2012 üzerine düşünceler/3
2011 yılı için uygun gördüğüm sıfatın “berbat” olduğunu daha önceki yazılarımda belirtmiştim. Hele söz konusu olan medya ve özellikle gazetecilik/gazetecilerse 2011 için “berbat”tan daha berbat bir sıfat bulmamız gerekebilir.
Öncelikle basın özgürlüğü anlamında felaket bir yıl geçirdik. Onlarca gazeteci, “terörist” suçlamasıyla, ama esas olarak mesleki faaliyetleri nedeniyle gözaltına alınıp tutuklandı. Zaten 2011’e damgasını da bunlardan ikisi, Ahmet Şık ve Nedim Şener vurdu.
Devletin tokatını yememe şansına sahip olan birçok meslektaşımız da patronlarının hışmına uğradı. Herhangi birini atlamamak için isim vermeyeceğim, ancak aralarında benim de bulunduğum çok sayıda gazeteci esas olarak siyasi gerekçelerle işlerinden çıkarıldılar ya da ayrılmak zorunda bırakıldılar. Bu tasfiyelerde siyasi iktidarın doğrudan müdahalesi olup olmadığı üzerine çok spekülasyon yapıldı, daha da yapılır, fakat bir yerden sonra bunların hiçbir anlamı kalmıyor; sonuçta, öncelikle büyük medyanın siyasi iktidarın arzularına göre yeniden dizayn edildiği, edilmek istendiği ortadadır. Dolayısıyla, ister doğrudan müdahele etmiş olsun, ister olmasın, ülkemizdeki yeni medya düzeninin esas sorumlusu siyasi iktidardır.
Fakat 2011’in 2012 ile kavuşmakta olduğu günlerde, o çok sözü edilen “yeni Türkiye”nin yeni medyasının siyasi iktidarın ihtiyaçlarına cevap vermenin hayli gerisinde olduğu (bir kez daha) anlaşıldı. Tabii ki Uludere Roboski faciasından söz ediyorum. İki noktaya dikkat çekmek istiyorum:
1) Büyük medya ne kadar denetim altında olursa olsun, günümüzde gerçekler, internet üzerinden ve sosyal medya aracılığıyla hızla dolaşıma giriyor.
2) Muhalif oldukları düşünülen isimlerin büyük ölçüde ayıklanmış olmasına rağmen medyada hükümete yönelik çok sert eleştiriler geldi ve gerek Başbakan Erdoğan başta olmak üzerine yöneticiler, gerekse onların medyadaki destekçileri bu eleştirileri savuşturmakta çok zorlandılar, daha doğrusu savuşturamadılar.
Eski müttefikler
Burada ilginç olan, eleştiri sahiplerinin hatırı sayılır bir bölümünün yakın zamana kadar AKP hükümetiyle iyi ilişkiler içinde olmasıdır. Bu noktada, daha önceki yazılarımda dile getirmiş olduğum, özellikle son 5 yılda yaşanan siyasi ittifakın çatırdamaya başladığı tespitimi hatırlatmak isterim. “Taraf olmayan bertaraf olur” şiarıyla, kendileriyle birlikte hareket etmeyen herkesi tasfiyeye koyulan ve bunda belirgin bir başarı elde eden söz konusu ittifakın bileşenleri, iktidar sahnesinde yalnız kalınca birbirleriyle mücadele etmeye başlamışa benziyorlar.
Bir ittifakın dağılmaya yüz tutması ister istemez yeni ittifak arayışlarınaa kapı aralayacaktır. Nitekim daha şimdiden siyasi saflaşmaların allak bullak olduğunu, eski düşmanların dost, dostların da düşman olmaya başladığını, tabii ki en çok medyada görüyoruz.
Bu bir polemik yazısı olsaydı, hepsi birbirinden eğlenceli (aynı ölçüde acı) bir dizi örnek verebilirdim. Buna hiç gerek yok ama bir kafa karışıklığına dikkat çekmeme izin verin: Roboski faciası nedeniyle hükümete getirilen eleştirileri aynı kaba koymak son derece yanıltıcı olacaktır. Şöyle ki bir grup, kabahat kimde olursa olsun devleti sorumluluğu üstlenmeye ve özür dilemeye çağırırken, diğerleri olayın tüm yükünü herhangi bir kişi ya da kurumun sırtına yükleyip böylelikle devlet içinde kendi arzularına göre yeni tasfiyeler için avuçlarını oğuşturuyor.
İki grup arasındaki farkı şöyle özetleyebiliriz: Birileri devleti baskı politikalarından vazgeçmeye çağırırken diğerleri daha fazla baskı çığrıtkanlığı yapıyor. Ne var ki her iki grubun önde gelen isimleri aynı medya organlarında yer alınca aralarında hiç fark yokmuş sanılıyor.
Daha söyleyecek çok şey var ama toparlayalım: 2012’nin Türkiye’de yeni tip iktidar savaşlarına sahne olacağına ve bunların da öncelikle medyada yansımasını bulacağına inanıyorum. Tarafların altüst olacağı, safların birbirine karışacağı böylesine bir atmosferde medyada da çok çarpıcı değişim ve dönüşümlerin yaşanması kaçınılmazdır.