Transatlantik: ABD seçimlerine son 5 - Türkiye’de çözüm süreci tartışmaları İsrail’in İran’a cevabı

30.10.2024 medyascope.tv

30 Ekim 2024’te medyascope.tv'de yaptığımız Transatlantik’i yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. “Transatlantik”te karşınızdayız. Bu hafta da Gönül Tol önemli bir toplantısı nedeniyle maalesef aramızda yok. Yayını Ömer Taşpınar ile yapacağız. Ömer, merhaba.
Ömer Taşpınar: Merhaba Ruşen.

Ruşen Çakır: Nöbetleşe geliyorsunuz yani, geçen hafta da okulda önemli bir işin çıktığı için sen yoktun, şimdi de Gönül gelemedi. Geçen haftadan kalan bir konuyu sana sorarak başlayayım. Çünkü Türkiye’deki bu “süreç” meselesiyle ilgili bir şeyler söylemek istediğini tahmin ediyorum. Geçen haftaki yayında https://medyascope.tv/2024/10/24/ocalanin-mesaji-ve-cozum-sureci-tusas-saldirisi-video/ Gönül’le esas olarak TUSAŞ saldırısını konuştuk. Öcalan’la 42 ya da 43 ay sonra bir görüşme yapıldı — ki biliyorsun, kendisiyle görüşen yeğeni Ömer Öcalan, aynı zamanda DEM Parti Şanlıurfa Milletvekili. Bugün Erdoğan, nihâyet Devlet Bahçeli’nin sözlerine sâhip çıktı. Devlet Bahçeli, “Öcalan gelsin, DEM Parti grubunda konuşsun” demişti ve affa kadar gidebilecek bir kapının aranabileceğini söylemişti. İki hafta önce yaptığımız yayında https://medyascope.tv/2024/10/16/transatlantik-turkiyede-cozum-sureci-iddialari-ve-pkk-tirmanan-cin-tayvan-gerilimi/ sen, adı konmamış olan bu yeni süreç hakkında çok eleştireldin, öyle hatırlıyorum ve bunun iç siyâsete yönelik olma yönünü vurgulamıştın. O günden bugüne kadar yaşananlar senin görüşlerinde bir değişikliğe yol açtı mı?
Ömer Taşpınar: Kısaca, yol açmadı diyebilirim. Türkiye’deki hükûmetin, Erdoğan’ın ve devlete yakın sistem medyasının bir söylemi var. Söylem şu: “Ortadoğu’yu kan götürüyor ve Ortadoğu’da çok büyük bir kaos yaşanıyor”. Erdoğan, İsrail’in Türkiye'ye saldırma ihtimâli gibi garip senaryolardan bahsetti ve bu bölgedeki çalkantı nedeniyle içeride bir şeyler yapmayı gerektiriyor söylemi tutturuldu. Bölgeden başlayan, sanki dış dinamiklerden giden bir mantık silsilesi ve buna böyle bir kılıf geçirme durumu var. Erdoğan’ın Rusya’daki BRICS Zirvesi dönüşünde, bu sistem gazetecileriyle yaptığı söyleşide de, “Sâdece dış politika sorun” denmesinin nedeni de Türkiye’de bu gelişmeler, sanki dışarıdaki dinamikler nedeniyle yaşanması gereken ve “Türkiye’nin güçlü olması gereken çok çalkantılı bir dönemden geçiyoruz” söylemi altında vurgulanıyor. Programımızın adı “Transatlantik” ve biz burada dış politikayı değerlendiriyoruz. Bu söyleme dışarıdan bakınca gülmemek mümkün değil. Erdoğan’ın ileri sürdüğü, İsrail’in Türkiye’ye saldırma ihtimâli gibi bir durum zaten ciddîye alınacak ve üzerinde konuşulması gereken bir analiz değil. Onun dışında, bölgede bir kaos olduğu, İran’ın zayıfladığı doğru. İsrail İran’a hafta sonunda bir saldırı düzenledi.

Ruşen Çakır: Ömer, onu ayrıca konuşup ele alacağız.
Ömer Taşpınar: O çerçeveyi koymak için söyledim. İran’ın zayıfladığı bir dönemden geçiyoruz. İran’ın zayıflaması, aynı zamanda “Direniş Cephesi” dediğimiz Suriye ve Irak üzerindeki dinamikle de etkili olacak. Bu, Suriye’de zor bir durum yaratabilir — Türkiye açısından değil, Beşar Esad açısından. Irak’ta Şiîlerin ve Hizbullah’ın zorlanmasını getirebilir. Aslında Ortadoğu’da Türkiye ve İran arasında bir gizli rekabet varsa, İran’ın zayıflaması Türkiye’yi bir nebze güçlendirecek bir şeydir. Şunu anlatmaya çalışıyorum: “Bölgede çalkantı var, aman bizim içeride Kürt açılımı yapmamız gerekiyor” mantığının, gerek Türkiye’de kafası çalışan gazeteciler ve akademisyenler gerekse birazcık mantık çerçevesi içinde düşünenler, bunun bir kılıf ve bahâne olduğunu anlarlar. Benim bu analizim devam ediyor.
Bugün Türkiye’de Bahçeli üzerinden başlayan, ama bence Erdoğan tarafından yönetildiği bâriz olan ve bugün de tescillenmiş olan bir süreç var. O süreç, Erdoğan’ın hiçbir zaman Selahattin Demirtaş'ı dışarıdan çıkarmamak şartıyla, Abdullah Öcalan’ı kullanarak Kürtlere minimal bâzı haklar vererek (bu sürecin karşılığında ne verecekleri belli değil) yönetilen bir süreç. Bunun karşılığında, Kürtlerden, DEM Parti’den kendisine destek verilmesini istiyor. DEM Parti ne için destek verecek? Muhtemelen, Erdoğan içeride anayasa değişikliği, erken seçime gidiş, belki bir dönem daha başkanlık yapması gibi konularda DEM Parti’den destek isteyecek. Benim yaptığım analiz, sonuçta yine Erdoğan’ın iç hesapları nedeniyle ortaya çıkmış bir durum. Üstelik Erdoğan bugün buna muhtaç, çünkü en zor dönemini yaşıyor. Normalde Erdoğan 2011’deki süreçlerde daha güçlü bir konumdaydı. O güçlü konumdayken, Kürtlere daha fazla bir şey verebilir gibi gözüküyordu. Yani Erdoğan 2008, 2009 ve sonra 2011’de güçlüyken, belki Kürtlere ademimerkeziyetçilik, özerklik değil ama kültürel haklar dışında bâzı siyâsî hakların tanınması, anayasal değişiklikler gibi Kürt hareketinin isteyeceği bâzı şeyleri verebilirdi. Bugün bunları vermesi çok zor. Minimalist bir şekilde gidecek. Ne konuşuluyor, ne üzerinden hesaplar yapılıyor, bu ne çerçevede çiziliyor? Şu anda bunları bilmiyoruz. Muhtemelen, Abdullah Öcalan’ın dışarı çıkacağı ve DEM Parti grup toplantısına gidip –artık nasıl bir konuşma yapacak bilmiyorum– “Ne mutlu Türk’üm diyene!” mi diyecek? Bütünüyle silâhları bıraktığı, her konuda devletin istediğini yaptığı bir süreçte, Kandil, şu son yaşanan saldırıyla, “Bir dakika! Biz buradayız” dedi. Kandil de “Tamam, Abdullah Öcalan’ın çıkması istediğimiz bir şey, Abdullah Öcalan bu hareketin stratejik ve târihî lideridir, bugün Türkiye’de Kürt realitesi konuşuluyorsa onun sâyesinde konuşuluyor” gibi bir analiz yapıyordur. Ama operasyonel olarak silâh bırakma ve pazarlık yapma konusunda tabiî ki Kandil de masada olmak istiyor ve bu saldırıyla bir şekilde, “Biz buradayız” hatırlatmasını yaptı. “Bu saldırının zamanlaması mânîdar mı?” diye konuşmuştunuz ya; tabiî ki mânîdar. Durup durup bugünü mü buldu saldırmak için? “Biz buradayız, bizsiz yapamazsınız” dedi ve bir bakıma çıtayı yükseltti, “Bizimle konuşmadan da olmaz” dedi. Çünkü bana göre Kandil’le Abdullah Öcalan arasında her ne kadar bir diyalog varsa da, Amberin Zaman’ın da belirttiği gibi, aslında çok da pürüzsüz bir diyalog yok.
Demin şaka yollu “Abdullah Öcalan DEM Parti’nin Meclis toplantısında neredeyse ‘Silâhları bırakıyoruz. Ne mutlu Türk’üm diyene!” bile diyebilir” dedim; çünkü bir şekilde pragmatik davranacak. Aslında Abdullah Öcalan da talep ettiği şeyleri alamayacağının farkında. Çünkü devletle bir pazarlık içindeyse –daha doğrusu Erdoğan’la diyelim, çünkü bugün artık Erdoğan devlet oldu, bence Devlet Bahçeli’yi de o yönetiyor–, Erdoğan’ın Kürt hareketine böyle bir ademimerkeziyetçilik ve ciddî anayasal haklar verecek bir durumu yok. Böyle bir Türkiye yok. Merkezîleşmiş otoriter bir Türkiye ile karşı karşıyayız. Merkezîleşmiş otoriter bir Türkiye’de, ademimerkeziyetçilik, ciddî bir idâre reformu, Kürtlerin isteyeceği kültürel hakların anayasaya girmesi gibi haklar, verilebilecek haklar değil. O nedenle de Abdullah Öcalan da aslında çıtayı düşük tutup, “Ben dışarı çıktım, uzun dönemde bâzı hakları elde etmeye çalışırız” diyecek. Hattâ farkındaysan Abdullah Öcalan’a ve PKK’ya yakın dış analizler, bunların yayın organları bile, “Aslında bunu dış dinamikler dayatıyor” gibi, hükûmetle aynı dili kullanmaya başladılar. Avrupa’daki veya Ortadoğu’daki PKK’ya yakın basın kaynakları da, “Dışarıdaki dinamikler bunu bir şekilde dikte ediyor” diyorlar ve onlar da hükûmetle aynı dili kullanıyorlar. Sanki, “Böyle bir şey yapmaya mecburuz, çok zor bir dönemden geçiyoruz ve dış dinamikler nedeniyle içeride güçlü olmalıyız” söylemi var. Bu, aslında satın alınması çok zor bir söylem. Çünkü bu “dışarıdaki dış dinamiklerin Türkiye’yi zorladığı” analizi, Erdoğan’ın yaptığı bir analiz.
Bir de Türkiye’nin kendini hep her şeyin ortasında görme gibi bir alışkanlığı var. Ben Washington’dan baktığımda, Ortadoğu gelişmelerinde Türkiye’nin hiç adı okunmuyor. Ne müzâkereci olarak ne bu konularda etkisi olabilecek bir güç olarak adı geçiyor. Türkiye ekarte edilmiş durumda. Türkiye, İngilizce terimiyle relevant değil, yani bu gelişmelerle bağlantılı değil. Ama Erdoğan sürekli olarak İsrail’i ve bölgeyi ön planda tutarak, içeride yapmak istediklerine bir kılıf, bir bahâne arıyor. İçeride de çok fazla bir şey yapamayacak, Abdullah Öcalan’ı çıkarmakla kalacak gibi geliyor. Bunun testi, bunun turnusol kâğıdı Selahattin Demirtaş’tır. Bu olaylara dışarıdan baktığımda, Türkiye’de eğer barış süreci ve tekrar bir çözüm süreci olacaksa, bu, Meclis içinde DEM Parti’yle olacaksa, DEM Parti’nin dediği gibi, sonuçta bu partinin doğal lideri Abdullah Öcalan değil. Bu partinin doğal lideri, bu partiyi buraya getirmiş olan, hattâ Türkiyelileştirme adına büyük adımlar atmış olan, ama şu anda Erdoğan’la olan sorunları nedeniyle hapisteki Selahattin Demirtaş’tır. Selahattin Demirtaş hapisten çıkmadıkça –ki bu konuda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin karârı var–, o konuda bir adım atılmadıkça, dışarıdan bakıldığında bence Türkiye’de yaşanan bu süreci ciddîye almanın çok fazla bir anlamı olmayacak. Dediğim gibi, Abdullah Öcalan çıkabilir. Abdullah Öcalan devlet tarafından da kullanılabilir. Büyük bir saygınlığı olan ve hâlâ etkisi olan bir liderdir. Ama onun çıkması gerekli, fakat yeterli değil. Onun çıkması bir konsensüs, fakat onun çıkmasıyla bu sorun hallolmaz, onu söylemeye çalışıyorum.

Ruşen Çakır: Ömer, demin bahsettiğin İsrail’in İran’a misillemesi meselesini bayağı bekledik. Hattâ “Amerikan seçimleri öncesi olursa ne olur, nükleer tesisler hedef alınırsa ve petrol kuyuları hedef alınırsa ne olur?” gibi konuları değerlendirdik. Sonuçta İsrail askerî hedefleri vurdu; ama sanki çok da büyük kıyâmet kopmadı. İran da yine cevap vereceğini söyledi; ama geçen seferki cevâbı epey gecikmeli olmuştu. Herhalde Amerika’daki seçimden sonraya kalacak. Sanki bu kaldırılabilir ve sürdürülebilir bir kriz ortamı, ne dersin?
Ömer Taşpınar: Evet, tam da öyle. Her şeyden önce manşet atacak olsak, “Beyaz Saray derin bir nefes aldı” diyebiliriz. Çünkü Beyaz Saray’ın ve Biden’ın korkusu, İran’ın petrol kuyularının, ekonomik tesislerinin ve İran’da bâzı nükleer santrallerin vurulmasıydı. Bu konuda Biden Netanyahu’yu uyardı, fakat Netanyahu’nun Biden’ı dinleme gibi bir alışkanlığı yok. Biden’ı dinlese, bugün Lübnan’da olmazdı. Biden’ı dinlese, Gazze konusunda insânî yardımı içeri alabilirdi. Amerika’nın İsrail üzerindeki etkisinin çok azaldığı bir dönemden geçiyoruz. Bunda kesinlikle Biden yönetiminin hatâları var. Eskiden Reagan döneminde veya Bush döneminde Amerika İsrail’e çok daha sert davranabiliyordu ve daha etkili olabiliyordu. Hem Netanyahu’nun başına buyruk hareket etmesi, hem de 7 Ekim saldırıları sonrasında İsrail’in hâlâ cinnet ve travma içinde oluşu ve Washington’da da o travmayı bir bakıma anlayışla karşılama durumu da var.
Sonuçta, İran bu işten beklediğinden daha az hasarlı bir şekilde çıktı diyebiliriz. Çok daha yoğun bir askerî saldırı bekliyordu. Fakat benim okuduğum, biraz daha işin detayına bakan analizlerde, aslında İsrail’in yaptığı saldırının bu balistik füze üretim merkezlerine olduğu ve İran’ın, özellikle son zamanlarda Rusya’ya yolladığı balistik füze üreten fabrikalarının darbe aldığı yazıyor. İran, kolay kolay balistik füze üretme kapasitesine kısa dönemde dönemeyecek gibi gözüküyor. O açıdan, İsrail’in saldırısı belki dar kapsamlı ama derin ve etkili bir saldırı oldu. İran tabiî ki buna bir karşılık vereceğini söylüyor; fakat bu karşılık, Amerikan seçimlerinden önce olmayacaktır. Şurada seçimlere birkaç gün kaldı. Dolayısıyla petrol fiyatlarını etkileyecek yeni bir şiddet sarmalı ile karşı karşıya değiliz. O yüzden “Beyaz Saray derin bir nefes aldı” diyorum. Çünkü Biden’ın korkusu, seçimlerden bir hafta önce petrol fiyatlarının fırlayacak olmasıydı. Hattâ Netanyahu’nun bunu daha önce yapıp, petrol fiyatlarının etkisinin artmasına neden olmasıydı. Bu konularda İsrail’in nispeten birazcık daha kontrollü gittiğini söyleyebiliriz. İsrail’in bu yaptığı saldırı nedeniyle Beyaz Saray şu anda bir kâbus yaşamıyor. Bence İran da bunu uzun döneme yayabilir. Şu anda hemen misilleme yapmak yerine bir ay bekleyebilir. Hattâ gerek Gazze’de gerek Lübnan’da eğer bir ateşkes durumuna gelinirse, belki de hiç misilleme yapmayabilir.

Ruşen Çakır: “Beyaz Saray rahat nefes aldı” dedin; ama seçimlere gelelim: Kamala Harris sanki çok rahat nefes alamıyor gibi. Size kalsa zâten kaybediyordu. Şaka bir yana, şu anda durum başa baş gibi, hattâ Trump’ın kazanma ihtimâli daha yüksek mi gözüküyor? Ne diyorsun?
Ömer Taşpınar: Şöyle bir durum var: Trump’a oy verenler geleneksel olarak kamuoyu yoklamalarına pek katılmıyorlar. Trump’ın destekçileri, kamuoyu yoklamalarında ya tam olarak kaale alınamıyorlar ya da bir şekilde, telefona cevap vermediklerinden olabilir, bu sistemde tam yeterince temsil edilmediklerinden olabilir, Trump, 2016’da ve 2020’de tahmin edilenden daha yüksek oy aldı. O zaman yapılan tahminlerde, Demokratlar açık ara önde gözüküyordu. Bugün, kamuoyu yoklamalarına göre, hepsi şu anda aklımda değil ama Michigan’dan tut da Arizona’ya kadar, özellikle bahsettiğimiz 7 salıncak eyâlette eğer ciddî bir sürpriz olursa, bu, Trump lehine olacak gibi gözüküyor. Çünkü Kamala Harris’e oy verecek kişileri kamuoyu yoklamaları yeterince kapsayabiliyor, onlar telefona cevap veriyor, ama Trump öyle bir başkan ki, siyâsetle hiç alâkası olmayan, sandığa hiç gitmemiş, telefonla yapılan kamuoyu yoklamalarına hiçbir zaman cevap vermemiş insanları sandığa çekebiliyor. Çünkü Trump’a bir siyâsetçi gözüyle bakmadıkları için sandığa çekebiliyor. Trump’a bir nevi siyâset dışı, sistemi sallayacak, eğlence ve iş sektöründen gelen, müesses nizâmın dışında bir adam olarak bakıp, kendileriyle özdeşleştiriyorlar. “Demokratlar da Cumhuriyetçiler de aynı partidir, sonuçta hiçbir şey değişmez” diyenlere, “Hayır, Trump gelince gerçekten de değiştirebilir” dediği için, siyâsetle alâkası olmayan bir kesimi sandığa çekebiliyor. O kesim sandığa geldiği takdirde, Trump’ın bu salınacak eyâletlerde de öne geçmesi gayet mümkün. O nedenle benim de katıldığım bu analizlerde, Demokratlar biraz kötümser bir hava içinde. “Bu seçimde Trump bir sürpriz yapabilir” diyorlar. Aynı zamanda, ekonomideki gidişat iyi değil. Ekonomi iyi gidiyor gibi gözükse de, Amerika halkının bakış açısına göre, 4 yıl önceki Trump dönemiyle kıyaslandığında ekonomi iyi durumda değil. O nedenle de Demokratlar açısından başlı başına bir sorun var.
Son olarak da şunu söyleyeyim: Biliyorsun 2 yıl önceki ara seçimlerde Demokratları kurtaran mesele kürtaj konusuydu. Bugün geldiğimiz noktada kürtaj konusunda zâten bir sürü eyâlet yasalar geçirerek kürtaj hakkını eyâletler bazında garantiye aldılar. Dolayısıyla kürtaj meselesi eskisi kadar seçmeni mobilize edebilen bir konu olmaktan çıktı. O nedenle de, “Kürtaj sâyesinde kazanabilir” denilen bir durumla da karşı karşıya değiliz. Kadınlar hâlâ daha fazla Kamala Harris’e gidebilir; ama baktığımızda, Trump'ın garip bir şekilde özellikle siyah seçmenden, Hispanik seçmenden, erkek seçmenlerden ve tabiî ki mavi yakalılardan, daha yaşlılardan, eğitim ve gelir seviyesi daha düşük kesimden çok daha fazla oy alabildiğini görüyoruz. Bütün bu dinamikler nedeniyle ben hâlâ Trump’ın kazanabileceği konusunda geçen programdaki kötümserliği sürdürüyorum. İnşallah yanılırım. Çünkü bence dünya açısından da Trump’ın gelmesi, Amerika’yı otoriter eğilimleri olan birinin yönetiyor olması, bütün dünyada otoriter liderleri sevindirecek. Demokrasiye, insan haklarına inananları da bütün anti-Amerikanizm’e rağmen bir nebze olsun zorlayacak bir durumdur. Amerika’nın başında Trump'ın olması, sonuçta Avrupa’da, Asya’da, Latin Amerika’da ve Afrika’da otoriter dinamiklere daha fazla zemin açacak bir gelişme olacaktır. O nedenle ben altını çizerek Trump’ı neden istemediğimi söyleyeyim.

Ruşen Çakır: Ömer, uzun bir süredir görüntün dondu; ama sesinde bir sorun yok. Son bir şey sormak istiyorum. Sen bu seçim sonuçlarının açıklanmasının zaman alabileceğini söylemiştin, hattâ Gönül de katılmıştı bu yorumuna. Her hâlükârda 5 Kasım’da yapılacak olan seçim, diyelim ki ayın 10’una kadar belli olacak. Eğer Trump gelirse ne zaman görevi devralıyor?
Ömer Taşpınar: Biden iki ay daha Beyaz Saray’da kalacak. Benim bildiğim devir-teslim dönemi 20 Ocak’ta. Tabiî ki Biden’ın topal ördek durumu var ve kendi başına radikal adımlar atamaz. Ama şöyle senaryolar var: Diyelim başkanlığı Trump kazandı, acaba Biden Ukrayna konusunda Ukrayna’nın elini güçlendirecek bâzı şeyler yapar mı? Çünkü Trump’ın kazanmasından en zararlı çıkacak ülke Ukrayna olacak. Trump Ukrayna konusunda Putin’le masaya oturacak ve Ukrayna’nın topraklarının bir kısmı gidecek. “Acaba Biden bu son haftalarda Ukrayna’ya, Amerikan silâhlarını Rus toprakları üzerinde daha uzun menzilde kullanması için bir yeşil ışık yakar mı?” tartışması yapılıyor. Yani masaya Ukrayna geldiğinde, Trump onu zorlayıp, Rusya’ya karşı daha güçlü bir şekilde gelir mi tartışmaları yapılıyor. O açıdan sorduğun soru önemli.

Ruşen Çakır: Ömer, burada noktalayalım yayını. Her ne kadar şu anda en gülümseyen hâlinle donup kalmış olsan da –ki güzel oldu o anda donmuş olman–, çok sağ ol. Gönül’e de selâmlar. Seçimden sonra daha yoğun bir yayın olacak. Çok teşekkürler, iyi günler.
Ömer Taşpınar: Teşekkürler, Ruşen.

Ruşen Çakır: Evet, “Transatlantik”i bu hafta Ömer Taşpınar ile yaptık. Kendisine çok teşekkürler, sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
03.11.2024 Fethullah Gülen öldüğüyle kaldı
30.10.2024 Transatlantik: ABD seçimlerine son 5 - Türkiye’de çözüm süreci tartışmaları İsrail’in İran’a cevabı
27.10.2024 Ertuğrul Özkök niçin Fethullah Gülen’i çok sevmişti?
24.10.2024 Altan Tan ile söyleşi: Kim çözüm istiyor, kim istemiyor?
24.10.2024 Transatlantik: TUSAŞ saldırısı, Öcalan’ın mesajı ve “çözüm süreci” - ABD seçimlerine son 12 - Fethullah Gülen’in ölümü
23.10.2024 Gazeteci Ahmet Dönmez ile Fethullahçılığın geleceği üzerine söyleşi: "Bu yapıyı dünya-daki hemen her sıklet merkezi yönetmek isteyecektir”
22.10.2024 “Mahrem yapı”yı yakından takip eden eski bir Fethullahçı’nın öngörüsü: "Başa Abdullah Aymaz geçer, ama esas lider Mustafa Yeşil olur”
22.10.2024 Ruşen Çakır, Kemal Can ve Kadri Gürsel ile Haftaya Bakış (237): Bahçeli’nin Öcalan mesajının anlamı ne?
20.10.2024 Doğrusuyla yanlışıyla Kürt hareketi üzerine yedi öne çıkan önerme
16.10.2024 Transatlantik: Türkiye’de çözüm süreci iddiaları ve PKK - Tırmanan Çin-Tayvan gerilimi
03.11.2024 Fethullah Gülen öldüğüyle kaldı
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı