor. Kaldı ki dava belgelerinden, bazı Ergenekon zanlılarının Prof. Saylan gibileri için “gardrop Atatürkçüsü” diye aşağıladıklarını da biliyoruz.
Dün itibariyle Ergenekon soruşturmasının kapsama alanının “ulusalcılık”tan “laikçilik”e doğru belirgin bir şekilde kaydırmış olan savcılar bizi hiç tartışmasız bir şekilde Prof. Saylan ve ÇYDD’deki arkadaşlarının demokrasi dışı yollara tevessül etmiş olduklarını, hiç gecikmeden kanıtlamak zorundadırlar. Aksi takdirde ÇYDD’nin eğitim alanındaki faaliyetlerine gölge düşürülmek istendiği yolundaki iddiaları güçlendirmiş olurlar.