Seçmenin siyasete ilgisizliği devam ediyor: Burak Bilgehan Özpek ile söyleşi

07.02.2025 medyascope.tv

7 Şubat 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. MetroPOLL Araştırmanın aylık ‘In Depth-Derinlikli Analiz Raporu’nu, her ay olduğu gibi bu ayda Prof. Burak Bilgehan Özpek'le konuşacağız. İlginç bulgular var. Bunların hepsinin üzerinden teker teker geçeceğiz. Burak merhaba.
Burak Bilgehan Özpek: Merhaba Ruşen Ağabey.

Ruşen Çakır: Araştırmanızda, geçen aya göre rakamlarda küçük değişiklikler olsa da bazı olaylar çok çarpıcı. Öncelikle, Erdoğan'ın Suriye'deki gelişmelerden dolayı kazanır gibi olduğu oylar ve özgüven, seçmen tarafından kısa bir süre içerisinde unutulmuş gibi sanki. Yanılıyor muyum?
Özpek: Evet doğru. Biz geçtiğimiz ay, hata payının ötesinde bir durum görmüştük AKP lehine. Fakat bizim araştırmamız, geçtiğimiz ay asgari ücretten önce ve bu maaş zammı konularından önce tamamlanmıştı. Onun da notunu düşmüştük zaten. Bu ay ekonominin etkisini görebildik, AKP bu avantajını kaybetmiş gözüküyor. Yani öncelikli olarak bunu söylemek gerekir. Yani şu anda kararsızlar dağıtılmadan önce. AKP ve CHP'nin oyu neredeyse aynı düzeyde. Bizim araştırmamızda böyle gözüktü. Fakat bu ne kadar anlamlı bilmiyoruz. Çünkü Ocak ayında başka bir olgu daha gözlemledik biz. Yüzde 38,4 ile özellikle yerel seçimden sonra tespit ettiğimiz en yüksek kararsız ve protesto seçmen oranına ulaştık. Dolayısıyla bu ayki In-Depth raporunu bu olguyu anlamaya ayırdık. Yani takdir edersiniz ki %38,4 çok yüksek bir rakam. Yani Türkiye gibi, insanların sürekli siyaset konuştuğu, siyasetin çok belirleyici olduğu bir ülkede, %40'a yaklaşan kararsız seçmen oranı, bence, bizim %60'ı da sağlıklı açıklayamamamızı beraberinde getiriyor. Biz bu oy oranlarını, oy tercihini belirten %60’lık seçmenin üzerinden hesaplıyoruz, fakat bu çok düşük bir rakam. Yani %40’ın nasıl hareket edeceğini, nasıl davranacağını henüz bilmiyoruz.

Ruşen Çakır: Peki bu %40’ın köken olarak nerede olduğunu saptadınız mı? Daha önce oy vermişse hangi partiye vermiş?
Özpek: Evet onları da saptadık. On dört Mayıs'ta AKP'ye oy veren seçmenin sadece %52'si, yeniden Adalet ve Kalkınma Partisi'ne oy vereceğini söylüyor. Bu çok düşük bir rakam. Yine Ocak ayı araştırmasında, MHP seçmeninin de bir kafa karışıklığı yaşadığını ve yaklaşık üçte birinin kendisini ‘’kararsız’’ olarak tanımladığını gördük. On dört Mayıs'ta İYİ Parti'ye oy veren seçmenin sadece %29’u şu anda yeniden İyi Parti'ye oy veriyor. Yani üçte biri diyelim. Üçte birinden daha az hatta. Yüzde 20’ye yakın bir kısmı Cumhuriyet Halk Partisi'ne kaymış olsa da %30’luk bir kısmı, yani diğer üçte biri, kendisini ‘’kararsız’’ olarak nitelendiriyor. Cumhuriyet Halk Partisi'nde de bu oran düştü. Yerel seçimden sonra başarıdan dolayı CHP’ye bir inanç vardı. Fakat gitgide Cumhuriyet Halk Partisi'nde de geri çekildi. Yani genel itibariyle seçmenin, siyaset kurumuyla, özellikle siyasi partilerle arasına mesafe koyduğunu görüyoruz. Biz şu anda başkanlık sistemindeyiz. Siyasi parti oyları aslında parlamento kompozisyonuna dair bir şey söylüyor bize. Ama neticede seçmen, memnuniyetsizliğini bu kanaldan ifade ediyor. Çünkü siyasi parti liderleri sahnede. Onlar siyaset yapıyorlar. Görünen o ki mevcut siyasi elitin performansından çok memnun değil. Bunun sebepleri var tabii, konuşabiliriz bunu. 

Ruşen Çakır: Onları konuşacağız ama arada bir şeyi sormak istiyorum. MetroPOLL Araştırma aynı zamanda partiler dışında liderleri de sorguluyor, ama In Depth’te göremedim sanki onunla ilgili bölümü. Sen biliyorsundur. Orada bariz bir hareketlilik var mı? Liderlere yönelik beğeni oranı mı diyordunuz, neydi o?
Özpek: Evet, beğeni oranı. Biz bu ay senaryo sormadık. Bundan birkaç ay önce sormuştuk senaryoları. Yani sadece beğeni oranı soruyoruz. Beğeni oranında şöyle bir olguyla karşılaşıyoruz: İlk sırada Mansur Yavaş çıkıyor. Mansur Yavaş'ın gördüğü zirve %67 idi bizde. Bu çok yüksek bir rakam. Tabii şu anda o rakamda değil, bunun yaklaşık 10 puan altında seyrediyor. Geçtiğimiz ay Erdoğan'ın kişisel beğeni oranında %40’tan %46'ya hızlı bir sıçrayış görmüştük. Bu ay onun da geri çekildiğini gördük. Ekrem Bey'in beğeni oranı ise neredeyse sabit. Bütün bu tartışmalara, yıpranmışlığına rağmen yükselmeyen ve alçalmayan %47'lik bir beğeni oranı var. Şu anda mevcut tablo bu. Fakat, ‘’choice architecture’’ dediğimiz bir şey var, yani kişilerin beğenisi, onların rakiplerine göre şekilleniyor aslında. Bu adaylar, bu isimler, nasıl bir rekabete girecekler bilmiyoruz. Yani ikili bir seçim olacak, çoklu adaylı bir seçim olacak ve bu seçim ve psikolojisi içerisinde liderlere nasıl bir, yaklaşım olacak, toplum liderlere ne vehmedecek, onu da bilmiyoruz. Şimdi biz bu aydan itibaren artık farklı senaryoları sormaya başlayacağız. Çünkü ön seçim tartışmaları bunu biraz mecburi kıldı. Seçimlere çok uzun zaman olmasına rağmen, toplum, başkan adaylarını ve başkanlık senaryolarını tartışıyor. Bu aydan itibaren sormaya başlayacağız.

Ruşen Çakır: CHP içerisindeki adaylık meselelerini en sona saklayalım, şunu sormak istiyorum bir siyaset bilimci olarak sana. Şu haliyle baktığımız zaman partilere ve liderlere yönelik büyük bir ilgisizlik olduğunu, ama bunun, siyasete ilgisizlik olmadığını söylüyorsun. İnsanlar siyasetle ilgili ama var olanlara ilgili değil. Parti biraz zor ama Türkiye’de yepyeni bir popülist bir lider adayı çıksa… Tabii şu anda bunun hiçbir işareti yok. Yakın dönemde Cem Uzan örneğini yaşadık. Cem Uzan birdenbire çıkıp, %10’u tek başına almasına ramak kalmıştı hatırlıyorsun. Dünyadaki örnekleri de biliyorsun. Mesela Arjantin'de şurada burada birdenbire hiç olmadık insanlar iktidara gelebiliyorlar ya da iktidarı zorlayabiliyorlar. Türkiye'de böyle potansiyel görüyor musun? İsim tabii ki yok ortada, ama birisi çıkıp malı götürebilir mi?
Özpek: Bu tabloyu gören herhangi bir siyasetçi çok heveslenecektir. ‘’Tam parti kurulacak zaman’’ diye düşünebilir. Ben orada bir ayrım yapma eğilimindeyim. Birincisi, ‘’outsider’’ dediğimiz, parti bürokrasilerini bypass eden aday ile popülist aday arasında bir fark var. Genelde biz bu outsiderların popülist olduğunu gördük. Trump da böyleydi, Arjantin Devlet Başkanı Javier Milei'yi de böyle. Ama aslında popülist olmak zorunda da değil. Çünkü mevcut parti mekanizmaları çok hantal, toplumu temsil etmiyor ve siyasi elitle toplumsal beklentiler arasında büyük bir uçurum oluşmuş durumda. Yani parti mekanizmasını bypass ederek, kendisi başkanlık iddiasını ortaya koyan birisinin illaki popülist olmasına gerek yok. Bunu geçen aylarda da konuştuk. Siyasetin, toplumun sorunlarını tespit etme ve somut öneriler getirme kapasitesi oldukça sınırlı. Biz sürekli olarak işte muhalif televizyon kanallarında mızmızlanan siyasetçiler görüyoruz. Hatta siyasetçiler bile mızmızlanmıyor, bir noktadan sonra gazeteciler ve yorumcular siyaset yapmaya başlıyorlar. Siyasetçi yetersiz geliyor olmalı ki muhalefet medyasının önemli unsurları, bilinen unsurları da bizatihi siyaset yapmak için sahaya inmiş durumda. Şimdi bu, toplumun hiçbir sorunu çözmüyor. Çünkü insanlar zaten ekonomik krizi yaşıyorlar. Siz, ekonomik kriz yaşayan insanlara, ekonomik kriz yaşadıklarını anlatıyorsunuz. Buradan bir çözüm çıkmıyor. Ama daha somut önerilerle ve daha etkileyici bir kadroyla ortaya çıkan, Türkiye'nin sorunlarını çözmek için inisiyatif alacağını söyleyen bir lider, bence, bu tabloda dikkatleri kendisinde çekebilir. Ama bu liderin popülist olmasına gerek yok. Yani illa popülist bir hareket ortaya çıkacak diye bir kaide de yok. Son derece aklı başında, Fransa'da Macronvari bir çıkış da olabilir, onu da söylemek zorundayım.
Burada dikkat etmemiz gereken bir şey var, popülizmden bahis açtığınız için söylüyorum. Bizim araştırmamızda, kararsız seçmen kadar, aynı zamanda Yeniden Refah ve Zafer Partisi'nde de bir hareketlilik gördük bu ay. Bu iki partinin toplam oy oranı %10’a ulaştı. Raporu abonelere dağıttığımız için, mahrumiyetini korumak adına çok somut rakamlar vermiyorum, ama iki partinin %10’luk bir alanı işgal ettiğini görüyoruz. Bunun sebepleri var tabii. Yeniden Refah ve Zafer Partisi, muhalefet tarafından 14 Mayıs'tan sonra ciddi anlamda desteklendi. Aslında muhaliflerin Yeniden Refah Partisi ile çok ciddi sorunlarının olması beklenirdi. İstanbul Sözleşmesi, kadınların medeni hakları ya da birçok sosyal konuda Yeniden Refah Partisi ile muhaliflerin ciddi çatışmalar içerisine girmesi bekleniyordu. Fakat Yeniden Refah Partisi muhalefetin eleştirilerine hiçbir şekilde konu olmuyor. Zafer Partisi de aynı şekilde. Bir araştırma yaptırdık; mesela 14 Mayıs'tan sonra takip eden bir sene içerisinde, Ümit Özdoğan’ın muhalif televizyon kanallarında 55 kere canlı yayına çıktığını gördük. Orada Cumhuriyet Halk Partisi'nin muradı, Yeniden Refah Partisi'nin AKP'yi, Zafer Partisi'nin de MHP'yi ya da daha böyle kararsız milliyetçi seçmeni kendisine çekip, iktidar blokundan koparması. Bu, bence stratejik olarak yanlış bir düşünce. Ama Cumhuriyet Halk Partisi, Yeniden Refah ve Zafer Partisi gibi partileri öyle çok eleştirilerinin hedefine koymuyor, hatta elinden geldiği kadarıyla destekliyor. Bu partilerde bir yükseliş var.
Günün sonunda şöyle bir durumla karşı karşıya kalıyoruz: On dört Mayıs 2023 seçimlerinde, oy verdiği partilere göre tasnif ettiğimiz zaman beş büyük partiye, yani AK Parti, CHP, MHP, İYİ Parti ve DEM Parti'ye yönelik oy tercihini tekrarlayan seçmen oranı yaklaşık %40. Yani 14 Mayıs'ta bu beş partiye oy veren seçmenin, yeniden seçim olsa ‘’yine bu partilere oy veririm’’ diyenlerin oranı %40. Bu çok düşündürücü bir rakam aslında. Yani toplum beş partiyi meclise sokuyor ve bu beş parti tekrar kendi önüne geldiği zaman, yarıdan azı, %40’ı sadece ‘’evet’’ diyor. Yarıdan fazlası, %60’ı bir daha bu partilere oy vereceğini beyan etmiyor. Verebilir de tabii, ama şu anda kesinlikle bu partilerden memnun olduğunu söyleyen seçmen oranı %40.  Burada ilginç bir şey var: MHP'den AK Parti'ye 1-2 puanlık bir geçiş var. İYİ Parti ve DEM Parti'den CHP'ye 1-2 puanlık bir geçiş var. Onun dışında bloklar arası bir geçiş de görmüyoruz. İlginç bir durum daha var: Kararsız seçmen ve Yeniden Refah ile Zafer Partisi'ne giden seçmeni, siyaset kurumuna bir itiraz yükselten seçmen olarak görmek gayet mümkün, Siyaset kurumundan ciddi anlamda bir uzaklaşma olduğunu söyleyebiliriz.

Ruşen Çakır: İki detay soru sormak istiyorum: Birincisi, raporda Anahtar Parti’nin bahsini hiçbir şekilde görmedim. Üzerinde konuşmayı gerektirecek kadar bir durum var mı?
Özpek: Aslında bizim ana listeye giriyordu bu aya kadar, fakat bu ay oradan da düştü. Bu da %2’lik bandın altına düştüğünü gösteriyor. Şu anda biz göremiyoruz.

Ruşen Çakır: İkinci sorum da şu: Biraz önce Ümit Özdağ’ın 55 kez yayına çıktığını söyledin. Zafer Partisi, Ümit Özdağ üzerinden yürüyen bir parti. Azmi Karamahmutoğlu parti sözcüsü olarak bilinir ama şimdi biraz daha öne çıkıyor, ama tabii ki Ümit Özdağ'ın durumunda değil. Ümit Özdağ da tutuklu. Bunu insanlara şu anda sormamışsınızdır ama ben sana soruyorum: Ümit Özdağ'ın mağduriyetinden dolayı Zafer Partisi'ne ilgi artar mı, yoksa Ümit Özdağ'ın aktif bir şekilde ortada olmamasından dolayı, Zafer Partisi daha az mı ilgi görür? Ne dersin?
Özpek: Bu mağduriyet hikayesi konuşulduğu zaman herkesin aklına Recep Tayyip Erdoğan'ın 90'lı yıllarda hapse girmesi ve işte çıktıktan sonra başbakan olması geliyor. Dolayısıyla insanlar hızlı bir şekilde ‘’mağdur olan toplumun merhametine mazhar olur. Toplum mağdur olana sahip çıkar’’ gibi bir düşünce geliştiriyor. Bence durum böyle değil. Tek başına böyle değil. Evet, mağduriyet insanlara ahlâki bir üstünlük kazandırır. Fakat lider hapishanedeyken onun mesajlarını yayacak, onun meselesini sürdürecek bir kadroya, teşkilatlara ihtiyaç var. Yani Tayyip Erdoğan içerideydi ama İslami hareket çok canlı bir şekilde ayaktaydı. Tayyip Erdoğan'ın içeride olması dışarıdakilere bir propaganda imkânı veriyordu. Ve dışarıdakiler çok canlıydı; Anadolu'nun her köşesine gidip bu meseleyi anlatıyorlardı. Dolayısıyla, liderin içeride olması ve mağdur olması tek başına başarı getirmez. İkincisi, Türkiye'de içeriye giren, bir süre sonra güncelliğini yitirebilir. Güncelliğin yitirilmesi çok dramatik bir şeydir. İnsanlar çok kuvvetli duygular yaşarlar hayatları boyunca. Birine öfke duyabiliriz, birine sevgi duyabiliriz, birine aşk duyabiliriz. Fakat bir süre sonra bu duygular kendisini korusa da güncelliğini yitirdiği için hayatımızda olduğu gibi devam etmeye başlarız. Yani güncelliğin yitimi hakikaten çok dramatik bir şeydir. Bir süre sonra insanlar Ümit Özdağ'ın içeride olmasına alışır. Bir süre sonra insanlar Ümit Özdağ'sız da düşünmeye başlar. Ümit Özdağ mağdur edilmiştir. ‘’Keşke dışarı çıksa’’ diye düşünürler, önemli günlerde mesaj paylaşırlar. Fakat bir yerden sonra bu mesele güncelliğini yitirebilir ve insanlar buna alışabilirler, Türkiye'de son 20 senede birçok şeye alıştığımız gibi. Mesela Selahattin Demirtaş da içeri girdiği zaman insanlar çok üzüldüler, tepki verdiler, Demirtaş'a sahip çıkmaya çalıştılar. Ama bir süre sonra mesele güncelliğini yitirdi takdir edersiniz ki. Osman Kavala meselesi, Can Atalay meselesi… Yani içeri giren aslında bir yerden sonra unutulup kalıyor. Zaten şu anda fiziksel bir aktivizm çağında yaşamıyoruz, daha dijital bir aktivizm çağında yaşıyoruz. Bu, insanları sadece çok aktif gösteriyor, ama insanların aktif olduğu, ya da insanların örgütlendiği anlamına gelmiyor. İnsanlar dijital platformlarda kolay tepki verebilirler. Kolay tepki veren kolay da unutur. Bu bakımdan, önümüzdeki zamanlarda bu mağduriyetin bir oya tahvil edilebileceği kanaatinde değilim açıkçası.

Ruşen Çakır: Bahçeli'nin başlattığı İmralı açılımı kamuoyunda hak ettiği kadar çok konuşulmuyor bence. İnsanlar sanki konuşmak istemiyormuş gibi. Çünkü özellikle iktidarın işi zor; hem istiyorlar hem de korkuyorlar gibi bir durum var. Muhalefetin de büyük ölçüde ‘’Buradan bir şey çıkarsa Erdoğan tekrar Cumhurbaşkanı seçilir mi?’’ gibi bir kaygısı var. Ama sonuçta seçmenin oy tercihlerinde herhalde bir etkisi vardır. Siz bunu görüyor musunuz? Henüz somut olarak bir şey yaşanmadı ama bu açılım söylentileri, özellikle Bahçeli'nin bunu dillendiriyor olması, MHP ve DEM parti başta olmak üzere, partileri nasıl etkiliyor?
Özpek: İyi ki bu konuya geldik. Öncelikle şunu söyleyeyim. Biz, oy oranı açısından Milliyetçi Hareket Partisi'nde bir kafa karışıklığı görüyoruz. Bu açılım meselesinden sonra MHP, %10 bandından %7,5-8 bandına geriledi. Rakamlara baktığımız zaman şunu görüyoruz: On dört Mayıs'ta MHP'ye oy veren seçmenin %35'i, ‘’kararsızım, protesto oy vereceğim’’ demiş veyahut ‘’cevap yok’’ demiş. Bu seçmenin, bir de %15'i bir sonraki seçimde de AKP'ye oy vereceğini söylemiş. Yani MHP seçmeninin sadece %43'ü yeniden seçim olsa MHP'ye oy vereceğini söylemiş. Bu rakamlar 22 Ekim'den önce çok daha yüksekti. Milliyetçi Hareket Partisi, kendisine oy veren seçmeni, bu söylemden sonra çok da rahat mobilize ediyor gibi gözükmüyor açıkçası.
DEM Parti meselesi biraz daha ilginç. DEM Parti, bence, elit düzeyinde bu süreci bir şekilde ıskalamak istemiyor. Yani eğer bir fırsat varsa, bu fırsat penceresini açmak, genişletmek istiyor. Fakat DEM Parti tabanı sadece etnik referanslarla hareket etmiyor, aynı zamanda çok da ciddi anlamda Erdoğan karşıtı bir taban. Dolayısıyla, partinin, genel itibariyle Türkiye'nin yaşadığı sorunlara karşı tepkisiz kalması ve sürecin selâmeti için muhalefet tonunun düşürüyor oluşuna karşı da bir tepkisi var. Çünkü biz, DEM Parti seçmenin, yani çok hazır kıta, çok kesin, çok net partiye oy vereceğini söyleyen, bu oranın genel itibariyle %80’ler civarında seyrettiği bir partiden bahsediyoruz. DEM Parti seçmenin yeniden DEM Parti’ye oy verme eğiliminde de bir düşüş tespit ettik. Ve kararsız, protesto oy oranında bir yükseliş tespit ettik. DEM Parti bağlamında konuştuğumuz zaman, %16'lık bir kararsız kesim aslında çok yüksek bir oran.
Bir veri daha var sizinle paylaşabileceğim. Çünkü şöyle bir durum var: Kürt sorunun çözümüne ilişkin Öcalan’la yürütülen sürece Erdoğan'ın destek verdiğini düşünüyor musunuz?’’ diye sorduk. Çok ilginç sonuçlar çıktı. Mesela DEM Parti seçmenin kararsızlar dağıtılmadan yarısı, -ki %7'lik bir kararsız var- yani yaklaşık %50'si, Erdoğan'ın bu süreci desteklemediğini düşünüyor. Çok ilginç bir şey bu.

Ruşen Çakır: Erdoğan desteklemeden nasıl olacak? Çok ilginç. Ortada bir süreç var, Erdoğan destek vermiyor. Peki nasıl olacak?
Özpek: Bu, şöyle bir tecrübeden kaynaklanıyor. Eğer Erdoğan destek vermiyorsa, bu sürecin zayıf olduğu ve bir noktada sürecin bozulacağı, dolayısıyla, insanların da kendi kişisel hayatlarında çok risk almaya değen bir süreç görmediklerini gösteriyor. 2013-2015 arasındaki süreci biliyoruz. Toplumda herkes konuştu ve doğru ya da yanında ya da karısında bir pozisyon aldı, değil mi? Çünkü o zaman süreç, yürütme erki tarafından sürdürülüyordu. Yani Milli İstihbarat Teşkilatı, Kamu Güvenliği Müsteşarlığı, öyle değil mi? Ne eleştiriliyordu o zaman? Süreç ‘’Meclise kapalı’’ deniyordu. Gerçekten de Mecliste olan hiç kimse ne olup bittiğine dair bir kanaat sahibi değildi. Ama hükümet o zaman bir inisiyatif almıştı ve devlet kurumları üzerinden İmralı'yla görüşüyordu. Bir müzakere süreci vardı. Meclis yoktu. Şu anda tam tersini yaşıyoruz. Ortada Meclis var, Meclisteki partilerle görüşüyor ama hükümet iradesi yok, yürütme erkeği iradesi yok, kamu kurumları yok. O yüzden insanlar şu anda, bu konuyu ciddiye alıp pozisyon almıyorlar. Çünkü yürütme erkinin bir pozisyonu yok burada.

Ruşen Çakır: Peki, şu medya meselesini de konuşalım. CHP adaylarını konusunu sona bırakacağız ama sonuçta medyada CHP meselesi çok öne çıkıyor. Erdoğan'ın bir ana akım medya sorunu var. Çünkü bütün medyayı kendine bağladı ama bu medya kendinden olmayan kesimlere hitap edemiyor. CHP seçmeni A Haber izlemiyor, Hatta Hürriyet gazetesi okumayı bıraktı. Ama muhalefet seçmeni üzerinde etkili olacak mecralara ihtiyacı var ve raporda birtakım yeni mecralar ortaya çıktığını söylüyorsunuz. Anladığım kadarıyla bunlar aslında iktidarın desteklediği, önünü açtığı, ama tarafsızmış gibi hatta muhalifmiş gibi duran yapılar. Biraz açar mısın bunu?
Özpek: Türkiye'deki medya ekosistemi çok değişti. En son Doğan Holding'in Demirören Grubu’na devredilmesiyle birlikte, geleneksel medya üzerinde ciddi anlamda bir hükümet etkisinden bahsedebiliyoruz. Buna karşılık muhalefet de kendi medyasını inşa etti. Son 10 sene içerisinde, yayın hayatına devam etmek için Atatürk logolu bardak satmaya çalışan muhalefet kanallarından, daha modern stüdyolarda, daha aktif, daha iyi gazetecilerle yayın yapan bir muhalefet medyası gördük. Fakat bu, kutuplaşmayı çok derinleştirdi; ortada ticari bir medya kalmadı. Ticari bir medya kalmadığı için insanlar genel itibariyle siyasi eğilimlerine göre yayınları takip etmeye başladılar ve birbirlerinden haberdar olmadılar. Ticari medyanın alamet-i farikası nedir? Siz kimi desteklerseniz destekleyin, o televizyon kanalında buluşursunuz ve bir haber orada yapılır, bir yorum orada yapılır ve bu bütün Türkiye'ye yayılır. Merkez medyanın meselesi budur. Çok sevmezsiniz merkez medyayı, çok güvenmezsiniz, bu ayrı bir şey. Gönlünüzde taht kurmaz. Çok obsesif bir şekilde kumandayı elinize alıp bir an evvel bu televizyon kanalını açmalıyım demezsiniz, ama izlersiniz. Dolayısıyla bu, merkez medyanın ortadan kaybolmasıyla beraber medya mahalleleri ikiye ayrıldı ve parti medyası dediğimiz medya grupları oluştu. Muhalefet medyası var, iktidar medyası var. Bu, hakikatin de ikiye bölünmesi anlamına geliyor. Şu anda Türkiye'de insanlar iki farklı gerçekliğe inanıyorlar ve bugün bir mesajın bütün toplum tarafından aynı anda, aynı somutlukta, aynı objektiflikte kabul edilmesi çok zor.
Bu kutuplaşma oyunu Adalet ve Kalkınma Partisi oynuyordu ve kazanıyordu. Ne zamana kadar? Yerel seçimde bu kutuplaşma işini Cumhuriyet Halk Partisi’nin de öğrenmiş olduğunu gördük. Cumhuriyet Halk Partisi de etkili bir medya kurabiliyor. Cumhuriyet Halk Partisi de kendi seçmenini travmatize edip, kendi seçmenini seferber edip sandığa götürebiliyor. Özellikle ekonomik kriz zamanlarında bunu AKP beceremediği zaman, çok güçlü bir şekilde muhalefetin birlikteliği sağlanabiliyor. Yani biz yerel seçimleri analiz ettiğimiz zaman çok net bir şekilde AKP'liler Cumhuriyet Halk Partisi'ne gitti diyemeyiz. Ama Cumhuriyet Halk Partisi'nin bütün muhalefeti konsolide ettiğini, asıl zaferini muhalefet partilerine karşı kazandığını söyleyebiliriz. Peki, bunu nasıl başardı? İşte bu Erdoğan karşılıklarını ortak ideoloji haline getirerek, HDP'den, İYİ Parti'den, daha kararsız muhalif seçmenden gelen tepkileri kendi bünyesinde toplayarak, onu bir güce dönüştürdü. Bunu da bu medya sayesinde yaptı. Dolayısıyla AKP'nin bu kutuplaşma oyununu oynamakta artık zorlandığını görüyoruz.
Buna karşılık nasıl bir tedbir aldı? Buradaki argümanımız şu. Artık dikkat ederseniz, izleyicilerimiz de buna lütfen böyle dikkatli bir gözle baksınlar. Hem muhalefet hem iktidar kanadının temsilcisiymiş gibi gözüken insanların, aynı anda yayın yaptıkları ve aynı stüdyoyu paylaştıkları programlar ve böyle televizyon kanalları görüyoruz. Yani biraz 2018 öncesi merkez medyayı andıran bir durum var. Çünkü 2018 öncesi de CNN Türk'te böyle tartışma programları olurdu, farklı görüşteki insanlar tartışırlardı. Şimdi benzer bir durum şu anda da var. Fakat bu programların mesajlarına baktığınız zaman, evet, sürekli olarak AKP'nin ekonomiyi kötü yönettiği kabul edilse de Cumhuriyet Halk Partisi'nin de herhangi bir şeyi beceremeyeceği, sürekli olarak içeride problem yaşadığı gibi mesajlar veriliyor.

Ruşen Çakır: En son, yanılmıyorsam TGRT'de, birbirinden farklı olduklarını varsayacağımız kişiler, birisi eski AK Partili, birisi, şimdi adını vermeyeyim, meşhur, kendini milliyetçi olarak tanımlayan hukukçu profesör ve bir eski CHP'li oturup, CHP adayını konuşuyorlar. Hepsi Mansur Yavaş'ta müttefik oluyor.
Özpek: Oradaki mesele Mansur Yavaş'ta müttefik olmaları da değil. Oradaki mesele, Cumhuriyet Halk Partisi'nin başkan adaylığı meselesi olabildiğince konuşulsun, toplum Cumhuriyet Halk Partisi'ni istikrarsız olarak algılasın, başkan adayını belirlemekte yetersiz olduğunu, sürekli olarak klikler arası bir savaşın yaşandığını, topluma mesaj olarak ulaştırılsın. Asıl mesele bu. Seçimlere üç buçuk sene olmasına rağmen, biz, bunu bu sohbeti dinleyeceğiz. Allah hepimize, televizyon izleyenlere kolaylık versin, Hatırlarsanız, bu hükümet yanlısı kanallarda bir önceki dönemin sohbeti İYİ Parti, CHP, HDP meselesi, ‘’HDP ile ittifak kurulur mu, kurulmaz mı?’’ milliyetçiler ne diyecek?’’ muhabbetleriydi. Şimdi bu bir sonraki dönemin muhabbeti de İmamoğlu-Yavaş rekabeti. O konuda söyleyeceklerim var ama neticede bu, CHP'nin çok sağlıklı olduğunu, çok işte iddialı olduğunu, çok etkileyici projelerle toplumun karşısına çıkmasına rağmen medya operasyonlarıyla yıpratıldığını göstermiyor. Ben bunu iddia etmiyorum. Ama şunu görüyorum ki burada bir olgu var ve hükümet, kendi beceriksizliğini muhalefetin kazancına dönüşmesini önlemek için, muhalefetin de beceriksiz olduğu mesajını yaymaya çalışıyor. Mesela biz ‘’ekonomiyi kim daha iyi yönetir, sorusunu seçmenlere her ay soruyoruz. Yüzde 40’a kırka yakın, neredeyse parti sorusundaki kararsız oranına yakın bir oranda, ‘’ikisi de yönetemez’’ seçeneği birinci seçenek çıkıyor. Yani hükümet yönetemiyor, bunu görüyoruz hayatlarımızda. Hükümet yönetemiyorsa, seçmenin ‘’muhalefetin bu ekonomiyi yönetir’’ demesi gerekir ki muhalefet seçim kazansın, öyle değil mi? Ama ne oluyor? Yüzde 40 oranında seçmen, ‘’ikisi de yönetemez’’ fikrine ikna olmuş durumda.

Ruşen Çakır: Son olarak şunu sormak istiyorum. Daha çok senin kişisel görüşünü merak ediyorum. Tabii ki anketlerden de beslenerek, CHP'nin ön seçim kararını nasıl buluyorsun? Yanlış mı, doğru mu? Ön seçim hızlı bir şekilde olacağa benziyor, adayını da mesela en geç mart ayında açıklayacak gibi. Bu, CHP'nin işine yarar mı? Ön seçimde çıkacak olan aday da herhalde Ekrem İmamoğlu olur diye tahmin ediyorum.
Özpek: Türkiye'deki entelektüel camiayı biliyorsam, biz ön seçim meselesini normatif bir düzlemde tartışıp, pasif agresif bir tonda birbirimize dolaylı eleştirilerde bulunuruz ve herkes bir pozisyon alır. Ama ben meselenin ön seçimin doğru ya da yanlış olmasının ötesinde bir mesele olduğunu düşünüyorum. Hatta meselenin, ‘’İmamoğlu mu yoksa Mansur Yavaş mı aday olmalı?’’ sorusunun ötesinde bir sorunu olduğunu düşünüyorum. Ön seçim teorik olarak muhalefetin, Cumhuriyet Halk Partisi'nin başkan adayını belirleyebilmesi için çok demokratik bir yöntem. Parti oligarşilerini alt üst eden bir yöntem. Bence son derece demokratik, son derece olumlu, en azından bir yöntemin olması açısından olumlu. Çünkü biz bir önceki başkan adayımızı nasıl belirledik bilmiyoruz. Mesela, Kemal Bey nasıl belirlendi, hangi usulle belirlendi, bunun cevabı yok. Altılı Masa mutabakatı dendi, ama Altılı Masa mutabakatı sağlanmadı, Anket, araştırma filan yapılmadı, parti seçmenleri bir oylamada bulunmadı. Kim belirledi bizim bir önceki muhaliflerin cumhurbaşkanı adayını belli değil. Cumhurbaşkanı adayının kendisi belirledi yani. Kendisi olmak istedi ve oldu. Şimdi o usulsüzlük birçok tartışmayı getirmişti hatırlarsanız. Belki muhalefetin seçim kaybetmesinin sebebi de buydu. Dolayısıyla şu ânda bir ön seçim usulünün olması çok önemli bir şey. Fakat ön seçimlerin istikrar üretebilmesi için, potansiyel başkan adaylarının, o rekabet koşullarını, oyunun kurallarını kabul edip yarışmaya iştirak etmesi gerekiyor. Yani, daha kitabın ortasından konuşayım: Ekrem İmamoğlu kadar, Mansur Yavaş da ön seçim ihtimaline ikna olmalı ve yarışmalı ki ön seçimden çıkacak sonuç, muhalefet açısından hayırlı olsun. Yani taraflar aynı kurallara tâbi olup, yarışıp, kaybettiği zaman, artık partiden çıkıp kendi adaylıklarını ilan etmelerini kolay kolay meşrulaştıramazlar. Yani Mansur Yavaş da ön seçime girdi, Ekrem İmamoğlu da ön seçime girdi ve diyelim ki Mansur Bey kaybetti. Mansur Bey kaybettikten sonra, ‘’ben oynamıyorum, gidip kendi adaylığımı koyuyorum’’ diyemez. Bunu demesi, toplum gözünde meşruluğunu ortadan kaldırır bence. Dolayısıyla ön seçim, Mansur Yavaş'ın katılmadığı, sadece Ekrem İmamoğlu'nun girip başarılı olduğu bir sonuç üretirse, bu, Cumhuriyet Halk Partisi için pek hayırlı olmaz diye düşünüyorum, açık konuşmak gerekirse.
İkincisi, Mansur Yavaş'ı da çok yanlış konumlandırdıkları kanaatindeyim. Geçmiş dönemde, sağ muhalefeti temsil eden Meral Akşener ve İYİ Parti vardı öyle değil mi? Dolayısıyla CHP dışında bir yapı vardı burada ve herhangi bir husumet durumunda, herhangi bir gerilim durumunda, çok rahat karşınızda bir muhatap bulabiliyordunuz. Şimdi Akşener'de yok, İYİ Parti'de yok. Cumhuriyet Halk Partisi sağ muhalif seçmenle konuşmak için Mansur Yavaş'ta ittifak kurmayı seçti. Yani İYİ Parti'nin yerine Mansur Yavaş figürü geldi. Cumhuriyet Halk Partisi, Mansur Yavaş figürü üzerinden ilerlemeye başladı. Neticede Mansur Yavaş, Cumhuriyet Halk Partisi logosunu kabul etti ve partinin içerisine girdi. Partinin oyları arttı. Parti o zamana kadar konuşamadığı kesimlerle konuşmaya başladı ve Mansur Yavaş'ın partide olması münasebetiyle, Kürtlerle daha rahat… Oraya milliyetçi bir ismi koyduğunuz zaman esneyebiliyorsunuz. Yani Cumhuriyet Halk Partisi bundan kazandı, Mansur Yavaş da bundan kazandı. Mansur Bey Ankara'da %60 oy aldı. Bu oyu çok etkileyici bir belediyecilik performansı olduğu için almadı. Yani %35'lik hazır kıta, herhangi bir seçimde, aday kim olursa olsun, Cumhuriyet Halk Partisi adayına oy verecek bir kesim var Ankara'da ve bu kesim ilginç bir şekilde, yaşadıkları mahalleler itibariyle belediye hizmetlerinden de en az faydalanan kesimdir muhtemelen. Buna rağmen gittiler Mansur Yavaş'a oy verdiler.
Mansur Yavaş şu andaki o %50’lerin üzerindeki popülarite oranını aslında CHP'li olmasına borçlu. Yani hem Cumhuriyet Halk Partili hem Cumhuriyet Halk Partili değil. Hem Cumhuriyet Halk Partili olmayan muhalifleri cezbedebiliyor, ama logoya sahip olduğu için, logonun altında siyaset yaptığı için, Cumhuriyet Halk Partili seçmenleri de kendisine çekebiliyor. Üstelik çok yorum da yapmıyor biliyorsunuz, o konuları da çok konuştuk. Yani çok fazla siyasi risk alan bir tavrı da yok. Dolayısıyla %60'lık bir beğeni oranına ulaştı. O yüzden, Mansur Yavaş da Cumhuriyet Halk Partisi'nden öyle çıkmaya niyetli ya da çıkartılacağı zaman herhangi bir sorun yaşayacağı zaman hemen partinin dışında konumlanacak bir figür değil. Çok ilginç bir şeyden bahsediyorum burada. Kavga edilmeyecek kadar içeride, uzlaşılamayacak kadar dışarıda bir aktör Mansur Yavaş. Dolayısıyla bu sorun nasıl çözülecek, o konuda bir fikrim var, ama burada söylemeyeceğim. Ama ön seçimle çözülebilecek bir sorunmuş gibi gözükmüyor açıkçası.

Ruşen Çakır: ‘’Uzlaşılamayacak kadar dışarıda’’ tespitine şapka çıkartıyorum Burak. Evet, burada noktayı koyalım. Çok teşekkürler. MetroPOLL Araştırma’nın ‘In Depth-Derinlikli Analiz Ocak 2025 Raporu’nu Prof. Burak Bilgehan Özpek'le konuştuk. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
16.02.2025 Bahçeli iyi, Erdoğan kötü polisi mi oynuyor?
10.02.2025 Kürt sorununun çözümü için neler gerekli? Prof. Mustafa Erdoğan ile söyleşi
09.02.2025 Bu AK Parti’nin İstanbul’u geri alması çok ama çok zora benziyor
07.02.2025 Haftaya Bakış (253): CHP'de adaylık tartışması | Öcalan'ın açıklamasını beklerken
07.02.2025 Seçmenin siyasete ilgisizliği devam ediyor: Burak Bilgehan Özpek ile söyleşi
06.02.2025 AKP oyları yeniden düşüşte: Hatem Ete ile söyleşi
05.02.2025 Transatlantik: Trump gözünü Gazze'ye dikti | İran'a ABD'den maksimum yaptırım | Eş-Şara'nın Türkiye ziyareti
03.02.2025 Meral Danış Beştaş anlatıyor: Türkiye Kürt sorununun çözümüne ne kadar yakın?
02.02.2025 İmamoğlu mu, Yavaş mı, ikisi birden mi yoksa hiçbiri mi?
30.01.2025 Suat Toktaş gazeteci olduğu için tutuklandı
16.02.2025 Bahçeli iyi, Erdoğan kötü polisi mi oynuyor?
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı