Transatlantik: Trump'tan Maduro'ya tehdit, Rusya-Ukrayna savaşının geleceği belirsiz

03.12.2025 medyascope.tv

3 Aralık 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız Transatlantik’i yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. ‘Transatlantik’le tam kadro karşınızdayız. Washington'da Gönül Tol ve Ömer Taşpınar'la beraber, geçen haftaki konuları bıraktığımız yerden konuşacağız. Arkadaşlar, yayına hoş geldiniz. Gönül, sen son anda toplantın çıktığı için geçen hafta katılamamıştın. Onun için geçen haftaki yayında https://medyascope.tv/2025/11/26/ukrayna-savasi-bitiyor-mu-trumpin-gozu-venezuelada-video/ Ömer'le konuştuğumuz, ama hâlâ gündemi epey meşgul eden Venezuela olayını, bir de Ukrayna-Rusya Savaşı’nın bitme ihtimalini konuşalım. Önce seninle ve Venezuela konusuyla başlayalım. Geçen hafta biz konuştuğumuzda, Trump henüz çok fazla dillendirmiyordu ama şimdi açık açık Maduro’yu “Ayağını denk al, ülkeyi terk et” diye tehdit etti. Venezuela'da Maduro‘nun bayağı olağanüstü tedbirler aldığı söyleniyor. Bu olayın aslı nedir? Sadece oradaki birtakım doğal zenginliklere konmak mı yoksa Trump'ın başka bir hesabı mı var? Çünkü Trump, Karayipler’de özellikle uyuşturucu kaçakçılığına karşı birtakım şeyler yapma iddiasında ama, Venezuela'da rejimle bir derdi var sanki. Olay siyasi mi, ekonomik mi, hepsi mi?
Gönül Tol: Trump “Biz uyuşturucu kaçakçılığıyla mücadele ediyoruz” diyor. Fakat Karayipler’de vurulan gemilerin uyuşturucu taşıdığına dair ciddi şüpheler var. Bunu çok ciddi bir durum olarak görüyor ve iç siyasi mesaj açısından da “Bakın uyuşturucu kaçakçılığıyla, kaçak göçmenlerle mücadele ediyoruz” söyleminin bir parçası olarak kullanıyor. Fakat bu uyuşturucu kaçakçılığı ile mücadele söylemi çok zayıf. Çünkü Trump daha dün, uyuşturucu kaçakçılığından Amerika'da hapishanede olan Honduras'ın eski Cumhurbaşkanını affetti ve adam salıverildi. Dolayısıyla, uyuşturucu kaçakçılığı mevzusu çok inandırıcı gelmiyor. İkinci söylenilen şey, senin söylediğin gibi petrol rezervleri. Gerçekten de Venezuela dünyanın en büyük petrol rezervine sahip. Ama orada da şöyle bir problem var: Aslında Venezuela dünyadaki petrolün sadece %1'ini üretiyor. Bu, “Venezuela meselesine bu petrol meselesi yüzünden soyundu” söylemini de zayıflatan bir şey. Çünkü Chevron, Venezuela'da faaliyet gösteren tek Amerikan petrol şirketi. Chevron yetkilileri “Venezuela'nın petrolü çok düşük kalite bir petrol” diyor. Bu bir. İkincisi, Amerika zaten dünyanın en büyük petrol üreticisi. Bu arada, “Maduro’yu devirelim. Böylece Venezuela daha fazla petrol üretebilsin” diyen var. Fakat aslında bu da gerçekçi değil. Çünkü ciddi bir altyapı sıkıntısı var ve petrol kalitesinin düşüklüğü nedeniyle ciddi yatırım gerektiriyor. Bütün bunları göz önüne aldığımızda, bir 10 yıl ve milyarlarca dolarlık yatırımdan bahsediyoruz. Yani, ‘’Hemen bugün Maduro’yu devirelim, akşamdan sabaha Venezuela'nın petrolüne konalım’’ fikri de çok mantıklı değil.
Geriye, rejim değişikliği ve iç siyasi amaçlar kalıyor. Trump yönetimi rejim değişikliği konusunu artık çok net dillendiriyor. Bunu nasıl yapacaklar bilmiyoruz. 15 bin kadar Amerikan askeri, Venezuela açıklarında gemilerde ve bunlardan bir kısmı Usame bin Laden'i öldüren Özel Kuvvetler’den. Bir suikast mı yapılacak ya da Venezuela Ordusu’na baskı yapılıp Maduro'yu desteklememeye başlamaları için bir şey mi oluşturulacak, bunu bilmiyoruz. Ama rejim değişikliği konusu çok sık tartışılıyor. Bu aslında Trump'tan çok, Marco Rubio'nun gündemi. Bu mesele, Trump'ın birinci döneminde, Trump'ın Dış Politika Milli Güvenlik Danışmanı John Bolton’un gündemindeydi aslında. 2019'da Venezuela'da çok büyük protestolar olmuştu. Amerika o dönemde protestoları desteklemek için bir sürü adım attı, yaptırım getirdi ve Maduro'ya çok baskı oluşturdu, muhalefet liderini ülkenin meşru lideri olarak kabul etti, gerçekten bir rejim değişikliğine gidilmek istendi. O dönem John Bolton'un düşüncesi şuydu: “Eğer Venezuela'da bir rejim değişikliği olursa, Güney Amerika'daki sosyalist üçlü, ardından, Küba ve Nikaragua da düşer.’’ Fakat bu olmadı.
Şimdi, Marco Rubio bunu destekliyor. Çünkü Marco Rubio Senatör olduğu günden bu yana, Küba konusunda en şahin isimlerden birisi oldu. Kendisi Florida Senatörü’ydü. Florida'da ciddi bir Küba popülasyonu var ve bunların çok önemli bir kısmı Küba'da rejim değişikliğini savunuyor. Marco Rubio'nun da başkanlığa aday olacağını varsayabiliriz bence; planlarında bu var. Bunu düşündüğümüzde, Trump’ın, Marco Rubio'nun itmesiyle bir rejim değişikliği stratejisini benimsemiş olması çok muhtemel. Ama dediğim gibi burada da sorunlar var. Eğer amaç burada Venezuela Ordusu’na baskı yaparak Maduro’ya desteğini çekmesini sağlamaksa, bunu yapabileceklerinden çok emin değilim. Çünkü Venezuela Ordu’sunun, 2019'da yaşanan olaylardan ve Amerika'nın güttüğü politikadan öğrendiği bir şey var, o da, Trump’ın şimdi bastırdığı, ama dikkatinin kısa bir süre sonra başka bir yere kayacak olması. Dolayısıyla, Maduro gitse ve yerine herhangi bir başka isim gelse bile demokrasiye geçişten bahsetmek güç. Organize bir muhalefet de yok.
Şunu söyleyerek bitireyim: Dün yapılan bir kamuoyu yoklamasına baktım. Venezuela'ya askeri operasyona, özellikle MAGA tabanında çok ciddi bir direnç var. Trump'a destek oranı çok düşmüş durumda, en son %38'e düştüğünü gördüm. Bu gerçekten çok dramatik bir düşüş. Böyle bir dönemde özellikle tabanından gelen baskıya karşı ve Cumhuriyetçi Parti’nin içinden de buna çok ciddi karşı çıkışlar var. Mesela Eylül ayında Karayipler’deki bir gemiye bir saldırı yapılmıştı. Orada birkaç kişi öldü ve bunun sonucunda Kongre’de, “Bu yaptığımız savaş suçu” diye bir tartışma başladı. Amaç rejim değişikliği ise, ne rejim değişikliğinin demokrasiye evrileceğine dair bir emare var ne de Trump'ın tabanında ve partisinin içinde buna destek var.  Her anlamda riskli bir siyaset.

Ruşen Çakır: Ömer, Venezuela’da Hugo Chavez'den devralınmış bir rejim var. Maduro’ya sol popülist mi diyoruz, ne diyoruz? Bir de karşısında muhalefetin lideri María Corina Machado var, Baktım, son yılda dünya çapında üç büyük ödülü almış. 2024’te Václav Havel İnsan Hakları Ödülü’nü, Sakharov Düşünce Özgürlüğü Ödülü’nü ve 2025’te Nobel Barış Ödülü’nü aldı. Tüm dünya diyemeyiz ama Batı dünyasının çok itibar ettiği birisi ve anladığım kadarıyla, ABD'nin müdahalesine çok da fazla itiraz etmiyor, hatta belki de teşvik ediyor. Bu biraz kafa karıştırıcı değil mi? Nasıl olacak?  Seçimde muhalefet kazanmıştı sanki, ama bir şekilde, hileyle hurdayla Maduro tekrar yerini korudu. Ama bu tartışma herhalde Amerikan medyasında da yapılıyordur. Bunun böyle olması müdahaleyi meşrulaştırır mı? Böyle bir müdahalenin ardından gelecek olan yeni yönetim meşru olur mu? Bu tartışmalara ne diyorsun? Bunlar son derece doğal şeyler mi? Nobel Barış Ödüllü Machado, pekâlâ Amerikan’ın doğrudan ya da dolaylı müdahalesiyle ülkenin başına geçebilir sanki.
Ömer Taşpınar: Machado herhalde Amerikan namlularıyla Amerikan askerinin önünde veya arkasında böyle bir şey yapmaktansa, ülkede rejimi bir toplumsal dalgayla bir seçimle veya bir devrimle götürmeyi tercih eder. Bildiğim kadarıyla İspanya'da ülke içine giremiyor. Batı figürleriyle konuştuğunda, onlara “Bu içerideki rejimin bir meşruiyeti kalmadı. Bu bir mafya rejimi. Bunlar seçimleri de yapmıyorlar. Bütünüyle bir diktatörlük kurulmuş durumda. Ülke, bir narkotrafik üzerine gidiyor ve meşruiyetini kaybetmiş bir ülkedir” konusunu anlatmaya çalışıyor. Tabii ki kendi ülkesini şikâyet etme konusu insanları rahatsız ediyor. “Bu nasıl bir kişi, Batı bu kişiye nasıl destek veriyor?” veya ‘’Amerikan emperyalizminin arkasına sığınmış’’ deniyor. Ama eğer içeride yapabileceği bir şey kalmamışsa, içeride yüz binlerce kişi baskı altındaysa, ben Machado’nun bir şekilde Batı’da Venezuela meselesini canlı tutup, Batı’nın da destek vermesini çok yadırgamıyorum. Tabii buna bütünüyle anti-Amerikan çerçeveden bakacak olursak, Chavez nasıl bir sembolü ise, Maduro da emperyalizme karşı bir mücadelenin sembolü. Burada kötü adam Amerika ve Batı emperyalizmi diyecek olursak, tabii ki roller değişiyor. 

Trump'ın Venezuela'da yapmak istediğinin bir de göçmenler boyutu var. Gönül iç politikadan bahsetti, Trump’ın uyuşturucuyla mücadele konusunda söyledikleri çok tutarlı değil. Amerika'da asıl uyuşturucu meselesi fentanil. Artık Amerika'da ölümlerin çoğu kokainden değil, sentetik bir madde olan fentanilden oluyor. Bunun ana ham maddesi Çin'den geliyor, Meksika'da yapılıyor ve Meksika üzerinden Amerika'ya giriyor. Dolayısıyla, Venezuela'nın burada oynadığı çok büyük bir rol yok. Kokainin büyük bir kısmı da Kolombiya'dan geliyor. Gönül’ün programın en başında söylediği şey arada kaynamasın; Trump, kokainle bu kadar mücadele etmek istiyorsa, kokain ticareti yapmış, narkotrafiğin başında olan Honduras Eski Cumhurbaşkanı’nı da serbest bırakmazdı herhalde. Honduras'ta şimdi bir seçim oluyor ve sağ partinin kazanmasını istiyor, sol partinin değil. Sağ partinin eski Cumhurbaşkanı, sağ partiye de destek veriyor. Bir bakıma sağ parti aynı zamanda Trump'tan destek almak için uğraşıyor ve bunu da Trump'tan rica ettiler, Trump da “Tamam” dedi. Amerika'da bu konuda ciddi bir gazetecilik yapılmıyor. Honduras Cumhurbaşkanı’nın serbest, yeterince gündemde değil, bunun “Bu nasıl narkotrafikle mücadele?” diye manşetten veriliyor olması lazım.
Onun dışında, Venezuela'dan gelen göçmen meselesi var. Göçmenlerin çoğunun Meksika sınırından girdiği belli, çoğu da Venezuelalı değil. Ama ‘’Venezuela hapishanelerini boşaltıyor ve Amerika'ya bir sürü suçlu yolluyor’’ söylemi, MAGA tabanında karşılık buluyor. Aynı zamanda, bu gemileri vurma meselesinde de son gördüğüm kamuoyu yoklamalarında “bunlar Amerika'ya kokain getiriyorlarsa tabii ki vurulsun” deniyor. Ama arkasından ne olacak, Venezuela'da ne yapacağız? Venezuela'ya kara harekâtı mı yapacağız? Venezuela’ya bir kara harekâtı söz konusu olursa, buna Amerikan halkı karşı çıkabilir. Çünkü bu, tam anlamıyla Irak'a benzer bir macera haline gelebilir. Bana göre yapmak istedikleri şey, ekonomik abluka altına almak ve terörist ilan ettikleri bazı narkotik grupları, hava kuvvetleriyle havadan vurmak, terörle mücadele kapsamında bunu satmak, pazarlamak ve hem askeri hem ekonomik baskıyı sonuna kadar arttırmak.
Geçen hafta Trump Maduro ile bir telefon konuşması yapmış, bu da çok ilginç. Maduro'ya “Ülkeden çıkmak için bir haftan var” dediği iddia ediliyor.  Washington Post’ta hafta sonunda bir makale çıktı, çok ilginçti. “Maduro’nun gidebileceği ülkelerden en mantıklısı Türkiye” dediler. Türkiye'ye gelirse hem Erdoğan'la ilişkisi iyi hem de Erdoğan'ın Trump'la ilişkisi iyi. O nedenle Trump buna göz yumar, bir şekilde Türkiye'de Akdeniz kıyısında veya Ege'de güzel bir şekilde yaşar. Zaten Türkiye’ye dünya kadar da altın getirdi” diyorlar. Onun bir Türkiye boyutu da var. Yani Trump Maduro’nun ülkeden çıkmasını istiyor gibi. Çünkü Trump'ın istemediği şey, tabanda, ‘’Biz dış maceralara, dış politikaya neden bu kadar önem veriyoruz? Neden İran, Ukrayna, Venezuela bu kadar gündemimizde?’’ gibi bir şikâyet varken, ki aynı taban hayat pahalılığından, ekonomiden, Trump'ın iç meselelere yeterince odaklanmamasından şikayetçi, bir kara harekâtı söz konusu olmayacak. Eğer Trump'ın istediği olursa, Maduro üzerindeki baskı artarsa, ki askerden bir baskı gelmesi gerekiyor, içeriden bir generalin ya da birinin çıkıp “Artık vakit geldi, senin çıkman gerekiyor” demesi gerekiyor, ülkeyi bombalamadan, ülkede belirli yerleri ve terörist ilan ettikleri şebekeleri vurmadan olmayacak gibi geliyor.
Son olarak da şunu söyleyeyim: ABD Savunma Bakanı Pete Hegseth, şu anda basında odak altında. Çünkü bu vurdukları kokain taşıyan gemi gibi bir tanesinde eylül ayında ilk vuruştan sonra bazı yaşayanlar oldu. Yani gemi dağılıyor ama suda hâlâ yaşayanlar var. İkinci ve üçüncü kere vurma emrini Hegseth’in verdiği ve bunun da Cenevre Konvansiyonu’na aykırı olduğu, dolayısıyla savaş suçu işlediği yönünde bir baskı var. Savaş Bakanlığı hemen Amiral’e suçu attı, “Bunu Amiral yaptı, Amiral kendi yetkileri çerçevesinde bu kararı aldı” dedi. Halbuki Pentagon içinden basında konuşanlar “Hepsini vurup öldür emrini Hegseth verdi” diyorlar. Bu nedenle de şu anda Kongre’de bir infial hâli var. O Amiral Kongre’ye gelip konuşacak. Bakalım ne diyecek? Muhtemelen Bakan’ı koruyacak. Pentagon'da da bunlar dönüyor şu anda.

Ruşen Çakır: Evet, Allah size orada kolaylık versin diyeyim. Gönül, başladığından beri şu bitmeyen savaşı konuşuyoruz Transatlantik’te. Nihayet sanki bir şeyler çözülüyor gibi oldu. Geçen hafta Ömer'le konuştuk, “Ukrayna ile Rusya arasındaki meselede, ABD'nin Rusya'ya yakın bir pozisyon alma ihtimali var” dendi ama hâlâ bir şey yok ve savaş da sürüyor. Sürekli görüyorum Ukrayna'da patlamalar oluyor ve siviller ölüyor. Yine bir şey çıkmayacak galiba, değil mi?
Gönül Tol: Çıkacağını düşünmüyorum. Art arda toplantılar yapıldı. Galiba dün, Steve Witkoff ve bir Amerikan delegasyonu Moskova'daydı, Rus yetkililerle görüşüldü. Putin toplantıya galiba şahsen katılmadı ama Putin'in ekibi katıldı.
Ömer Taşpınar: Putin de katıldı. Kameralar önündeydi.
Gönül Tol: Ama bir şey çıkmadı, bir şey çıkacağa da benzemiyor bence. Çünkü şöyle bir dinamik var: Trump, sonucu her ne olursa olsun bu savaşı bitirmek istiyor. Trump'ın bu savaşı bitirerek, dizayn etmeye çalıştığı oluşturmaya çalıştığı bir vizyon yok. “Bitsin de nasıl biterse bitsin” diyor. Bu, Putin'in elini çok güçlendiren bir durum. Çünkü burada zayıf olan Ukrayna. Putin şöyle düşünüyor: Birincisi, ne Zelensky ne Putin, Trump'ın müzakerelerine ‘’hayır’’ diyen taraf olmak istemiyor, o çok net. Zaten Ukrayna ekibi, eylül ayındaki Birleşmiş Milletlerdeki toplantının ardından gazetecilere, “Bundan sonra ‘’hayır’’ diyen taraf biz olmayacağız. Çünkü Trump'a ‘’hayır’’ dediğinizde, çok radikal bir tavır değişikliğine gidebiliyor. O nedenle mümkün olduğunca, müzakereleri devam ettirelim” diyorlar. Bu arada her iki taraf da ‘’biz askerî olarak sahada ilerliyoruz’’ mesajını vermeye çalışıyor. Çünkü askerî olarak kim kazanıyorsa, Trump’ın onun yanında durma eğilimi var. Yine eylül ayından bir örnek vereyim. Birleşmiş Milletler toplantıları sırasında Zelensky, Trump'la kısa bir görüşme yapıyor ve o görüşmede bir harita açtığı söyleniyor ve haritada Trump'a “Bakın biz buraları aldık, askerî olarak çok ilerliyoruz, başarılı bir operasyon yürütüyoruz” dediği söyleniyor ve Trump hemen o toplantıdan çıkıp sosyal medyada “Ukrayna çok iyi gidiyor. Bütün topraklarını alabilir ve hatta Rusya'dan da toprak alabilir” diye bir mesaj paylaşmıştı. Bu hiç gerçekçi bir şey değil. Her iki tarafın da stratejisi, mümkün olduğu kadar Trump'a hayır dememek, müzakerelerde yapıcı rol oynamaya çalışmak ve askerî olarak kazandığı mesajını vermek. Bu durumda Trump bir an evvel bitirmek istediği için, Putin zamana oynuyor, Ukrayna'nın kabul edemeyeceği şartlar öne sürüyor. Müzakerelere katılıyor, “Tamam, müzakerelere açığız” diyor. Fakat Ukrayna'nın asla kabul edemeyeceği, özellikle toprak talebinde bulunuyor ve Ukrayna'nın ‘’hayır’’ diyen taraf olmasını istiyor. Böylece Trump'ı kendi yanına çekmeye çalışıyor.
Zelensky bu durumda eli daha zayıf olan taraf. Fakat Zelensky'nin de kendi yakın çevresinde ciddi yolsuzluklar yapılıyor. Hatta yakın bir danışmanı bu nedenle görevden alındı. Zelensky zayıflamış durumda. Bu kadar zayıf bir noktadayken, bir de toprak meselesinde Rusya'ya taviz veren taraf olmak istemiyor. Çünkü bir taraftan Ukrayna halkı gerçekten savaştan bıkmış durumda. Fakat aynı zamanda da Rusya'ya toprak vermeye kesinlikle karşı çıkıyor. O yüzden Zelensky zaten zayıf olan pozisyonunu daha da zayıflatmak istemediği için, Rusya'nın bu toprak talebine ‘’evet’’ diyebilecek bir durumda değil. Bu bizi nereye getiriyor? Her iki taraf da sonsuza kadar uzayabilecek müzakerelerle katılıyor, görüşmeler yapıyor. Fakat iki taraf da aslında gerçekten bir ateşkesi sağlayacak adım atma eğiliminde değil. Bu arada Rusya ne yapacak? Putin mümkün olduğu kadar sahada denklemi değiştirmeye çalışacak, askerî operasyonlara hız verecek ve eğer bir gün gerçekten müzakere masasına iyi niyetle oturmaya karar verirse, mümkün olduğu kadar elinin güçlü olmasını istiyor. Bu da bize neyi anlatıyor? Bu müzakerelerden bir şey çıkacağını ben zannetmiyorum. Muhtemelen önümüzdeki yıllar içerisinde bu savaş devam edecek. Burada Avrupa'ya çok büyük iş düşüyor.

Ruşen Çakır: Onu, her ne kadar Washington'da olsa da, içimizdeki Avrupalı ve De Gaulle’ün yaşayan temsilcisi olarak Ömer'e sormak istiyordum. Ama sen sözünü tamamla. Bıraktığın yerden Ömer'le devam edelim. Evet, Avrupa'ya büyük iş düştüğünü söyledin.
Gönül Tol: Sadece burada şunu söylemek lazım: Amerika artık Ukrayna'ya hiçbir finansal destek vermiyor. Bu arada Avrupalılar “Ukrayna’ya finansal olarak destek veren taraf biziz, fakat bu müzakerelerden bizim haberimiz yok” duygusundalar. Mesela bugün NATO Dışişleri Başkanlığı’nın toplantısı var. Marco Rubio o toplantıya katılmıyor ve Avrupa da bu müzakerelerin dışına itilmiş durumda. O yüzden Avrupa'nın, Ukrayna'yı finansal olarak nasıl desteklemeye devam edeceğine karar vermesi gerekiyor. Avrupalı liderler net olarak “Biz Ukrayna'nın parası olmadığı için bu savaşı kaybetmesine izin vermeyeceğiz” diyor. O yüzden de bu savaşı finanse etmeye devam etmek için bir finansal çözüm bulunmaya çalışıyor.

Ruşen Çakır: Ömer, Gönül’ün bıraktığı yerden, Avrupa’dan devam edelim.  Trump'ın geçen döneminde olduğu gibi, şimdi de de ABD-Transatlantik ilişkilerinde hep bir kopma, kırılma bekliyoruz. Ama hep bir şeyler kırılır gibi oluyor, sonra tekrar devam ediyor gibi. Fakat bu olay, herhalde en ciddi olaylardan birisi. Çünkü sonuçta Rusya ile ABD'nin sınırı yok, ama özellikle eski Doğu Bloku ülkesi olup, sonra Avrupa Birliği'ne girmiş olan ülkeler bayağı tedirginler, öyle değil mi? Orada ciddi bir kırılma var. Trump'ın ‘’nasıl biterse bitsin, ama bitsin’’ yaklaşımını Avrupa'nın kabul etmesi biraz zor gibi ve sanki bu savaş, bir anlamda Avrupa'nın ontolojik bir sorunu haline geldi.
Ömer Taşpınar: Çok doğru. Avrupalı liderler Trump'la ilgili hayâl kırıklıklarını seslendiremiyor ve böyle bir taktik uyguluyorlar. Medya üzerinden “biz Amerika'yla, Trump'la bu konuda hemfikir değiliz” demek riskli. Çünkü aslında bence Trump'ın bir şekilde NATO'yu bırakmasından da korkuyorlar. Trump refleks olarak “Biz niye bu kadar NATO'nun içindeyiz?” diyebilecek birisi ve şu âna kadar bunu dememiş olması, ama NATO'da askeri harcamaların %5'e çıkması gibi belirli şartlar getirmiş olmasını ellerinden geldiğince sineye çekiyor, kabul ediyorlar. Tabii ki İngiltere özel ilişki nedeniyle, ama Fransa lideri Macron ve Almanya lideri Merz de Trump'ın suyuna gitmeye çalışıyorlar. Ukrayna meselesinde yaşanan her hayal kırıklığından sonra, Zelensky'nin elini tutup “Biz buradayız, biz arkandayız. Her ne kadar Amerika seni satıyor gibi gözükse de biz buna izin vermeyeceğiz” diyorlar.
Yalnız şöyle bir mesele var: Ukrayna'ya gereken şey sadece para değil, mühimmat ve askerî destek. Gerek istihbarat gerek askerî destek konusunda asıl malzeme de Amerika'dan geliyor. Avrupa'nın her zamanki meselesi, yeterince askerî gücü olmaması. Bu nedenle Ukrayna'nın muhtaç olduğu şeyleri verebilme gücü yok. Ukrayna şu anda cephede binlerce asker kaybediyor, mühimmat olarak çok zor durumda ve bunları verebilecek ülke, Amerika. Amerika'da bile “Acaba bunu yeterince yapabilecek miyiz?’’ tartışması var. Çünkü bir yandan Amerika'nın bir gözü de Çin’de, Tayvan'da. Orada bir savaş çıkarsa oraya ne gerekeceği konusunu düşünüyor. O nedenle Avrupa, Ukrayna meselesinde istediği kadar aktif olamıyor. Henüz Doğu Avrupa ile Batı Avrupa arasında bir kırılma görmüyoruz. Fransa, İngiltere ve Almanya, Polonya ile aynı mesajı vermeye çalışıyorlar. Polonya bu konuda en üst perdeden konuşan, hatta NATO'yu bir şekilde 5. maddeyi kullanmaya doğru iten bir ülke. Çünkü Polonya'da geçtiğimiz haftalarda tren istasyonlarından birine sabotaj yapıldı ve Polonya bunu Rusya'nın yaptığını söyledi. Polonya bir şekilde NATO'yu, dolayısıyla Amerika'yı bu savaşın içine çekmeye çalışıyor aslında. Ama Amerika, söylediğimiz nedenlerle girmemeye çalışıyor. Amerika toplumunda artık bir Ukrayna yorgunluğu var.
Rusya toplumunda bu mesele var mı bilemiyoruz. Rusya'da ölü sayısı çok yüksek. Bir milyon ölüden ve yaralıdan bahsediliyor. Bunların çoğu Rusya'nın periferisinden gelen, Rus etnik olmayabilir, farklı farklı yerlerden gelen insanlar. Özel operasyon terimi kullanılıyor hâlâ. Rus ekonomisinin belirli bir bedel ödediği kesin; %25 veya 30'unu askerî harcamalara yöneltmek zorunda. Bu arada 2022'den bu yana ilerleyebildikleri toprak oranı, sadece %10 oranında. Son operasyonlarla %2 arttırmış olabilirler.  Yüzde 8 ile 12 arasında giden bir alanda 1 milyon ölü var. Bu, I. Dünya Savaşı gibi. Trench Warfare (siper savaşı) dediğimiz, artık ilerlemenin olmadığı, iki tarafın da büyük hamleler yapamadığı, 10 binlerin, 100 binlerin öldüğü bir cephe savaşına dönmüş durumda. Buradan büyük bir kırılma yaşanması zor gözüküyor. Bu da Rusya adına büyük bir başarısızlık. Rusya'nın nükleer bir güç olması, Rusya'nın nüfusunun, ekonomisinin daha büyük olması, Ukrayna'nın bu kadar direnmiş olması, Rusya'ya sempati duyanlar tarafından ‘’Rusya Ukrayna'yla savaşmıyor, bütün Batı’yla savaşıyor’’ gibi algılanıyor. “Rusya, sadece Ukrayna Ordusu olsa silip atardı, ama bütün NATO Ukrayna'nın arkasında” diyorlar. Mühimmat olarak kısmen doğru, ama burada Batılı ölmüyor, Ukraynalılar ölüyor.
Ukrayna tarafında da 600-700 bin zayiattan bahsediliyor. Ukrayna'nın içeride yaşadığı bu ölüm kalım savaşına, bir de politikacıların yolsuzluğa karışmış olması, hele kış aylarında en muhtaç oldukları elektrik ve enerji konusunda ortada 150 milyon dolarlık bir yolsuzluğun olması, Ukrayna siyasetinde de Zelensky'nin meşruiyetini sorgulatabiliyor. Zaten Zelensky meşruiyetinin sorgulanmaması için, kendisinden sonra ülkede iki numara olan, artık başbakan gibi olan danışmanını da istifaya zorladı, görevi bıraktırttı. Bir şekilde üstünden atmaya çalışıyor. Ama Ukrayna'nın da hâlâ yolsuzluklardan kurtulamamış bir ülke olmasını Putin çok güzel kullanıyor: “Karşımızda bir mafya devleti var. Bu mafya devleti meşrû bir devlet değil. Zaten Ukrayna diye bir ülke yok” diyor. Siyasi açıdan baktığımızda, Rusya, Kiev'i almak haricinde bütün istediklerini elde etmiş gibi gözüküyor. Kiev’i alamadı ama artık Ukrayna'nın NATO'ya girmesi söz konusu değil, o defter kapandı. Ukrayna NATO'ya giremeyecek. Büyük ihtimalle Avrupa Birliği kapısı açılacak, Avrupa Birliği ile müzakereler başlayacak. Ama toprakları işgal altında olan ve ekonomisi bu kadar dağılmış bir ülkenin Avrupa Birliği'ne alınması, ancak jeostratejik kriterlerle olur.
Bu arada, Türkiye'yi ilgilendiren bir meseleyle bitireyim: Avrupa Birliği'ne alınması konusunda ‘’Toprakları işgal altında, sınır sorunu var ve bu, Kopenhag Kriterleri’ne aykırı” dediğimizde, Kıbrıs, buna ilginç bir şekilde emsal gösteriliyor. “Kıbrıs'ın da toprakları işgal altında. O işgalin ne olduğunu görebiliyoruz, Türkiye var” diyorlar ve ona rağmen Kıbrıs Avrupa Birliği'ne alındı. Bizim Kıbrıs Rum Kesimi dediğimiz, bütün dünyanın tanıdığı Kıbrıs Devleti’nin, Kuzey Kıbrıs’a ve Türk askerinin orada olmasına rağmen Avrupa Birliği'ne girmiş olması, jeostratejik nedenlerle buraya bir emsal teşkil edebilir ve Ukrayna, önümüzdeki 10 yıl içinde Avrupa Birliği'ne girebilir. Bu konuda da Türkiye'nin akıllıca davranması gerekiyor. Türkiye ilginç bir şekilde hâlâ “Ukrayna NATO'ya girmeli” diyor. Buna rağmen Putin'le ilişkileri bozulmuyor, o da aslında ilginç bir durum. Ama bence Türkiye'nin yapması gereken şey, Ukrayna'yla beraber kendisini Avrupa Birliği masasına getirmesi. Türkiye “Ukrayna ile beraber biz de girmek istiyoruz. Jeostratejik nedenlerle alınacaksa, biz de jeostratejik nedenlerle girmeliyiz” demeli. Bu, muhtemelen 2040 yılına doğru olur. Erdoğan sonrası daha demokratik bir Türkiye olabilir. Bana göre CHP'nin bunu dış politikada bir vizyon kâğıdı haline getirmesi gerek. CHP'nin, “2040’ta Türkiye olarak AB'ye Ukrayna ile beraber gireceğiz” mesajını, dış politikadaki en önemli vizyonu olarak vermesi gerekiyor.
Gönül Tol:  Aslında Erdoğan, “Ukrayna NATO'ya girmeli” sözünü, en son zannediyorum 2024'te söylemişti. Bu yıl bundan pek bahsetmiyor. Ömer “Putin'le ilişkilerin bozulmamasına şaşırıyorum” dedi ya, bence birinci nedenlerden bir tanesi o. Artık Türkiye bu konuda çok daha suskun. Türk yetkililer “Bizim dememizle olmuyor ki” diyorlar. Diğer NATO üyelerinin de bu konuda çekincesi var. O yüzden artık çok yüksek sesle bunu dillendirmiyorlar. Bir de ‘’Taraflar savaşmaya devam edecek’’ tezini destekleyen şeylerden bir tanesi, mesela Rus ekonomisinin çökeceği söyleniyordu. Çok ağır yaptırımlar altında, hele de şimdi Rus petrolüne, enerjisine yaptırımlar var. Rus ekonomisinin çökmesi bekleniyordu, ama çökmedi. Putin, ekonomiyi bütünüyle askerî üretim üzerinden yeniden yapılandırdı ve bu da savaşmaya devam etmesi için bir motivasyon.
Ukrayna tarafının motivasyonuna bakalım. Zelensky'e yakın insanların geçen haftalarda yaptığı açıklamalardan şunu anlıyoruz: “Biz de savaşmaya devam edeceğiz ve bizim bir stratejimiz var. Rusya'nın içerisindeki enerji altyapısını vurmaya devam edeceğiz. Tek tek şehirlerin elektriğini keseceğiz. Bu da Putin'i çok zor durumda bırakacak bir durum” diye düşünüyorlar. Ukrayna'nın, hâlâ Rus ekonomisinin yaptırımlar altında çökeceğine dair bir inancı var. Bu arada Türkiye'yi ilgilendiren bir durum da şu: Ukrayna'nın, Karadeniz'de de çok daha agresif bir politika izlediğini görüyoruz. Mesela yakın bir zamana kadar Ukrayna, Karadeniz'de Shadow Fleet denilen, Rus enerjisini taşıyan gemileri hedef alan saldırılar yapıyordu. Fakat bunu büyük oranda Karadeniz'in kuzeyine sınırlandırmıştı, şimdi Türkiye kıyılarına daha yakın hedefleri vurmaya başladı. Bu da tabii Türkiye'yi endişelendiren bir durum. Pazartesi günü Erdoğan “Biz taraflarla konuşuyoruz” açıklamasını yaptı. Bu arada Türkiye'yi etkileyen ve Türkiye kıyılarına yakın yerlerde birkaç saldırı oldu. Bu, Ukrayna'nın daha agresif bir askerî politika izleyeceğinin de işareti ve savaşın bitmeyeceğine dair ciddi bir emare bence.

Ruşen Çakır: Arkadaşlar, burada noktayı koyuyoruz. Çok teşekkürler Ömer Taşpınar, Gönül Tol. İzleyicilerimize de teşekkürler. Haftaya tekrar buluşmak üzere, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
21.12.2025 Mehmet Akif Ersoy operasyonu: “İlk taşı aranızda günahsız olan atsın”
21.12.2025 Habertürk’ün faturası kadınlara kesiliyor
20.12.2025 Süleyman Soylu’nun suçu ne?
18.12.2025 Dindar nesil diye diye…
17.12.2025 Habertürk’ün laneti sürüyor
16.12.2025 Bondi Plajı kahramanı Ahmed el Ahmed bize ne söylüyor?
15.12.2025 Öcalan olunca zor, Öcalan olmayınca imkansız
14.12.2025 “Meşe”den sonra “İlke”den de oldum, gizli tanıksız kaldım!
14.12.2025 19 Mart sonrası seçmen tercihleri nasıl değişti? İzmir örneği: Dr. Serkan Turgut ile söyleşi
14.12.2025 Mehmet Akif Ersoy’un yalnızlığı
21.12.2025 Mehmet Akif Ersoy operasyonu: “İlk taşı aranızda günahsız olan atsın”
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı