Sırada hangi cemaatler var?

26.07.2018 medyascope.tv

26 Temmuz 2018’de medyascope.tv’de yaptığım değerlendirmeyi yayına Gamze Elvan hazırladı.

Merhaba, iyi günler. En son Adnan Oktar grubuna yapılan geniş kapsamlı operasyondan sonra, en çok sorulan sorulardan birisi “Sıra kimde?” sorusu oldu. Çünkü öncesinde, biliyoruz, bir kere FETÖ, yani Fethullahçılara yönelik çok büyük bir operasyon, ardından Furkan Vakfı’na yönelik bir operasyon, Alparslan Kuytul’un içeri atılması, sonra Adnan Oktar ve “Sırada kimse var mı, kimler var?” sorusu ve bir yığın spekülasyon yapılıyor, yapılacağa da benziyor.
Bence sırada birileri var. Bir şey bildiğimden değil, akıl yürütme olarak baktığımız zaman, bir perspektifte baktığımız zaman, burada bir taraftan Erdoğan’ın kurduğu yeni sisteme, Erdoğan’ın ülkeyi tek adam olarak yönetimine uyum sağlayamayanların, her türlü yapının, ama özellikle de dinî iddialı yapıların durumlarının pek de parlak olmadığını, burada değişik meselelerde dile getirmiştik. Bunlara belli anlamlarda bir hayat hakkı tanınabiliyor; ama belli bir aşamadan sonra, sorun çıkardıkları düşünüldükleri andan itibaren önleri kesiliyor. Adnan Oktar olayı böyle bir olaydı. Kim bilir ne oldu? Bir yerden itibaren bardak taştı belli ki ülkeyi yönetenler açısından ve her zaman yapılabilecek olan operasyon yeni yapıldı. O operasyon pekâlâ üç yıl önce de beş yıl önce de yapılabilirdi, ama yapılmadı, ihtiyaç duyulmadı. Şimdi bir zemin oluştu ve artık ayak bağı olarak görüldükleri andan itibaren kolay bir şekilde aynı anda çok sayıds, 100’ü aşkın 200’e yakın kişi gözaltına alındı ve bunların ezici bir çoğunluğu da tutuklandı. Benzer bir olayı daha önce Furkan Vakfı’nda görmüştük; daha az sayıda kişi gözaltına alındı ve tutuklandı, ama orada da o yapının varlıklarına el konuldu, daha sonra kayyum atandı, vakıf ve dernekler kapatıldı vs. En son Alparslan Kuytul en son cezaevinden yazdığı bir mektupta uzun uzun bu süreci anlatıyor, bu hareketin bayağı büyük bir operasyon geçirdiği gözüküyor.

Yeni Asyacıların özgünlüğü
Sıra kimde? Burada baktığımız zaman birincisi siyaseten, siyasî olarak AKP’ye ve Erdoğan’a karşı durma cesareti gösteren yapılar geliyor ilk akla. Bu noktada aklımıza Yeni Asya grubu geliyor, Nurculuğun Yeni Asya kolu geliyor, ama Yeni Asya çok köklü bir hareket, şeffaf bir hareket. Her şeye açık olan bir hareket; dolayısıyla Yeni Asya’ya karşı siyasî iktidarın rahatsızlığı olmakla birlikte, buna ben açıkçası çok ciddi bir şey yapılabileceğini sanmıyorum. Tabii ki her şey mümkün, ama Yeni Asya’nın geleneğinin o yapıyı büyük ölçüde muhafaza edeceğini sanıyorum. Ama Yeni Asya’ya değişik şekillerde sorunlar çıkarıldığını biliyoruz, çalışanlarına yönelik birtakım gözaltılar olabiliyor ya da birtakım faaliyetlerinin Diyanet fuarlarına katılmasının engellenmesi gibi birtakım zorluklar çıkarılabilir; ama çok ciddi bir operasyon ihtimalini, olacağını sanmıyorum. Ama ilk akla gelen yapının, şu âna kadar baktığımız zaman, özellikle 15 Temmuz sonrasında da o Erdoğan’ın etrafında toplanma kampanyasına dahil olmayan ve eleştirel davranan, özellikle bu son tasfiyelerde –gözaltına almalar, işten çıkarmalar vs.– bütün bu süreçte eleştirel bir duruş sergiledi Yeni Asyacılar. Ne kadar etkili oldukları ayrı bir tartışma konusu; ama bu duruşlarının bile tek başına rahatsızlık yarattığı belli. Arada sırada birtakım troller onları hedef göstermek istiyor; ama ben, bunun söz konusu olabileceğinin açıkçası sanmıyorum, eğer bu da olursa artık hakikaten iş çok acayip bir yere gelmiş olur.

Süleymancılar ve İYİ Parti
Ama bir başka grup var, bu grubun durumunun daha karışık olduğu kanısındayım, o da Süleymancılar. Süleymancılar, malum, özellikle Kur’an kursları etrafında örgütlenen, gençlere Kur’an eğitimi üzerinden örgütlenen, özellikle ülkenin batısında yaygın olan, yurtdışında da kısmî bir faaliyeti olan bir yapı. Süleyman Hilmi Tunahan’ın kurduğu, daha sonra damadı Kemal Kaçar’ın sürdürdüğü ve ondan sonra da ailenin bireylerinin sürdürdüğü bir yapı. En son Ahmet Denizolgun’du, onun vefatından sonra yeğeninin geçtiği söyleniyor bu cemaatin başına. Süleymancılar’ın ilginç bir şekilde 24 Haziran seçimlerinin öncesinde İYİ Parti’yi destekleme kararı aldıkları söylendi; çok açık kaynaklardan olmadı, ama haber kaynaklarımla da konuştum ve bunun doğru olduğu konusunda büyük bir görüş birliği var. Bu çok riskli bir hareketti, ama bu hareket zaten öteden beri Milli Görüş çizgisiyle arası iyi olan bir hareket değil, daha çok merkez sağ partilerine yönelen bir hareket. Demokrat Parti, Demokratik Parti gibi, Adalet Partisi gibi, Doğru Yol Partisi gibi partilere daha çok yönelmişlerdi, bu son dönemde de İYİ Parti’ye, kendisini merkez sağın boşluğunu doldurmaya aday olan –ne derece başarılı olduğunu görüyoruz– İYİ Parti’ye destek vermiş olmaları, o anlamda bir geleneğin devamı anlamında şaşırtıcı değil, ancak riskli bir hamleydi. Bu nedenle Süleymancıların önümüzdeki dönemde hükümetin, siyasî iktidarın sınırlamalarına, engellemelerine daha fazla maruz kalacağını düşünebiliriz — şahsen bu kanıdayım.
Ama burada zaten şöyle bir olay var: Süleymancılık zaten belirli bir süredir etkisini büyük ölçüde kaybetmekteydi. Özellikle FETÖ operasyonlarıyla beraber, ailelerin, dindar ailelerin çocuklarını cemaatlere yollama konusunda; okullara, Kur’an kurslarına, yatılı yerlere yollama konusunda eskisi kadar hevesli olmadıklarını biliyoruz. Bir de buna Süleymancı birtakım yurtlarda yaşanan olaylar eklenince, adli olaylar, yangın vs. gibi olaylar eklenince, facialar eklenince, Süleymancıların cazibesini büyük ölçüde yitirmiş, kaybetmiş olduklarını söyleyebiliriz. Ama yine de tabii belli bir gücü var, belli bir gelenekten geliyor.
Süleymancıların önümüzdeki dönemde bir Yeni Asyacılar gibi meşru, açık bir hareket olmadıkları için, genellikle sessiz kaldıkları, örtülü faaliyet yürüttükleri, kendi yayın organları vs. olmadığı için, böyle bir harekete devletin engel çıkarması çok daha kolay olacaktır. Dolayısıyla Süleymancıların adını önümüzdeki dönemlerde daha sık duyabiliriz, olumsuz anlamda duyabiliriz. Burada tabii ilginç bir olay var; Süleymancıların son dönemde yurtlarında yaşanan farklı farklı olaylarda, yargı bu cemaati açık bir şekilde kolladı, gözetti. Hak ettikleri, yani burada yaşanan olaylarda insanların gerçek anlamıyla cezalandırılmış oldukları söylenemez; ama bunların bir devletin, siyasî iktidarın ülke çapında cemaati kollamasından ziyade, yerel birtakım olaylar olma ihtimali daha fazla söz konusu.

Suriye politikası değişince
Bir diğer husus, tam cemaat kapsamına girmiyor ama, gruplar, özellikle radikal eğilimli, geçmişin tabiriyle radikal eğilimli bazı grupların adı da zikredilir oldu. Önümüzdeki dönemde devlet nezdinde sıkıntı yaşayabilecekleri söyleniyor. Burada tabii şöyle ilginç bir olay oldu: Ankara, Suriye iç savaşından itibaren Esad rejimini devirmeye yönelik bir çizgi izledi ve burada, oradaki Sünni isyancıları, İslamî isyancıları destekledi, onların önünün açtı ve burada da Türkiye’de bazı gruplar burada hükümetle aynı dalga boyunda faaliyet yürüttüler, Suriye’deki savaşa, iç savaşa, muhalefete destek verme anlamında –ki bazı cihadcı gruplar da bunlara dahildi– propaganda yaptılar, ellerinden geleni yaptılar. Ama daha sonra Türkiye’nin Suriye politikasını net bir şekilde, 180 derece değişmesiyle beraber, bu grupların iyice zor durumda kaldıklarını görüyoruz.
Her ne kadar Türkiye tam olarak eski çizgisinden koptuğunu söylemese de, Rusya’yla kurduğu ilişkiler malum Suriye’de, öte yandan bu gruplarda –ki bazılarının geçmişte İran rejimiyle arası iyiydi ama daha sonra Suriye meselesi üzerinden bir kopuş yaşadılar–, bu radikal gruplarda çok bariz bir İran düşmanlığı ortaya çıktı. Şu anda Türkiye İran’la tekrar ilişkilerini toparlama yoluna gidiyor ve hatta en son kurulan İran’a karşı cephede yer almama konusunda çok ciddi işaretler veriyor. En son İran yaptırımları konusunda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun yaptığı açıklamalar da bunu gösteriyor. Yani Türkiye tekrar İran’la bir yakınlaşma içerisine giriyor ve gruplarla arası bu anlamda da ayrıca açılıyor.
Bu tabii ki bu grupların otomatik olarak devletin hedefinde olacağı anlamına gelmiyor; ancak eğer Ankara’nın bu bariz siyasî değişimine karşı çok net pozisyonlar almaya başlarlarsa, o zaman bu grupların –cemaat değil de grup olarak tanımlamak, tekrar vurgulamak istiyorum–, başlarına işler gelebilir; çünkü bunlar cemaatler gibi yapılar da değil. Daha kolay operasyon yapılabilecek oluşumlar; pekâlâ olabilir ve şu anda da zaten arada sırada, hükümete yakın, siyasî iktidara yakın bazı “tetikçiler”in diyelim, bu grupları kimi zaman grup olarak, kimi zaman içlerinden bazı şahısları tek tek hedef gösterdiklerini de biliyoruz. “Artık bunların da tasfiye edilmesi gerekir,” şeklinde birtakım açıklamalar yaptıklarını biliyoruz. Burada da bir olay yaşanabilir, bir tasfiye yaşanabilir; ama bu nispeten diğerlerine göre daha kolay olacaktır, çünkü cemaatler çok daha köklü, hem belli bir tarihi olan, hem sosyal anlamda da çok ciddi kökleri olan yapılar.

Cihadcı grupların durumu
Zamanla güçleri azalmış olsa bile, bu tür radikal gruplara devletin müdahalesi daha sert olabilir — eğer yapılırsa, ama pekâlâ gündeme gelebilir. Ama burada gündeme gelebilmesi için bu grupların siyasî iktidara açık bir şekilde meydan okuması lazım. Ben açıkçası bunun olacağını sanmıyorum; ama bu potansiyel hep var olacak. Eğer bir hata yaparlarsa –hatayı iktidar gözünde kastediyorum–, o zaman çok kolay olacaktır siyasî iktidar için bunları etkisini kırmak. Zaten bunu şundan da biliyoruz: Türkiye’deki birtakım daha sert selefi-cihadcı gruplara, silahlı örgütlenmeye yatkın ya da doğrudan buna yönelmiş olan gruplara yönelik olarak güvenlik kuvvetleri çok kolay bir şekilde operasyon yapabiliyor; bu operasyonların sonucunda çok sayıda kişi alınıyor, bir kısmı bırakılıyor falan, ama sürekli bunlar kontrol altında oldukları duygusu bu gruplara tattırılıyor. Bu tür yapıların en meşhurlarından birisi, bir şahıs, Ebu Hanzala denen kişinin de uzun zamandır cezaevinde olduğunu biliyoruz. Bunları pekâlâ devlet istediği zaman alıp bırakma gibi bir imkâna sahip; yani bu anlamda devletin Türkiye’de radikal grupları kolaylıkla denetleyebildiğini –yani kolaylıkla derken, çok kolay anlamında söylemiyorum ama bunu kendine dert edindiği zaman– bu grupların önünü kesme, etkisini kısıtlama, faaliyet alanını iyice daraltma imkânına büyük ölçüde sahip olduğunu görüyoruz.

Nakşibendiler hedefte mi?
“Sıra kimde?” sorusunda insanların en çok merak ettiği, daha popüler yapılar tabii ki. Mesela bir Menzil grubu ya da İsmailağa grubu, Cübbeli Ahmet Hoca gibi isimler. Bu isimler de çok konuşuluyor, “Acaba onlara bir şey olur mu?” diye. Ben böyle bir şeyi açıkçası düşünmüyorum; ancak başkalarına yapılanlar her ne kadar onlara uzak olsa da, başkalarına yapılanlar ya da yapılabilme ihtimali, şu anda devletle iç içe olan bu grupları da, bu cemaatleri de ciddi bir şekilde kendilerine çekidüzen vermeye sevk ediyor. Burada bir nevi, diğerlerine yapılanlar, bu yapılara yönelik bir ibret fonksiyonu görüyor. Şu aşamada devletin İsmailağa gibi, Menzil gibi, İskender Paşa gibi yapılara yönelik bir şey yapma ihtiyacı içerisinde olduğunu düşünmüyorum; zaten bir sorun yaşadıkları da söylenemez, ama şurası muhakkak ki bu kişilere hiçbir zaman devletin gerçek sahipleri, bu yapılara hiçbir zaman devletin gerçek sahibi kendileri olduğu duygusu yaşatılmayacak. Eğer böyle bir duyguya sahiplerse kendilerini aldatıyorlar demektir; çünkü bu yeni yapıda geçen yaptığım bir yayında bunu söylemiştim, “Dinî gruplara yönelik operasyonların derin anlamı” demiştim, bu olay sadece bir Tayyip Erdoğan’ın hoşlanmadığı grupları dizayn etmesi ya da tasfiye etmesi olayının ötesinde, daha bir devlet projesi halinde şekilleniyor; nitekim Diyanet’in içerisinden de doğrudan cemaatlerle ilgili açıklamalar geliyor.
En son İstanbul Müftüsü de önemli bir şey söyledi; aslında bence doğru bir şey söyledi; cemaatlerin hepsinin şeffaf olması ve devlet tarafından denetlenmesi gerektiğini söyledi. Bence bu çok önemli bir husus; çünkü yıllar boyunca Türkiye’de İslamî cemaatler yasal açıdan yasak olmanın, ama toplumsal açıdan meşru olmanın imtiyazını yaşadılar. Yani “Biz aslında yasağız”, yasak olmaları kendi önlerinde bir engel olmaktan ziyade bir avantaj sağladı; çünkü yasak oldukları için denetim de olmuyordu, ama meşrulardı. Eğer bu yasaklık olayı ortadan kalkarsa, eğer bunlar yasal bir düzene getirilirse –ki yıllardır bu konuda çalışan bir gazeteci olarak benim öteden beri savunduğum budur cemaatler konusunda– onların yasallaşması, yasal anlamda tanınması, devlet tarafından tanınması; ama şeffaf olmalarını sağlanması, özellikle para hareketlerinin ve öğrenci hareketlerinin; bunların okullarında, dershanelerinde, Kur’an kurslarındaki öğrencilerinin hareketlerinin devlet tarafından kontrol edilmesi ve belli birtakım kriterlere tâbi tutulması –tabii devlete ek olarak da sivil toplumun da bu konuda olabildiğince bu yapıları denetleyebilme imkanının olabilmesi–, böyle bir çözüm.

Cemaatlerin statüsü
Türkiye böyle bir çözüme gitmek zorunda; aksi takdirde devletle bir al-ver ilişkisiyle bu gruplar, bu cemaatler varlıklarını sürdürmeye çalışacaklar, ama bu sonuçta onlara da çok büyük bir teminat sağlamıyor; çünkü iktidarlar, siyasetler değişiyor, partiler değişiyor, liderler değişiyor. Bugün Erdoğan’la çok iyi olanların yarın Erdoğan’ın gitmesi durumunda yeni bir siyasî partinin ya da liderin gelmesi durumunda durumlarının ne olacağı belirsiz. Böyle siyasetin gelgitleriyle belirlenecek olan bir cemaat-devlet ilişkisi yerine bunların tamamen kurallara bağlanması, belli bir statüye sahip olmaları ama denetlenmeleri gerekecek. Evet, bu benim öteden beri dile getirdiğim ve giderek farklı kesimlerin de savunmaya başladığı bir görüş olduğunu görüyoruz, özellikle AKP iktidarında devlete yakın kesimlerin içerisinden bunun savunuluyor olması da, tamamen olmasa bile yer yer savunuluyor olması da ilginç bir durum. Tekrar geçen yayında söylediğimi tekrarlayacak olursak; cemaatlerin devlet tarafından denetlenmesi önermesini örneğin bir CHP iktidarında dile getirdiğiniz zaman çok büyük bir dirençle karşılaşırsınız, ama AKP iktidarında getirdiğiniz zaman insanlar bunu pekâlâ tartışabilirler.
Dolayısıyla Türkiye’de bu önemli değişim pekâlâ cemaatlerin bu imtiyazlı durumlarından, yasak olmanın –aslında yasağın hiçbir anlamı yok çünkü– yasak olmanın verdiği avantajları kullanmasının önüne geçmeyi belki AKP iktidarı döneminde devlet gerçekleştirebilir; bu anlamda ilginç gelişmelere önümüzdeki dönemde tanık olabiliriz. Ama bu arada tabii bugünkü siyasî iktidarın kurmak istediği sisteme sorun çıkardığı düşünülen dinî grupların ve cemaatlerin işlerinin hiç kolay olmadığını tekrar vurgulamak lazım.
Adnan Hocacıların başına gelen olay başlı başına bir örnektir. Tabii ki onlar İslamî cemaat değil, tabii ki onlar bambaşka bir şey olabilir; ama yıllarca fütursuzca bu ülkede her istediklerini yapabildiler, insanları tehdit ettiler, şantaj yaptılar ve bu arada da bayağı büyük para hareketlerini kontrol ettiler ve kimse kıllarına bile dokunamadı; ama sonra birden bir düğmeye basıldığı zaman iki günde her şey tamamlanabildi. Dolayısıyla devletin böyle bir gücü olduğunu, sadece burada niyetlenmesinin yettiğini bu olay bize gösterdi ve özellikle şu anda ülkeyi yönetenlerin de dindar kimlikleri nedeniyle önümüzdeki dönemde İslamî iddialı grupların, cemaatlerin başına gelebilecek işler karşısında yanlarında durabilecek çok fazla kişi olacağını açıkçası sanmıyorum. Nasıl daha önce yapılanlara doğru dürüst kimse sahip çıkmadıysa, kimse sahip çıkmayacaktır kolay kolay diye düşünüyorum — en azından sıranın kendilerine gelmesinden korkacaklardır.
Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.




Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
19.11.2024 Nihayet birilerinin beklediği ve umduğu gibi Devlet Bahçeli geri adım mı attı?
10.11.2024 Abdullah Öcalan’a sormak istediğim 20 soru
10.11.2024 Hasan Cemal ile söyleşi: Zamâne Diktatörleri
05.11.2024 Hatem Ete ile söyleşi: Bahçeli ile Erdoğan ayrışıyor mu?
03.11.2024 Fethullah Gülen öldüğüyle kaldı
01.11.2024 Ruşen Çakır ve Kemal Can ile Haftaya Bakış (239): Esenyurt Belediyesi’ne kayyum atandı - CHP ne yapacak?
30.10.2024 Transatlantik: ABD seçimlerine son 5 - Türkiye’de çözüm süreci tartışmaları İsrail’in İran’a cevabı
27.10.2024 Ertuğrul Özkök niçin Fethullah Gülen’i çok sevmişti?
24.10.2024 Altan Tan ile söyleşi: Kim çözüm istiyor, kim istemiyor?
24.10.2024 Transatlantik: TUSAŞ saldırısı, Öcalan’ın mesajı ve “çözüm süreci” - ABD seçimlerine son 12 - Fethullah Gülen’in ölümü
19.11.2024 Nihayet birilerinin beklediği ve umduğu gibi Devlet Bahçeli geri adım mı attı?
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı