İkimiz de İstanbul’da yaşıyoruz ama birbirimizi en çok Diyarbakır’da görüyoruz. Yine öyle oldu, Mıgırdiç Margosyan’la uzun bir süre sonra, Mayıs ayı sonundaki Diyarbakır Kitap Fuarı’nda karşılaştık. Kitaplarını imzalıyordu. Sağolsun bazılarını da bana imzaladı. Bunlardan bir “anı-roman” olan Tespih Taneleri’ni okumaya başlamak da Salı günü çıktığım 11 saati aşkın İstanbul-Washington uçak yolculuğunda nasip oldu.
Margosyan’ı 1992’de çıkan “Gavur Mahallesi” ile tanıdık. Bu kitapta kendisinin de doğup büyüdüğü, büyük ölçüde Ermenilerin yaşadığı Diyarbakır’daki Gavur Mahallesi’ni anlatıyordu. Üç yıl sonra çıkan “Söyle Margos Nerelisen?” ile onun dünyada ve ülkemizde örneklerine çok rasladığımız “tek kitaplık yazar”lardan olmadığı anlaşıldı. Nitekim ikinci kitabı “Biletimiz İstanbul’a Kesildi” izledi. İlk baskısı 2006’da yapılan “Tespih Taneleri” de Margosyan’ın kendi hayatından hareket ederek özel olarak Diyarbakır, genel olarak Türkiye Ermenilerinin öyküsünü anlatmayı sürdürdü.
Teker teker dağılan taneler
“Tespih Taneleri”nde Mıgırdiç Margosyan, kendisinin de aralarında olduğu Diyarbakır ve köylerinden bir grup Ermeni çocuğun İstanbul’daki Karagözyan Ermeni Yetimhanesi’nde başlayan yeni hayatlarını anlatıyor. Yetimhanede karşısına çıkan her yeni kişi, olay, isim onda Diyarbakır’ı, Gavur Mahallesi’ni çağrıştırdığı için biz okurlar da Diyarbakır ile İstanbul arasında tam anlamıyla mekik dokuyoruz. Bu iç içe geçmiş öyküler çarpıcı, ilginç, yer yer eğlenceli ama sonuç olarak son derece hüzünlü. Çünkü kitabın adından da anlaşılacağı gibi, içinde yaşadığımız coğrafyanın en temel unsurlarının kopmuş bir tespihin taneleri gibi dört bir tarafa dağılıp yokolmalarının öyküsü anlatılan.
Örneğin kitabın kapağına bakalım: 1940’lı yıllarda Mıgırdiç Margosyan’ın babası Dişçi Sarkis (nam-ı diğer Dişçi Ali), köylüsü ve arkadaşı Taşçın Mıgırdiç’in (nam-ı diğer Zıfkar) dişini tedavi ediyor. “Maraşal” lakabına da sahip olan Taşçı Mıgırdiç, 10 yıl önce kaybettiğimiz sinema oyuncusu Sami Hazinses’in babasıymış. O Diyarbakır’daki, oğlu Sami ise İstanbul Kadıköy’deki Ermeni Mezarlığı’nda yatıyor; Dişçi Ali ise İstanbul Şişli Ermeni Mezarlığı’nda.
Margosyan bu kitabı bir başka “tespih tanesi”ne, Haçadur Temiz’e ithaf etmiş. Heredan, Diyarbakır, İstanbul derken ABD’nin New Jersey kentinde, tam da kitabın çıktığı 2006 yılında vefat eden Temiz, yazarın hem dayısı, hem de ona demircilik öğreten ustası.
Margosyan’ın gösterdiği
Mıgırdiç Margosyan’ın kitapları edebi değerlerinin yanısıra, resmi ideolojinin (yani devletin) temellerini attığı ve her türden sağcılığın geliştirdiği ülkemizdeki Ermeni algısını yerle bir ettikleri için ayrıca değerlidirler. Çünkü bu kitaplar, Ermenilerin, Anadolu’daki diğer tüm etnik topluluklarla aynı havayı solduklarını, aynı dert ve sıkıntıları çektiklerini, aynı yoksulluk ve yoksunluğa mahkum olduklarını açık ve hiçbir tartışmaya yer vermeyecek şekilde gösteriyor. Margosyan’ın, Ermenilerin (ve onlarla birlikte diğer azınlıkların) maruz kaldıkları ve gündelik hayat içinde iyice sıradanlaşmış ayrımcılığı kışkırtıcı olmayan bir dille, ama asla bunları önemsizmiş gibi göstermeden aktarmasını bilhassa tebrik etmek lazım.
Ali Bayramoğlu’na yapılan ayıp
Ülkemizdeki yanlış Ermeni algısının yıkılmasında Mıgırdiç Margosyan’ın dışında birçok kişinin çok ciddi katkıları olmuştur. Bunların başında da hiç kuşkusuz Hrant Dink gelir. Ayrıca Ermeni olmamalarına rağmen ülkemizdeki Ermeni sorununun çözümü için çaba sarf eden çok insanımız var. Ama yaşanan bütün olumlu gelişmelere rağmen iç içe geçmiş olan ayrımcılık/ırkçılık ve faşizm yine Ermeni düşmanlığı üzerinden varlığını sürdürebiliyor.
Yeni Şafak yazarı Ali Bayramoğlu hakkında yayılan dezenformasyon bunun son örneği. Yine de sevindirici bir durum var: Aynı mecradan bugüne kadar türeyen birçok ırkçı/faşist karalamaya genel olarak sessiz kalınmışken bugün Bayramoğlu’na birbirinden farklı kişi ve çevreler sahip çıkıyor.
Ama bazılarına bir noktayı hatırlatmakta yarar var: Ali Bayramoğlu’nun neden bugün ve bu şekilde hedef alındığını anlamak/kavramak için belli bir ahlaki idrake sahip olmak gerekiyor. Bunun yolu da sıkı bir iç hesaplaşma ve özeleştiriden geçer.